@maviay_63
|
Kördüğüm olmuş bir kalbi çözebilmek çok zaman alır. Çünkü kördüğümü çözebilmek için, onu bağlayan ipi bulman gerekir...
Saatlerce oturdum. Savaş'ın söyledikleri aklımda dolandı durdu. Biz şimdi birbirimizi gerçekten rüyamızda mı görmüştük?
Bir yandan çabuk öfkelenen biriyken bir diğer yandan da hep beni savunan, beni korumaya çalışan biri oldu. Ama bana aşık olması aklımın ucundan bile geçmedi.
Ben bile hâla kendimi benimseyemezken, kendimi tam olarak sevemezken o beni sevmişti.
Bir an gülümsedim. Dere kenarında karşılaştığımız o ilk an aklıma geldi.
Bana yaklaşmaya çalıştığı an, yüzüme dokunmaya çalıştığı an ve bana ceketini verdiği an... Bir an düşündümde, sanırım o an başlamıştı ona olan hayranlığım. Onun, beni herşeye rağmen düşünmesi ufak da olsa etkilemişti kalbimi.
Arkamı dönüp Savaş'a bakarak bir süre dalgın gözlerle onu izledim. Sonra da usulca yatağa uzanıp yanına geçtim ve yüzünü avuçlarıma alarak gözlerimi yumup acıyla yutkundum.
Rüyasında görmüştü beni. Hemde beş yıl! Beş yıl beni düşünmüş, beni hayal etmiş. Benim gerçekliğimi sorgulayıp durmuş... bu nasıl bir şeydi böyle?
Düşünsenize beş yıl boyunca bir kız görüyorsunuz rüyanızda, belki hayatınız boyunca onun hayaliyle öleceğinizi düşünüyorsunuz ama sonra birden bire bir yerde karşınıza çıkıyor. Ben bir kere görsem de o yıllarca görmüştü beni ve hiç unutmamıştı.
Derin düşüncelerle gözlerimi açarak ona döndüm. Sonra gözlerinden öperek öylece bekledim. Beklerken gözlerimden bir damla yaş süzüldüğünde yine acıyla yutkundum. Hâla hazmedemediğim şeyler vardı. Dâha çok inanamadığım şeyler...
Derin bir soluk alıp tekrar yüzüne eğildiğimde, şefkatle yanaklarını okşadım.
"Çok özür dilerim Savaş ağa. Ben sevilmeye de sevmeye de hiç hazır değilim."
Yanağını severken konuşmaya devam ettim. " Bak, şimdiden bile kaçmaya çalışıyorum." Acıyla gülümseyerek devam ettim. " Zamanla anlayacaksın Savaş. Benden olmayacağını sende anlayacaksın."
Bunca zaman sevgisizlikle savaşan ben, sevgiden kaçan bir korkağa dönüşmüştüm.
Biliyorum, bu bir itiraftı. Hem de büyük bir itiraf. Ama o kişi de ben değilim... Ben değilim Savaş!
"Acılarım hâla kabuk bağlayamazken yeni bir yara açmaktan korkuyorum Savaş."
Anlından tekrar öptükten sonra geri çekilip bu sefer fısıldayarak konuştum. "Sende benim için bir nefes kadar yakın ama kaf dağının arkası kadar uzaksın Savaş Efeoğlu..."
Bunları söylerken bir an içim acımıştı. Ama iyiydim, peki neden iyiydim ben? Korkarım yabancı olmadığım bir duygu olduğu için ve bu duyguyu yaşamak beni dâha çok güvende hissettirdiği içindi..
Bunları düşünürken birden bodruma girdiğim anım aklıma geldi. Yine o acıyı yaşamak için, o acıyı hissetmek için bodruma girdiğim anım! Bunu kendime hep yapıyordum. Ne kadar acı varsa hep kendimde topluyordum. Fakat bunu durdurmak için hiç bir şey de yapmıyordum. Yapamıyordum... elimde değildi...
Alınlarımız birbirine yaslanırken ben de tıpkı onun gibi sarhoş hissediyotmeye başladım kendimi ve sadece onu hissetmek istedim. Nefesini, kalp atışını, kokusunu...ona ait her şeyi hissetmek istiyordum ve başka da hiç bir şey istemiyordum şuan.
Sonra yine acıyla gülümseyerek düşüncelere daldım.
En çok annemin sevgisizliğine katlandım ama içimde hala sızlayan yara ile yaşıyorum. Hâl buyken senin bir anlık sevgisizliğin... beni mahfeder belkide. Bilmiyorum...bilinmezlikten korkuyorum sanırım. Ailemin beni sevmediğine o kadar alıştım ki bir beklentim, bir hayal kırıklığım yoktu artık. Ama sen...sen çok başkasın. Bu başka bir şeydi.
Seni severken yaşayacaklarımdan korkuyorum Savaş. Hayal kırıklığından korkuyorum. En zorun başlamak olduğunu söylerler. Bir şeye başlamak sonrası için güzel olabilirdi fakat ben başlamaktan çok korkuyordum...Hem de çok...
🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋 🥀🥀🥀
Sabaha kadar sadece onu izledim. Yorgundum. Kalben, ruhen, bedenen...Her şeyimle yorgundum. Fakat Savaş'ı izlemekten hiç bıkmadım. Gözlerim başka hiç bir şey görmedi. Göremedi...
Yanaklarını avuçlarken başımı onun başına yasladım " Sen benim mecburiyetim oldun. Benim berdelim oldum. Ama mutlu sona izin veremiyorum... ne kadar tiraji komik bir olay böyle. Sen hiç mutlu olmaktan kaçan bir kız gördün mü? Ben kaçıyorum işte."
Bizimkisi imkansız bir aşk hikayesi Savaş ve maalesef aramızdaki tek engel benim...
Bugün...sadece bugün böyle özel, böyle güzel olacak... Fakat bugünden sonra yine eskisi gibi olacak, tıpkı anlaşmamızda olduğu gibi...
Bir gün unutacaksın Savaş, hemde sonsuza kadar. Bu yüzden bana bağlanma, bana bağlanma Savaş...
Sonra Savaş'ı hüzünle izlemeye devam ettim. Son kez izler gibi izledim onu. Son kez dokunur gibi dokundum yanaklarına...
Sanki burdaki kişi ben değil de başka biriydi. Ben kendimi, kendi benliğimi bile özümseyemezken sana nasıl sevgimi verebilirim ki. Bu çok zor bir şeydi benim için.
Bundan sonra ne olacaktı bilmiyorum ama bir yıl sonra burdan sonsuza kadar uzaklaşacağımı biliyordum... seni sevmeye korkuyorum Savaş. Evet sevmekten korkuyordum. Ne kadar aptca bir durum, ama benim de içimde kontrol edemediğim şeyler var Savaş Efeoğlu, affet beni.
Bir süre derin düşüncelere dalarken Savaş'ın sırt üstü dönmesi ile kendimi toparladım. Ayağa kalkarak ayılması için kahve yapmaya karar verdim. Derin bir soluk alarak ayaklandım.
Odadan çıkarak mutfağa indiğimde kızlar çoktan hazırlıklara başlamıştı bile.
Yapmacık gülümsemem ile kahve için tezgaha geçerken kızlardan biri beni fark etmişti.
"Hanım ağam ne istiyorsanız söyleyin ben yapayım."
Kahve için cezveyi bulamadığım için Serpil'e sormaya karar verdim.
" Serpil cezveyi çıkartır mısın bana."
" Tabii Olur! Kahve içeceksiniz sanırım, bırakın ben yapayım"
" Sen cezveyi bana ver yeter Serpil'cim."
Tereddütte kalsa da kabullendi.
" Peki siz bilirsiniz."
Raflardan birini açıp cezveyi çıkartırken, şaşkınca önüme koydu. Sonra bana tuhaf tuhaf tuhaf bakmaya başlarken gülumseyerek konuştum.
"E hadi Serpil'cim işine dön sen. Bir kahve yapacağım alt tarafı."
Herkes tekrar aynı tempoda işine devam ederken ben de kahveyi hazırlayarak ocağa koydum.
Bir süre sonra kahve köpürdüğünde fincanı hazırlayıp kahveyi koyarak yukarı çıktım.
Nihayet kapının önune vardığımda derin bir soluk alarak kapıyı çaldım. Sonra gir komutunu duyar duymaz kapıyı yavaşça açtıp içeri girdim.
Savaş başını tutarak acıyla inlerken ben de fincanı kenara indirip ayak ayak üstüne atarak karşısında oturdum ve sessizce onu izledim. Uzun süre bakmaya başladım için birnsüre sonra strese girmiştim tabii.
" Niye öyle bakıyorsun bana...sarhoşken yalnış bir şey mi yaptım?"
" Gerçekten hiç bir şey hatırlamıyor musun?"
Biraz düşünmeye başladı. Sonra bir anda bana dönerek korkuyla konuştu.
" Sana...sana kötü bir şey mi yaptım?"
Endişesi gözlerinde okunuyordu.
" Yok, kötü bir şey yapmadın sadece bir şeyler mırıldanıyordun."
" Ne diyordum?"
Bir şeyler hatırlamış da ağzımdan laf almaya mı çalışıyordu, yoksa gerçekten hatırlamıyor muydu bilememiştim.
O donuk ve suratsız yüzüm ile ona bakmaya devam ettim. Robot gibi ruhsuz ve duygusuz olmaya çalışıyordum, çünkü eğer duygularımı belli edersem asla rol yapamayacağımı biliyordum.
Ona tekrar sordum.
"Gerçekten hiç bir şey hatırlamıyor musun?"
" Hatırlamıyorum, gerçekten ne dedim ben?"
Gözlerinin içine bakarak bir ip ucu aradım, belki hatırladığına dair bir ip ucu.
" Dediğim gibi bir şeyler saçmalıyordun ama pek anlaşılmıyordu. Neyse şu kahveni iç de kendine gel. Ha bu arada eminim babanın içtiğinden haberi de yoktur. Öyle değil mi?"
" 30 yaşında bir adamım ben! Kimseden izin alacak değilim ağh!"
O acı çekmeye başlarken öfkeyle ayağa kalkıp kızmaya başladım.
" Ağh ya ağh! Sonra baş ağrısını çekersin böyle... içki faydalı bir şey olsaydı insanlara haram denmezdi."
"Çocuk değilim ben!"
"Ama çocuk gibi davranıyorsun! Kendi canının kıymetini bilmeyen koca bir çocuk!"
Öfkeyle kalkıp dışarı çıkarken kapıya ardımdan hızla çarptım.
Sanırım duygularımı belli etmemeye çalışırken artık buna gerek kalmamıştı. Sağolsun Savaş ağamız yine o uyuz haliyle içimdeki hüznü öfkeye çevirmeyi başarmıştı.
Bıkkın bir soluk alarak aşağı indim. Sonra salona geçerken Berenle karşılaştım.
" Günaydın uyuyan güzel."
" Günaydın Beren hanım."
Dalgamı da geçtikten sonra Beren yukarıya bakıp bana döndü.
"Savaş geldi mi gece?"
Bir an yüzüm düştü.
"Evet geldi."
" Hımm...peki sen?"
" Ben ne?"
" Keyfin yok gibi, kavga mı ettiniz?"
Derin bir soluk alarak cevap verdim.
"Yok etmedik."
" Neyse iyi iyi, bir sorun olmadan atlattın ya buna da şükür."
Halbuki dün gece bir türlü bitmek bilmiyordu.
"öyle."
Beren ve ben kahvaltı masasına geçerken, Esma hanım ve yeğeni Hejan da gelmişti ardımızdan. Hejan'ın öfkeli bakışlarına göz devirirken, tiz sesi ile kulaklarımı kapatmak zorunda kaldım.
"Beni öldürüyordu az kalsın! Gördün değil mi sende teyze?"
" Hejan Sen de hak ettin ama."
Beren'in bunu söylemesi bu arsız kızı durdurmadı.
Ne yapacağını bilmez halde hıncını almaya devam etmeye çalıştı.
" Ne oldu Çilem, Savaş ağam gelmedi sanırım."
" Yoo geldi. Yatağında mışıl mışıl uyuyordu en son. Şimdi gelir."
" Aa hayret sana rağmen gelebildi mi ağam, onu da boğmuş olmayasın?"
Lafını sokmakta geri durmuyordu tabii.
Bir kaşım havada ona baktım. Kız da tedirgin olmuş gibi yerinde kıbırdanmaya başladı.
Şimdi düşünüyorum da ben buradan gittikten sonra bu kız meydanı boş bırakmaz ama bende Çilem'sem bunun gibi kurnaz bir kadına Savaş'ı yedirtmem.
Ben gittikten sonra bu kızın burada benim konumuma geçmesini kesinlikle istemiyorum. Herkes olabilir, ama bu kız asla. Bana hakaret edip üstüne yerime geçecek. Buna asla müsade etmem!
Ona dik dik bakmaya devam ederken en sonunda dayanamayıp kendini savunmak istercesine konuştu.
" Ne bakıyorsun?"
"Hejan, bana bulaşma... dünkü halimden daha tehlikeli bir halimi görürsün yoksa."
" Gelin! Haddini bil!"
" Asıl siz haddinizi bilin Esma hanım! Yeğeniniz benimle böyle bir densizlik asla konuşamaz."
" Çilem gelin!"
Bu sefer sinirle Esma hanıma imâlı bir şekilde baktım.
" Esma hanım bilemiyorum, acaba Savaş yeğeniniz Hejan'ın dünkü söylediklerini duyarsa ne yapar?"
" Sinsi şeytan! Sen beni tehtid mi ediyorsun?"
" yooo, aksine Hajan'ın haddini bilmesi gerektiğini söylüyorum, benim kocama resmen hakaret etti."
" Ne hakaret etmişim ben! Kocanı evde tutamıyorsan benim suçum mu."
" Hejan! Sana son kez söylüyorum benim ve Savaş ağanın özel hayatı sadece bizi ilgilendirir. İstenmeyen ot gibi araya girmeyi bırak artık."
Tam Esma hanım da bir cevap verecekti ki aşağıdan seslerin gelmesi ile herkes sustu.
" Kahvaltı hazır mı kurt gibi açım."
Esma hanım benimle daha fazla konuşmayıp oğluna döndü.
"Gel oğlum gel, neredeyse hazır."
" Valla nedendir bilmiyorum bugün her zamankinden daha çok acıktım."
Ardından diğer insanlar da gelirken Polat abi çoktan kahvaltıya yumulmuştu. O sırada Savaş da nihayet gelip oturduğunda, Osman amca hemen konuşmak için boğazını temizleyerek dikkati kendine çekti.
Herkes kahvaltıyı yarıda bırakıp ona dönerken, dikkatle dinlemeye başladı.
" bu hafta Soylu ailesinin düğünü var. Herkes ona göre hazırlansın."
" kimin düğünü baba?"
Esra'nın sorusu ile herkes tekrar Osman babaya döndü.
" Şahin Soylu, o evlenecek. Yarın da gelinlerinin ailesi konağa ziyarete gidecek. Bizim de gitmemiz icabet edildi. Davet edildik."
" Demir Soylu'nun olduğu o evde karımın gitmesini istemiyorum."
" Özellikle Çilem gidecek. Dünkü kavganın bir anlamı olmadığını herkes görmeli."
" O adamın olduğu ortamdan uzak durmak, benim için hiç bir öneminin olmadığının kanıtı."
" Savaş baban doğru söylüyor, bu kavga daha fazla uzatılmasın."
"Çilem gitmeyeceksin dedim o kadar!"
" Savaş! Büyük sözü dinlemeyi öğren artık, senin çocukça inadın yüzünden hepimiz çekeceğimizi çekiyoruz."
" Baba!"
" Konu kapanmıştır, yarın bütün kadınlar Soylu konağına gidecek."
Önce biraz sinirlenirken, birdenn aklına bir şey gelmiş gibi gülümseyerek kahvaltı yapmaya devam etti. Çabuk kabullenmişti. Halbu ki Savaş inatçı biridir. Bu kadar çabuk kabul etmezdi.
" İyi aferim, söz dinlemen gerektiğini nihayet anlamışsın."
Savaş'a baktığımda zafer gülümsemesi ile gülüyor gibiydi. Sadece dudakları hareket etmişti. Hafifçe ve sinsice...
Savaş erken çıkacağını söyleyip kalktığında, bende uğurlama manzeretiyle ardından gittim.
Konağın avlusuna geldiğimizde, dâha fazla dayanamayarak konuştum.
"Ben senin inat edeceğini sandım."
Birden dururken, arkasını dönüp sinsi bir gülümseme ile konuştu.
" İzin verdiğimi kim söyledi?"
" Ama sen sofrada..."
" Babam ile tartışmaya girmemem gerektiğini çok iyi biliyorum, yarına kadar hallederim her şeyi."
" Savaş, bir kavga yüzünden niye böyle inat ediyorsun! Demir ile ne gibi bir olay yaşamış olabilirsin ki ona karşı bu kadar öfkelisin?"
- Bilmediğin konulara burnunu sokma, git evde oturmaya devam et.
Tam arkasını dönüp gidecekken, öfkeyle bağırdım.
"Savaş!"
Yine durup yavaşça arkasına dönerek sinirli bir şekilde bana bakmaya başladı.
Ben ise her şeye rağmen tüm cesaretimi toplayıp konuşmaya devam ettim.
"Ben senin kölen değilim Savaş."
Yanıma gelip kolumdan tutarak kendine çekip, dişlerinin arasında öfkeyle konuştu.
" Sen benim karımsın nerde olursan ol beni temsil edeceksin, sen benimsin bu yüzden benim olan o eve adımını atmayacak."
" Sen bu oyunu fazla ciddiye alıyorsun Savaş ağa! "
Kolumu sirkeleyip kurtulmaya çalışsam da hiç bir işe yaramıyordu.
En sonunda bende sinirlenmeye başlamıştım. Kehribar gözlerinin içine bakarak öfkeyle konuştum.
"Savaş ağa, ben senin karın değilim, ben senin hiç bir şeyin değilim. Senin de dediğin gibi bir yıl sonra buradan çekip gidecek kimsesiz bir kızım ben."
- O zamana kadar bana aitsin.
Hâla kolumu kurtarmaya çalışırken, biraz daha yaklaşıp, konuşmaya devam etti.
"Anladın mı Çilem Efeoğlu?"
Donup kalmıştım bir anda. Vücudum buz kesilmişti resmen. Bana ilk defa Efeoğlu demişti ve ilk defa bu kadar kararlı kanuşuyordu.
- İlk günlerde çok üstüne gelmek istemedim, çok hassas bir dönemden geçiyordun ama artık o dönemin bitti. Bir yıl bitene kadar benim dediğim olur anladın mı Çilem Efeoğlu.
Sadece onu izledim. Her geçen gün başka bir yüzünü görürken artık neye inanacağım şaşırmıştım. Bu Savaş mıydı? Şuan karşımda bambaşka bir adam vardı. Dünkü duygusal adamla bugünkü öfkeli adamın arasında dağlar kadar fark vardı.
Artık duygu değişimlerini takip edemiyordum. Ben bu adamı çözdüğümü sanarken her defasında başka bir yüzü ile karşılaşıyordum.
Kapalı bir kutu gibiydi Savaş, her defasında başka bir yüzü ile karşılaşıyordum.
Bu adam hep böylemiydi. Ben hep mi yanlışı görüyordum. Berdel olayı olmasaydı yine buradan çekip gideceğini söylemişlerdi. Tıpkı benim gibi hiç bir yere sığamamış gibiydi.
Buranın ağası olmakta bu konakta yaşamakta onun için hiç bir şey ifade etmiyordu. Ama ben vardım diye buradaydı. Benim için burada yaşıyordu. Hatta İstanbul'daki şirketini bile benim yüzümden bırakmıştı. İstanbul onun evi gibiydi.
Savaş ardından çekip giderken ben ise avlunun ortasında kalakalmıştım. Şaşkınlıkla yutkunurken uzun bir süre içeri geçemedim.
Belki yarım saatte, belki bir saatte anca içeri geçebilmiştim. Savaş'ın bu tavırları gerçekten beni yormuştu ve bir o kadar çıldırtmıştı. Söz dinlemeyen yaramaz bir çocuk gibiydi.
Aradan satler geçtikten sonra hediye için alışverişe çıkılıp, hazırlıklar yapıldı. Yani yarın için her şey hazırdı.
Alışverişin sonunda nihayet herkes soluklanırken bende odama çekilerek yatağıma uzandım. Yarın stresli bir gün olacağı şimdiden belliydi. Bol bol enerji toplasam iyi olacak.
Bir saat dinlendikten sonra akşam yemeği için aşağı indim. Herkes yavaş yavaş masalara geçerken Savaş da nihayet oturdu. Ben göz ucuyla ona bakarken Osman baba kadınlara dönerek konuşmaya başladı.
- Bugün alışveriş yapılmış, çok iyi herkes yarın için iyi hazırlansın tü. Efeoğlu kadınlarının orada olmasını istiyorum.
Savaş bunu duymuş olsa da hiç itiraz etmeden yemeğine devam etti. Açıkçası benim içimde açıklayamadığım kötü bir his oluşmaya başladı. Bu sabahki sinirli, halinden bu hali hiç normal değildi.
Savaş'a dalgınca bakarken en sonunda huzursuzca nefes alıp yemeğime devam ettim. Yarın ne olacaksa olacaktı artık. Tek dileğim zararlı çıkmamamız.
Yemek bittikten sonra salona geçerek biraz oturduk. Büyükler de bizimle otururken çok fazla kalamadan hemen sonra odalarına geçtiler.
Biz de oturmaya devam ederken sabahtan beri ısınmayan havanın iyice soğuması ile titremeye başladık. Üstüne hava nemlenmeye başlamıştı. Bunu ıslak toprak kokusundan anlamıştım.
Gülsüm kollarını sarmış ısınmaya çalışırken Polat abi de bunu fark eder etmez karısına sarılarak ısıtmaya çalıştı. Çok tatlı bir ikiliydi bana göre. Gerçekten etkilenmemek elde değildi.
Gülsümlerle beraber diğerleri de üşürken Beren en sonunda dayanamayıp hırkasıni getirmişti. Diğerleri de Beren'den sonra örtü isteyerek ısınmaya çalıştı.
Savaş bu böyle olmaz diyerek Serpil'i çağırırken klimayı açmasını söyledi. Beren ise bunu duyarken dehşetle Savaş'a baktı.
"Klima varmıymış, sabahtan beri niye açmıyorsunuz arkadaş! Donduk burada!"
Beren'in bu konuşmasına hak veren kabile tekrar örtülerine sarılırken ben ise onların bu haline sadece güldüm.
Onlar örtülere sarılıp ısınmaya çalışırken, ben ise yağmurun kokusunu içime çekerek huzur buluyordum. Fakat huzurla gözlerimi yummaya kalmadan yine o tiz ses kulağımda yankılandı.
"Savaş ağam dün gittiğinizde çok endişelenmiştik. Biraz daha iyisiniz umarım."
" İyiyim Hejan."
"İyi iyi! Sen merak etme Hejan."
Bu cevabımı beklemeyen Hejan'a dik dik bakarken o da sinirlenmeye başlayarak benim gibi dik dik baktı.
Bu tavrına göz devirip, sinirle gülümseyerek Savaş'a döndüğümde Şoke olmuş biçimde bakakaldım. Sabahtan beri beni mi izliyordu? O bana düşünceli bir şekilde bakarken ben ise daha fazla göz teması kuramadan önüme döndüm.
Korkarak sessizce yutkundum. Yoksa bir şey mi hatırladı?
Beren ve diğerleri klimanın ısısı ile hırka ve örtülerini üstünden yavaş yavaş atarken yağmur sesleri gelmeye başlamıştı bile. Tam zamanında klimayı açmışlardı.
Yağmur sesleri yoğunlaşması başlarken ben ise yerimde duramıyordum. Zaten duramadım da yavaş yavaş kalkarak dışarı çıktım.
Ayak seslerinden Savaş'ın da geldiğini anladığımda biraz heyecanlansam da yürümeye devam ettin. Artık o yanımdayken bambaşka hissediyordum kendimi. Eskisi gibi değildi...
Kapının önünde durduğumda ayak sesleri de kesilmişti. Bunu aldırmadan bir süre yağmuru izledim.
Eskiden yağmurun yağacağını anladığım anda yaramazlık yapardım. Babam da buna sinirlenir ceza olarak yağmur dinene kadar dışarda bırakırdı beni. Bundan büyü bir zevk alırdım. Üşürdüm ama zevk alırdım. O halde bile psikolojimin iyi olmadığını anlamıştım. Fakat yine de durmazdım, inadına dâha çok yaramazlık yapardım. Bir süre sonra da ele avuca sığmaz bir kız haline gelmiştim.
Babam yağmur dinene kadar kapının önünde durmadı isterken ben ise o gittikten sonra avlunun ortasına geçerek yağmurun beni ıslatmasına izin verirdim. Babam bana ceza verdiğini zannederdi. Fakat bana en büyük ödülü vermişti.
Çocukluğum gözümün önünden geçerken huzurla gülümsedim. Sonra dışarı çıkarak avlunun ortasına geçtim. Yine o küçük kızdım ama başkaydın, bu sefer yetişkindim, aynı zamanda özgür. Çünkü artık kendimi hiç olmadığım kadar özgür hissediyordum.
Kuş kafesinden çıkmıştı. Gökyüzünün tadını çıkarmakla meşguldu.
Gecenin aydınlığında korkmadan ve yağmuru sevdiğimi saklamak zorunda kalmadan çıkmıştım dışarıya. Artık bambaşka bir Çilem vardı burda.
Artık kimsenin sevgisine ihtiyacım yoktu, kimsenin merhametine ihtiyacım yoktu ben böyle çok iyiydim.
Hala Savaş'a dün geceyi anlatmasam da sevilmenin tadını da çıkarıyordum. Sevilmenin nasıl bir his olduğunu anlamaya başlıyordum.
Ben yağmurun altında ıslanmaya devam ederken, Savaş ise kollarını bağlamış beni izliyordu. Yağmurla bir bütün olmamı izliyordu.
Kollarımı havaya kaldırıp etrafımda dönerek hiç utanmadan, kimsenin ne dediğini düşünmeden ıslanmaya devam ettim.
Çocuk gibiydim. 10 yaşında küçük bir çocuk gibi...
Sanırım ben hâla büyümemiştim.
Yeterince ıslandıktan bir süre sonra iyice üşümeye başlamıştım. Bu yüzden dâha fazla durmadan en sonunda içeri geçtim. Savaş da ardımdan gelirken odama girdim. Bir havlu çıkartarak saçımı kurulmaya çalışırken o esnada Savaş kollarını bağlamış beni izliyordu.
- Yağmuru seviyorsun.
- Evet hemde çok.
- Belli oluyor..
Saçlarımı biraz kurulduktan sonra Savaş'a döndüm. O hâla beni izlerken elimi belime yaslayarak tciddiyetle bakmaya başladım. Bunu fark eden paşamız en sonunda dayanamayıp sordu.
- Ne?
- Çıksana üstümü değiştireceğim.
Sırıtarak bana yaklaşırken avuçlarımı sıktım
- Kocandan utanmana gerek yok, rahat takıl Çilem Efeoğlu.
Benimle şuan eğleniyordu resmen.
- Sahte koca oda, çık hemen.
Sırtından tutup iteleyerek dışarı çıkartırken o ise kırkırdayarak ilerliyordu. Nihayet kapının önüne koyduğumda suratına kapatarak kilitledim. Sonra kapıya yaslanarak sırıttım.
Bu adam deli, kesinlikle deli.
Bir gün sonra
Herkes kahvaltısını yaptıktan sonra hediye ve ikramlıkları hazırlayarak avluya inmeye başladı.
Nihayet herkes tamam olduğunda hediyeleri korumaya vererek arabay binmeye başladık. Bende son hediyeyi korumaya vererek, arabaya binmeye hazırlanıyordum ki adının Sahra olduğunu bildiğim bir çalışan bana seslendi.
" Hanım ağam bir dakika sizinle önemli bir şey konuşmam lazım."
" Söyle Sahra."
- Hanım ağam, Savaş ağamın bazı eşyaları bodrumdadır.
- Ee benden ne istiyorsun.
- Savaş ağam eşyalarına dokunulmasından nefret eder, benimle gelseniz bodrumdan eşyaları çıkartsak.
Bıkkın bir soluk verirken ne yapacağımı bilememiştim. Esma hanım ve diğerleri hâla arabaya binmemi beklerken, Sahraya dönüp düşünceli bir şekilde baktım.
Esma hanım bir zaman sonra söylenmeye başladığında en sonunda kabullenerek şimdigelmeyeceğinmi, dâha sonra ardınızdan geleceğimi söyledim. Onlar giderken, Sahra'ya dönerek beni yönlendirmesiyle söyledim. O da bodruma götürerek yerini gösterdi.
- Hanım ağam bunlardır.
- Göster hangisi.
- Şunlar
" Tamam o zaman sende şunları götür bende bunları getiriyorum ardından.
Eşyaları almaya başlarken, bir kutuyu alıp taşımaya hazırlanıyordum ki kapının arkamdan kapatılması ile kutuyu birden bıraktım.
Korkuyla arkamı döndüğümde şaşırmış vaziyetteydim.
Kapıya koşarak kolunu açmaya çalıştım. Ama ben bunu yapmaya çalışırken Sahra çoktan kilitlemişti.
- Sahra ne yapıyorsun sen! Bu ne saçmalık, aç kapıyı çabuk.
Ses gelmiyordu. Ne kadar bağırsam da kimse sesimi duymuyordu.
En sonunda etrafıma göz gezdirerek bir şeyler aramaya başladım. Belki kapıyı kırabileceğim bir şey bulurum diye. Buldum da, gözüme ilişen demir bir levyeyi hemen elime alıp kapıya vurmaya başladım. Fakat bir süre sonra bundan da umudu kesmeye başladım ve en sonunda yere çökerek korkuyla ağlamaya başladım.
Bu karanlık benim kaderimdi. Sanırım hiç bir zaman gün yüzü göremeyecektim.
|
0% |