Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. Bölüm

@maviay_63

Kendine gelip balkonadan içeri geçtiğinde bir süre sessizdi. Kenara geçip benim her zaman yattığım tarafa uzandığında bir an afalladım. Sonra diğer tarafa uzanarak bıkkınca bir soluk aldım. Uzun süre ikimiz de tavana bakarken, bir an gülümseyip tekrar oturarak Savaş'a döndüm.

 

Ben Savaş'a haylazca gülümseyerek bakarken, o ise bu ani değişikliğime anlam vermeye çalışıyordu. Ben uzun süre sinsice gülümserken, Savaş ise en sonunda dayanamayıp bıkkınca ayaklanarak ne oldu diye sordu. Ben de nihayet beklediğim soruyla kalkarak cevap verdim.

 

"Savaş ne istersem yapacaksın. Öyle değil mi?" Korkarak bana baktığında dâha çok keyiflendim. "Ayaklarımı ovala ve sonra sıcak su getir bakalım."

 

" Ne! Hayatta olmaz! Koskoca ağayım ben. Başka bir şey iste. Bunu geç!"

 

" Allah Allah! niyeymiş? O erkeklik onurun mu incinir?"

 

"Başka bir şey iste!"

 

Kollarımı bağlayarak imâyla konuşmaya başladım. " Esra'ya ayaklarını yıkatırken bu kadar merhametli değildin ama."

 

"O da kaşınmıştı, emin ol!"

 

" Sen de kaşınmıştın hatırlatayım... gel seninle iddiaya girelim diyen ben değilim."

 

" Hay aklıma tüküreyim! Bunu niye dediysem zaten!"

 

" Neyse neyse kalsın boşver. Zaten bunu beceremezsin."

 

" Beceremez miyim? Hıh! Zaten hamileyim diyen bir yalancının da ayaklarını yıkamaya niyetim yok."

 

" Sensin yalancı! Benim yalanım sayesinde kurtulduk! Hatırlatırım."

 

" Her neyse konuyu kapatalım artık. Geç oldu zaten."

 

" Konuyu kapatmak gibi bir niyetim yok. " Yanına yaklaşıp konuşmaya devam ettim.

 

"Beni hafife almayacaksın Savaş ağa."

Bunu demem ile birden gülümseyerek yanıma yaklaştı. "Bence de seni hafife almamalıyım." Neden bilmiyorum ama istemsizce yutkunmuştum. O ise konuşmaya devam etti. " İddiayı ben kazansaydım, ne yapacağımı tahmin bile edemezsin."

 

Ona ürkerek baktığımda kazandığım için şükrediyordum. Anamdan emdiği sütü burnumdan da getirebilir di.

 

Çilemcim sen de gayet iyi biliyorsun ki, anandan dâha çok burnundan getiremez.

 

" Ben bir üstümü değiştireyim." Diyerek, hemen kaçar gibi ayaklanıp, gardrobumdan elbise alarak banyoya girdim. Soluk soluğaydım. Neden bu adamla göz göze geldiğimde nefesimi tutmak zorunda kalıyor gibi hissediyorum. Adam resmen beni manipüle ediyordu.

 

Kalbim sende yavaşla artık! Ne diye gareyane geliyorsun anlamıyorum ki!

 

Derin bir soluk alarak üstümü değiştirdım. Sonra banyonun kapısını usulca açarak etrafa kolacan ettim. Kimse oda da yoktu. "Bu adam birden bire nereye gitti böyle?" Diye kendi kendime sorarken kenardan gelen bir ses ile yerimden zıpladım.

 

" Ordan manzara güzel mi?" Zıpladım yerden tiz bir çığlık atıp, dilimi damağıma bastırırken ne yapacağımı şaşırmıştım. Bir süre şaşkınca bakarken, birden kendime gelerek sinirle konuştum. "Ödümü kopardın! Dan diye çıkılır mı insanın karşısına!"

 

Kolları bağlı halde, sırıtarak beni izlemeye devam etti. Ben ise hâla öfkeyle ona bakarken, yaslandığı duvardan ayrılarak yanıma yaklaştı. "Söyle bakalım, banyodayken düşünebildin mi vereceğin cezayı?"

 

" Hâla aklıma gelmedi ama emin ol bulacağım. Senin istemediğin bir şey bulucam.

 

Ciddiyetle bana bakarken biraz dâha yaklaşarak konuşmaya devam etti. "Anneme çok benziyorsun."

 

Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırırken afallamıştım. " N...neden böyle dedin şimdi?"

 

Sanki kendine gelmiş gibi sirkelenerek cümlelerini toparlamaya çalıştı. " Onun gibi hırslısın fakat bir o kadar narin ve duygusal..."Bana bakmaya devam ederken ne diyeceğimi bilememiştim. O da hiç bir şey dememişti. Sessizleşmişti... fakat bu sessizliği ben bozdum.

 

" İnsan insana benzer. Ortak duygular yaşamış olabiliriz." Diyerek yapmacık gülümsemem ile karşılık verdim.

 

" Ama..." kaşlarımı çatarak amadan sonrakini merakla bekledim

"Aranızdaki tek fark, annemle bağım olması fakat seninle bir yabancı olmamız."

 

Ne diyeceğimi bekler gibi merakla gözlerime baktı. Ne demek istediğini anlamıştım elbet. Bekliyordu, ona olan duygularımı itiraf etmemi bekliyordu. Fakat üzgünüm Savaş. Ben bile bile üzgün olmaya çalışan bir aptalın tekiyim.

 

" Evet, iki yabancı...sadece arkadaş kalabilen ama aylar sonra bunun bile olamayacağı iki yabancıya dönüşeceğiz. Aramızdaki ilişki, mazide kalan iki eski dost olarak kalacak."

 

Acıyla gülümsedi. Bu gülümsemesi kalbime bir ok gibi saplanırken, konuşmaya devam etti. " Güzel. Ben de bu ilişkiden memnunum. Benden hoşlanmandan korkmuştum. Senin için gitmek daha zor olabilirdi." Bunu demesi canımı yaksa da devam ettim. "Kesinlikle, merak etme ikimiz de rahat bir nefes alacağız yakında...."

 

Her ne kadar aşık olsam da ona, Yılmaz'ı es geçemezdim. İki kardeşin arasında bir kara kedi gibi giremezdim. Hem Yılmaz'ın yüzüne de bakamazdım ki! Sevdiğim adamın kardeşi. O kadar rahatsız edici bir durumdu ki! Hem bir de Savaş bir daha kardeşine eskisi gibi de bakamazdı. Yok yok! Kalbini susturman gerek Çilem. Çığlık atan bu yüreğinin sesini kesmen gerek. Bunu hiç kimseye yaşatmaya hakkın yok.

 

Bu düşüncelerle gözüm dolmaya başlarken, Savaş ise daha fazla kalamadan umursamazca çıkıp gitmişti. Öfkesi gözlerinden okunuyordu fakat bunu belli etmemek için olabildiğince umursamaz davrandı. Ben ise ardından 'nereye?' Diye soramamıştım bile.

 

İçimdeki ses gitme diye çığlık atarken şu kahrolası iradem kendini durduruyordu.

 

Savaş çekip gittiğinde, yere çökerek ellerimle ayakta durmaya çalıştım. " Bu kadar korkaksın işte... Bu kadar korkaksın işte Çilem! Sevgine sahip çıkamayacak kadar korkak!"

 

Sahi ben neye sahip çıkabilmiştim ki? Kimin sevgisini sahiplenebilmiştim ki? Reha abi, Sevgi ve Zara'nın kardeş sevgisi beni kucaklasa da yine de sahiplenememiştim. Yine de hep bir eksik kalmıştım. O zaman dâha iyi anlıyor insan. Anne baba sevgisi eksik kalınca hiç bir sevgi yeterli gelmiyor insana. Hep bir eksik kalıyor...

 

İki gün sonrası

 

Savaş, iki gün boyunca konağa adımını bile atmamıştı. Reyyan ana ve diğer büyüklere şehir dışına çıktığını söylemiş. Fakat karşıma geçip bunu açıklama zahmetinde bile bulunmamıştı.

 

En sonunda dayanamayarak bir gece Esra ve Emin'i çağırıl salona geçtim. Sonra olanları öğrenmeye çalıştım. "Pekala söyleyin bakalım. Savaş nereye gitti?"

 

Emin ve Esra birbirine bakarken, göz devirerek konuşmaya devam ettim. "Hadi! Nerde söyleyin. Şehir dışına çıkmadığını üçümüz de biliyoruz. Bavulunu bile hazırlamamış."

 

"Aniden gitmesi gerekti. Ondandır yen..."

 

" Emin! Sakın, karşında çocuk yok. Neden gittiğini benden iyi kimse bilemez. Şimdi ötün bakalım."

 

Emin başını kaşırken nihayet konuştu. "Çifliğe gitmiş. Biraz kafasını dinleyip yalnız kalmak istediğini söyledi. Bu yüzden kimseye orda olduğunu söylemedim. Eskiden de yapardı yenge. Merak etme bir kaç güne döner."

 

Emin'e şüpheyle bakarken kollarımı bağlayarak cevap verdim. " Beni çiftliğe götürün."

 

" Şimdi mi? Bu saatte?"

 

" Evet Emin. Sen de Esra da hazırlanın, beni oraya götüreceksiniz."

 

Yine birbirlerine bakarlarken üstlerinde acele ettirmeye başlayarak odalarına göndermeye çalıştım. " hadi! Alacaklarınızı alın hemen."

 

En sonunda odalarına gittiklerinde, bende aşağı inerek arabada beklemeye başladım. Emin ve Esra bir süre sonra nihayet arabaya geçerlerken derin bir nefes alarak kemerimi takıp yola baktım. O sırada arabanın motoru çalışırken kalp atışlarımı dizginlemeye çalıştım. Savaş'ın üç günlük yokluğu içime hüzün doldururken ne yapacağımı bilemez halde koltuğa yaslandım. Onu gördüğümde ne diyecektim? Burada ne işim olacağını elbet soracaktı?

 

Ben kafamda bu düşüncelerle boğuşurken, arabanın durması ile sirkelendim. Bu kadar çabuk gelmeye beklemiyordum ama çok fazla dalgın olduğumun da farkındaydım. " Geldik, burası." Emin kapıyı açarken yüzüme çiftliğe çevirerek heyecanla yutkundum.

 

Sonra ben de kapıyı açarak etrafa bakarken atların sesleri, Savaş'ın burda olduğunu kesinleştirmişti.

 

Emin çiftliğin etrafından geçerken ben de ardından yürüyerek peşine düştüm. Ellerimi sıkarak gerim gerim gerilirken fikrimi her an değiştirip dönme noktasında gelip gidiyordum.

 

Nihayet Savaş'ı gördüğümde bira, rahatlamış, biraz gerilmiş durumdayım. Savaş, çitlerin orda bir atın yelesini severken ben ise hâla yürüyordum.

 

Emin Savaş'a seslendiğinde yutkunarak Emin'e bakıp tekrar Savaş'a döndüm. Son konuşmamızdan sonra dâha çekingen olmuştum.

 

Savaş bizim geldiğimiz tarafa dönerken göz göze gelmiştik. Savaş'ın da benim gibi yutkunduğunu fark ettiğimde şaşırdım. O da mı benim gibi gerildi, yoksa bana mı öyle geldi?

 

" Sizin ne işiniz var burada? Emin hayırdır?"

 

" Yenge, merak etmiş. Ben de buraya getirdim."

 

" İyi halt ettin!" Savaş'ın, Emin'e sinirle bağırmasına şaşırırken, Emin ise başını kaşıyarak kendi kendine söylendi. "Ne bileyim yine kavga ettiğinizi!"

 

" Kavga etmedik biz! Konuşturma beni."

 

" Tamam, mesaj alınmıştır. Hadi eyvallah!"

 

Emin geldiği yerden koşar adımlarla dönerken ben ise sırıtarak Emin'in gözden kaybolmasını bekledim, sonra yine Savaş'ın tarafına döndüm. Fakat Savaş'ın bana doğru yürüdüğünü fark ettiğimde ister istemez yutkundum. Savaş hâla yürürken ben ise ne diyeceğimi düşünmeye başladım.

 

Sıkıldım geldim diyebilirsin. Yok yok şimdi bensiz olamıyorsun diyerek dalga geçer bu şimdi. Ya da merak ettim de diyebilirsin Çilem. Bunu söylemek çok mu zor!

 

" Gelmişsin."

 

" Gideyim mi?"

 

" Ben öyle bir şey demedim." Diyerek elini cebine atarken ben de tüm cesaretimi toplayıp az önceki beyaz atın olduğu tarafa doğru yürüyerek konunun uzamasını engellemeye çalıştım.

 

Atın yanına yaklaşırken, yine dere kenarındaki gibi şaha kalkarak huysuzlanmaya başladı. Bu atın bana garezi var kesin!

 

Savaş'ın kıymetlisi olduğunu biliyordum. Emin demişti. Onu o büyütmüştü ve Savaş'tan başka kimsenin yanında rahat durmazdı. Bir de Emin'in ağzı bayâğı açılırken, eski sevgilisinin yanında da uysal durduğunu öğrenmiştim. Bunu hatırlayınca biraz üzüldüm. Beni sevmemişti. Sanırım eski sevgilileri kadar cana yakın değildim onun için.

 

Ne senaryo yazdım be Çilem! Attan bile bir anlam aramaya başladın. Nıç! Sen kesinlikle iyi değilsin! " Biliyorum iç ses, biliyorum!"

 

" Anlaşılan beni pek sevemedi." Diyerek acıyla güldüm. O ise ciddiyetle bana yaklaşarak elimi tutup atın anlına yasladı.

 

" Soylu'ya sevgini hissettirdiğin an, yavaş yavaş sakinleşecektir." Yutkunarak sevmeye başlarken, Savaş'ın elimi tutması hiç etkilememişti beni. Valla bak!

 

Eri vâyamı (tamam kardeşim)

 

İç sesime küfür ederken, atın yine huysuzlanması ile geri çekildim. Savaş ise Soylu'nun eyerini tutarak sakinleştirmeye çalışırken, artık daha fazla kalmak istemiyordum. Sanırım kendimi kötü hissetmiştim.

 

" Ben en iyisi içeri gireyim."

 

Arkamı dönüp gidecektim ki Savaş'ın sesi ile olduğum yerde durdum.

" Hep böylesin. Savaşmadan pes ediyorsun."

 

Ardımdan bıraktığım adamla yerimde çivilenirken tekrar ona dönüp cevap vermeye çalıştım. " Belki de çoktan kaybedeceğimi biliyorumdur."

 

Alayla sırıttı. " Bunu denemeden bilemezsin." Bunu söylemesi ile düşünceli bir şekilde ona bakmaya başladığımda Soylu'yu sakinleştirerek yelesini sevmeye devam etti.

 

Bir anda ayaklarım, benim kontrolüm dışında yürürken, Savaş'a yaklaşarak Soylu'nun başını sevmeye çalıştım. İlk başta derin bir soluk aldığımda elim havada kalmıştı. Fakat elimin üstünde hissettiğim Savaş'ın eliyle biraz şaşırdım. Elimi başına yaslayarak eyerini tutmaya devam ederken sevmeye başlayarak bağ kurmaya çalıştım. Soylu yine huysuzluk ederken Savaş diğer taraftan onu tutarak sakinleşmesini söylüyordu.

 

Anlamış olacak gibi ara sıra uysallaşıyordu. Fakat yine de huysuzluğu vardı.

 

" Tamam anladık sevmedin beni! Bende meraklı değilim sana! Hıh!" Diyerek saçlarımı savurur gibi arkamı dönerek çiftliğe doğru yürümeye başladım. Ardımdan sırıtan Savaş beyimiz ise arkamdan " Çocuk gibisin." Diyerek söyleniyordu sadece.

 

İçeri girdikten sonra etrafa göz atmaya başladım. Oduncu evlerine beziyordu ama çok şık ve lüks duruyordu. Son derece geniş ve ferahtı. Odalar ise sarı ve beyazın tonlarında ışık saçıyordu. Zemin siyah beyazdı. Fakat siyah dâha çok idi.

 

Şöminenin başındaki hazır odunları görünce biraz sinirlendim. Üç gündür eve uğramadı bile. Hadi herşeyi bir kenara bıraktım. Bari gideceğini söyleseydi. Üç gündür deli gibi merak ettiğimi akıl edemiyor mu bu adam?

 

Tabii Çilemcim. Sen ona biz yabancıyız derken senin merak edebileceğini tahmin etmeliydi doğru doğru.

 

"Kahve içer miyiz?" Savaş'ım sesi ile kendime gelirken arkamı dönerek sinirle konuşmaya başladım. "Neden eve gelmiyorsun?"

 

" Belki biraz rahat edersin diye?"

 

"Neden böyle düşündün? Yani sen varken rahatsız mı oluyorum?"

 

Gözlerini kısıp şüpheyle konuşmaya devam etti. "Bilmem, olmuyor musun?"

 

" Olmuyorum. Aksi..." Son kelimelerim boğazıma takılırken, yutkunarak devam ettim. " Kalbini kıracak bir şey yaptıysam özür dilerim. Gerçi ne yaptığımı da pek bilmiyorum ama..."

 

E e! Nızana ti. Eri Çilem. (He he! bilmiyorsun. Tamam Çilem.)

 

"Bazen yalnız kalmak istediğim anlar oluyor. Bunu sık sık yaparım. Fakat Emin anladığında sanırım sana söylemedi."

 

" Onunla anca bu gece konuşabildim. Yoksa söyleyeceği yoktu."

 

" Yani üç gündür beni mi düşünüyordun?" Gülümsemesi içimi rahatlatırken bana kızmadığına sevinmiştim. " insan elbet merak ediyor." Diyerek etrafa bakındım. Kesinlikle utandığımı anlamamalıydı.

 

Bana doğru yürümeye başlayarak en sonunda karşımda dururken, ben ise şömineye bakar gibi yaparak kendi kendime söyleniyordum. " Odunları şömineye koysak mı? Hava soğudu sanki. Öyle değil mi?"

 

Külliyen yalan! Sırf konu dağılsın diye çabalıyordum.

 

Elini cebine atarak bir süre beni izlerken ben ise " çakmak nerde?" Diyerek konuşmaya devam ettim.

 

Savaş ısrarlı kaçışlarıma daha fazla direnmeden, pes ederek mutfağa doğru yürüdü. Ketilı çalıştırarak iki fincan çıkartırken ben ise odunları koyup ateşi gürleştirmek için kimyasal bir sıvı sıkarak çakmağa aramaya koyuldum. Normal de şöminelerin yanlarında çakmak ya da kirbit bulunurdu. Fakat bir şey görememiştim. Derken Savaş'ın elinde kirbitle gelmesiyle aramaktan vazgeçtim. Ben ayaklanarak geri çekilirken, Savaş ise kirbiti çıkararak odunların üstüne attı. Bir süre sonra da odunlar alev almaya başladı.

 

O sırada Savaş alevleri izlemeye başlamıştı. Onun dalgın bakışlarından etkilenerek ben de onu izledim. Gözleri alevin yansıması ile daha etkileyici görünürken, yutkunarak başımı çevirip gözlerimi sıkıca yumdum.

 

Gözlerimi açarak yine izlemeye çalışırken, bu sefer hüzün fark etmiştim bakışlarında. Onun bu halinden etkilenerek bakışlarını dalgınca izlerken, ketilın sesi ile ikimiz de kendimize gelmiştik.

 

Savaş, tezgaha geçerek kahveleri hazırlamaya başlarken, ben ise onu izlemiyormuş gibi yapmaya çalışarak şömideki ateşi izledim. O sıra da kahveleri eline alarak yanıma geldi.

 

" Al bakalım."

 

" Teşekkür ederim." Diyerek gülümseyip bir yudum aldım. Sonra koltuğa geçerek oturdum. Ardımdan Savaş da oturarak kahvesini yudumladı.

 

" Burası güzelmiş. Hep gelir misin?"

 

" Eskiden çok gelirdim." Etrafına bakınarak konuşmaya devam etti. "Şimdi nefes almaya bile fırsatım olmuyor."

 

" Anlaşılan o ki burası senin için çok önemli bir yer."

 

" Annemin çiftliği burası. Ondan kalan belki de tek hatıram. Burda gördüğün herşey, her ayrıntı ona ait. Onun eseri."

İçine derin bir hüzün kapladığını fark ettiğimde, omzuna usulca dokundum. "Annen adına üzgünüm."

 

"Bende öyle." Bunu derken bir yere odaklanıp dalmıştı. Sonra kendini toplayarak konuşmaya devam etti.

" Neyse, nasıl buldun burayı?"

 

" Güzel bir yer. İyi hissettiriyor... Sanırım burada neden kalmak istediğini daha iyi anladım."

 

Gülümseyerek bana bakmaya devam etti. Uzun bir süre bana bakarken, ben ise başka yerlere bakmaya çalışarak konuşmaya devam ettim.

 

"Soylu ne zamandandır yanında?" Ara da bildiğim soruları da sorabilir. Tamamen konu konuşmak için.

 

" Doğduğundan beri."

 

" Onu çok sevdiğin belli."

 

" Zor zamanlarımda yanımda oldu diyelim."

 

" Ama beni pek sevemedi sanırım."

 

" Soylu kolay alışmaz kimseye alışmaz. Seni tanımıyor, bu yüzden benimseyemedi."

 

" Neyse, çok önemli değil."

 

Sırıtarak başını eğdi. Bu halim ona komik gelirken yine bana dönerek konuşmaya devam etti. " Ona gerçek duygularınla yaklaşırsan, sana güvenmeye başlar."

 

Biraz dâha yaklaşarak iyice yakınlaşırken, ben ise gerim gerim gerilmeye başlıyordum. O ise elini kaldırarak yanaklarımı avuçlayıp, baş parmağıyla yanağımı severek konuşmaya devam etti. " Bazen sevgini hissettirmen gerek. Ne kadar anlamamakta ısrar etse de..."

 

Şuan Soylu'dan bahsettiğimizden emin miyiz? Çünkü öyle olmadığını düşünmeye başladım.

 

Bir nefes kadar yakınlaşırken, içimde kelebekler uçmaya başlamıştı. Heyecandan ne yapacağımı şaşırırken elim ayağım birbirine dolanmıştı resmen. Ben yutkunarak yüzünün çehresine bakarken, sırıtarak dâha çok yaklaştı. Aramızdaki mesafe tamamen kapanmak üzereyken, kapının açılma sesi ile birbirimizden ayrıldık. " Ağam ahırı kilit..." Adamın nihayet duruma ayarken arkasını dönmesi ile beni utandırırken, yerin dibine girmeme ramak kalmıştı.

"Ağam kusura bakmayın, hanım ağamın olduğunu bilmiyordum." Adam mahçubiyetten büzüm büzüm büzülürken, Savaş ise öfkelenmişti.

 

" Adil git, uzun bir süre gözüme gözükme!"

 

"Ağam affedin, hemen gidiyorum ben!"Diyerek kaçar gibi giderken, Savaş da iyice sinirlenmişti.

 

Hemen "Kahve çok güzledi bir tane daha alayım." Diyerek hâlâ bitmemiş kahveyle kalkarken aynı anda oturmam bir oldu. Savaş, ciddiyetle bana bakarken ben ise anlamaz tavırlarla ne yapacağını bekledim. Derken, dizlerimin üzerinde kafasını yaslayıp birden uzanmıştı. Çok üstüme gitmek istemedi sanırım. "En sevdiğin şarkı ne?"

 

"Neden sordun?" Derin bir nefes alarak devam etti. "Zaman geçsin."

 

" Fikrimin ince gülü. En sevdiğim şarkı o."

 

" Söylesene."

 

"Şimdi mi?"

 

" Evet."Bir an hayretle ona bakarken, artık bu haline şaşırmamaya karar verdim. "peki..." diyerek gözlerimi kapatıp boynumu dikleştirdim. Bazen derin duygular yaşadığımda söylerdim bu şarkıyı.

 

Fikrimin ince gülü

Kalbimin şen bulbülü

Fikrimin ince gülü

Kalbimin şen bulbülü

 

O gün ki gördüm seni

Yaktın ah yaktın beni

O gün ki gördüm seni

Yaktın ah yaktın beni

 

Gördüğüm günden beri

Olmuşum inan deli

Gördüğüm günden beri

Olmuşum inan deli...

 

Şarkıyı çok geçmeden bitirirken, acıyla gülümseyerek gözlerimi açtım. Geçmişin anıları gözlerimin önüne gelirken derin bir hüzün kaplamıştı yine içimi. " Sesin güzlelmiş."

 

"Evet, arkadaşlarım derdi."

 

"Başka neleri seviyorsun?"

 

"Resim yapmayı ve kahve içmeyi. En sevdiğim şeylerin arasında."

 

" Neyse ki gerçekten hamile değilsin. yoksa uzun bir süre kahvesiz kalırdın. "

 

" Değişen bir şey yok. Kahve yine de yasak bana. Malum hamile olduğum zannediliyor ya."

 

" A evet. Doğru. Bu da güzel yalanının kefareti diyelim!"

 

Gıcıkça gülümseyerek omuz silktim." O yalan sayesinde aileyi sakinleştirdim. Hatırlatırım."

 

Gurur duyar gibi konuşmama göz devirerek sormaya devam etti.

 

" Neyse, başka neleri seviyorsun?"

 

"Yağmuru sevdiğimi zaten biliyorsun..."

Biraz daha düşünerek cavap verdim.

 

" Hıh bir de kar kürelerine bayılıyorum."

 

" Ciddi misin sen?"

 

"Tabiki öyle. Hemde o özel yapılmış olanlar varya. Kişiye özel, onlara bayılıyorum. Çocukça gelebilir fakat seviyorum. Ne yapayım. Yadırgama beni!"

 

" Tamam tamam, bir şey demedim."Diyerek sormaya devam etti. O sordukça konuşmaya devam ettim. Bir süre sonra kendini doğrultup kahveleri tazeleyerek geri geldi.

 

Kahveyi alırken bu sefer ben soru sormaya başladım. " Peki sen neleri seversin?" Onun ilgi alanlarını bende merak etmeye başladım ister istemez.

" Hiç düşünmedim ama..."

 

" Evet?" Diyerek merakla baktım. "Sanırım saatlere ayrı bir ilgim var."

 

" Saatler..."

 

" Hıhım. Bir de..."

 

" Bir de?"

 

" Bir de çömlek yapmayı severdim. Annemle çok sık yapardık."

 

Acıyla gülümseyip devam etti."Annemin sanatsal bir ruhu vardı."

 

Hüzünle onu izlerken, hemen kendini düzelterek konuyu değiştirdi. "Sanattan bahsetmişken. Sen ne tür resimler yapıyorsun öğretmen hanım?" Hemen ona uyum sağlayıp, gülümseyerek cevap verdim. "Daha çok karakalem ile ilgileniyorum. Ama her resim türünü yapıyorum."

 

" Evet. Odamızda neden bu kadar çok karakalem çalışması olduğu belli oldu. Fakat Kara kalemler olsun diğer türler olsun. Kendinden parçalar koyuyor gibisin. Resimlerin normalden farklı işleniyor."

 

" Ya! Bunu fark etmene şaşırdım." Huzurla gülümserken konuşmaya devam ettim." Her neyse, soruya devam. En sevdiğin renk hangisi."

 

" Siyah ve gri tonları." Diyerek kollarını koltuğa yaslayıp ayaklarını ayak ayak üstüne attı." Evet, odan da dahil her şeyinin siyah ve gri olması her şeyi açıklıyor." Alayla konuşurken sırıttım. Fakat Savaş ciddi bir ifadeyle bana bakıyordu. " Odanın renginden memnun değil misin?"

 

" Ha yok! Ondan demedim. Sitem etmiş gibi görünebilirim ama bunu aklıma bile getirmedim." Yaslandığı yerden doğrularak konuşmaya devam etti. " Senin en sevdiğin renk hangisi?"

 

" En sevdiğim renk mavi. Deniz mavisi."

 

" Mavi demek?" Diye sorarken aklıma birden bir fikir geldi. " Biliyor musun? Bence sen de kehribar tonlarında bir şeyler giymelisin arada. Gözlerine çok yakışır."

 

Fazla mı ileri gidiyorsun Çilem? Sana ne, ne giyerse giysin!

 

Gayet sakince gülümseyerek cevap verdi. "Denerim."

 

Daha bir çok sevdiğim şeyleri ona anlatırken, bir çocuk gibi hevesle konuşup duruyordum.

 

Bazen bende tekrar sorduğumda cevap verip , yine beni dinliyordu. Beni dinlemeyi seviyordu. Bunu fark etmiştim.

 

Sanırım bende onunla konuşmaktan çok zevk almıştım. Bir süre ikimiz de konuşmaya devam ederken, bilmem kaçıncı kahvelerimizi yudumlayarak geceyi sabah ettik.

 

Uzun bir süre konuşmaya devam ederken en sonunda Savaş bir köşede kıvrılıp uykulu gözlerle bemi izlemeye başladı. Bir süre sonra tamamen uykuya daldı. Bunu fark ettiğimde artık durdum. Sonra koltuğun kenarındaki örtüyü alıp yüzünü açarak üstünü örttüm.

 

Daha sonra bir süre onu izledim. Başını yani başıma yaslamıştı. Omzumda değildi ama koltuğun bana biraz yakın tarafında yaşanmıştı.

 

Onu izlemeye devam ederken en sonunda dayanamayıp saçlarını parmaklayıp usulca sevmeye başladım.

Sonra fısıldayaram konuşmaya başladım. "Kokun...beni nasıl bu kadar etkileyebiliyor?"

 

Bunu söylediğimi fark edince aniden ağzımı kapattım. Gözlerim fal taşı gibi açılırken bunu neden söylediğimi anlamamıştım.

 

Sanırım Savaş'a benzemeye başlıyordum. Bir an o gece aklıma geldi. Söylediği sözleri, içerlediği sitemleri... Ona da kendime de acı veriyordum. Fakat ilişkimizi engelleyen sebepler vardı. Ya da beni ürettiğimiz sebepler.

 

O yanımda, yakınımdaydı ama yine de hâla onu özlüyordum...

 

 

Loading...
0%