Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@maviay_63

Sabah uyandığımda Savaş kollarını bana dolamış vaziyette uyuyordu.

 

Yüzüm onun göğsüne yakındı. Biraz kıpırdamaya çalışsam da mübarek bu kasları nasıl yapmışsa bir türlü açılmıyor kolları.

 

Bırak bırak! Koala gibi sarıldın sende!

 

Uzun çırpınışlarımın sonunda vazgeçmiştim. Öldün mü arkadaşım! Ne bu kas katı kesilmiş. Bilerek mi yapıyor acaba?

 

Birden sirkelendim.

Saçmalama Çilem! Adamın garezi mi var sana! Allah Allah!

 

İçimden söylenirken, çırpınmaya devam ettim. Tam o sırada tişörtündeki parfüm kokusu beni durdurmuştu.

 

O an dere kenarındaki anım aklıma geldi. Bu koku ceketinin üstünde de vardı. Sanırım bu koku bana hep o anı hatırlatacaktı.

 

Tekrar sirkelenip düşüncelerimden sıyrılmaya çalışarak biraz dâha çırpındım. Fakat yorulmaya başladığımda çırpınışlarıma nihayet son verdim. Tam o anda kıpırdamaya başlamıştı. Ben de bir an panik olup gözlerimi kapattım.

 

Şimdi bu adam beni yanlış anlar, ben sarıldım zanneder hiç uğraşamam!

 

Dakikalarca bekledim fakat tepki yoktu. Ama uyandığından da emindim. Yine mi uyudu acaba?

 

Bu adamın bırakacağı yok, en iyisi yeni uyanmış gibi yapayım. Evet evet, en iyisi böyle yapayım.

 

Biraz kıpırdanıp uyanmaya başlıyormuşum gibi yaparak hareket etmeye başladım. Ama adam hâla sarılıydı. Mübarek bir türlü kopamadı benden!

 

Kapı çalınma sesi ile kendine gelip, beni bırakması bir oldu. Ben şaşkın halde ona bakarken kapı yine çaldı.

 

Şaşkınlığımı üstümden atarak hemen ayağa kalktım. Savaş'ın haline kıkırdayarak kapıyı açmaya çalışırken o ise göz devirerek tekrar yattı. Ben de kapıyı usulca açarak kim olduğuna baktım.

 

" Hanım ağam kahvaltı hazır."

 

"Tamam geliyorum, bu arada adın neydi?"

 

"Serpil, hanım ağam."

 

" Tamam Serpil geliriz birazdan."

 

Başıyla onaylayarak gittiğinde kapıyı ardından kapatarak Savaş'a döndüm. Ellerimi belime yaslarken onu kızayım mi güleyim mi bilemedim.

 

Bana bakmadan kalkıp banyoya girdiğinde başımı iki yana sallayarak güldüm. Sonra ben de ardından banyoya girerek onun gibi elimi yüzümü yıkamaya başladım.

 

O yüzünü yıkarken ben de aklıma takılan bir soruyla konuşmaya başladım.

 

" Sana bir şey soracağım."

 

" Sor."

 

"Beni nasıl ölü olarak göstereksin? Bir yıl sonra ceset görmek istemeyecekler mi?"

 

" Orta da bir ceset kalmazsa kimse bir şey demez, merak etme."

 

" Beni korkutmaya başlıyorsun ha! Ceset kalmaz ne demek? Kesip doğrayacak değilsin ya!"

 

Sırıtarak yere baktı. Herhalde şu gamzeleri hiç bu kadar belli olamazdı.

 

Tatlıydı...

 

" Orasını bana bırak, merak etme kesmem seni."

 

Sırıta sırıta banyodan çıkarken mal gibi ortada kaldım. Benimle dalga geçti resmen!

 

Ben hâla mal gibi kalırken, onun bana seslenmesi ile kendime anca gelebildim ve hemen ardından aşağı indim. Sonra da kahvaltı için oturdum.

 

Kahvaltıya başlarken Savaş'ın bir kaç lokma yemesini bekleyerek kendimi bir konuşmaya hazırlamaya başladım. Bugün kardeşimi görmem gerekiyordu. Çok özlemiştim onu. Hem Sevgi de kızıyordu neden gelmiyorsun diye. Aradan haftalar geçmişti bir kere bile gidemedim.

 

Boğazımı toplayarak konuşmaya çalıştım.

 

" Savaş"

 

" Hıım."

 

" Bugün annemlere gideceğim... haberin olsun."

 

Bana uzun uzun bakarken, gerilmedim desem yalan olur. Birden tok sesiyle cevap verdi.

 

"Olmaz."

 

" Neden?"

 

" İşte, olmaz."

 

"Oğlum bırak gitsin, ailesini özlemiştir."

 

- Onu ölüme mahkum eden aileden mi bahsediyorsun baba.

 

Osman ağa diyecek bir şey bulamamıştı.

 

- Savaş gideceğim dedim!

 

- Bende gitmeyeceksin dedim!

 

Bir hışımla ayağa kalkıp odama çekildim. Hangi hakla bunu diyor bana! Tamam belki haklılık payı vardı da kardeşim var. Ben onu çok özledim anlaması gerek! O benim kardeşim, bir an da ondan kopmamı bekleyemez.

 

Kapının birden açılıp kapanması ile korkuyla yutkundum.

 

- Sen ailemin yanında bana nasıl karşı gelirsin ha!

 

- Sende bana nasıl izin vermezsin!

 

Birden kolunu kaldırdığında refleks olarak kendimi korumaya çalıştım. Savaş birden dona kalırken ben ise gözlerimi hâla sıkıca yummuş haldeydim.

 

Bana dokunduğunu hissettiğimde bir an ürksem de dokunuşu hafifti. " Çilem, özür dilerim gü... Ben çok üzgünüm."

 

Bana hafifçe yaklaşarak sarılmaya çalıştı. " Ben çok özür dilerim."

 

Onu iterek kendimi toparlamaya çalıştı.. " Sorun değil, bir an refleksle hareket ettim."

 

Aslında beni dövmeyeceğini biliyordum. Belki yine kolumu tutmak için hareket etmişti. Onda da alışkanlık oldu gitti.

 

Hay şu koluma tüküreyim! Ne var bu kolumda anlamıyorum. Bir türlü bırakmadı gitti. Kolumu tutunca ne olacak sanki!

 

Fakat...fakat dedemin kızdığı anları tekrar yaşayacağımı sanmıştım yine de.

 

Boynum eğik bir halde ve kollarım bağlı bir şekilde yana baktım.

 

" Çilem, ben sana zarar vermem. Ben deden değilim."

 

" Onun gibi hissettirme o zaman."

 

Savaş bunu benden duyduğunda, başını ensesine alıp huzursuca odayı turladı. Ben ise sessizce onu izledim.

Hâla sessizliğimi korurken birden bana dönerek yanıma geldi.

 

- Çilem, sen niye hala oraya gitmek istiyorsun ha? Sana bunca yıl acı çektiren bir ailenin yanına giderek kendine neden bu kadar zulmediyorsun?

 

- Orada sadece dedemle babam veya annem yok: bana arkadaşlık, kardeşlik yapan kuzenlerim var, beni bekleyen iki yeğenim var ve yeni doğmuş biricik kardeşim var. Sırf onlar için gidiyorum.

 

- Peki sen bir yıl sonra onlarsız nasıl alışacaksın.

 

Gözlerimin içine bakıyordu bunu derken. Yüz ifadem değişti sinirli halimin yerini hüzün almıştı.

 

Gözlerim dolmuştu ama ağlamadım.

 

- Çocukluğumda olduğu gibi zamanla alışacağım.

 

Bunu söyler söylemez dışarı çıkıp aşağı indim.

 

Aşağı indim ama maalesef Esma hanımın iğnemelerinden yine kurtulamadım.

 

- Savaş oğlum bırakmadı sanırım.

 

Kadının keyfi yerine gelmişti ne de olsa! Fırsatı son kotasına kadar kullanır elbet.

 

- Ee oğlum ne derse o olur.

 

- Esma hanım, babacığım kusura bakmayın bunu söylüyorum ama ben kimsenin onayı ile aileme gitmem, gidersem giderim.

 

- Git tabii hakkın kızım, sen Savaş'a bakma kötü bir gününe denk gelmişsindir.

 

Osman beyin sözünden sonra Esma hanım araya girerek konuşmaya devam etti.

 

- Bakalım Savaş oğlum emir verdiğinde çıkabilecek misin.

 

- Ben esir değilim Esma hanım.

 

- Savaş ağanın karısısın, o nederse onu yapmalısın.

 

Merdivenlerden aşağı inen Savaş Efeoğlu, hiç birimizin yüzüne bile bakmadan yürümeye devam ederek konuştu.

 

- Akşama geç kalma.

 

Savaş'ın bu ani kararına şaşırırken , Esma hanım ayrı bir şok yaşıyordu. Yüzü sinirden kızaran kadın çayını huzursuzca yudumlayıp arkasına yaslandı.

 

Bense yorulmuş vaziyetteydim.

Artık kimsenin derdini çekecek tâkatim yoktu. Bu yüzden kahvaltımı bitirmeden yukarı çıkarak hazırlanmaya çalıştım.

 

Bir süre sonra da kafamı toplamış halde aşağı inerek arabaya bindim.

 

Araba çalışmaya başlarken, arka koltukta hüzünle yolu izledim Derin düşüncelere daldım.

 

Bu olanlar keşke yaşanmasaydı. Keşke ikimiz de buna mecbur kalmasaydık.

Ama olması gereken oldu. Belki benim de rahat bir nefes almam için ve artık huzurlu bir hayat yaşamam için bu gerekliydi. Peki ya Savaş? Onun suçu neydi ki? O da buna mecbur kalmıştı. Belki hayalleri vardı. Belki sevdiği bir kadın vardı da bu berdel yüzünden vazgeçmişti. Benim yüzünden yarım kalan hevesleri vardı belki de...

 

Derin düşüncelerle yolu izlemeye devam ederken mahalleye girmiştik bile. Araba konağın önünde dururken Derin bir nefes alarak kapıyı açtım.

 

En son gelinlikle, bir Çilem Yaman olarak çıkarken. Şimdi de Çilem Efeoğlu olarak geldim buraya.

 

Kapıyı açıp, içeri girer girmez anneleriyle oyun hamuru oynayan yeğenlerim beni hemen fark etmişti. Bir an da boynuma sarıldılar ve ben de onlara sıkı sıkıya sarıldım.

 

Onlara sarılıp, öpüp koklarken ne kadar çok özlediğimi daha iyi anlamıştım. Onları her gördüğümde yüreğimin sızısı diniyordu. Onlar doğduktan sonra bütün acılarım unutulacak kadar önemsiz hale gelmişti. Onlara olan sevgi ve şefkatim, kendimi onarmamı sağlıyordu.

 

- Ne kadar özlediniz halanızı bakalım?"

 

Çok hep bir ağızdan bağırdılar. Zara ve Sevgi de yanıma gelip sarılarak hoş geldin derken Mert heyecanla konuşmaya başladı.

 

" Hala sana bir sürprizimiz var." Hep bir ağızdan şşt denildiğinde sürprizi merak etmiştim.

 

"Neymiş sürpriziniz?"

 

Arkamdan bir elin gözlerimi kapatması ile iyice meraklandım. Kim olduğunu merak ederken ses geldi.

 

- Bil bakalım kim seni ziyarete gelmiş.

 

- Beren! İnanmıyorum sen misin?

 

Bunları derken çoktan arkamı dönmüş ona sarılmıştım bile.

 

Beren ile üniversitede karşılaşmıştık. Zor zamanlarında hep yanımda olan biriydi. Ara ara telefonda konuşurduk ama bu son bir kaç ayda pek konuşabildiğimiz söylenemezdi.

 

Onunla bütun dertlerimi paylaşırdım. Okuldakiler bile bizi görünce kardeş sanıyorlardı. Hatta o kadar uyumluyduk ki bize ikiz bile demeye başlamışlardı.

 

Aslında ilk başlarda kavga ile başladık. Ama bir süre sonra birbirimize anlamaya başladık ve konuşarak çok yakın arkadaşlar olduk. Üniversiteye girdikten iki yıl sonra da örtünmeye karar vermişti. Mavi gözleri ve kestane saçları tatlı ve güzel bir kızdı. Samimi bir havası vardı.

 

- Sen ne zaman geldin deli kız.

 

- Çok olmadı ya, bir kaç saat önce. Aslında buraya geldiğimde sen yoktun evlendi dediklerinde ben şok oldum. Ne ara ve ben niye çağırılmadım?

 

- Kusura bakma ani oldu. Fırsatım olmadı.

 

- Hıım öyledir öyledir.

 

Kollarını bağlamış, çoktan kızmıştı bana.

 

- Sana bir şey anlatmadılar değil mi?

 

- Niye, ne oldu... Ay ne oldu!

 

- Biz benim odaya geçelim orada konuşuruz.

 

- Tamam ama anlat tamam mı?

 

- Tamam tamam! sen gel bir benimle anlatırım.

 

Yukarı çıkmaya başlarken, olanları anlatmak için kelimelerimi toparlamaya başladım. Nasıl anlatsam? Nasıl başlasam diye kafamda planlarken çoktan odaya gelmiştik bile. Ben yatağın kenarına otururken, Beren kolları bağlı bir şekilde beni dinlemek için bekliyordu.

 

Derin bir soluk alarak konuşmaya çalıştım.

 

- Beren...

 

- Efendim.

 

- Ben berdelle evlendirildim.

 

Kız önce gözlerini fal taşı gibi açıp daha sonra ağzını kapatırken bir süre şaşkınlığını üstünden atamadı.

 

- Ooha! Ciddi misin sen?

 

- Maalesef.

 

- Şaka bu değil mi şaka.

 

- Keşke öyle olsa ama değil.

 

- Kendimi şuan bir töre hikayesinin içinde gibi hissediyorum.

 

- Beren, biz aşiretiz! Bilmem farkında mısın?

 

- Tamam öyle de ben böyle düşünmedim yani hâla berdel olayı varmı?

 

- Acı gerçeklerle yüzleş artık Berenciğim!

 

Başını sirkeleyerek kendini toparlamaya çalıştı.

 

- Tamam tamam, şimdi söyle bari damat nasıl sana kötü davranmıyor değil mi?

 

- Aksine bana karşı çok korumacı, biliyor musun ailesine karşı hep beni savunuyor.

 

- Oyy canım benim... bir dakika ya ne diye yumuşuyorum ki ben, kızım zorla evlendirilmişsin gel gidelim polise derdini anlat bir hâl çaresine bakarlar. Suç bu...

 

Birden elimi tutup kaldırmaya çalıştı.

 

- Olmaz! Olmaz Beren bir anlaşmamız var.

 

- Ne saçmalıyorsun kiminle ne anlaşması bu?

 

Derin bir nefes aldım, sanırım ona söyleyebilirim. Beren'e güvenebileceğime eminim. Bana karşı yaptığı fedakarlığı bir ben bir Allah bilir. Savaş belki kızar ama onun bir şey söylemeyeceğine tamamen emindim.

 

- Otur anlatayım.

 

Kafası karışık bir şekilde beni dinlemeye başladı.

 

Ben de dere kenarındaki olaydan tut, evlenmemize kadar her şeyi anlattım.

Sonra Beren'in tepkisini izledim.

 

- Aaa! resmen kaderin olmuş bu adam.

 

- Kader değil tesadüf sadece.

 

- He he öyledir.

 

- Beren bunu kimseye söyleme anladın mı beni?

 

- Saçmalama! Anlatılacak bir şey mi bu!.. ama bir şey sorucam.

 

- Sor Beren sor.

 

- Şimdi 1 yıl sonra buradan gideceksin ya.

 

- Eeee?

 

- Ya kızım hiç mi özlemeyeceksin aileni.

 

Bir an sessizleştim. O benden cevap beklerken konuşmaya devam ettim.

 

- Sen de en az benim kadar iyi biliyorsun anne babamın bana karşı tavrını. Sence özler miyim?

 

- En az senin kadar iyi tanıyorum seni, özlersin anneni de babanı da özlersin, onların sana yaptıklarına rağmen özlersin.

 

Boynu bükük durdum. Belki haklıydı. Onlara karşı asla kin beslemedim. Beslemek istemedim, onların beni sevdiğine inanmaya çalışarak sürekli kendimi avutup durdum.

 

- Anne baban olmazsa bile yeğenlerin, kuzenlerin, amcan onları özlersin.

 

- Beren ben buradan ayrıldığım gün benim yanımda olur musun? Varlığına çok ihtiyacım olacak.

 

Hüzünle beni süzürken yanıma yaklaşıp sıkıca sarıldı

 

- Ben her zaman yanındaydım. Korkma tamam mı? Ben hep buradayım.

 

- Biliyorum...biliyorum.

 

Buğulanan gözlerini silerken ortamı yumuşatmak için konuşmaya devam etti.

 

- Ama enişteye söyle uçak parasını bir zahmet versin, ben onun gibi zengin değilim.

 

Göz kırparak gülümsedi

 

Beren hayatta başkasından para kabul etmez. Sadece ortamı yumuşatmak istiyordu ve bunu başardı da.

 

- Bu gün benimle geliyorsun tartışma kapanmıştır.

 

- E herhalde, burada sen yokken ne diye kalayım senin için geldim. Yalnız kayınlarına rahatsızlık vermiş olmayayım?

 

- Beren, saçmalama.

 

" Peki sen öyle diyorsan...

 

" Merak etme. Çok güzel bir zaman geçireceğiz."

 

Bir süre daha sohpet ettikten sonra aşağı inerek kızların yanına gittik.

 

Zara, Sevgi ve Melek ile otururken Beren Urfa'da yaşadığı komik anları anlatarak herkesi güldürmeyi başarmıştı.

 

Bu arada Melek Reha abimin eşi ve benim biricik yeğenlerimin yani Mert ve Akça'nın annesiydi.

 

Sohbet iyice koyulaşırken saatlerin geçtiğini bile fark etmemiştik. Artık geç olmuştu ve benim gitmem lazımdı. Bu yüzden herkesten müsade isteyerek kalkmaya çalıştım.

 

- Beren hadi biz kalkalım artık, akşam olucak.

 

- Gidiyor musunuz kızım?

 

Salona geçen annemin sorusuyla durduktan sonra cevap verdim.

 

- Evet anne gidelim artık geç oldu.

 

- Tamam kendine iyi bak emi, havalar bu ara esiyor sıkı giyin.

 

- Tamam anne olur.

 

Eve gitmek için arabaya bindiğimizde çok mutluydum çünkü Beren ile ilk defa evliyken beraber vakit geçirecektik. Umarım Esma hanım ve Emine hanım sorun çıkarmazlar. Bunu düşünürken bile huzursuzca nefes almıstım.

 

Nihayet eve geçtiğimizde tahmin ettiğim gibi İki memnuniyetsiz kadının suratı eşkalini görmek zorunda kaldım.

 

Ama şaşırtıci bir şekilde hiç bir şey demediler. Yemeğe kadar odalarına çekileceklerini söyleyip çıktılar.

 

- Çilem bunlar kuma mı yoksa?

 

- Yok yok merak etme biri yengem diğeri üvey kaynanam.

 

- Ama her ikiside senin kaynanan gibi baksana nasıl ters bakıyorlar. Benden de rahatsız oldular sanki.

 

- Emin ol Beren onlar benden de rahatsız oluyor. Bu yüzden çok takılma.

 

- Sen öyle diyorsan.

 

Biz koltukta oturmuş hazırlıkları izlerken, erkeklerden sadece Emin gelmişti.

 

Beren su içmek için yanımdan ayrılırken yeni gelen Emin Efeoğlu yanımda oturarak merakla konuşmaya başladı.

 

- Yenge bu hanım efendi kim?

 

- Arkadaşım olur kendisi.

 

- İsmi ne?

 

- Beren...

 

- Çok güzel bir ismi varmış.

 

Ben Emin'e bakarken Emin de Beren'e hülyalı hülyalı bakıyordu. Bir an sırıtmak gelse de içimden kendimi zor tutmuştum.

 

- Ama...

 

- Ama ne?

 

- Beren aşık olmaya da evlenmeye yeminli. Yani unut sen onu.

 

- Ne demek istiyorsun yenge?

 

- Hülyalı hülyalı izlemekten vazgeç diyorum!

 

Önce itiraz edecek gibi olsa da birden vazgeçerek havaya girdi.

 

- Yapma ya! Bende tanışalım diyordum.

 

- Üstelik sen kaç yaşındasın.

 

- yirmi niye?

 

- Kendinden küçük birine pek ilgi duymaz da, yani onun elinde de olan bir şey değil ona göre ondan bir kaç yaş büyük ya da aynı yaşda olmalısın.

 

- Off offf! benim bahtım açık olsa zaten şaşarım!

 

Gülümsedim. Gerçekten komik bir hali vardı şuan.

 

- Merak etme başka biri çıkar karşına.

 

- Çilem bir şey soracam.

 

Beren yanımda belirdiğinde, Emin birden heyecanlandı. Resmen eli ayağına dolandı çocuğun. Ben kıkırdarken, Beren, Emin'e ayıp olmasın diye herhalde tanışmaya çalıştı.

 

- Merhaba bu arada, tanışmadık adım Beren.

 

- Ben Emin. Tanıştığımıza memnun oldum.

 

Gülmemek için dudaklarımı ısırıyordu resmen.

 

- Bende memnun oldum... bu arada Çilem sana bir şey soracaktım.

 

- Söyle canım.

 

-Mardin de bana bir tur attırırsın artık öyle değil mi? Buraları sen dâha iyi biliyorsundur.

 

- Hele bir yarın olsun bakarız.

 

- üc gün kalacağım. Sonra yine gitmem lazım. Bir otel tuttum bile kendime.

 

- 3 gün mü? Bari bir hafta kalsaydın.

 

-Ama Çilem seni görmek için geldim. İşimin ortasında geldim. Ama daha sonra uzun bir süre kalırım merak etme.

 

- Umarım. Bu arada burda kalacaksın. Otele bırakmıyorum seni.

 

Bana şaşkınca baktığında duraksadı. Sonra yine cevap verdi.

 

" Konuşuruz sonra"

 

Benimle inatlaşmaması gerektiğini anlayacak kadar iyi tanıyordu. Beren benimle inatlaşmaması gerektiğini üniversite zamanında çok iyi öğrenmişti.

 

Bir sure birbirimize rekabet eder gibi bakarken çalışanların yemek için seslenmesi ile bakışmamıza son verdik. Tabi ikimiz içten içe bu halimize gülüyorduk. Bazen tutuyordu böyle deliliğimiz.

 

Yemeğe geçerken diğer erkeklerin de gelmesini bekledik ama kimse gelmemişti.

 

Emin ensesini kaşırken aklına bir şey gelmiş gibi bana baktı.

 

" Ne oldu Emin?"

 

" Yenge, abimler bir toprak olayı için arabulucuk yapmaya çalışıyordu. Her zamanki hallerimiz ama bugün herkes stresliydi.

 

" Ee ne olmuş? Ne var bunda?"

 

" Toprak sahibin birinde silah vardı. Yani pek tekin değildiler."

 

Ben korkuyla yutkunurken herkes iç çekerek Emin'e soru yağmuruna tuttu.

 

Ben de biraz endişelenmiştim. Ayağa kalkıp salonda dolanırken yine telefonu alarak aramaya çalıştım ama cevap yoktu.

 

- Çilem sakin ol, işleri çıkmıştır.

 

- Umarım öyledir Beren.

 

Esra ve Emin de benim gibi endişelenmeye başlamıştı.

 

Her ne kadar benim gerçek eşim olmasa da insan endişelenebilir netice. Tekrar telefonla aramaya kalkarken dışardan bir ses geldi.

 

Rahat bir nefes alarak aşağı indim. Onların geldiğini düşünüyordum.

Duşüncelerimde haklıydım da...

 

Savaş, babası ve Polat abiyle içeri girerken ben ise Emin'in sağolsun vermiş olduğu korkuyla bağırdım.

 

- Nerdeydin sen? Ne kadar korktum farkında mısın?!

 

Lütfen bunu söylememiş olayım.

 

- Çilem...

 

- Geç kalacaksan bari haber ver. Burda hepimiz helak olduk.

 

Benim kızdığım kadar kimse kızmadı.

Herkes şaşkın vaziyette beni izliyordu. Ee onların adedinde bir ağaya kolay kolay kızamazsın herhalde. Ya da çok mu tepki veriyordum bilmiyorum. Belki de benim tepkime şaşırmışlardı.

 

- Sana diyorum, niye geç kaldın?

 

Bana yaklaşmaya, belkide sarılmaya çalışmıştı ama buna fırsat bulamadan kolundaki acı ile geri çekildi.

 

Ceketi sırtındaydı ve kolunu bu şekilde saklamaya çalışıyordu.

 

- Ne oldu!.. ne oldu sana böyle!

 

- Yok bir şey sadece sıyrık.

 

- Bu mu sıyrık Savaş kolun sarılı!

 

- Önemli bir şey yok.

 

- Baba! Polat abi! Biriniz bir şey söyleyin. Ne oldu.

 

- Ağalar arasında toprak sorunu çıktı. Silahlarda çıkınca da...

 

- İyisin değil mi şimdi?

 

- Merak etme, bir hafta da toparlar.

 

Yutkunarak konuştum.

 

- Umarım.

 

Herkes hiç bir şey olmamış gibi içeri girmeye başlarken ben ise endişeyle Savaş'ı süzdüm.

 

Sessizligimizi Savaş bozdu.

 

" Gidelim mi artık?"

 

" Gidelim...tabii."

 

Sağlam kolundan tutarak onunla beraber yürümeye başladım. O bu halime sırıtırken ben ise göz devirdim. Ben burda senin için endişeleneyim, sen eğlen benimle.

 

İçeri girip sofraya geçtikten sonra

Beren ile tanışma fasıllarını da geçerek yemeğe başladık.

 

Bense sürekli Savaş'ı izliyordum. Neye uzanmaya çalışsa hemen yardım ediyordum.

 

Gözüm sürekli Savaş'in üzerindeydi. Yüzündeki ifade ile ne kadar acı çektiğini hissedebiliyordum.

 

Yemek olayı böylece bittikten sonra salona geçerek soluklandık. Biz salonda otururken evin büyükleri odalarına çekilmişti.

 

Bu arada söylemeyi unuttum. Esma hanımın köyden iki uzaktan akrabası da misafirliğe gelmişti. Yani Emin'in korktuğu başına gelmişti. Bir kız sürekli Emin'e bakıp duruyordu çünkü. Fark edildiğinde de hemen yüzünü çeviriyordu.

 

Diğeri niye geldi onu pek bilemedim ama bunları düşünmekten daha büyük sorunlarım vardı...

 

- Kolun acıyor mu?

 

Huzurlu bir gülümsemeden sonra anlımdan öperek konuştu.

 

- Eskisi kadar acımıyor.

 

Beren de hayran hayran bize bakıyordu. Neyseki kalabalık içindeydik, yoksa bu kızı ben böyle bir güzel döverdim. Beren bakma artık bana!

 

- Çilem, çok tatlısınız ya, düşünüyorum da sana yakışacak başka birini bulamam.

 

Savaş'ın hoşuna gitmiş gibiydi. Ama ben içimden pek sevgili arkadaşıma tükürerek kumpas planlarımı aklımdan geçirmeye başlamıştım bile.

 

- Hah! Serpil hanım, bir kahve daha alabilir miyim.

 

- Tabi Beren hanım.

 

- Beren bu kaçıncı kahven!

 

- Ne yapayım çok güzel yapıyorlar. Hemde menengiç. Sende biliyorsun ki kahve diyince akan sular durur benim için.

 

- Bilmez miyim, üniversite de kantinin kahve stokları senin sayende bitiyordu.

 

- Abartma Çilem günde sadece beş ya da kahve içiyorum.

 

- Ömrünü de böyle kısaltıyorsun.

 

- yok ya artık azalttım. Kaç gündür içemedim. Bu yüzden şimdi biraz içmek istiyorum.

 

- Aa! bir şey mi oldu? Sen kahvesiz güne başlamazsın.

 

Surat asarak konuşmaya devam etti.

 

- Doktor kalp atışımın hızlandığını söyledi. Yani tansiyonum yükselmiş bu yüzden az içmeye çalışıyorum.

 

- Savaş ağam geldiğinizi duyunca çok sevindik. Normalde bu kadar uzun süre kalmaya niyet etmezsiniz.

 

Hejan adındaki kız bunu söylerken ben de birden konuya dalmasına saşırmadan edememiştim.

 

- Evet öyle Hejan kalmam için bir sebep var çünkü.

 

Bunu söylerken bana bakıyordu.

 

Bu Hejan'a ne oluyor böyle, bu arada ne diye seviniyor ki o?

 

Bir süre sonra Savaş saçımla oynamaya başlarken ben de kollarım bağlı vaziyette gençleri dinliyordum.

 

Emin ise tedirgin olmaya başlamıştı bile çünkü çok iyi biliyor ki bu eve bir kız girdi mi muhakkak sonu evlilik olur.

 

Tam Hejan konuya girecektim ki Esra sözünü keserek kendisi konuşmaya başladı.

 

- Yenge biliyor musun? Emine annem kaç defa abime kız getirmişti. Evlindirmek için, ama o kızın geldiği günden hemen sonra buradan giderdi. Zaten pek gelmezdi. Annem iyice kaçırırdı onu, daha sonra babam kızmaya başladı 'daha fazla gelin adayı getirme' diye zaten yüzünü zar zor görüyorduk. İyice uzaklaştırıyordu.

 

Şimdi daha net anlaşıldı. Tabii Esra da bunu bilerek söylemişti. Yanındaki kızlara alttan alttan mesaj veriyordu. Gerçekten gülmek istedim. Hâla kuma mı düşünüyorlar? Allah'ım nasıl bir zihniyet bu?

 

Kızlar bu konuşmadan rahatsız olmuştu sanki. Özellikle Hejan.

 

- Artık kaçmama gerek yok Esra, ben gelinimi buldum zaten.

 

Saçımdan yine usulca öperken sadece yapmacık bir gülümsemeyle karşılık verdim.

 

Beren de benim gibi durumu anlamıştı ve o da en az benim kadar bundan rahatsız olmuştu.

 

- Beren istersen anneme söyleyeyim sana bir eş bulur bizim köyden.

 

- Aman aman sağol ben almayayım, gayet mutluyum bu halimden.

 

- Savaş ağam, size yastığınızı düzelteyim sırtınız ağrımasın, zaten yaralanmışsınız.

 

Hejan'ın ani konuşması artık beni etkilemezken, payını vermek için harekete geçmeye bile gerek kalmamıştı. Çünkü Beren cevabını direk verdi.

 

- Gerek yok Hejan karısı yanında, gerekirse o düzeltir zaten.

 

- Sadece yardım etmek istedim.

 

- Canım diyorum ya Çilem burada o yapar, bırak karısı ne yapacağını bilir.

 

Hejan Beren'e sinirli bir şekilde bakarak yerine geçerken ben ise göz devirmeden edemedim. Gerçekten bu kız kendini ne zannediyordu?

 

Bütün bunlar yaşanırken,

Beren de keyifle kahvesini höpürdeterek içti. Kıza nispet yapıyordu. Kimin arkadaşı be...

Benim.

 

Ben böyle gaza gelirken herkesin yavaş yavaş dağılması ile kendimi toparladım.

 

Savaş odaya giderken ben de Beren'e ayarladığım odaya götürdüm. Bütün herşeyi tamam olduğunda odadan çıkmak için arkamı döndüm fakat Beren'in beni durdurması ile dâha fazla ilerleyemedim.

 

" Çilem."

 

" Efendim."

 

"Bak bu Hejan'ın gözü göz değil dikkat et."

 

" Onu fark ettim zaten ama korkacak bir şey yok hiç bir şey yapamaz."

 

"Öyle diyorsan öyledir."

 

Tereddütte kalsa da konuyu uzatmadı. Bir süre sessizleşirken yine yüzündeki gülümseme ile konuşmaya başladı.

 

" Bu arada Savaş'la ne kadar yakışıyorsunuz ya."

 

"Bende sana onu diyecektim, adamın gözü önünde ne diye yakışıyorsunuz diyorsun!"

 

"Ne var yani gerçekleri söylüyorum."

 

- Beren!

 

" Ama Çilem çok tatlıydınız ya!"

 

" Beren dedim! Dâha fazla uzatma. Aramızda hiç bir şey yok!"

 

" Tamam tamam, sustum!"

 

Biraz sessizlişince çıkmak için son kez sorusunu sordum.

 

" Neyse bir şey diyor musun?"

 

" Evet, madem evliliğiniz sahte. Savaş niye sürekli sana bakıyordu ve sen niye bu kadar endişeleniyorsun onun için? Bir de sürekli saçınla oynaması vardı tabii.

 

- İnsanların önünde bunu yapmak zorunda, insanlar bizi karı koca olarak biliyor.

 

" Sen niye endişelendin peki?"

 

" Ben bir kaza falan mı oldu diye endişelendim. Hem illaha sevdiğim için endişelenecek değilim. Bir arkadaşı olarak da endişelenebilirim öyle değil mi?

 

- Peki niye saçınla oynayıp duruyordu?

 

- Beren nereye getireceksin konuyu?

 

Uzun süre bana baktı ben ise strese girmiştim. Bu konuları niye konuşuyor ki?...

 

Bir süre sonra benimle inatlaşmaktan vazgeçerek konuyu kapattı.

 

" Neyse, sen git istersen. Kocişin beklemesin seni."

 

Kociş esprisini de yaptı tam oldu. Bir şey demedim. Sadece göz devirerek odama gittim.

 

Odama gittiğimde Savaş'ın tişörtünü giymeye çalıştığını gördüm. Tabii sargılı ellerle ne kadar yapabilirse.

 

- Dur yardım edeyim.

 

Hemen yanına gidip tişörtünü giydirmeye çalışırken o ise bana bakıyordu. Sağlam kolunu kaldırması için talimat verirken ikiletmeden kaldırdı. Sonra diğeri, yani yaralı koluna giydirmek için yavaşça hareket ettim. Canı acısin istemiyordum ama iç cekmesinden işe yaramadığını anlamıştım. Tişörtü tamamen giydirdiğimde yapmacık gülümsemeyle konuştum.

 

- Tamam oldu.

 

Bir şey demeden hala bana bakarken ben ise dâha fazla göz göze gelmemek için gardroptan kıyafetleri çıkarmaya çalıştım.

 

Ben gardrobu kurcalarken o da dâha fazla ayakta kalmayacak arkanı dönüp yatağa geçti.

 

Bu kadar mı? Teşekkür bile etmedi.

 

- Teşekküre gerek yoktu ya.

 

- Gerek yoksa iyi.

 

Beni sinir etmek için yapıyordu ve bunu gayet iyi başarıyordu. Ben onun bu küstah tavrını umursamamaya çalışarak üstümü giyinip yatağa geçtim.

 

Bir süre ikimiz de sessizdik. Saatin tiktak sesinden başka hiç bir ses yoktu. Ben ona dönüp tekrar tavana baktığımda en sonunda sessizliği bozdum.

 

- Kolun nasıl oldu?

 

- Ufak bir sıyrık dediğim gibi.

 

- Nasıl oldu ve sana niye sıktılar?

 

- Boş ver alışık olduğum bir şey.

 

- Ne! sen hep böyle yaralanır mısın!

 

- Bir kaç kez oldu sadece.

 

- İnanmıyorum sana! Gerçekten oluyor mu bu?

 

- Kavga çıkınca oluyor işte.

 

Ben şaşkınca bakarken, Savaş ise umursamazca arkasını uyumaya çalıştı. Göz devirerek ben de arkamı döndüm.

 

Bir süre öylece kalırken acaba canı acıyor mu? Diye kendi kendime sormaya başladım. Fakat yaralanmasına rağmen çok sakin ve fazla umursamazdı.

 

Bazen keyfi yerine gelince bir an da hüzünleniyordu.

Sanki aklına hüzünlü bir anı geliyordu. Bu yüzden birden morali bozuluyor ve sessizleşiyordu.

 

Gerçekten Savaş'ı bazen anlayamıyordum.

 

 

Loading...
0%