Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@maviay_63

Yaralarını yine kendin sar..

Merak etme yüreğim, sen kırıldıkça ben sarmalayacağım. Sen üzüldükçe ben sevindireceğim seni. Her ne kadar bunu nasıl yapacağımı bilmesem de yine senin için öğreneceğim.

 

Bak, güneş yine doğuyor ve ne kadar batarsa batsın yine doğmaya devam ediyor. Sende öyle olacaksın. Yine kırılacaksın yine iyileşeceksin. Derler ya deva dertin içindedir. Belki de öyledir.

 

Pişmen için belki de biraz yanman gerek...

 

O olaydan bir gün sonra hayatımın en büyük karanlığını yaşayacaktım ama zavallı küçük ben hiçbirinin farkında değildi.

 

Dedemin kızdığı günden sonraki sabah herkeste bir telaştı gidiyordu. Dedemin siniri her an herkese çatabilirdi. Bu yüzden dâha aceleci davranıyorladı. Aslında dedemin sinirli hâli konakta normal karşılanan bir şeydi. Ama bana olan siniri herkesin de bildiği gibi farklıydı. Bana karşı bir kini vardı.

 

Hayriye abla annemlere kahvaltı hazırlıyordu, diğer kızlarda hazırlığa yardımcı oluyorlardı. Herkesi telaş kaplarken, Hayriye abla da söyleniyordu.

 

"Kızım hayde yemek beklerler çabuk götürün onları. Sallanmayın!"

 

" Tamam Hayriye Abla ya, acele niye ettiriyon ki?"

 

" Kız, Sefer ağa birazdan sinirlenirse görücem acele etmeyi. Sonra gelip ağlamayın omzumda 'ağam bana kızdı' diye."

 

Ben bu olaya tanıklık olmakla birlikte kıkır kıkır gülerken Hayriye abla da kızı azarlamaya devam ederek yemekleri gönderiyordu.

 

Hayriye abla 35 yaşında dul bir kadındı ama beyaz teni ve şalının altında dalgalı olan saçları ile güzelliğine güzellik katacak bir kadındı. Biraz tombik bir kadındı ama onun bu hali çok yakışıyordu ona. Biz çocukken ona teyze dememizi de istemezdi. Hoş şimdi de istemiyor ya neyse.

 

Hayriye abla ve Gülten ablanın didişmelerini izlerken, Hayriye Sultan gülerek izlediğimi fark etmişti. Elini beline koyup beni izleyerek sorgular gibi bakmaya başladığında ve "Çilem hanım, sende geçmeyecek misin yemeğe, birazdan gelir seninkiler." Dediğinde bir an yüzüm düşmüştü.

 

Normalde bana sadece Çilem der ama bana şakasına kızdığında Çilem hanım derdi.

 

"Ben burada yiyeceğim Hayriye abla."

 

"Olur mu kuzum öyle, git ananlar aramasın seni."

 

"Hayriye abla, ben olsam da olmasam da aynı, orda olmamın anlamı yok. Hatta orda olmamam dâha iyi, sende biliyorsun."

 

Hayriye abla, bu konuşmamdan üzülmüştü. Usulca yanıma geldi ve bana sarılarak omzumu sıvazlayıp konuşmaya çalıştı.

 

"Olurmu kızım öyle! Seviyorlar seni tabiki, sen onların kızısın."

 

"İkimizde gerçeği biliyoruz Hayriye Abla, boşuna yorma o tatlı canını."

 

Başka bir şey diyemedi. O da herşeyin farkındaydı çünkü.

 

Bazen çocukların fark etmediğini sanar insan ama hissediyorlar hemde en dibine kadar, sadece duygularını belli etmezler... Hissettirmezler..

 

Hayriye abla yanımdan ayrılarak kahvaltıları konağın avlusuna götürmeye başlamıştı.

 

Bense mutfak kapısının önünde uzaktan sofraya oturmuş aileyi izliyordum. Yerimin hiç olmadığı aileyi...

 

" Çilem nerde Hayriye?"

Bir an, annem beni sorunca içimde kelebekler uçmuştu sanki. Beni önemsiyordu.

 

"Mutfaktadır hanım ağam."

Sevincinden ve toyluğumdan bir adım ilerleyecektim ki dedemin sesi ile durdum.

 

"Bırak orada kalsın gelin, zorla önüne getirecek değiliz, isterse gelir yer."

 

Durup annemin ne diyeceğini beklerken, o ise hiç bir şey diyememişti. Susmuştu... Hep susardı. Benim için endişeleniyordu ama beni seviyormuydu işte buna hâla emin değilim.

 

Bir anne çocuğu için hiç cesur olamaz mıydı? Evladını sevemez miydi? İnsan zaten sevilmek için doğmadı mı?

 

Sevilmek için yaşar insan.

Peki ben nasıl yaşıyabiliyordum? onu hiç bilmiyorum işte.

 

Yine mutfağa geçip oturdum. Zaten sofraya geçtiğimde beni bin pişman ederdi dedem. Bazen de ben yokmuşum gibi davranmaya çalışırdı.

 

Benden sonra annemle babamın hiç çocuğu olmamış, doğumu zor geçmiş. Öyle diyorlar. Doğumdan sonra bir daha çocuk sahibi olması çok zormuş. Benim doğumum onu kötü etmiş. Bıkmadan bunu söyleyip duruyorlardı.

 

Kaç doktora başvurdular ama hiç biri işe yaramadı. Bir ben vardım maalesef. Bazen sitem eder dururdum. Ne olurdu sanki benim yerime kardeşim yaşasaydı diye.

 

Gözümde kalan bir kaç damla göz yaşı ile mutfağa doğru geçtiğimde Hayriye abla da bir şey diyememişti. Ne diyebilirdi ki kadın, hep alışıldık bir şey olmuştu artık.

 

Konaktaki bütün yardımcılar oturarak kahvaltıya başlarken ben de oturmuştum. Konağ'ın küçük kızı Sevgi de vardı. Hayriye ablanın kızıydı.

 

Sevgi, ben sekiz yaşımdayken gelmişti. Benimle yaşıttı. O ve kuzenim de hep beraber oyunlar oynar vakit geçirirdik.

 

Sanırım çocukluğumda geçirdiğim en güzel vakitler kızlarla oynadığım vakitti.

 

Hikayeye dönecek olursak, Hayriye abla ve diğer kızlar sofraya geçerken ben de yanlarına geçtim. Sabah bir şekilde sakin geçmişti.

 

Öğleden sonra etraf sessizleşince, evde sıkılmaya başlamıştım. Bu yüzden annemden izin alarak Zara'nın yanına dışarı çıktım. Uzun ısrarlarım sayesinde dışarı çıkmaya izin vermişti. Bir daha maç oynamama şartı ile çıkabilmiştim tabii.

 

Dışarda kuzenim ve diğer kızlarla evcilik oynarken ben hep top oynamak isterdim. Hele maç oynamak bir tutku haline gelmişti. Bir de resim yapmayı çok severdim, ilk okulda yaptığım resimle okul birincisi bile seçilmiştim.

 

Kızlar oyun oynamaya devam ederken bende oradan uzaklaşıp arka mahalleye gitmiştim. Orada maç oynuyorlardı.

 

Biliyorum gitmemem gerekirdi ama dayanamıyordum. Beni oraya bağlayan bir şey vardı sanki. Ne olduğunu bende bilmiyordum ama bir şey vardı ve hep gitmek istiyordum. Maç sanki benim eksik kalan yanımı dolduruyordu. Saçmaydı ama bir o kadar anlamlıydı benim için. Maç oynarken içimde uyuyan bir şeyler uyanıyor gibiydi.

 

Tuhaf bir düşünce öyle değil mi? Bende anlam verebilmiş değilim hâla.

 

Ne kadar gitsem de, dedemin son ikazından sonra bir daha maç oynamaya cesaret edemiyordum. Sadece uzak bir köşede izleyecektim. Öyle planlanmıştım.

 

Erkek olsaydım hem sevilirdim, hemde erkek çocuklarla maç oynamam yadırganmazdı. Ama maalesef hiç bir şey istediğimiz gibi olmuyordu.

 

Çocukların oyun oynamasını izlerken fark edilmemeye çalışıyordum ama maalesef ki fark edilmiştim. Hemde sandığımdan dâha erken. Acar beni fark etmişti. Fark eder etmez çağırmıştı bile.

 

"Aa Zara ne zaman geldin? Gelsene."

 

Onun çağırmasından sonra kararsız ve çekingen adımlarla yürüdüm. Çocukların yanında bir kaç tane kız vardı neyseki. Onlarda köşede oturmuş benim gibi maçı izliyordu.

 

Ortaya çıktığımda diğerleri de fark etmişti beni. Herkes oyunu durdurmuş yanıma gelmişti. Herkesin hoşgeldin fasılları bittikten sonra Tuncay önceki oyunun hırsını almak için rövanş istedi. Ben ise iki elimi birbirine bağlamış vaziyette çekingen duruyordum. "Üzgünüm ama olmaz." Dediğimde Tuncayın "Neden? Geçen gün meydan okuyordun Zara hanım." Diyerek cürretkar tavrı göz devirmeme sebep oldu. Biraz da üzülmüştüm. Dedemin bana kızdığı gün aklıma gelince canım daha çok sıkıldı. Yüzümü öne eğerek ağlamamak için ellerimi sımsıkı kapattım. Ama en son "Sen iyimisin?" Demesi ile gözlerim dolmaya başlamıştı. Bu yüzden Acar'ın sorusunu zar zor cevap verebilmiştim. "İyiyim."

Bunu der demez arkamı dönüp yavaş adımlarla evin yolunu almak için uzaklaşmaya çalıştım.

 

Çocuklar benim bu halime şaşırmıştı. Daha bir gün önce maç oynamak için can atan kızın bu halde olmasını bir türlü anlayamamışlardı.

 

Gözden uzaklaşıp bir kaldırımda oturdum. Bir süre öylece otururken üstümde karartı belirince istemsizce yukarı baktım. Acar'ı görünce şaşırmıştım, peşime kadar gelmişti.

Yanıma geçip oturdu ve derin bir nefes aldı. "Anlatmak ister misin."

 

"Sadece susmak istiyorum, her zaman yaptığım gibi." Diyerek acıyla gülümsedim.

 

"Anlıyorum." Dediğinde ikimiz de sessizleşmiştik. Ama sessizliği bir süre sonra Acar bozmuştu.

 

"Bak ne diyeceğim, kızlarda oradaydı. Hep beraber başka bir oyun oynayalım. Sizin oyunlarınızdan birini oynamaya ne dersin? Bence güzel olur."

 

Ben gelmeye niyetli değildim ama Acar'ın uzun ısrarları sonucu en sonunda ayaklanmıştım.

 

Çocukların yanına gittim ama kızlarla sek sek oynayıp ip atladık sadece. Fakat Tuncay İllaki benimle oynamak için ısrar etti. Bir kız tarafından yenilmeyi hazmedemiyordu sanırım.

 

"Hadi ama Zara! Bir kere daha, sadece bir kere!" Dediğinde bu dediğini uzunca bir düşündüm. Ne yapacağımı bilmiyordum ve biraz da dedemden korkuyordum ama Tuncayın uzun ısrarlarının sonucunda ikna olmuştum. Fakat önce etrafa bakıp tanıdık varmı diye kontrol ettim. Dedemlerin haberi olmaz diye düşünmüştüm. Başıma bir kere gelir sanmıştım ama yanılmıştım.

 

Oyuna başlarken korku sarmıştı içimi ama yine de oynadım. Bir dâha bu fırsatı göremezdim belki diye düşündüm ve gerçekten bir daha hiç bir fırsatı göremedim.

 

Oynadıktan uzun bir süre sonra Tuncayların tarafı kazanmıştı. O zafer dansını yaparken ben de kollarımı bağlamış göz deviriyordum. Biraz moralim bozulmuştu tabii.

 

"Rahatladın mı Tuncay? Afferim, bak sen kazandın."

 

Alkışlayıp dalga geçer gibi tebrik etmiştim. Ne kadar sevinmiş olsa da kendine güvenen ses tonuyla cevap verdi.

 

"Ama berabere olduk, bir daha ki sefere tekrar oynarız tamam mı?"

 

Yüzümü buruşturarak konuştum.

"Kusura bakma ama bu sondu."

 

"Orası hiç belli olmaz, illaki gelirsin yine."

 

Göz devirip " Neyse hadi gidiyorum artık, geç oldu." Diyerek uzaklaştım.

 

Saat dört civarıydı. Bu yüzden bizimkiler yokluğumu fark etmeden eve dönmek için koşarak gittim.

Ama beni bekliyen bir felaket olduğunu bilmiyordum.

 

Zara'yı gördüğümde hala oyun oynuyordu. Beni görür görmez oyunu bırakıp endişeyle yanıma gelmişti.

 

"Nerdesin sen, annen sordu seni, markete gitti bahanesiyle anca geçiştirebildim.

 

"Biraz dolaştım sadece."

 

"Bir dahakine kısa mesafe dolaş, annene ne yalan söyleyeceğimi şaşırdım."

 

"Tamam bir daha olmaz."

 

Bir daha asla olmayacaktı. Belki de son defa güzel saatlerimi geçiriyordum...

 

İçeri geçtiğimizde de sürpriz bir kutlamayla karşılaşmıştık. Çünkü o gün Zara'nın doğum günüydü. Babası ve annesi neşeyle doğum gününü kutlamaya başlamışlardı.

Kardeşleri de onunla şakalaşmayı ihmal etmemişti tabii.

Annemler, çalışanlar, amcamlar hepsi aile arasında güzel bir kutlama yapmışlardı.

 

Ben hiç doğum günümü kutlamadım. Zaten annem de babamda bunu istemiyordu. O gün kardeşimin ölüm yıl dönümüydü çünkü...

 

Kötü bir kardeş gibi görünebilirim ama en azından 'doğum günün kutlu olsun' sözünü duyabilseydim keşke. Bu bile fazla gelmişti 'Biricik aileme.'

 

Gerçi benim doğumum onlar için kutlanacak bir şey değildi.

Hatırlıyorum da amcam benim doğum günümün konusunu açtığında büyük bir azar yemişti. Bu yüzden, Reha abim dedemlerden gizli benim doğum günümü kutlamak için bir mekana götürürdü. Bütün kuzenlerim de yanımda olurdu. Reha abimden gördüğüm abi sevgisi anne baba sevgisinden kat be kat büyüktü.

 

Kardeşimin ölüm gününde kendi doğum günümü kutlamakta suçluluk çekiyordum. Reha abim bunun farkında olduğu için doğum günümü üç gün sonra kutlardı.

 

O zamanlar kuzenlerim hediyeleri vermeye başlayınca mutluluktan havalara uçardım. Kendimi o zaman özel hissederdim. Ve de değerli...

 

Zara, bana bir keresinde bezbebek almıştı. Mutluluktan ona sıkı sıkı sarılmıştım. Öyle güzel bir andı ki hiç bir anıya değişmem. Ben ona sıkıca sarılırken kulağıma fısıldayarak o güven dolu sözcüklerini sarf etmişti.

 

"Seni çok seviyorum, sen benim hiç olmayan kız kardeşim gibisin."

Sözlerine karşılık vererek konuşmuştum.

"Sende öyle Zara, sende öyle..."

 

Sonra daha çok sarılmıştım ona. Dediğim gibi, güzel günlerdi.

 

Zara, pastayı üflemek için derin bir soluk alırken vazgeçmiş gibi durdu. Sonra bana dönüp kolumdan tutarak birden yanına getirdi. " Beraber üfleyelim." Dediğinde onaylayarak başımı sallayıp dilek diledim ve üçe kadar sayarak beraber üfledik.

 

Ne mi diledim? Beni seven bir ailem olmasını, beni çok seven biri olmasını. Yalnızlıktan çöle dönen bu yüreğime bir yağmur istiyordum. Çünkü sevgiye o kadar hasrettim ki. Annemin bana her bakışında kendi oğlunu görmesini artık görmek istemediğimi.

 

Ama bu kadar da olamazdı değil mi? Sırf bunun için sevgisizlik yaşamış olamam. Çok manasız geliyor. Başka bir sebebi olmalı, olmalıydı...

 

Pasta kesilmeye başladığında dedemin bağırış sesi ile pastanın kesilmesi yarıda kalmıştı. Kimse neler olduğunu anlamamıştı. Ama ben anlamıştım. Ne için kızdığını biliyordum.

 

Kaçacak yerim yoktu. Ki kaçsam da nereye gidebilirdim ki?

 

"Çilem! Sen yine mi maç mı oynadın!.. onca erkekle!"

 

Dedemden kızmaya fırsat kalmamıştı o zaman, babamın gözünden alevler fışkırıyordu çünkü. Dedemden daha fazla öfkelenmişti. Onu hayatımda hiç bu kadar öfkeli görmemiştim.

 

Kararan gözleriyle bana bakıp kollarımı sıkıca tuttu. "Doğru mu bu?"

 

Hiç birşey diyemiyordum. Sesim kesilmişti. Babam cevap vermediğimi görünce bir tokat attığında sessizliğim herşeyi açıklıyordu. Zara ve diğerleri kenarda durmuş, korkmuş gözlerle beni izliyordu.

 

Zara tam cesaretini toplayarak yanıma gelip beni babamdan kurtarmaya çalıştı.

"Amca sakin ol, bir daha yapmaz lütfen. Bırak lütfen canı yanıyor."

 

"Sen karışma Zara!" Babamın Zara'ya bağırmasının ardından amcam da araya girmişti.

 

"Ekrem sakin ol! O daha çok küçük, zamanla anlar hatasını."

 

"Yeter! Hiç kimse karışmasın!"

Bana dönerek konuşmaya devam etti.

 

"Sözümü dinlemeyi öğreneceksin, ya güzellikle ya zorla." Bense korkunun doruklarına çıkmıştım. Babamın yapacaklarından deli gibi korkmuştum.

 

Ben ona korkuyla bakarken bir an babamın bana merhametle baktığını fark ettim ama sonra tekrar öfkeli bakışlarına geri döndü.

 

Beni kolumdan tutarak sürükleyip bodrumdaki karanlık odaya fırlatmıştı. Bir paçavra gibi, bir...çöp gibi.

 

Yere kapaklanırken neye uğradığımı şaşırmıştım. Korkuyla babama dönerken kapıyı yüzüme kapatmıştı. Göz bebeklerim korkuyla büyürken yalpalayarak ayağa kalkmaya çalıştım ve kapıya doğru koştum. Sonra ise kapıya tüm gücümle vurarak avazım çıktığı kadar bağırmıştım.

 

"Baba! Baba ne olur çıkar beni buradan, bir daha yapmayacağım ne olur çıkar beni, korkuyorum!"

 

"Aklın başına gelene kadar orada kalacaksın, ona ekmek, su yok anlaşıldı mı! Yarın akşama kadar bodrumda kalacak."

 

"Ekrem saçmalama, çocuk o daha bu kadarı da fazla."

 

"Sen karışma Selim."

 

"Ver anahtarı! Onu hemen çıkaracağım. Böyle ders verilmez."

 

"Sana karışma dedim! Benim kızım, benim evladım. Bırak da ne ders vereceğimi ben karar vereyim."

 

Diğer sesleri tam duymuyordum. Ama bir ara amcamın açacağım demesinden sonra dedemin, Selim amcama bağırdığını duymuştum.

 

Bir süre sonra etraf sessizleşmişti. Korkuyordum, bir yandan da üşüyordum. Yanımda kimse yoktu. Bir tek Allah yanımdaydı. O görüyordu beni, o duyuyordu beni. Sadece ona sığınıyordum, ondan başka sığınacak kimsem yoktu Çünkü...

 

Bir süre sonra kafayı yemiştim. Kalbim sıkışıyor. Nefes alamıyordum. Sadece dua ediyordum. Bir an önce çıkmak için.

 

"Rabbim ben seni çok seviyorum sen de beni sev olur mu?... Rabbim ben seni çok seviyorum sende beni sev olur mu?"

 

Bütün gece bu sözleri sayıklamıştım. Başka ne diyeceğimi bilmiyordum. Çaresizdim ve yapayalnız. Başka ne yapabilirdim ki?

 

Dedem kimsenin yanıma gelmesine izin vermemişti. Herkese yasaklamıştı.

 

Bütün gece karanlıkta gözlerimi kapatmış bir yerde oturup sallanarak aynı sözleri sayıklayıp durmuştum.

Bir yandan da göz yaşlarım usul usul süzülüyordu.

 

Madem hayatı bana zindan edeceklerdi neden beni dünyaya getirdiler? Doğmayı ben seçmemiştim, bu hayatı ben seçmemiştim. Bu hayatı yaşamayı hiç hak etmemiştim.

Loading...
0%