Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Bölüm

@maviay_63

Bir hafta boyunca hastanede kaldık. Evde neler oldu, neler bitti hiç bilmiyordum. Kavga çıktı mı? Mesele hallolundu mu hiç birini bilmiyordum. Fakat ortamın gergin havasını tahmin etmek zor değildi.

 

Bir ayın sonunda nihayet eve dönerken sargılarım açılmış, yaralarım biraz kabuk bağlamaya başlamıştı. Eve döndüğümüzde de Esra ve Emin etrafımda pervane oluyor, iyi hissetmem için elinden geleni yapıyorlardı. Bir şey istiyor musun? Yastığını düzelteyim mi? Gibi gibi bir sürü şey sorarak yardımcı olmak istiyorlardı. Fakat ben teşekkür ederek sadece dinlenmek istediğimi, benim için endişelenmemelerini söylüyordum.

 

Çocuklar bir süre sonra ikna olurken, koltuğa sırtımı yaslayıp soluklandım. O sıra da gözlerim bir an Gülsüm'ü aradı. "Gülsüm nerde çocuklar?"

 

"Oda da yenge." Esra'ya sorgular bir biçimde baktım. " Geleceğimden haberi yok muydu?"

 

" Şey Yenge..."

 

"Şey ne? Ne oldu Esra?" Esra çekingen bir ifadeyle abisine baktığında ben de Savaş'a baktım. Savaş sinirle kardeşine göz süzerkem, ben de sinirle Savaş'a döndüm. " Ne oluyor Savaş? Bir şey mi oldu?"

 

"Yenge abim Polat abi ile Gülsüm yengenin yanına gelmesini yasakladı." Emin başını huzursuzca kaşırken burnumdan soluyarak yine Savaş'a döndüm. "Savaş ne diyor Emin!"

 

Önce Emin'e ölümcül bakışlarını attıktan sonra, kollarını bağlayarak hırsla konuştu.. "Ne duyduysan o!"

 

" Gülsüm'ün ne suçu var Allah aşkına!"

 

" Senin vurulmana sebep olan hiç kimsenin yanına yaklaşmasını istemiyorum. Anladın mı!"

 

" Savaş! Fazla ileri gidiyorsun!"

 

" Az bile yapıyorum!" Diyerek dışarı çıktığında, göz devirerek ayağa kalktım. Sonra Gülsüm'ün odasına çıkarak konuşmak için kendimi hazırlamaya çalıştım.

 

Önce Derin bir soluk alıp, kendime çeki düzen vererej kapıyı tıklattım. İçerden gir sesi duyunca, kapının kolunu indirerek kapıyı açtım. Gülsüm gelenin ben olduğunu gördüğünde heyecanla kalkarak sarılmaya çalıştı. Ben de ona karşılık verirken bir an iç çektim. Kolumun yarasını ikimiz de unutmuştuk tabii.

 

"Afedersin, ben...ben unuttum."

 

"Yok sıkıntı değil." Dediğimde utançla yüzüne indirerek hüzünlendi. Kızcağız, ağlamamak için kendini zar zor tutarken, omzunu sıvazlayarak teselli etmeye çalıştım. " Gülsüm, senin bu olay da hiç bir suçun yok anladın mı? Bu bir kazaydı."

 

"Polisler sana ne olduğunu sorduğunda benim vurduğumu söyleyecektin, ben vurdum seni...ben suçluyum..."

 

" Saçmalama Gülsüm! Duymuyor musun ne dediği mi? Kazaydı sadece! Tamam mı?

 

"Ama Çile..."

 

" Tamam mı dedim!" Yine başını eğerek hüzünle onayladı. Kendini dâha ne kadar suçlayabilirdi ki?

 

Hâla hüzünle bana bakarken, en sonunda bıkkınca bir soluk alıp, omzundan tutarak teselli etmeye çalıştım. " Senin hiç bir suçun yok, bu kadar üzülme kazaydı." Gülsüm başını yine eğerken tereddütle konuşmaya devam ettim. "Ya kendini öldürmek neydi? Gülsüm sen bu canına nasıl kıyabiliyorsun. Üstelik iki tane küçük çocuğun var. Onlara da yazık değil mi?"

Gülsüm, azarlamama şaşırsa da konuşmaya devam etmeye çalıştı. "Sen olsan ne yapardın? Böyle yaşayabilir miydin?" Titreyen sesi ile konuşurken bir an duraksadım.

 

Şimdi ben de düşünüyorum da... ne yapardım? Kafamda sorgulamaya başlarken birden bire cevapladım.

" O Savaş ağanın topuğuna sıkardım. O zaman bak bakalım bir dâha başka birine yürüyebiliyor mu? Bir de bununla kalmam onu terk eder ortada bırakırdım!" Bir an duraksadığımda kendimden geçtiğimi yeni yeni idrak etmiştim. Beni hayretle izleyen Gülsüm de kendimde olmadığını anladığından, sadece sessizce izledi. Bunu fark ettiğimde sakinleşmeye çalışarak konuşmaya devam ettim. "Bak Gülsüm, senin hiç bir suçun yok, artık daha fazla yüklenme kendine. Lütfen."

 

Yorgunca gülümseyerek onay verdiğinde, biraz olsun rahatlamıştım. En azından dâha fazla kötü hissetmeyecekti. Ya da en azından ben öyle sanıyordum.

 

Tekrar ona yavaşça sarılarak odadan çıkıp kendi odama geçtiğimde dalgınca düşünmeye başladım. Bundan sonra ne olacaktı? Gülsüm burdan ayrılacak mıydı? Polat abiden ayrılacak mıydı?

 

Ona ne yapmayı düşündüğünü sormaya bile cesaret edememiştim. Belki bazı şeylere hazır değildi. Belki de zaman lazımdı. Bunların hiç birini tam olarak bilmiyorum ama onun bir an önce toparlanması gerektiğini biliyordum.

 

Odaya geçerek kapıyı ardımdan kapatıp kafamdaki soruları savururken, Savaş'ın gardroptan kıyafet çıkardığını fark ettim. Banyodaki su sesinden sonra da çok geçmeden banyo yapacağını anlamıştım. Burnumdan soluyarak karşısına geçtiğimde o da ne olduğunu anlamamış vaziyette bana dönmüştü. O sorgular şekilde bana bakarken nihayet sesimi çıkardım.

" Gerçekten sana inanamıyorum, kız orada harap olmuş ve sen yanıma gelmesine bile izin vermedin." Bir anda gömleğini yere fırlatırken, öfkeyle bana yaklaşıp, bağırarak konuşmaya devam etti. "Herşey o ve kocası denen adam yüzünden oldu!" Bu halinden bir an ürksem de durmayacaktım. " Polat abi suçlu olabilir ama ikisi de isteyerek yapmadı bunları."

 

" İsteyerek? Hıh!" Alaycı bir sırıtmadan sonra daha çok yaklaşıp dişlerinin arasında sinirle konuşmaya devam etti.

" O kurşun sağ değil de sol tarafına gitseydi eğer, kalbine değebilirdi. Durumunun ciddiyetinin farkında mısın? Eğer ölümüne sebep olsalardı, o Polatın kafasına sıkardım!"

 

Korkuyla yutkunurken hayretle ona bakakaldım. Bir yandan da bunu gerçekten yapar mıydı diye kendi kendime sorgulamaya başlamıştım.

" Senden böyle bir şey istemiyorum Savaş. Bunu yapman beni mutlu etmez."

 

Savaş sağlam kolumdan tutarak kendine çekerken Öfkeli bakışları sadece sinir ediyordu beni. " Bu neyin inadı? Hı? Neyin inadı?"

 

Kolumu yavaşça kevşetirken dilim tutulmuştu. Herşeye bir cevabı olan bu Çilem konuşamamıştı artık. Sadece karşısındaki adama bakakalmıştı.

 

Savaş, uzun süre gözlerimi süzdükten sonra bir an yutkundu. Sonra hemen arkasını dönüp banyoya girdi. Ben ise bu saşkınlığımla kalakalmıştım. Bir süre öyle kaldıktan sonra dâha fazla oda da kalamadan kendimi dışarı attım. Sonra dama çıkarak biraz hava almaya çalıştım. Uzun süre damda kafamı dinledikten bir süre sonra aşağı inerek akşam yemeğine indim.

 

Gülsüm hariç herkes sofraya geçtiği sıra da Reyyan ana dâha fazla dayanamayıp, bizim kızları göndererek çağırmaya gönderdi. Biz bir süre gelmeyeceğini zannederken, merdivenlerde belirmişti bile.

 

Herkes endişeyle onu izlerken, Gülsüm ise masasına geçerken sessizce oturdu ve hüzünle Reyyan anaya baktı. Reyyan ana ise bıkkınca nefes alırken eliyle sofrayı göstererek başlamamız söyledi. Biz de tereddüt etmeden yemeğimizi yemeye çalıştık.

 

Sofrada sadece Polat abi yoktu. Dediklerine göre Reyyan ana onu sürgüne göndermişti bir nevi. Yani anlaşılan o ki, uzun süre konağın yüzünü göremiyecekti. O Alev denen kadını da kendi köyüne göndermişti. Her ne kadar bu halinden rahatsız olsa da eninde sonunda kendi torununu taşıyordu kadın. Torununu hiçe sayamazdı.

 

Alev denen kadın kimsesiz, kendi kendine geçinen bir kadındı. Dediğine göre annesi, o küçükken ölmüş. Amcası da bir kaç yıl önce ölmüş. Hiç kimsesi kalmamış anlayacağınız. Tabii söyledikleri ne kadarı doğruysa...

 

Herkes yemeğe devam ederken Reyyan anaya gelen telefon ile bir an duraksadık. Reyyan ana telefonu kulağına alırken birden parlamıştı.

"Ne! Nerde? Hangi hastanede?...

Hemen geliyoruz!"

 

Herkes endişeyle ne olduğunu sorduğunda, Alev denen kadının düşük riski olduğunu söyedi Reyyan ana. Dediğine göre köyde bayılmış.

 

Reyyan ana arabayı hazırlayarak hastaneye giderken biz ise sadece kendi halimize baktık. Her zaman ki gibi normal bir gün geçirmeye çalıştık. Fakat saatler sonra Alev'in eve gelmesi ile tüm aile dehşete düşmüş ve şaşkına uğramış vaziyette ona bakakalmıştı. Herkes şaşkınlıkla Reyyan anaya bakarken ben ise hırsla Reyyan ananın karşısına geçtim. O sırada Alev'i yukarı çıkartırlarken öfkeyle ona bakıp, tekrar Reyyan anaya dödüm. " Reyyan ana, bu kadın nasıl geri döner buraya! Onun yüzünden Gülsüm az daha kendini öldürecekti!"

 

" Ne yapayım kızım hı? Soyle ne yapayım? Sokağamı atayım? Git ne halin varsa gör mü diyeyim? O çocuğu kimsesiz biri olarak sokaklar da mı bırakayım?"

 

" O köyde kalmaya devam edebilir. Bir daha gelmez. Gülsüm'ünde çocukların da canı sıkılmaz babaanne!"

 

Babaanne bıkkınca bir nefes alarak cevapladı. " Zaten ev tutacağım ona merak etmeyin. Biraz toparlanın diye getirdim. Ona bir ev ayarlayacağım.

 

Şaşkınlıkla ve çaresizce bakakalırken babanne konuşmaya devam etti.

 

" Bak kızım ben küçük gelinim, ben de başka bir kadının üstüne kuma gelmiştim. Sırf çocuğu olmuyor diye. En iyi belki ben anlarım bu duyguyu. Bu yüzden ben de en az senin kadar endişeliyim. Gelinlerimin acı çekmesini ne kadar istemesem de bu yoldan da çıkış yok. Alev de bebesi de başka bir evde hayatına devam edecek fakat asla kardeşleri birbirlerinden ayrılmayacak. O bebeği bu haksızlığı yapamam."

 

Reyyan ananın dediklerinden sonra bir şey diyemedim artık. Gülsüm bile bir şey diyemeyince kolum kanadım kırılıyordu. Hal buyken, benim direnmem de bir yere kadardı. Herşeyi Gülsüm bitirmeliydi. Her ne kadar ben de bitirmesini söylemek istesem de bunu için bile hazır olduğundan emin olmam lazımdı. Ki emin değildim. Sadece artık her şeyin yoluna dönmesi için dua ediyordum.

 

Bu olaydan sonra Gülsüm uzun bir süre odasından çıkamamıştı. Çocukları bile artık bir süre sonra merak etmeye başlamıştı. Alev desen, bir kaç gün bize böyle polyanacılık yapıp duruyordu. Ama hiçbirimiz yüz vermiyorduk ve onunla muhattap bile olmuyorduk. Tabii bu Esma hanım için geçerli değildi. Çünkü Esma hanım, resmen pamuklara sarıyordu kıymetli gelinini. Bir erkek torunu daha olacak ya gayet keyfi yerindeydi. Bu kadını da anlamıyorum. Hiç empati de mi kuramıyor? Kendisi de aynı durumda olabilirdi. Bir kadın olarak bunu anlayamaz mıydı?

 

Her neyse, aradan geçen bir kaç günün ardında Gülsüm'ü en sonunda dışarı çıkartmaya karar verdik. Hem biraz hava alır, hem de kafasını toplardı.

Fakat çıkmaz olaydık. Çünkü dışarda da insanların acıyan bakışlarına maruz kalmıştı Gülsüm. Bunun için ne kadar pişman olsak da bir kere çıkmıştık artık.

 

Beren ve ben onun koluna girip, bir restorana girmeye çalışarak tanıdıkların gözünden uzaklaştırmaya çalıştık. Neyseki Beren ve Esra da yanımdaydı. Bu sayede Gülsüm de kendini yalnız hissetmezdi...

 

Restorana geçerek bir masada oturduktan sonra bir şeyler sipariş edip, havadan sudan konuşarak Gülsüm'ün moralini yerine getirmeye çalıştık. Fakat tüm çabamız sonuçsuz. Çünkü hâla mutsuzdu. Beren ise Gülsüm'ün bu haline dâha fazla dayanamamıştı tabii.

 

" Gülsüm yeter! Dâha fazla üzme kendini. O kadına inat mutlu olacaksın, o kadına inat hayatına devam edeceksin, anladın mı beni? Kimseyi umursamamaya çalış, bir de kendine acımayı bırak. Acınacak durumda olan o kadın sen değilsin!Hem... boşanabilirsin buna daha fazla katlanmak zorunda değilsin. Biliyorsun değil mi?"

 

Esra ve Gülsüm saşkınca Beren'e bakarken ben ise başımla onayladım. Bana göre de boşanması daha doğruydu. Fakat olaylar hâla karışıkken durulmasını bekleyerek, zamana bırakmaya karar vermiştim. En azından Gülsüm toparlanana kadar.

 

Yemekler geldikten sonra konu hemen dağıldı ve herkes kendi tabağını önüne aldı. Gülsüm de zor da olsa yemeğini önüne alarak yemeye çalıştı. İçimden şükrettim. Nihayet, iki lokma bir şeyler yemeye başlıyordu.

 

" Ya istemiyorum dedim anlamıyor musun! Ben seni sevmiyorum!"

 

"Ben seviyorum seni ama! Benim olacaksın, anladın mı! Benim!"

 

Birden uzaktan gelen bu seslerle ayaklanırken neler olduğunu anlamaya çalıştık. Sesler dâha çok çıkarken Restoranın önünde tartışan iki genci sonradan fark ettik.

 

O sırada tartışan adam, kızın kolunu tutarak arabaya bindirmeye çalışırken öfkeden gözüm dönmüştü.

 

" Hey! Bırak kızı hemen!" Bağırmamdan sonra adam duraksamadan öfkeyle bana bakarken bir an ürktüm. "Sen karışma kadın!"

 

" Sana bırak kızı dedim!" Öfkeyle ona bakarken, etraftakilerin sessiz olması da ayriyetten sinir etmişti beni. Fakat bir süre sonra belindeki silahtan dolayı çekindiklerini anlamıştım. Ben sinirle adama bakmaya devam ederken, Beren de ardımdan konuşarak, benim gibi adama emirler vermeye başladı. " Sana kızı bırak dedik! Öyle değil mi?"

 

"Eeeh! Yatar lan! Siz kimsiniz de işime karışıyorsun? Dağılın! Yoksa alırım sizi ayağımın altına!"

 

Hemen koşar adımlarla adama yaklaşarak kızı elinden almaya çalıştım. Fakat kızı binnir zorluklarla kendime çekmeye çalışırken, adam sağ kolumu tutarak beni yere savurmuştu.

Acıyla inlerken neye uğradığımı anlamamıştım tabji. Zaten yaralı olan omzum, sızlamaya başlarken iyice iç çektim.

 

Canım deli gibi acırken, Gülsümler de hemen yanıma gelerek beni kaldırmaya çalıştı. Fakat canım o kadar acıyordu ki, ayağa kalkacak durumda bile değildim artık.

 

Beren ise bu halimden sonra iyice öfkelenerek adama doğru yürüyüp, yumruk atmaya çalıştı. Ama adam Beren'in yumrulu elini tutup indirerek tokat atmaya kalktı. Fakat bir anda, ne ara geldiğini anlamadığım Demir ise adamın bileğinden kavrayıp, suratına sert bir yumruk atarak serseme uğratmıştı hepimizi.

 

Adam yere kapaklanırken Demir ise ayağıyla elinin üstüne basarak eğilip sinirle konuştu. "Kimsin lan sen? Gücün yetiyorsa, bir de bana vur bakalım."

 

Beren benim gibi şaşkın gözlerle Demir'e bakarken, Demir ise ayaklanıp adamalarına emir vererek, bu âdi herifi göndermişti.

 

O sıra da Beren de hâla dururken ben hiç bir şey anlamamıştım ilk başta. Fakat Demir en sonunda onun kilitlendiğini fark etmişti. Yanına yavaşça yaklaşarak"Siz iyi misiniz?" Diye sorarken, bir tepki verememişti. Bu beni birden korkutmaya başlamıştı. Şok geçiriyordu çünkü.

 

Demir onu kendine getirmek için dokunmaya çalışırken, bir an irkilerek "Dokunma!" Diye bağırdı. Ben Beren'in bu halini korkuyla izlerken, yine travmanın nüksettiğini anlamıştım. Çocukken yaşadığı bir olaydan dolayı bu hale gelmişti. Aslı'nın dediğine göre koruyucu ailesinden alınırken bu hale gelmişti.

 

Yetimhanede neler yaşadığını hiç bir zaman anlatmamıştı kimseye. Ani refleksler verir, kendini korumaya çalışırmış. Bunu neden yaptığını sorduklarında da hiç bir cevap verememişti.

 

Hemen ayaklanarak yanına gittim. Kolum acıyla sızlamaya devam etse de yürüyerek Beren'e yaklaşmaya çalıştım. O hâla ürkek tavrıyla, bana döndüğüm ona sarılarak hemen sakinleştirmeye çalıştım.

 

Çok geçmeden toparlanmaya çalışarak bir süre sonra benimle beraber arabaya bindi. Arkamı dönüp Demir'e teşekkür edecekken, Beren'e olan endişeli bakışlarını fark ettim. O da bu haline ne tepki vereceğini bilememişti. Biraz şaşırmış, biraz endişelenmiş gibiydi. Bir süre Beren'i izledikten sonra da öfkeyle arkasını dönül arabasına binerek uzaklaştı.

 

Daha sonra ardından bizde ordan uzaklaştık ve onu konağa götürerek misafir odasında dinlenmesini istedim. Daha önce kaldığı odaya götürerek yanında bir süre oturdum.

 

Beren hâla donukça dururken omzunu sıvazlayarak konuşturmaya çalıştım. "Beren, sen ne yaşadın? Yetimhane de ne oldu? Ya da evlatlık alındığın ailenin evinde ne yaşadın?"

 

Hüzünle bana dönerek, zar zor cevap verdi. "B...bu konuları konuşmak istemiyorum Çilem, lütfen ısrar etme. Sadece uyumak istiyorum, çok yorgunum." Cevap alamayacağını anladığımdw Derin bir soluk alarak başımı onaylayarak salladım. "Peki sen bilirsin."

 

Tam kalkıp gidecektim ki yine yerime oturarak Beren'e sıkıca sarıldım. " Ne zaman istersen anlatabilirsin tamam mı? Ben hep senin yanında olacağım."

 

" Biliyorum canım. Biliyorum..." Ondan zor da olsa ayrılarak dışarı çıkarken, bir süre avluda dolaştım. İçim sıkılmıştı. Her şey bu kadar karmaşıkken nasıl toparlanacaktı hiç bilmiyordum. Şuantek yapabildiğim şey derin bir nefes alıp gökyüzüne bakmak. Şuan da bana en iyi gelebilecek şey buydu. Çünkü gökyüzüne bakmak huzur veriyordu. Onca derdin sıkıntının içinde huzur bulmanın tek yolu buydu benim için. Yine derin bir nefes alıp, kamelyada oturduktan saatler sonra Beren'in, haber bile vermeden eve döndüğünü öğrendim. Kızlar da dahil hiç kimse çıkarken görmemişti onu.

 

Bu yüzden öfkeyle onu aradım. Endiseleneceğimi hiç mi düşünmedi? Telefonu nihayet cevap verirken biraz ayarladım. Bana haber vermeliydi. Ona telefonda sitem ederken üzgün olduğunu ve dalgın olduğu için beni tamamen unuttuğunu söyleyebildi sadece. Ben de hemen affettim tabii. Kıyamıyorum ne yapayım. Hem zaten kendinde değildi kızcağız.

 

Onun iyi olduğunu, Aslı'yı da arıyarak Emin olduğumda rahat bir nefes alarak odama çekilip biraz uzandım.

Fakat uykuya dalamadan bir ses ile yerimden zıpladım.

 

Savaş'ın bağırış sesleri olduğunu fark ettiğimde hemen balkona çıkarak neler olduğunu anlamaya çalıştım. Savaş'ın öfkeyle korumaların yanına gittiğini gördüğümde neler olduğunu merak etmeye başlamıştım. Bizimle gelen korumayı sorguya çekip konuşmaya başlarken, neler olduğunu yavaş yavaş anlamıştım.

 

" lan ben sana emanet etmedim mi kadınları! Bugün duyduklarım ne lan!"

 

"Ağam ben..." demeye kalmadan adamın yüzüne yumruk atmıştı. Ben ise dehşete kapılmış halde onu izliyordum. "Lan bir daha gözüm görmesin seni. Defol git buradan! Defol!" Yutkunarak ona baktığımda bir an göz göze geldik. İçimden küfür ederek yine yutkunurken Savaş burnunda soluyarak kapıya doğru yürüyüp hızla içeri girdi.

 

Pencereden ayrılıp iyice korkmaya başlarken, ne diyeceğimi düşünmeye çalıştım. Bunu nerden öğrendi diye sormayacağım, tüm kalabalığın ortasında yaşanmıştı bu olay çünkü.

 

Elim ayağım titremeye başlarken aniden kapı açıldı. Savaş yarı endişeli yarı öfkeli haliyle bana bakarken hemen yanıma gelerek bedenimi endişeyle süzül konuştu. "Bir yerine bir şey olmadı değil mi? Kolun... kolun iyi mi peki?"

 

Sinirli halinden endişeli haline geçiş yaparken ilk başta ne diyeceğimi bilememiştim. Şaşkınca ona bakarken "İyiyim" Diyebildim sadece.

 

Savaş iyi olduğumda iyice emin olduktan sonra bu sefer yine kaşlarını çatarak bakmaya başladı. " Sen niye karışıyorsun olaya! Ya sana bir şey yapsaydı! Lan adamın belimde silah vardı, silah!" Bu öfkesi ile kendime gelirken yutkunarak cevap verdim. "Savaş, biraz sakin mi o..."

 

" Bana sakin ol deme! Bana durumu açıkla!"

 

Bu sefer ben kızarak cevap vermeye başladım. " Ne yapsaydım? Kadını orda o adamın elinde mi bıraksaydım. Yine bir kadın bir adam yüzünden öldürülürken sadece izlesemiydim?"

 

Cevabımla beraber bir anda sesi titredi.

" Çilem, o koruma bostan korkuluğu mu orada dikiyorum. Ona söyleseydin ya!"

 

"O sırada arabadaydı. Fark edene kadar zaten işler karışmıştı. Koruma aklıma bile gelmedi." Kollarımdan tutarak sinirle bana yaklaşırken, sızlıyan kolum acısını arttırmıştı ama belli etmiyordum. Bunun yerine bende onun gibi öfkeyle baktım.

 

" Ya sana sıksaydı? Ya seni öldürseydi! Hiç mi düşünmedin kendini Çilem!" Acıdan zar zor nefes alarak konuşmaya çalışırken, bir yandan da etkilenmiştim bu halinden. " Ben zaten bir ölü gibiyim. Yaşasam da yaşmasam da bunun bir önemi yok."

 

Sinirle bana bakarak patlarcasına konuştu." Benim için önemli anladın mı? Önemli! " Kaşlarım bir an şaşkınlıkla havaya kalkarken, etkilenmiş bir şekilde onu izlemeye baaşladım. Ben gizleyemediğim şaşkınlığımla onu izlerken konuştuğu sözlerin farkına vararak bir an sustu. Sanki pot kırmış gibi bakıyordu artık. Bir süre bana baktıktan sonra durumdan kaçar gibi kolumu gevşeterek uzaklaşmaya çalıştı.

"Demir'in elindedir muhakkak."

 

Kendi kendine söylenirken hemen kapının önüne geçerek onu durdurmaya çalıştım. Çünkü bu öfkesi hiç hayrı alamet değildi.

 

" Sen...sen ne yaptığını zannediyorsun?"

 

" Gitmene izin veremem. Önce bir sakinleş."

 

" Çekil Çilem!" Benim engellemeye çalışmam ile iyice öfkelenirken, daha fazla direniyordum.

 

" nıç olmaz!"

 

" Çekil dedim. Canını yakmak istemiyorum, çekil hemen!"

 

" Olmaz!" Desem bile bana yaklaşarak kapıyı açmaya çalıştı. Ama ben hemen kapıyı kilitleyerek anahtarı çıkarıp tişörtümün içine koydum. Savaş ise şaşkın bir şekilde bana bakakalmıştı. Eliyle başını tutarak sakinleşmeye çalışırken, durumu hazmetmeye çalışıyordu. " Ne yaptın sen?"

 

" Gitmeni komple kestim."

 

" Çilem ver şu anahtarı."

 

" Hayır olmaz." Yüzünü çevirerek elini uzatırken anahtarı vermem için yine diretti. Fakat ben de en az onun kadar inatçıyım. " Beni buna zorlama!"

 

Bunu derken yutkunsam da başımı iki yana sallayarak yine direttim. O ise gözlerini kısarak konuşmaya devam etti. " Deneme bence, ver şu anahtarı."

 

Başımı iki yana sallamaya devam ederken omzumdan tutup, kenara çekerek kapıya vurmaya başladı. Bir kaç kez omuz attıktan sonra, kapı rahmetine kavuşmuştu bile. Bense ağzım açık onu izledim. Bir süre ona bakakalırken öfkeyle yürümeye başladı. Ben de hemen sirkelenerek kendime gelip ardından gittim.

 

Avluya indiğimizde herkes kopan gürültüden ve kırılan kapının sesinden avluya toplansa da bu Savaş'ı durdurmuyordu.

 

Konaktakiler endişeyle bizi izlerken ben ise kapının önüne geçerek nefes nefese soluklanmaya çalıştım. Adam çita gibi mübarek! Bir adımı benim iki üç adımım.

 

Savaş önünde durmam ile bıkkın bir soluk alıp iki elini beline yaslarken artık bu tavırlarımdan bıkmış gibiydi.

O yine sinirle bana bakarken, hemen elini tutup başımın üstüne alarak yemin etmesini istedim.

 

"Başımın üstüne yemin et."

 

" Ne saçmalıyorsun sen! İyice kafayı yedin!"

 

" Yemin et! Kimseyi zarar vermeyeceksin. Bak polis molisle uğraşmayalım!" Savaş bu söylediklerimden sonra sakinleşirken usulca bana doğru eğilip yaklaşmaya başladı. O bana yaklaştıkça kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. Parfüm kokusu ise burnuma nüfus ederken etkilenmem mümkün değildi.

 

" Neden bu kadar korkuyorsun, Gerçek kocan bile değilim." Yutkunarak bakakaldım. İlk başta ne diyeceğim bilemedim. Fakat kendimi hemen toparlayarak konuşmaya çalıştım.

 

"Sen niye bu kadar öfkeleniyorsun? Gerçek karın olmama rağmen..."

 

Bir anda sessizlik kaplamıştı ikimizi, bir süre öyle durmuştuk sadece. Zaman durmuş ve gözlerimiz birbirine kenetlenmişti bir anda. Savaş gözlerimin içine bakmaya devam ederken bir süre sonra kolumdan tutarak sakince kenara çekip kapıyı açtı. Artık eskisi direnmedim. Sadece ardından bakakalmıştım. İstemsizce durdurmuştu beni sözleri. Birbirimizin caninı yakmayı iyi biliyorduk mâlesef.

 

Arabasını çalıştırıp uzaklaşırken bile bir adım ilerleyemedim. Bundan sonrasında sadece bekledim. Sonuçları ne olursa olsun...

 

Akşama kadar onu beklemekten başka hiç bir şey yapamadım. Ne yaptı, ne yapmadı diye düşünüp durdum. Endişeliydim ve bir o kadar da korkuyordum. Bir yandan beklemeye devam ederken, diğer yandan onu söyledikleri şeyleri düşünüp durdum. Biz ne yapıyorduk? Neden bu kadar uzakken, bir o kadar yakın davranıyorduk birbirimize. Artık ne yapmamız gerektiğini de iyice şaşırmıştım ikimizde.

 

Kafamda bu düşüncelerle boğulmaya devam ederken, araba sesinin gelmesi ile dikkatimi dağılmıştı. Araba kapısının açılıp kapanma sesinden bir süre sonra nihayet konağın kapısı açılmıştı.

 

Savaş ciddi yüz ifadesiyle içeri girerken beni görmesi ile bir an şaşırdı. Onu bekleyeceğimi tahmin etmemişti sanırım.

 

" N...ne yaptın, niye bu kadar geciktin?"

 

Şaşkınlığını tekrar ciddiyete çevirirken cevap vermeden içeri girdi. Ben ise arkasından koşar adımlarla yürüdüm. Bu adam bugün hiç durmayacak mı!

 

Nihayet salona geldiğimizde bu Sefer Reyyan ananın öfkeli sesi ile gerilmeye başlamıştık.

 

" Savaş!" Reyyan ananın bu ses tonunda bile Savaş demesi gerilmemize yetti. "Duyduklarım doğru mu?"

 

Reyyan ana öfkeyle bana bakarken yine Savaş'a döndü. " Siz hiç karı koca olmadınız mı? De hele!"

 

Salonun duvarlarında yankılanan sesi hepimizi dehşete düşerken Savaş refleks olarak bana döndü. Ben de şaşkınlıkla ona bakarken Reyyan ana Savaş'ın yakasına yapışarak konuşmaya devam etti.

 

"De hele, bizi mi kandırırsınız. Siz kimsiniz de töreye karşı gelirsiniz. Söyleyin! Çocuk oyuncağımı bu!"

 

Ben beynimden vurulmuşa dönerken Savaş ise anca kendine gelerek cevap vermeye çalıştı. " Yok öyle bir şey babaanne, nerden çıktı bu?"

 

" Beni kandırmayın! Karşında çocuk yok Savaş! Zaten bu kızın çabuk kabullenmesi şaşırtmıştı beni. Kolay kabullenecek bir kız olmadığı belliydi."

 

"Babaanne sen nerden..."

 

"İkinize söylüyorum eğer duyduklarım doğruysa benden çekecekleriniz var! Ben böyle bir şey görmedim! Dünkü gençler büyüklerine kafa tutar!"

 

Reyyan ana hâla öfkeyle Savaş'a bakarken ailenin diğer büyükleri de dahil olmaya başladı.

 

" Bu doğru mu Savaş?"Osman babanın sorusuna cevapsız kalan Savaş dili tutulmuş gibi kalırken ben ise ona yardımcı olmaya çalıştım.

" Babaanne, yok öyle bir..."

 

" Sen sus gelin! Aklınca bizi mi kandırırsınız!"

 

Reyyan ananın bana bağırması ile dururken ne diyeceğimi artık bilemiyordum. Artık ne desek inanmaz haldeydi. Öyle bir şey bulmalıydım ki, Reyyan ana bundan iyice emin olmak zorunda olmalıydı.

 

" Ben...ben hamileyim."

 

Aferin Çilem, çok güzel bir çare buldun. Ayakta alkışlıyorum resmen.

 

İçimden alaylı övgüm için kendime teşekkür ederken, Reyyan ana Savaş'ın yakasını bırakarak şaşkınlıkla bana baktı. Herkes en az Reyyan ana kadar şaşkınlığını gizleyemezken, en çok da Savaş saşkındı. Adam dumur kalmıştı resmen. Şimdi bu adam kimden diye soruyormuş. Düşüncesi bile sinir etti beni. Kesin kafasını kırardım, net!

 

Bu yalanı söylediğime pişman olacağımı biliyorum ama başka çarem yoktu.

 

"Ne!.. doğru mu?" Savaş'a bakarak cevap beklerken, hâla kendine gelememişti zavallım.

 

"Benim de yeni haberim oldu babaanne." Bunu söyledikten sonra sinirlenmeye başlarken, istemeden de olsa yutkundum.

 

Herkesin öfke dolu sesi sevinç sesleri ile dolarken, tek tek teprik etmeye başladılar bu sefer. Büyüklerin hayır duasını da alarak ellerini öperken ortam dâha iyiydi sanki. Birden yumuşamışlardi. Şaka gibi!

 

" E artık dinlensin benim karım öyle değil mi?" Bana bakarak dişlerinin arasından konuşmaya devam etti.

"Malum hamile." Savaş sinirle bakmaya devam ederken, ben de yapmacık gülümsemem ile karşılık verdim. O sırada Reyyan ana da sevinçle " Tabii oğlum, odanıza geçin. Yorgundur gelin." Derken yapmacık gülümsememe devam ederek Savaş'a baktım.

 

Savaş ise belimden tutup yukarı çıkartarak burnundan solumaya başlıyordu. Odaya girdiğimizde kapıyı arkasından sertçe kapatıp bana doğru döndüğünde içimden küfür ettim.

 

Ah! Keşke şu kapıyı hemen tamir etmeselerdi.

 

Kendi kendime sitem ederken, yavaş yavaş yanıma yaklaşmaya başladı. Ben geri geri gitmeye başlarken, dâha fazla uzaklaşamadan makyaj masasına çarparak durdum. Savaş ise makyaj masaların kenarlarını tutup kaçacak yer bırakmayarak eğildi ve sinirle konuşmaya başladı.

 

"Çilem."

 

" Efendim..."

 

" Sen ne yaptın."

 

" N...ne yapmışım?"

 

"Nasıl hamilesin sen?"

 

" Şşey..."

 

- Ha yani hamileysen ben niye hatırlamıyorum, benim de bir şeyler hatırlamam gerekirdi öyle değil mi? Malum tek başına olmuyor bu bebek.

 

Dişlerini sıkarak konuşmaya başlarken ecel terleri dökerek cevap vermeye çalıştım "Bende hatırlamıyorum zaten."

 

Sevimlilik yapmaya çalıştım aklımca. Fakat pek işe yaramışa benzemiyordu.

 

" Çok güzel çok güzel."

 

Kafasını sallayarak onay verdiğinde mal gibi bakakaldım. Resmen başını sallayarak onay verdi adam! Ne yaptığını onun bile fark ettiğini zannetmiyorum.

 

" Çilem!" Bir an da omzum korkudan titrerken, gözlerimi bağırışından dolayı kapatmak zorunda kaldım. Bir süre sonra gözümü yoklamak için açarken Savaş hala burnundan soluyordu.

 

"Niye? Niye yalan söyledin!"

 

" Ne yapabilirdim! Kapana kısılmıştık. Bir anda aklıma bu geldi."

 

Kafasını tutarak sinirden gülerken, acaba konuşmasamıydım diye geçirdim içimden. " Çilem! Başımıza nasıl büyük bir bela açtığının farkında mısın?"

 

" Özür dilerim, biliyorum hata ettim ama başka çarem yoktu."

 

Benden uzaklaşıp, ceketini çıkartarak bıkınlıkla yatağa fırlatırken söylenmeye başladı artık.

 

" Bakalım daha ne gelecek başımıza! Dört gözle bekliyorum." Alaylı konuşması ile sırıtırken yanına giderek konuşmaya çalıştım

 

" Bu onları bir süre oyalar. Zaman kazanırız."

 

Savaş kendini doğrultarak bana döndüğünde, o korktuğum soruyu sordu. "Bir kaç ay sonra karnın burnuna gelmediğinde ne yapmayı düşünüyorsun?"

 

" O zamana kadar vaktimiz var, bakarız bir çaresine." Dediğimde Savaş bir şey düşünür gibi beni izlemeye başladı. Ben ise tepkisiz kalmıştım. Sadece sonraki sözlerini bekledim ama bir şey demeden ayağa kalkarak balkona çıktı. Herşeyden bıkmış, bunalmış halde...

 

Şimdi düşündüm de, onu ne kadar zor bir duruma sokmuştum böyle?

 

🦋🦋🦋🦋🦋🦋

 

İnsan sınırlarını kendinde koymaya başlarmış. Bunu öğrenmem zaman aldı. O kadar çok yalnız ve kimsesiz kalmış ki kalbim, güzel olan hiç bir şeyi hak etmediğime inandırmış.

 

Kalbim hep kaybedeceksin diyor. 'Artık alış buna, tıpkı bir zamanlar alıştığın gibi...kötü olan her şeye yavaş yavaş alış' diyor. Ve bunu sürekli bir çığlık gibi söyleyip duruyor. Senden daha iyileri var senden daha güzelleri var. Yıpranmış parçalanmış bir kalbi kimse istemez, taze, canlı ve mutlu bir kalp isterler. Hayat dolu birini ister insan.

 

Ben hiç aşık olacağıma inanmazdım. Hiç kimseye güvenebileceğime de inanmazdım. Böyle biri yok güvenceğim, sığınacağım bir dağım yoktu. Öyle inandırdım kendimi. Ben ayakta durmak zorundayım tıpkı on yaşında, o karanlık bodrumda tek başıma bütün acılarla boğuştuğumda olduğu gibi...

 

Kahvaltı sabahı aşağı indiğimizde herkesin gözleri sevinçle parlıyordu resmen. Özellikle Reyyan ananın sevinci ses tonundan belliydi.

 

" Kızım, bol bol ye emi? İki canlısın, sıkı beslen."

 

" Gerek yok babaanne, şimdilik bu kadar yeter. Çok yiyemem ben."

 

Savaş bana imâyla bakarken Reyyan anaya gülümseyerek bana döndü.

 

" Babaannem haklı güzelim, nede olsa iki canlısın."

 

Dünkü öfkesi hâla sıcaktı. Bunu bakışlarından anlamıştım. Ama ben sadece omuz silkerek, yapmacık gülümsemem ile karşılık verdim. Sonra kahvemi elime alarak bir yudum içmeye çalıştım, fakat Esra'nın ani bağırması ile son anda kahveyi indirerek düsürmesini engelledim.

 

" Dur yenge!"

 

"Ne oldu Esra, ödümü kopardın!"

 

"Kahve bebek için çok zararlıymış, içme sen." Sinirle gülümseyerek cevap verdim

 

"Esra'cım o aşırı tüketilince zararlı olur. Merak etme."

 

" Ama aç karna içiyorsun olmaz ki öyle.

 

Reyyan ana, Esra'nın bu dediklerinden sonra beni durdurarak içmeleri söyleyerek serpilir çağırarak kahveyi önümden kaldırttı resmen.

" Kızım, sen yine de dikkat et. Yenisin hâla."

 

"Babaanne ciddimisin sen? Bir kahveden bir şey olmaz."

 

" Yok yok ne olursa olsun riske almayalım, bir süre içme kızım."

 

Bunlar ciddi ciddi kahveyi yasakladılar ya bana!

 

Oflaya oflaya kahvaltımı yaparak söylediğim yalan için bin pişman oluyordum. Umarım bu kadarıyla kalır diye umut ediyorum.

 

Kahvaltımızı fasılları nihayet bittikten sonra herkes kendi işine dönerek ayrıldı. Reyyan ana da gebe olduğum için bütün gün bir sürü kurban kestirerek, hem kendi köyüne, hem de fakirlere kurban dağıttı. Üstelik bu kadar hazırlık, olmayan bir bebek için yapıldı.

 

Yalanımdan dolayı sevabamı girdim günahamı anlamadım gitti.

 

Asıl mesele bundan sonra ne yapacağımdı. Aradan geçen bir hafta da Reyyan ana bir sürü hazırlık ve hediyelerle ikramda bulunurken artık bunun geri dönüşü hiç yok gibiydi.

 

Savaş'la hana dışarda bir şeyler yemek yemeğe çıkarken bile etraftaki esnaf ve tanıdık da teprik edip duruyordu. Savaş ise az mahçup az sinirli bir şekilde günü geçiriyordu işte. Ara sıra ölümcül bakışlarını da maruz kalıyordum ama olsun. Bir süre idare edebilirim herhalde.

 

Mahalleden birinin düğününe davet edilirken orda da teprikleri kabul edip teşekkür ediyordum. Biz kadınlar konağın salonunda oturarak kutlanan düğününü izliyorduk. Kadınlar içerde, erkekler dışardaydı. Şimdilik bir mevlüt okunuyordu. Dâha sonra düğün olacaktı.

 

" Allah analı babalı büyütsün Çilem gelin."

 

"Sağolun." Diye hazır cevap verirken, başka bir kadın oturduğu koltuğa yaslanarak araya girdi.

 

" E hayırlısıyla bir erkek evlat aldın mı senden iyisi yoktur kızım."

 

" Neden?"

 

" Nasıl anlamadım?"

 

"Neden erkek daha iyi diye düşünüyorsunuz. Sağlıklı olsun da erkekmiş kızmış ne fark eder?"

 

" Yok kızım yanlış anladın. Hanım ağa olarak erkek anası olman seni daha güçlü yapar." Kadın gereğince doğrulurken cevabımı beklememiz gibiydi.

 

" Siz merak etmeyin, benim çocuğum kızda olsa erkek de olsa ben her zaman güçlü olurum. Bir annenin güçlü kılan kız veya erkek evlat olması değil. Karakteri olmasıdır. Huyu, suyu güzel olmasıdır, istikrarlı olmasıdır. Kadın erkek evlatla güçlenmez, kadın anneliği layığıyla yaparsa güçlü olur."

 

Bu konuşmamdan sonra kadın ne diyeceğini bilemez halde sustu kaldı. Bir süre sonra başka bir kadın konuya dahil oldu.

 

"Kızım ne kadar dersen de erkek evin gücüdür. Hem ilerde ağada olacak daha çok sözün dinlenir."

 

" Teyzecim kızımın da sözünü dinletmesini bilirim siz o konuda hiç merak etmeyin. Evlat evlattır. Beş parmağın biri acırsa diğerleri de acır hiç birini ayırt edemezsin. Evlatta öyledir. Hiçbirini ayırt edemezsin, edersen işte o zaman annne olmazsın."

 

Acı gerçeklerdi. Elalemin birden çok kızı olan anneye iyi gözle bakmazlar, hiç bir zaman bakmazlar. Ya da onun için üzülürken, fakat kız çocuğu rahmettir. Berekettir.

 

Allah o anneye babaya gösterdiği rahmeti kız çocuğuyla taçlandırır. erkek çocuklarda kıymetli tabii ama en çok kız çocuğu hor görüldüğü için, dışlandığı için onlara daha narin daha güzel davranmalı insan.

 

Savaş'ın da erkek mi kız mı olacağını taktığını sanmıyorum. Yanii çocuğu olsaydı. Hatta kızı olsa daha tatlı bir Savaş'a dönüşeceğine eminim. Hem kızı için dünyaları yakar. Off ben ne düşünüyorum ya! Sanki gerçekten hamileyim de bir de heyecanlanıyorum mal gibi!

 

Mevlit ve düğünden sonra nihayet eve dönerek odalarımıza geçtik. Ben tabii günün yorgunluğuyla hemen uyudum. Savaş'ın gelip gelmediğini bile bilmiyordum. Kafamda o kadar yorgundu ki, yatağa uyanmaktan başka bir şey düşünmüyordum.

 

*******

 

Sabah uyanır uyanmaz elimi yüzümü yıkıyarak aşağıya indiğimde sadece Reyyan ana ve Esra vardı. Tabii sabah dediğime bakmayın, öğlen olmuştu. Sanırım düğün yorgunluğundan biraz fazla uyumuşum.

 

"Kızım, sanırım fazla yorgundun anlaşılan. Çunkü Savaş'ın uyandırmasına rağmen yine de kahvaltıya inmedin."

 

Bir dakika, Savaş beni uyandırmışmıydı? İyide ben niye hatırlamıyorum. A tabii doğru... uykum ağırlasınca hiç bir şey hatırlamıyorum.

 

Duruma aydığımıda, başımı kaşıyarak cevap verdim. "Sanırım biraz fazla yorgundum."

 

" E normal kuzum. Hamilelik yorgunluğudur."

 

Hamilelik yorgunluğu değil de dünkü düğün koşuşturmasıydı desek daha doğru.

 

" Kızım geç otur kızlar birazdan kahvaltı hazırlar sana."

 

" O zamana kadar biraz avluya çıkayım. Temiz hava iyi gelecek."

 

" Peki sen bilirsin kızım." Dediğinde kapıya doğru yürüyerek dışarı çıktım. Sonra kamelyaya geçerek biraz oturup soluklandım.

 

Ayaklarımı sarkmış otururken, güneşin yüzüme vurmasına izin verdim. Gözlerim kapalı günün tadını çıkarmaya çalıştım. O sırada öglen ezanı okunuyordu. Sesi gür ve net geliyordu. Sesi her zaman olduğu gibi huzur veriyordu.

 

Çocukken yalnız olduğumu hissettiğim o anda ezan sesi gelirdi ve o an utanırdım. Rabbim'i ne çabuk unutmuştum. Şah damarımdan bile daha yakın olan Rabbim, beni nasıl yalnız bırakıbilir ki? O yarattığını başıboş bırakmaz. Hem de asla...

 

Sevdiğim bir ayet vardı. "İnsanlar başı boş bırakıldığını mı sanır..." bu cümle Allah'a olan bağımı daha çok arttırmıştı. Karanlık gecelerde, yağmurun altında ve daha nice yalnız günlerimde onun varlığını bilerek güç alıyordum. Peygamberimizin bir hikayede çocuklara olan şefkatini, merhametini ve sevgisini dinledikçe imrenirdim. Keşke bende o zamanın çoçuğu olsaydım ve rabbimin şefkatine, sevgisine nail olsaydım.

 

Onu düşündükçe gözlerim dolardı bazen. İyi ki gelmiş, iyi ki var olmuş.

 

Derin düşüncelerle dalarak duygulanırken ayağımın üstünde bir ağırlık hissettim. Yutkunup, korkuyla yere baktığımda bir akrepin ayağımın üstüne tırmandığını fark ettim. Gözlerim dehşetle açılırken, hemen yerimden zıplayıp tüm bedenimi kamelyanın üstünde tutarak çığlık atmaya başladım.

 

" Akrep!.. Akrep! Yardım edin!" Kalbim korkudan deli gibi çarparken, konaktaki tüm ahali dışarı çıkıp ne olduğunu anlamaya çalıştı.

 

Reyyan ana akrebi fark eder etmez korkuyla bana baksa da, hemen beni sakinleştirmeye çalışarak panik yapmamamı istedi. Kolaydı, buyrun siz durun önüde. Sonra sakinleştirirsiniz.

 

Çıglıklarımı duyan korumlar da olaya dahil olunca herkes temkinli davranmaya başladı. Nihayet beni kamelyadan alıp içeri alırken korumalar da Akrebi bir şekilde dışarı çıkarmayı başarmıştır.

 

İçeri geçerken soluk soluğa kalmıştım. Korkudan dilim damağım kurarken, kalp atışlarımı düzene sokmaya çalıştım.

 

" Kızım, sana bir şey oldumu? Akrep soktu mu seni?" Reyyan ananın sorusu ile kafamı iki yana sallarken suyumu içerek cevao verdim.

 

"Yok babaanne, hemen üstümden attım."

 

"Emin misin?"

 

" Eminim babaanne merak etme, iğnesini batırsa hissederdim."

 

" Neyseki ucuz atlattın. Bir şeyin yok eminsin değil mi?"

 

" Eminim babaanne."

 

" Allah'ım sen koru, göze geldik herhalde. Başka türlü akrebin ne işi var burda. Dâha önce bir kere bile akrep girmedi bu konağa... Neyse, Rabbim beterinden korusun."

 

" Amin." Diyerek soluk verirken içimde bir korku oluşmuştu. Birden bire huzursuzluk kaplamıştı içimi. Fakat üstünde durmadım.

 

Herkesin korkusu geçerken erkekler de durumdan haberdar olur olmaz eve dönmüştü. Savaş korkuyla yanıma gelirken uzunca bir süre saçımdan öpüp, yanaklarımı avuçlayarak nasıl olduğumu sordu. Ben ise ikna olmadığı halde, iyi olduğumu söyleyip durdum.

 

" Öyle korktum ki... yürü kalk gidiyoruz."

 

" Savaş abartma istersen, bir şey olsa böyle sağlam durmazdım böyle."

 

" Olsun, ne olur ne olmaz kontrol edelim."

 

" Doğru söylersin, hem bebeği de kontrol edin, emin olmakta fayda var."

 

"Yok bir şey gerçekten! Ben çok iyiyim."

 

" Emin olmalıyız, hadi kalk güzelim."

Hemen kolumdan tutarak destek olurken artık direnmekten vazgeçmiştim.

 

Avluya inerek hemen arabaya binip hastaneye yetiştiğimizde, hemen içeri geçerek kan tahlili yaptırdık. Bir süre sonra doktor sonuçlarla içeri girdiğinde gayet iyi olduğumu söyledi. Tabii ben rahattım ama aynı şeyi Savaş için söyleyemezdim.

 

"Yeter Savaş yok bir şey endişelenme artık."

 

" Benim anlayamadığım, akrebin konağın avlusunda ne işi vardı. Daha önce böyle bir şey hiç görmedin. Konakta bir kere bile akrep görülmezdi."

 

" Zaten 40 yılda bir denk gelir Savaş, o kadar düşünme."

 

Konuyu dâha fazla uzatmadan kapatmıştık nihayet. Sonra doktora teşekkür ederek konağa geri döndük.

Herkes iyi olduğumu öğrendiğinde rahatlamıştı.

 

Akrep konusu en sonunda kapandıktan sonra nihayet akşam yemeği için masaya geçtik. O sırada Gülsüm'ün düşünceli tavrı dikkatimi çekmişti. Reyyan ana, Alev'i yine burdan gönderse de Gülsüm'ün morali hiç bir şekilde bir nebze olsun düzelmemişti. Hatta daha çok dalgın olmuştu.

"Gülsüm iyi misin sen?"

 

"Çilem, ben boşanacağım. Artık eminim, boşanmak istiyorum. Beren söyledikten sonra iyice emin oldum bundan." Ben ona şaşkınca baktıktan sonra onaylar gibi kafamı salladım.

 

" Aslı bu konuda iyidir. Beren'in de arkadaşı. İstanbul'dan döndüğünde konuşuruz tamam mı?"

 

"Peki...sağol."

 

Bugünden sonra hiç bir şey eskisi olmayacaktı. Bu belliydi. Ama en önemli sorun, ailenin bunu kabul edip, etmesiydi. Ne olacağını hiç bilmiyordum. Ama bir sonuç çıkacaktı, bu kesin.

 

Akşam yemeği biterken, bazıları salona geçip oturmuştu. Bazı büyükler de yukarı çıkarak dinlenmeye karar vermişti. Biz gençler salonda otururken Savaş ve Emin'le tavla oynuyordu. O sıra da Esra da heveslenerek oynamak için yanlarına gitti.

 

"Abi bende oynuyayım, ne zamandır oynamadık seninle."

 

" Olur ufaklık geç bakalım. Zaten kaybetti bu Emin."

 

" Ama olmaz, ben kabul etmiyorum. Bir daha oynuyalım."

 

" Kalk ya Emin! Sıra bende."

 

"Esra sen çekil köşeye hele, sonra oynarsın. Ben Savaş ağayı bir mat edeyim." Tuncay ordan gülerek konuşarak araya girdi.

 

"Oğlum bu kaçıncı oyunun, kaçdır kaybediyorsun. Vazgeç artık."

 

" Bir el sadece."

 

" Lan oğlum Savaş'ı ustası Osman amcam yenemedi! Sen mi yeneceksin?" Tuncay dalga geçerek sırıtırken Emin alınmıştı birden bire.

 

"İyi geç be! Kaybette göreyim seni."

 

" Görürsün, ben kazanacağım. Şimdi kalk kalk kalk!" Çocuk cağızı iterek yere kapaklarken gülmemek için zor tutuyordum kendimi.

 

" Kızım Yavaş! Hiç mi ayarın yok senin!" Esra omuz silkerek önüne dönerken Emin sinirden sırıtarak kendi kendine söylendi.

 

" Bir de omuz sallıyor!.."

 

"Tamam yeter! Başımı şişirdiniz. Şurda bir oyun oynayacağız alt tarafı. Uzatmayın!"

 

Emin sinirle ayağa kalkarak koltuğa geçip onları izlemeye başladı.

 

Ben de Savaş ve Emin'i kıkırdayarak izlerken, Esra oyuna başlamıştı bile. Bir o bir Savaş derken durum Esra'nın lehine ilerliyordu. Şaşırmış şekilde oyunu izledim. Sabahten beri Emin'in yenemediği adamı Esra yeniyordu resmen.

 

Ben şaşkınlıkla izlemeye devam ederken, Tuncay ise kıkırdaya kıkırdaya gülüyordu. Savaş bunu fark ettiğinde öfkeli bakışlarını Tuncay'a doğrultarak sus der gibi bakıyordu. Fakat bu bakışlar Tuncay'a işlememiş gibiydi.

 

"Kızım sende amma safsın, bu kadar kolay kazanacağını nasıl inanıyorsun hayret doğrusu."

 

Esra hayretle Tuncay'a bakarken birden Savaş'a döndü.

" Ne! Abi sabahten beri hile mi yapıyordun."

 

Bunu duyan Emin de hışımla kalkarak sitem etmeye başladı. "Yani abi sabahtan beri beni yiyip bitirdin Esra'ya gelince mi böyle?"

 

" Abi ya! Gerçketen niye böyle oynadın. Ben gerçekten seni yenmek istiyordum ama."

 

"Lan alt tarafı bir oyun. Ne abarttınız be!"

 

" Ama abi..."

 

" Bir de ben oynuyayım bakalım. Ne kadar iyiymiş bu Savaş bey." Herkes şaşkınca bana bakarken Savaş da şaşkınlığını gizleyememişti. Sanırım bir tavla kızı olacağım aklına geçmemişti. Şaşkınlığını üstünden attıktan hemen sonra alayla gülmeye başladı. "Sen oynamayı biliyor muydun Çilem hanım?"

 

Alaylı sorusuna sırıtarak karşısına geçerek kollarımı sıvadım. Savaş, kendinden emin tavırlarına sırıtırken koltuğa yaslanarak sırıtmaya devam etti. Tabii, benim marifetlerimden bir haber adamcağız.

 

"Ne o? Çok mu komik?

 

" Valla ne yalan söyliyeyim! Çok komik."

 

" Son gülen iyi güler ama."

 

Uzandığı koltuktan doğrulup bana yaklaştığında, hâla beni küçümsüyordu.

 

" Sana karşı daha merhametli davranacağım karıcığım, merak etme."

 

"Bunu yaparsan hayatının hatasını yaparsın. Benden söylemesi! Çünkü ben tavlada hiç acımam."

 

"Vaay iddialıyız!"

 

" Herhalde! Ben boş sallamam."

 

" Görelim bakalım.

 

" Sakın Esra'ya yaptığın istisnayı bende yapma, pişman olursun. Baştan söyliyeyim, sonradan bilerek kaybettim deme." Sırıtarak gülümserken, aklına simsi bir fikir gelmiş gibi bana yaklaşarak konuşmaya devam etti.

" İşi daha eğlenceli bir hale getirelim."

 

" Nasıl yani?"

 

"Kazanan, kaybedene 1 hafta boyunca istediği her şeyi yaptırır."

 

"Aha geçmiş olsun yenge! İddia konusu girdim mi kaçışın yoktur artık! Eskiden kaybettim diye abimin ayaklarını yıkadım ve daha nice başka sevmediğim şeyleri yapmaya mecbur kaldım. Savaş sinsi gülüşleriyle bana bakmaya devam ederken, ben ise kendimden ses tonuyla çekip verdim.

 

"Tamam girelim! Kabul."

 

" Güzel." Diyerek keyifle elini oluştururken gayet masum düşüneceğim diye kendimi tembihliyordum.

 

Taşları dizmeye başladık. Sonra oyuna başlayarak bir ben bir o sırayla puan alıp durduk. Bir süre sonra son atış bana gelmişti. Altılı atmalıydım, yoksa kaybedecektim.

Heyecanla zarı elime alıp karıştırdığımda Savaş çoktan zafer kazanmış gibi arkasına yaslanarak kaybetmemi büyük bir zevkle izlemeye başladı. Kaybetmekten biraz korkmuş olmamda cesaretimi kırmamaya çalışarak zarı son kez attım.

 

" Güzelim sen şimdiden suyu hazırlayabilirsin ayaklarımda nasırlaşmışdı. Sen o güzel ellerinle ovalarsın artık."

 

Bu tavrına sinirle göz devirirken, masada dönen zarıma büyük bir dikkatle izledim. " Hadi hadi! bana iki altılı ver hadi."

 

Şimdi bir mucizeye ihtiyacım vardı. Büyük bir mucizeye... derken ilkinin yüzü altı çıktı. İkinciyi de nefeslerimizi tutarak ierken o da altılı çıktı.

 

İki altılıyı da tutturdunuz gördüğümde sevinç çığlıklarımla ayağa fırladım.

 

" Evvvet! İşte bu! İşte bu!" Kollarımı kaldırıp bükerek zafer dansı yaptığımda Savaş şaşkınlığını gizleyememişti.

 

" olamaz bu... bu imkansız!"

 

" Mızmızlanmak yok, ben kazandım bir hafta boyunca benim istediklerimi yapacaksın." Yaslanarak bıkkın bir nefes verirken. Durumu nihayet kabullenmiş gibiydi.

 

" Söyle bakalım, ne yapmamı istiyorsun?"

 

"Aslında şimdi aklıma bir şey gelmiyor, aklıma gelince söylerim."

 

" Seni sırtında taşısın! Evet evet, bütün gece konakta dönsün dursun. Yorgunluktan bayılana kadar seni taşır." Esra'nın abisine olan insafsızlığını kaşlarım havada izledim resmen. Sanırım ayaklarını yıkattığı için öcünü benim sayemde almaya çalışıyordu.

 

" İyi fikir." Savaş birden ayağa kalkıp beni kucağına almaya çalışırken neye uğradığımı şaşırmıştım.

 

" Ne! Hayır ben böyle bir şey istemedim! İndir beni!" Savaş beni kâle almayarak kucağına aldığında direnmeye devam ettim

 

" Ben istemedim, indir beni!"

 

" Geç oldu. Gidelim artık. Malum sende hamilesin dinlenmen gerek." Bu manzeret ile aradan sıyırırken, beni herkesin önünde utandırdığıyla kalmıştı.

 

Herkes gülerek bizi izlerken, benim yanklarım utançtan al al olmuştu. Bu yüzden dâha fazla dayanamadan yüzümü onun boynuna gömerek kimseye görmemeye çalıştım. Ne kadar görmesem o kadar rezil olmam diye düşünüyordum.

 

Hala utançla yüzüm boynuna gömülüyken, Savaş merdivenlerden çıkarak odaya girmişti bile. Sonra yatağa geçerek beni oturur pozisyonda bıraktı.

 

Bir süre öylece dururken bana doğru yaklaşarak iki koluyla koltuğa tutunup beni kollarının arasına kıstırdı. Bir süre gözlerimi süzerken ben ise ona bakmaya utandığım için yüzümü kenara çevirerek bakmamaya çalıştım. Fakat yine ona döndüm. O ise bana yaklaşmaya başlayarak aramızdaki mesafeyi tamamen kapatmaya çalışıyordu. Yutkunarak ondan uzaklaşmaya başlarken, o inatla yaklaşmaya devam ediyordu. Ben ısrarla kaçmaya devam ederken, nihayet yatak başlıklarına çarparak durmak zorunda kaldım.

 

Kesilen nefesimi tutmaya devam ederken kalp atışlarımı kontrol etmekte zorlanıyorum. Bu adam böyle bakmamalı, bakmamalı yoksa ben iyice sarhoşa dönerim. Virane olur çıkarım bu adamın yanında.

 

Hâla gözlerimin içine bakarken, bir kaç tutam saçımı arkaya atarak yüzüme bakmaya devam etti.

 

Yüzümün her bir haberini ezberler gibi bakarken yine gözlerime denk gelerek yutkundu. Bu hali beni şaşırtsa da bir şey demedim. Sadece onu izledim. Elleriyle yanaklarımı avuçlarken iyice afalladım. Ne yapacaksan yap be adam! Mala bağladım iyice!

 

Bir süre birbirimizi izledikten sonra bir hışımla kalkarak balkona çıktı. Elini Demir koltuklara yaslayarak gökyüzünü izlerken, ben ise ona afallayarak bakakalmıştım. İçinde bir savaş vardı sanki. Bir şeylerle savaşıyordu. Direnmek için bütün gücünü harcıyordu sanki...

 

Peki o gözleri? O kehribar gözleri çok şey anlatıyordu sanki. Ama...ama o anlattıkları bir türlü anlaşılmıyordu. Sanki içindeki çığlıkları bir türlü ortaya çıkmıyordu.

 

 

Loading...
0%