Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm

@maviay_63

Bir şeyler değişiyordu. Biliyordum çünkü hiç bir şey eskisi gibi değildi artık. Pek çok insanın karşıma çıkmasının da bir sebebi vardı ve hepsinin de sebebi aynıydı. Ya beni, ya da hayatımı değiştirmek.

 

" Hazar ağanın çocukluk aşkı, yani mecnunun leylasıydı."

 

Bunları duyarken ne tepki vereceğimi bilememiştim. Aklımda bir dolu sorular vardı fakat bütün sorular cevapsızdı.

 

Ben hâla ona bakarken, Savaş ise beni belimden tutup Özge'yi susturarak ordan uzaklaştırmaya çalıştı. Ben Savaşla yürümeye başlarken. Özge de konuşmaya devam etti. " Sen sadece bu aile için bir belasın! Berdelin lanetinden başka bir şey değilsin! Savaş'ın mecbur kaldığı bir kızdan başka hiç bir şey de olamayacaksın."Sözleri Savaş'ın durmasına sebep olurken arkasına dönerek Özge'ye son kez baktı. Özge küstah gülümsemesi ile bana bakarken Savaş ise iyice sinirlendi. "İstediğini alamayacaksın. Buna izin vermem."

 

Kız bozulmuş olsa da pek tepki vermedi. Aynı yüz ifadesi ile bakmaya devam etti. Savaş ise dâha fazla kalmadan bu sefer elimden tutarak arkasını dönüp tekrar yürüdü. Özge hala sinirle konuşurken, Savaş ise onu kâle bile almadan yürümeye devam ediyordu.

 

Ben de ardından sendeleyerek yürümeye çalışırken, Savaş'ın öfkesini dindiremiyordum. Biraz daha burda kalırsa elinden bir kaza çıkacağı belliydi.

 

Nihayet sendeleyerek de olsa arabaya vardığımızda, Savaş hâla burnundan soluyordu. Ben onu sessizce izlerken o ise sinirle kapıyı açarak binmemi bekledi.

 

Çilem arabaya bin yoksa bir kavga da sizden çıkacak bu Özge cadısı yüzünden.

 

Stresle arabaya geçerek burdan uzaklaşmamızı bekledim. Savaş şoför koltuğuna geçerken ben ise derin bir soluk aldım. O an hiç bitmeyecek sanmıştım.

 

Yol boyunca ikimiz de sessizleşmiştik. Sadece önümüzdeki yolu izliyorduk.

Fakat bir süre dâha ilerlerdikten sonra en sonunda bir kenara park etti. Derin bir soluk alarak koltuğa yaslanırken onu izledim. Huzursuz bakışlarını ve gergin yüzünü izledim...

 

Benim izlediğimi bildiğinden emindim. Fakat hiç bir pot kırmak istemiyor gibi, hiç bir şey olmamış gibi davrandı.

 

İyice uzun süren sessizlik, Savaş'ın sesi ile nihayet son buldu. " Onu ciddiye alma. O hep böyleydi. Kıskandığı kadına bir suçluluk hissettirmeye çalışırdı hep. Sadece dâha açık bir şekilde göstermeye başladı." Sırıtarak cevap verdim. " Onun gibi bir kızı ciddiye almam mümkün değil. Uzaktan bile belli ne mal olduğu."

 

" Peki niye sessizsin. Yüzünden düşen bin parça." Bıkkınca soluklandım.

" Bilmiyorum...Ne diyeceğimi, ne tepki vermem gerektiğini bilemez haldeyim."

Savaş endişeyle bana bakarken konuşmaya devam ettim. " Bana Hazar ve Serçe'nin hikayesini anlatır mısın?"

 

Bir süre kararsız kalsa da anlatmaya çalıştı. "Hazar ve Serçe denen kız çocukluk arkadaşıymış... Birbirlerini çok seviyorlarmış. Fakat bir gün Hazar Ağa'yı berdelle evlendirmeye çalıştıkları için ikisinin arasındaki bağ yavaş yavaş kopmaya başlamış."

 

Acıyla sırıtarak sözünü kestim. " onlar da berdelin kurbanı oldu yani." Dalgın gözlerle bana bakarken konuşmaya devam etti. " Mâlesef."

 

Bir süre dâha bakarken, en sonunda soru sorarak gözlerimi kaçırdım. "Gerçek ismi ne peki?"

 

"Maalesef bilmiyorum. Fakat babasının ciğeri beş para etmez bir ayyaş olduğunu biliyorum." Bunu söylerken asıldığı direksiyonu parmaklarıyla iyice sıkmaya başlamıştı.

 

" Babası, kızı kendisinden yaşça büyük bir adam ile evlendirmişti, üstelik kendisinde 20 yaş büyük bir adamla! Lan yaş farkını bıraktım kız dâha çok küçüktü lan. Reşit bile değildi!" Bunu düşünerek öfkelenirken derin bir soluk alarak sakinleşmeye çalıştı. Ben ise korkarak sormaya devam ettim. " Sonra ne oldu peki?"

 

"Hazar ağa bunu duyduğunda çok mücadele etti. Ama başaramamıştı. Onu koruyamamamıştı. Ne kadar ağa da olsa hâla çocuktu ve Mardin'in diline çoktan düşmüştü. Beyaz Serçe de kurtuluşunun olmadığını anlamıştı. Çünkü zorla evlendirilmeye çalışıldığı adam çok güçlü bir ağaydı. Beyaz serçe de, Hazar'a zarar vermesinden çok korkmaya başlamıştı. Bu yüzden ondan vazgeçerek son kez konuşup onunla vedalaşmıştı... Bir adam için sevdiği kadını kaybetmek nasıl berbat bir şey böyle." Son sözlerini dalgınca söylerken hüzün kaplamıştı içini. Sanki bunu kendine söylüyor gibiydi.

 

O dalgınca önüne bakarken ben de derin bir soluk alarak arabanın koltuğuna yaslandım. Sonra onun gibi gökyüzünü izlemeye başladım. Tıpkı Savaş'ın yaptığı gibi... bir süre hiç bir şey söylemedik. İkimiz de sadece sessizliğe bürünmüştük. Fakat dakikalar sonra dayanamayıp yine konuştum. "Savaş, Özge kim peki?"

 

" Demir'in eski sevgilisi."

 

" Sana ilgisi varmış. Öyle görünüyor zaten de..."

 

"Maalesef öyle... bu yüzden Demir ile kanlı bıçaklı olduk." Bunları anlatırken gökyüzüne bakmaya devam ediyordu.

 

"Nasıl oldu?" Savaş bıkkınca soluklanarak konuşmaya devam etti. "Benim Özge'ye göz koyduğumu düşündü. Zaten o kadının tavırlarından her şey anlaşılıyordu fakat bunu gel de Demir'e anlat! Kadın tabii Demir'in yanında dikkatli davranıyordu. Bana gayet mesafeliydi. Fakat benimle yalnız kaldığı an tavırları değişiyordu. Tam bir..." bir an Durul bıkkınca soluklanarak konuşmaya devam etti.

 

" Demir bana inanmak yerine ona inanmayı seçti. Özge'den de belasını buldu işte. Bak başından savuramıyor artık."

 

"Demir artık gerçekleri öğrendiğine göre barışırsınız belki ne dersin?"

 

" köprünün üzerinden çok sular geçti Çilem. Bir de onu affetmem o kadar kolay değil, bana çok yanlış yaptı. Bu yanlışlarını bir kalemde silip affedemem."

 

"Peki kaç yıldır böylesiniz?

 

" on yıldır..." şaşırarak Savaş'a döndüm. "On yıl mı! Arkadaş sendeki inat da kimsede yok! On yıl nedir!"

 

" İnat değil bu, anlayamazsın. Çok şey yaşandı...çok şey oldu Çilem. Bunların hiçbirini bilmiyorsun..."

 

Derin bir nefes alarak konuşmasına devam etti. "Ben birini kolay kolay affedemem Çilem, bunu asla yapamam." Sadece ona baktım, hâla ufka bakıp düşüncelere dalıp duruyordu.

 

Acıyla yutkunarak konuşmaya çalıştım. " Benim yüzünden buradasın, benim yüzümden her şeye tahammül ediyorsun. Ben olmasaydım bu düğüne bile gelmezdin. İstanbul'da eski hayatına devam ederdin. Ama merak etme, 1 yıl sonra rahat bir nefes alacaksın. Buralardan bir gün kurtulacaksın."

 

Savaş durgun bir şekilde bana bakarken ben ise cevap vermesini bekledim. Fakat o bana yaklaşmaya başlayarak gözlerimin içine bakmaya başladı. ben ise oturduğum yerde iyice gerildim. O bir nefes kadar yakınlaşmaya başlarken korkuyla yutkundum.

 

"Haklısın, burda kalmamın tek sebebi belki de sensin." Bana biraz dâha yaklaşmaya başlarken yüz yüze gelmiştik. Korkuyla yutkunurken başımı çevirerek olayı bitirmeye çalıştım.

 

"Geç oldu. Eve gidelim artık." O bu tavrıma bıkkın bir soluk alırken arabayı çalıştırıp konağa doğru sürmeye başladı. Neyim vardı bilmiyordum. Çocuk gibi korkuyordum, bana bu kadar yaklaşması doğru düzgün düşünmeme engel oluyordu.

 

Ona dâha çok bağlanıyordum ve bundan korkuyordum...

 

Savaş gergin haline rağmen caddenin kenarına park ederek dışarı çıktı. Sonra konağın kapısını açarak benimle beraber içeri girdi. Herkes büyük ihtimal derin bir uykudadır diye düşünürken bazı kadınların ayakta olduğunu sonradan fark ettik. Salonda bizi karşılayan Serpil'e şaşkınlıkla bakarken, bir misafir olduğunu söylemesi ile birbirimize sorgular bir şekilde baktık.

 

Salona geçtiğimizde yabancı bir adam kolların koltuğa yaslanmış bizi bekliyor gibiydi.

 

Salonda tek başına oturan adamla neye uğradığımı şaşırırken adam ise Savaş'ı görür görmez heyecanla kalkıp yanımıza geldi.

 

Konakta kimse olmadığı için tek başına oturmuştu bu yabancı. Efeoğulları hâla düğündeydi. Aile dostu oldukları için biraz dâha kalacaklardı. Biz de zaten erken gelmek zorunda kalmıştık. Mâlum.

 

"Ooo Savaş bey! Evleniyorsun ama şu kardeşine bir haber vereyim demiyorsun."

 

"Senin ne işin var burada oğlum?"

 

" Bende hoş buldum sağol."

 

Adam dalgasını geçtikten sonra sırıtarak Savaş'a sarıldj. Savaş önce bir sendelese de sırıtarak sırtını sıvazlayarak o da sarıldı.

 

" Hoş geldin, hoş geldin!" Birbirlerinden ayrıldıklarında adam beni anca fark edebilmişti. " Bu da Yenge olmalı. Yenge saygılar." Yapmacık gülümsememle baş sallarken, Savaş belimden tutup kendine çekerek cevap verdi. " Çilem Arkadaşım Tuncay. Aslında Yılmaz'ın çocukluk arkadaşı ama beraber büyüdük. Benim de arkadaşım sayılır."

 

" Memnun oldum Çilem."

Gülümseyerek cevap verdim. " Bende Tuncay. Hoşgeldin." Savaş elimi cebine atarak konuşmaya devam etti. Ayakta mı duracağız? Koltuğa geçelim."

 

Biz koltukta otururken bir süre sonra kahveler de gelmişti. Herkes kahvelerini yudumlarken Tuncay konuşmaya devam etti. " Ee yenge? İyisindir inşallah. Bu arkadaş canını sıkmıyordur umarım."

 

Savaş, Tuncay'ın alaylı sorusuna sinirle bakarken ben ise Savaş'ın elini tutarak cevap vermeye çalıştım.

 

Lütfen elini tutmamış olayım. Lütfen! Sadece cevap vermen yeterli Çilem! Bu romantik gösterilere gerek yok kızım yok!

 

" Yok gayet iyiyiz." Savaş eline bakarken şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Benim onun elimi tutacağım aklına gelmezdi sanırım. O şaşkınlıkla bana bakarken gülümseyerek önüme döndüm.

 

Tuncay keyifle koltuğa yaslanırken Savaş'ın bu halinden eğlenmiş gibi baktı.

 

Bu bir şey mi biliyordu? Savaş bunu oyunu söylemiş olamaz öyle değil mi? Çünkü bu adamın tavırları çok tuhaftı."

 

Savaş hâla bana bakarken bir süre sonra yaslanarak Tuncay'a döndü. Tuncay, Savaş ile nihayet göz göze geldiğinde konusmaya devam etti.

 

" Güzel güzel. Bu arada bir şey soracaktım. Yılmaz burda mı? Ona ulaşamıyorum da."

 

"Şehir dışına çıktı. Kızı aramaya."

 

" Hangi kız? Onu mu arıyor hâla!"

Savaş başını olumsuzca sallarken cevap verdi. " mâlesef. İyice saplantı haline getirdi bunu."

 

Savaş başını sinirle tutarken şaşkınca ona döndüm. "Hangi kız? Kimden bahsediyorsunuz?"

 

Merakla sorduğum soruyu Tuncay cevapladı. "Küçükken karşılaştığımız bir kız vardı. Yılmaz da ona iyice tutulmuştu. İllaki onu bulacağını söyleyip duruyordu. Yani abi anlamıyorum, o zamanlar hepimiz küçüktük. Aşık olma yaşımı! "

 

Tuncay, Yılmaz'ın bu haline kızarken ben de merakla konuşmaya devam ettim. " Kimmiş kimlerdenmiş?"

 

"Urfalı bir kızdı. İsmi neydi... hah! Zara, adı Zaraydı."

 

Korkuyla yutkundum. "Za...ara mı?"

Birden bire telaş kaplamıştı beni. Tuncay ismi ve Zara ismi...bu kadar tesadüf olamazdı. Yoksa olabilir miydi? Ama yılmaz diye birini de hatırlamıyordum ki orada.

 

"Çocukluk arkadaşı mıydı?" Ne olduğunu iyice anlamalıydım. "Yok, iki kez görmüştük sadece. Değişik bir kızdı. Maç oynamaya bayılırdı. Fakat iki kere tek gördük onu. Daha sonra bir daha hiç görmedik."

 

" Anladım." Dedikten sonra yutkunudum.

 

Üstümdeki gerginlik iyice arttmıştı. Olabilirmiydi? Tuncay, Zara bu kadarı da tesadüf olamazdı değil mi? Eğer bu doğru ise Yılmaz beni mi arıyordu?

 

" Çilem...Çilem iyi misin?" Kolumdan sarsılmam ile birden ayıldım.

 

" Ne, ne dedin?

 

"Sen iyi misin? Gergin görünüyorsun."

 

" Yok iyiyim... yani biraz yorgunum sanırım."

 

"Git dinlen biraz istersen güzelim." Başımla onaylayıp Tuncay'a döndüm.

"Sana da ayıp oldu Tuncay kusura bakma."

 

"Yok sorun değil zaten çok vakitsiz geldim."

 

" Neyse ben gideyim en iyisi, iyi geceler." Ayağa kalkarak tedirgin adımlarla yukarı çıktarken hâla olayın şokundaydım. Zemin ayaklarımın altından kaymıştı sanki. Bu nasıl olabilirdi? Bu...bu çok saçma!

 

Nihayet odama geçtiğimde nefes nefes kapıyı arkamdan kapattım. Bu olabilir miydi? Yılmaz beni gerçekten arıyor olabilir miydi?

 

Kafamdaki sorulardan iyice bunalırken, balkona çıkıp temiz havayı içime çekerek kendime gelmeye çalıştım. Bu olmasın ne olur, Savaş'ın kardeşiydi. Gerçi benim olduğumdan bile hala haberi yoktu. Fakat yine de kardeşi o!

 

Tekrar odaya geçerek koltuğa otururken hâla olayın şokundaydım. Bu kadar tesadüf beni mi bulur! Üstelik Savaş'ın kardeşi! Eğer bunu öğrenirlerse ne olacağını düşünmek bile istemiyorum. Yılmaz...off berdel de oluyorduk ya onunla! Nasıl bir kördüğümdü böyle. Aslında Zara ile evlenebilmek için, benden kurtulmak istemişti. Fakat ortada önemli bir sorun vardı. Zara bendim. Herkese yalan söylerek ismimin Zara olduğunu söylemiştim.

 

Bıkkınca yatağa uzanıp kara kara düşündüm. Yılmaz arar arar en sonunda vazgeçerdi belki. Öyle değil mi?

 

Bir yandan da Yılmaz diye bir çocuk varmıydı diye hatırlamaya çalışıyordum. Fakat hiç bir şey hatırlayamadım. Yılmaz diyebir çocuk yoktu orda...

 

Bütün gün oflayıp dururken o stresle en sonunda derin uykuya daldım. Anca bu şekilde kendime gelebilirim.

 

🦋🦋🦋🦋🦋

 

Gözlerimi açtığımda derin okyanusun içinde olduğumu gördüm ve sonra birden bire nefesim kesilmeye başladı. Nefessizlikten yüzüm kıpkırmızı olurken yüzeye çıkmaya çalıştım. Fakat o kadar derindi ki, bir türlü yüzeye çıkamamıştım. Ben çırpınmaya devam ederken, Savaş'ın da benden uzakta çoktan boğulmuş olduğunu farkettim. Dehşete düştüm. Savaş hareket etmiyordu. Gözleri kapalı ve hareketsiz halde okyanusun içinde ölü balık gibi yüzüyordu.

 

Hemen kollarımı çırparak ona ulaşmaya çalıştım ama olmuyordu. Ona ulaşamıyordu. Ulaşmayı bırak, ilerleyemiyordum bile. Çırpınmaya devam ederken vücudumdaki oksijen iyice azalıyordu. Gözlerim oksijensizlikten iyice kararırken bilincim kapanıyordu.

 

" Hııı!.." birden derin derin nefesler almaya çalışırken kan ter içinde olduğumu bile zar zor anlamıştım. Ne kadar bir rüya da olsa çok gerçekçiydi. Sanki biri nefesimi kesmiş gibiydi. Çok korkmuştum

 

Rüya değil tam bir kabustu. Savaş'ın öldüğünü sanmıştım. Canımdan can gitmişti neredeyse!

 

Ben hâla nefes nefese iken Savaş'ın sesi ile başımı çevirdim. " Çilem! İyi misin!"

Uykulu haliyle kalkarken hemen boynuna sarıldım. O kadar sıkı sarıldım ki, sanki bırakırsam yine onu kaybedecektim. Savaş ne olduğunu anlamamış olsa da sarılmama karşılık vererek sakinleştirmeye çalıştı.

 

" Kabus gördün sadece, korkma ben buradayım." Ben hıçkırıklar için ağlarken bana daha çok sarılarak sakinleştirmeye çalıştı. Ben de ona dâha sıki sarılırken o ise sakinleşmemi bekledi. Ne kadar sarılı kaldım hiç bilmiyorum ama o gece hayatımda hiç korkmadığım kadar çok korkmuştum, Savaş'ın öldüğünü gördüğümde yaşamak istememiştim. Bende onunla birlikte boğulmak istemiştim.

 

Sanırım hayatımda yaşamadığım bu yabancı duyguyu şimdi daha iyi anlıyorum, ben Savaş'a aşık olmuştum. Hem de çok...

 

Bir süre sonra sakinleştiğimde Savaş da rahat bir nefes alarak banyoya geçti. Ben hâla olayın şokunda olmaya devam ederken Savaş'ın yanına giderek onun gibi elimiz yüzümü yıkamaya çalıştım.

 

Savaş havluyla yüzünü silerken ben ise aynada kendime baktım. Islak yüzüm hâla bana bakarken o anı düşündükçe düşündüm. Yılmaz'ın olayını öğrendikten sonra Kabus görmem gayet normaldi sanırım.

 

Savaş bu halime fark ederken kolumdan tutup hafifçe çekerek havluyu bana verdi. " Biraz daha iyi misin?"

 

Başımla onaylayarak havluyu elinden aldım. Yüzümü kurulqrken hâla bana baktığında banyodan çıkarak üstümü değiştirdim. İkimiz de hazırlandıktan sonra aşağı inerek kahvaltıya geçtik. Tüm aile kahvaltısına devam ederken Osman baba da Savaşla konuşmaya başladı.

 

"Oğlum bugün erken geliceksin biliyorsun değil mi?"

 

"Biliyorum baba merak etme, erken burada olurum." Bir yandan cevap verirken, diğer yandan kahvaltısına devam ediyordu. Sanırım çok acıkmıştı. Öyle ki cevap verirken bile ufak ufak atıştırıyordu.

 

Bu haline gülümserken bir an boğulduğu an aklıma geldi. Yüzüm düştü. Boğulduğunu görmek ne kadar korkunç bir seydi böyle. Onu gerçekten kaybettiğimi sanmıştım. Sanırım korktuğum başıma geliyordu. Onaher geçen gün dâha çok bağlanıyordum.

 

Bir yıl bekleyebilir miyim bilmiyorum ama Yılmaz'ın aradığı kız ben olduğumu anlamadan bir an önce buralardan gitmeliydim. En azından bir ölü olarak bilinmem konunun sonsuza kadar kapanmasını sağlardi belki.

 

" Öyle dalıp nerelere gittin gelin?"

 

Esma hanım ve Emine hanım'ın burada olduğunun bile farkında değildim. O kadar dalmıştım ki kimsenin sesi duymamıştım.

 

" Dalmışın Esma hanım."

 

" Kızım sen iyi misin? Betin benzinde atmış."

 

Emine hanımın sorusundan sonra Savaş endişeyle bana baktı. Bir şey demese bile sadece dalgınca bana baktı. Yüzümü tekrar Emine hanımlara dönerek gülümsedim.

 

" Yok ben iyiyim merak etmeyin."

 

" İnşallah kızım. Bir sorun yok değ..."

 

Kadın sorusunu biteremeden birden midem bulanmaya başladı. Elimle ağzımı tuta tuta banyoya giderken masadakiler de neye uğradığını şaşırmış gibiydi. Kustuktan sonra kendimi toparladığımda tekrar salona geçtim. Fakat salona geçtiğimde herkes sorgular bir şekilde bana bakıyordu.

 

Ben bir şey demedim. Onlar da çok üstelemedi. "Yediklerim dokundu herhalde." Diye bir cevap vererek sorulardan sıyrılmıştım. Savaş gergin bakışlarla beni izlemeye devam ederken ben ise bir şey demeden tekrar masaya geçtim.

 

Herkes bana bakarken ben ise gergin bakışların altında yemeğe devam ettim. Bir süre sonra onlar da yemeğine devam etti. Fakat Savaş hâla beni izliyordu. Başımı çevirdiğimde fark ettim. Demin iştahla yemeğini yiyen adam artık yemeği kesmiş beni izliyordu. Bir şey demeden yemeğe devam ettim. O da bir süre sonra yine yemeğini yedikten sonra Osman babamlarla beraber işe gitti. Biz kadınlar da kalktıktan sonra salona geçerek kahvelerimizi içtik. Esma hanım ve Emin'e hanım çok oturmadan çarşıya çıkarak biz kızları başbaşa bırakmıştı.

 

Kızlarla öğlene kadar otururken annemler gelmişti. Bu anı ziyarete saşırsam da bir yandan sevinmiştim. Çünkü kardeşimi çok özlemiştim.

 

Kardeşim hediyeyi kucağıma alarak sevdiğimde ne kadar çabuk büyüdüğünü fark ettim. Daha düne kadar sarılmaya bile korkarken şimdi ise ona sarılmalar doyamıyorduk. Ben onunla oynadıkça dâha çok gülüyor etrafa neşe saçıyordu. Ben de onunla beraber gülüyor dâha çok seviniyordum. Fakat bir an hüzünlendim. Sanırım en çok özleyeceğim kişilerden biri de kardeşim olacaktı.

 

Yüzüm bir an düşerken annemin sesiyle sirkelendim. "Ee kızım? Rahat mısın? Bir sıkıntın yok inşallah.

 

Gülümseyerek cevapladım.

" Yok anne, çok sükür iyiyim."

 

"Savaş oğlum kıymetini biliyor. Öyle değil mi?"

 

Bu sefer alaylw sırıtarak cevap verdim.

" Biliyor biliyor. Merak etme anneciğim."

 

Cevabımdan sonra yine Hediye ile oynamaya devam ederken, Zara birden yanıma geçti.

 

" Çilem."

 

" Efendim canım."

 

" Yılmaz hiç uğradı mı?"

 

Bir an Hediye ile oynamayı durdurdum. Peki Zara ne olacaktı. O, ona nasıl da sırılsıklam aşıktı.

 

"Yok canım hiç gelmedi eve."

 

Ben Zara'yı düşünürken birden yine midem bulandı. Hemen bebeği Zara'nın kucağına vererek lavaboya gittim.

 

" Ay ne oldu!" Zara arkamdan söylenirken ben ise kendimi banyoya yetiştirmeye çalışıyordum. Nihayet kendime geldiğimde yine salano geçtim.

 

Herkes ne oldu der gibi bana bakarken ben ise bir şey demedim. Ben de bilmiyordum ki bana ne olduğunu.

 

" Aa! Yoksa!.." Zara'nın anı bağırması ile dilimi damağıma bastırılan sinirle baktım. " Öf Zara! Ne bağırıyorsun. Ödümüzü kopardın."

 

Zara kucağında Hediye ile ayağa kalkarken heyecanla yanıma geldi.

"Çilem yoksa...yoksa sen hamile misin?"

 

"Ne! Yok artık daha neler!"

 

"Ay olabilir, Allah'ım! teyze mi olacağım şimdi ben?" Zara'nın bu sözlerine göz devirerek cevap verdim

 

" Hemen hükmü verdin sende maşallah."

 

Ben Zara'yı zapt edeyim derken arakadaki ses ile işler iyice zıvanadan çıkıyordu. " Ne! Yengem hamile mi şimdi?" Arkadan gelen sevgili görümcem Esra, yanıma gelirken iyice heyecanlanmıştı.

 

" Saçmalamayın değilim tabiki de."

 

"Bundan emin olamazsın yenge bir test yapalım."

 

"Ne testi kızlar?" Annem telefon görüşmesini bitirip yanımıza geldiğinde ben bu sefer anneme açıklama yapmak zorunda kaldım.

 

"Yok anne bir şey yok. Bizimkiler fazla heyecanlandi." Fakat Bunu desem de Zara hemen annemin yanına gidip inadıma konuşmaya çalıştı.

 

"Yenge, sanırım Çilem hamile."

 

" Zara! Ne dedim sana?"

 

Annem heyecanla gülümseyerek beni sakinleştirmeye çalıştı. " Bunda kızacak bir şey kızım. Hadi inşallah! Torunu kucağımıza alırız hayırlısıyla.

 

Oflayatak elimi başıma koyup geri yaslandım. Kimseye hiç bir şey izah edemiyordum ki!

 

"Annecim ben hamile değilim, olsam anlarım öyle değil mi? Lıtfen sende babama bir şeyler söyleyip yok yere kafasını karıştırma."

 

" Tamam kızım öyle diyorsan öyledir ama bir test..."

 

"Öyledir anne öyle. Bir şey yapmaya gerek yok."

 

Herkes nihayet benden umudunu keserken yerimize geçerek oturduk. Herkes büyük hayal kırıklığına uğramış olsa da bir yandan hâla umut ediyor gibiydiler. Fakat ben bunları kafalarından savurmak için konuşup sohpet etmeye çalıştım. Tabii ortam sohbetle hemen dağıldı nihayet.

 

Saatlerce oturup sohbet ettikten sonra annemleri uğurlayarak evde biz kızlar yine başbaşa kaldık. Tabii bu da uzun sürmedi. Esma hanımlar ve Savaşlar gelmişti sonradan çünkü.

 

Avlunun etrafı tahta oturaklarla donanıp üzenlerin geleneksel minderler indirilmiştir. Ben ne oluyor diye sorgularken avlu yavaş yavaş adamlarla dolmaya başlamıştı. Savaş oturduğu mindere adamlara baş selamı vererek içeri buyur ederken herkes yavaş yavaş yerlerine oturmuştu.

 

Aralarında Soylu ailesinin erkekleri de olan ağalar Savaş'a dönerek liderliği kabul etmesini tebrik ederek konuya girmişlerdi. Savaşlar avluda konuşmaya başlarken biz kadınlar ise yukarda onları izliyorduk.

 

Bir süre toprak ve halk meselelerini konuştuktan sonra herkes nihayet dağılmıştı.

 

Bir süre sonra akşam yemeği için masalara geçerken yine midem bulanmaya başladı. Ağzımı kapatarak kendimi banyoya yetiştirmeye çalışırken ne hale düştüğümü anlayamamıştım.

 

Klozete kusmaya çalışırken saçlarımın arkaya atılması ile bir an şaşırdım. Kendime geldikten sonra yan tarafıma döndüğümde Savaş Yani başımda saçlarımı topluyordu.

 

"İyi misin? Hastaneye gidelim mi istersen.?"

 

" Yok iyiyim ben, merak etme."

 

Ona gülümserken klozetin içindeki kusmuğu fark ettiğimde yine midemin bulunması an meselesiydi.

 

"Mideni kötü üşütmüşsün sanırım."

 

" Hiç tiksinmiyor musun?" Yüzümü ekşitetek Savaş'a döndüm.

 

" Hayır."

 

" Senin gibi birini hiç görmedim."

 

Bu cevabıma sırıtırken bir an ona dalgınca izledim. Ne kadar da tatlı bir insandı böyle.

 

Düşünüyordum da onunla bir bebeğimiz olsa nasıl olurdu? Bir oğlumuz olsaydı nasıl olurdu diye düşündüm. Oğlu kendisi gibi olsa hiç şikayetçi olmam. Bazen sinir bozucu tarafları oluyor ama buna bile razı olurdum.

 

"biraz daha iyi misin?"

 

"İyiyim." Diyerek ayaklanıp banyodan çıkmaya çalıştım. O sırada Savaş belimden tutarak ayakta durmamı sağladı.

 

" Odaya geçelim, biraz dinlen."

 

" Olur." Dedikten sonra onunla beraber odaya çıktık. Yatağa uzanarak örtüyü üstüme atarken Savaş da bir bardağa su doldurup içmem için bana verdi. Suyu tiksintiyle içerken küstüğüm kokusu hala burnumu sızlatıyordu.

 

Biraz uzanıp soluklanırken kapının çalınması ile kendimi doğrultum.

 

"Ağam..."

 

" Gel Serpil gel koy şu kenara."

 

Serpil tepsiyi indirirken endişeli gözlerle bana bakıyordu. " Biraz daha iyimisiniz hanım ağam."

 

" İyiyim Serpil merak etme." Bu sevimli haline gülümserken Savaş araya girdi.

 

" Tamam Serpil çıkabilirsin." Serpil çıkarken Savaş'a imâyla baktım. O tepsiyi önüme getirirken ne der gibi baktı. Ben ise göz devirerek cevap verdim. "buna gerek yoktu Savaş."

 

"Olmaz bir şeyler ye, tüm yediklerini kustun zaten." Tepsiyi alıp sehpaya indirdikten sonra ekmeği almaya çalıştı. Tam o sırada elinden tutarak durdurdum. " Beraber yiyelim o zaman. Sende bir şey yiyemedin." Gülümsedi. Sanırım onunda itiraz etmeye niyeti yoktu.

 

"Esra dedi. Tüm gün kusmuşsun."

 

" Evet sanırım bir şeyler dokundu bana ya da..." "Ya da mideni üşüttün."

 

" Hamile olacak halim yok." Sırıtarak cevap versemde Savaş gülmedi. Gayet ciddi duruyordu.

 

" Yarın da geçmezse bir hastaneye götürelim seni."

 

" Gerek yok geçer."

 

" Midende bir sorun olabilir Çilem."

 

"Gerek yok, gerçekten."

 

" Konu kapanmışdır. Devam ederse yarın hastaneye gidiyoruz o kadar."

Bir şey demedim. Sadece şaşkın gözlerle bana kızan Savaş'ı izledim. Onu bu kadar ciddi görmek beni geriyordu. Ama belki de haklıydı. Bu kadar kusmam normal değildi.

 

Savaş, ekmeği tırşığa bandırırken yine alayla konuşmaya başladı. Siz zamanlarda tırmık varımdır? Yer misiniz?"

 

" E herhalde Savaş. Zazalar da tırşık sever bilmiyor musun?"

 

Tırşık güney doğuların özel bir yemeğiydi. Çoğunlukla kürtlerin yemeği olduğunu bilsem de biz zazaların da sevdiği bir yemek. Domates yemeğidir...

 

Savaş sırıtırken ekmeği bana vererek kendine de tırşık bandırdı. Savaş'ın hem Kürt hem zaza olması bana göre güzel bir şeydi. İki kültürün, iki dilin parçası insana çok başka oluyordu bence. Tabii sadece zazayım ama açık söyleyeyim zaza kelimesi bile hoş geliyor.

 

Fakat hem Kürt hem zaza kelimesi bir araya gelince aklıma Savaş geliyordu sadece. Hem benim parçamdan hem de annesinin parçasındandı. Ama her şekilde insandık, özeldik. Bu bile, - hem Kürt oğlu hem zaza oğlu- olması onun farklı olmadığımı gösteriyordu. Aslında hepimiz de öyleyiz. Bana göre hepimizin içinde ortak bir kültür vardı. Kök vardı. Bunu ne kadar inkar edersek edelim... doğduğumuz yer değil, İçimizdeki insan kim olduğumuzu gösteriyordu.

 

Hayalimde ona ne kadar sarılsam da gerçekte sadece izliyordum onu. Onu bu kadar çok izlemem ne kadar tehlikeli olsa da izliyordum. Çünkü ona aşık olmamak için verdiğim tüm savaşlar tek tek mağlup ediyordu beni.

 

Savaş tekrar ekmeğini bandırırken kapının çalınması refleks olarak kapıya döndü. "Ağam."

 

" Ne oldu Asiye?"

 

"Sey...Reyyan ana geldi."

 

" Ne bu kadar çabuk mu?" Bunu söylerken şaşkınlıkla ayağa kalktı.

Ben ise saf gibi Savaş'a baktım.

" Reyyan ana kim?"

 

"Babaannem."

 

"Geleceğini kimse söylemedi bana."

 

Savaş ensesini kaşırken dalgınca cevap verdi. " Bende beklemiyordum, açıkçası bir hafta sonra gelecekti. Madem geldi karşılayalım onu."

 

Ayağa kalkarak Savaşla aşağı indiğimizde, tekli koltukta oturan yaşlı kadın bizi fark eder etmez gülümseyerek ayaklandı. Ben yanına giderek elini öperken sarıldığımda, kadın da sırtımı sıvazlayarak anne şefkatiyle yanaklarımı öptü. "Hoş geldiniz Reyyan nine." Bunu demem ile yine gülümserken yanaklarımı avuclayıp cevap verdi. "Hoş bulduk güzel kızım. Demek benim yeni gelinim sensin?" Başımla onaylarken Reyyan ana omuzlarımdan tutarak boydan süzerek dua okumaya başladı. Herkes bizi izlerken duaları sesli okuyarak yuzüme hafifçe üfledi.

 

Reyyan ana üstündeki geleneksel kıyafetlerle gayet şık ve baskın bir kadındı. Anne şefkatindeki dokunuşu bana ilk defa anne huzuru verirken bir o kadar da güvende hissettirdi.

 

" Duyduğuma göre hamileymişsin gelinim."

 

Bir an şaşkınlıktan göz bebeklerim büyürken ne diyeceğimi şaşırmıştım.

" Ne! Bunu nerden çıkardınız ninecim. Nerden çıktı bu birdenbire?"

 

Reyyan ana bu halime şüphelenerek Esra'ya döndü. " Esra, hani hamileydi kızım."

 

" Babaanne bütün gün kustu durdu. Bende öyle düşündüm."

 

"Sırf bu haber için bir hafta erken geldim ben!" Reyyan ana Esra'ya kızgın bir şekilde bakarken Savaş ise usulca bir koluyla belime sarılarak söylenmeye başladı. " Şimdi anlaşıldı neden bu kadar erken geldiği." Tabii bunu sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla söylemişti.

 

Reyyan nine tekrar bize dönerek konuşmaya devam etti. "Hatta bunu için fatma ebeyi de çağırdım."

 

Bunlar ciddimiydi. Hem hamile olduğumun hükmünü kurmuşlar hemde bunun için ebe çağırılmıştı. Bunlar ne yaşıyordu böyle? " Babaanne yok öyle bir şey." Savaş ne kadar olmadığımı söylese de Reyyan ana kimseyi dinlemiyordu.

 

"Sus sen nerden bileceksin! Fatma ebe de bir baksın ona. O zaman karar veririz." Savaş şaskinca babaannesinin bakarken Fatma ebe dedikleri kadın içeri girmişti çoktan. Fatma ebe Reyyan ananın yanına gelirken ben ise tuhaf bakışlarımla onu izledim.

 

" Bak kızım bu Fatma ebedir. Bir odaya geçin seni bir kontrol etsin. Hiç belli olmaz belki de bir bebe bekliyorsun."

 

Kadın oldukça yaşlı ve son derece bilge bir kadına benziyordu. Ben hala kadına şaskinca bakarken, Osman babam ve Emine hanım da çok heyecanlanmış gibilerdi. Sanırım gerçekten bizden bir bebek bekliyorlardı. Emine hanım heyecanla konuştu.

 

"Hadi kızım bir kontrol etsin seni."

Emine hanımın bana karşı bu kadar kibar olacağını kırk yıl geçse inanmazdım. Acaba bu kadını Esma hanım mı dolduruşa getiriyor diye sorgulamadan edemedim.

 

Hemen bir odaya geçip bir süre oturduk. İkimizde sessizdik ve kadın bana bakıp dururken bense etrafıma bakıp göz temasında kaçıniyordum.

Kadın pür dikkat beni izlerken ben ise iyice geriliyordum. Bu kadın niye bana bakıyordu. Ne yapacaksa yapsın kurtulayım da demek istemiyorum. Ne yapacağına dair hiç bir fikrim yoktu çünkü ve beni korkutuyordu.

 

Pekala Çilem. Soyun kızım derse hemen kaç. Vallahi bak. Kafayı yemiş dersin sıvışırsın. Allah aşkına hamile olduğumu nasıl anlayabilir ki bu kadın?

 

Ben bu düşüncelerle meşgulken kadın ayağa kalkıp yanıma geçerek konuşmaya başladı.

 

"Kızım."

Yutkunarak cevap verdim.

 

"Efendim Fatma nine."

 

"Sen niye bakiresin?"

 

Neye uğradığımı şaşırmıştım. O an başımdan kaynar sular döküldü sanki. Kadın bunu bir bakışta nasıl anlamış olabilir ki bu imkansız.

 

Bu kadın beni gitgide korkutuyordu artık.

 

" Bakire mi? Nerden çıkardınız Allah aşkına yok öyle bir şey.

 

" Boşuna kıvranma kızım, sen Fatma ananı kandıramazsın."

 

Korkuyla yutkundum. Kadın korktuğumu anlamış olacak ki bir an beni sakinleştirmeye çalıştı.

 

" Ama korkma benden zarar gelmez sana. Fakat bunu sakın Reyyan hanım duymasın, konağı başınıza yıkar."

 

Korkuyla ona bakarken, o ise konuşmaya devam etti.

 

"Sen ve Savaş ağamın bu yaptığı çok yanlış kızım, berdelle gerçekleşen bağ kopamayacağı gibi bir birliktelikte olmak zorunda."

 

Hüzünle son bir kez bakarak devam etti.

 

" Yanlış yapıyorsunuz kızım, ağalar öfkelense sonu kötü olur."

 

" Ağalar niye karışıyor ki anlamadım, bu bizi ilgilendiren bir konu."

 

"Sonunda bakirr kabul ettin yani."

 

Korkarım tuzağa düşmüştüm. Kadın bunu dememle iyice emin olmuş gibiydi.

 

" Yok yani öyle bir şey olsa da kimseyi ilgilendirmez demek istedim."

 

Başını olumsuzca iki yana sallarken daha çok hüzünlendim. "Çok yanlış yoldasınız kızım. Birbirinize bir an önce kabullenmeniz en doğrusu. Kaderden kaçış yoktur evladım."

 

Kadın ayağa kalkarak dışarı çıkarken ben de korkuyla ardından gittim. Reyyan ana bizi görür görmez heyecanla ayaklanırken, ne oldu der gibi merakla ebe kadına döndü.

" Kız haklı gebe değildir."

 

"Emin misin Fatma ebe."

 

"Eminim hanım ağam. Gebe değildir."

 

Reyyan ana biraz hüzünlense de buçukta gülümsedi. "Neyse hayırlısı, zamanı değil belli ki ama..."

 

Savaş'ın bir Yanağını avuçlayarak hüzünle konuştu. " Anana verdiğim sözü tutmayı ne kadar çok isterdim. Annen çocuklarını görmeyi çok isterdim oğlum." Savas'ın başını yere eğdiğini görünce içim parçalanmıştı. Annesine olan sevgisi, gözlerindeki derin hüzünden belliydi."

 

"Ben gideyim artık."

 

Fatma ninenin konuşması ile kendimize gelirken Reyyan ana kendini toparlayarak konuştu.

 

"Olur mu öyle Fatma, otur bir kahve içelim ikimizde yoldan geldik."

 

" Yok yok ben gideyim. Hem oğlanla gelin beni bekler. Söz verdim yanlarına gideceğime."

 

" Eyi sen bilirsin bizimkiler götürsün o zaman." Polat abinin emriyle Fatma nineyi arabaya kadar götürürken Reyyan nine koltuğa geçerek bana döndü.

" Ee gelin? kahve yapmayacak misin babaannene? Elin lezzeti nasıl bir görelim."

 

" Hemen babaanne." Diyerek heyecanla mutfağa geçtim. Kahveyi hazırlarken Fatma ninenin dedikleri aklıma geldi. Gerçekten öğrenmeleri an meselesiydi. Gerçekten çok kızarlar miydi diye sorgulamaya başladım?

 

Yok kızmazlar Çilem'cim. Berdelle evlenen sen değilsin ne de olsa!

 

Kendimle kinayeyle dalga geçerken kahvenin köpürtmesi ile hemen ocaktan aldım. Herkese teker teker döktükleri sonra derin bir soluk alarak salona doğru yürüdüm. Kolum her ne kadar titrese de kendimi zor zapt etmiştim. Herkes nihayet kahvelerini alıp yudumlarken ben de koltuğa geçerek Savaş'ın yanına oturdum.

 

Tabii kahveler içilirken, Hejan'cığım da Reyyan ananın gözüne girmek için konuşmaya başlamıştı bile.

 

" Babaanne eyi olduğu geldiğin, ne zamandır görmüyorduk seni."

 

"Uzun zaman uğramamışdım. Benim için de eyi oldu."

 

Reyyan ana kahvesini yudumlarken bana dönerek konuştu.

 

"Mm gelin 'çi veş o no'" (mm...ne güzel bu)

 

Ben Reyyan ananın beğenmesine bir an sevinirken yine o sinir bozucu ses kulaklarıma dolmuştu.

 

" Dâye Çilem dimli fam nikeno türki kıseybık" ( babaanne Çilem zazaca anlamıyor türkçe konuşman gerek)

 

Hejan hanım beni yerin dibine gömmek için hiç bir fırsatı kaçırmıyordu mâlesef. İmalı ses tonu gözümden de kalmıyordu.

 

" Hejan, ti merak mek ez dımli ji zana"

( Hajan, sen merak etme ben zazaca biliyorum)

 

Hejan'ın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Zazaca bilmememi beklemiyordu tabii.

Hejan gibi Savaş da şaşkınca bakarken ben ise bu hallerine sadece güldüm.

"Sen zazaca biliyor musun?"

 

" Zaza olduğumu biliyorsun. Neye şaşırdın anlamadım."

 

" Konuştuğunu tahmin etmedim."

 

Ben cevabına sırıtarak başımı olumsuz anlamda sallarken, Reyyan hanım bundan memnun olmuş gibi bizi izledi.

Fakat bir süre sonra başkasıyla bir konu açarak konuşmaya devam etti.

 

" Düğün ani olmuş duyduğuma göre o sıra rahatsızdım katılamadım düğüne, ah en çok da Savaş'ımın düğününe gitmeyi ne kadar çok isterdim!"

 

" Üzülme Reyyan sultan, nasip değilmiş sağlıklı olda sen bize. Vardır her şerde bir hayır."

 

Savaş bunları söylerken ben ise yine Fatma ebeyi düşündüm. Dediğimi gibi ağalar da bu işin içine karışırsa bu işin içinden nasıl çıkacaktım?

 

" Ee gelin yarın akşam göster marifetlerini bakalım, ne çeşit yemekler yapacaksın babaannene görelim." Bir an yutkundum. Şimdi ben ne yapacaktım? Ben yemek yapmayı bile sevmem ki! Hobilerim arasında olan bir şey değildi. Hem bir ağa kızı olduğum için pek gerekli de olmadım.

 

"Tabii babanne yaparım."

 

Bunu ben mi söyledim? Gerçekten söyledim mi? Hay şu dilime eşek arısı soksaydı!

 

Kabul etmeden memnun olan Reyyan ana, konuyu dâha fazla uzatmadan odasına çekileceğini söyleyerek yanımızdan ayrıldı. Biz de bir süre oturduktan sonra odalarımiza çekildik.

 

Odaya geçerken Savaş'ın kıkırtılarına katlanmak zorunda kaldım tabii. En sonunda dayanamayıp konuştum.

"Neye gülüyorsun?"

 

" Yemek yapmayı biliyor musun?"

 

"Sana ne!" Diyerek somurturken moralim çok bozulmuştu.

 

"Bilmiyorsun değil mi?"

 

Benden ses gelmeyince, odayı kahkahalara boğdu. Bende yastığı kafasına fırlattım.

 

" Gülme ya! Ya gülme diyorum!"

 

" Madem bilmiyorsun niye yaparım dedin."

 

" Ne bileyim rezil olmak istemedim babaanene."

 

" Ha yarın rezil olmayacaksın yani."

 

"Sus! Zaten moralim bozuk, sende patlamayayım."

 

Biraz daha güldükten sonra odayı sessizlik sardı. Fakat sessizliği ben bozdum.

 

" Zaza olduğunuzu bilmiyordum da amladığıni bilmiyordum işte."

 

"Anlıyorum çok şükür."

 

" Hımm. Peki kürtçe biliyor musun?"

 

" pek bildiğim söylenemez. Aslında, doğrusu hiç anlamam."

 

Savaş gözlerini kısarak bana baktığında gülümsedi. Sonra baş ucuma geçerek konuşmaya başladı. Ben ise ne diyeceğini merakla bekledim.

 

" Ez ji te hezdikim Çilem, ez pir evîndar dibim ku tu serê min bizivirînî, ez mîna nefesa te, bêhna te, çavên te, her tişt aîdî min e." (sana aşık oldum Çilem, öyle bir aşık oldum ki başımı döndürüyorsun, senin nefesin, senin kokun, gözlerin herşeyin bana ait gibi hissediyorum.)

 

Bir an yutkundum. Ne dediğini anlamadım ama anlamlı bir şey söylüyordu sanki. Bana yakındı, hem de çok yakın. Ben ona şaşkınlıkla bakarken o ise biraz dâha yaklaşıp kulağıma fısıldayarak konuşmaya devam etti.

 

"Ez ji te hez dikim Çilem."

(Seni seviyorum Çilem)

 

Yutkunurken ne diyeceğimi bilemedim. Ne dediğini de bilmiyordum ki ne cevap vereceğimi bileyim. Fakat her ne dediyse beni etkileyen kelimeler kullanıyordu sanki.

 

Başımı geri çekerek gözlerine baktığımda, o da bana bakıyordu. Ben onun gözlerine kenetlenirken, ne dediğini merak etmiştim.

" Ne dedin az önce?

 

Sırıtarak başını eğdiğinde ne diyeceğini merakla bekledim. Fakat bir an yüzü düştü. Bana bu sefer ciddiyetle bakarken yutkunarak yüzümü süzdü.

 

"Hiç bir şey öylesine bir şeyler salladım."

 

"Ne mesela?"

 

"Kürtçe bildiğimi ve çok iyi konuştuğumu söyledim."

 

"o kadar uzun cümleye bu kadar mıydı?"

 

"Bir kaç şey de dedim uzadı işte."

 

Bunu söyleyip ayaklanarak banyoya girerken kapıyı sertçe çarptı. Şoke ile gözlerimi yumarken tekrar açtım. Neye kızdı ki şimdi bu?

 

Loading...
0%