@maviay_63
|
Etrafı aydınlık ve açık olan bir yerdeydim. Biraz dolaşıp hava almaya çalışıyordum fakat bir anda karşımda duran bir akrep ile olduğum yerde donup kalmıştım. Kalbim korkudan deli gibi atarken ne yapacağımı bilmiyordum. Ben daha çok kaygılanırken, akrepler ise artmaya başlamıştı. Bu artmayla daha da korkmaya başlamıştım çünkü akrepler bir o kadar büyük ve tehlikeli gorünüyorlardı. Bir kaplumbağa büyüklüğünde olmaları normal mi? Diye düşünerek kaçmaya çalışırken bir anda ,bir adım bile atamadan olduğum yerde kilitlenmiştim. Hareket edemiyordum. Sanki...sanki bir kuvvet beni yere çivilemişti.
Ben çaresizce çırpınışlarıma devam ederken, akreplerin bir kaçı birden kendiliğinden öldü, daha sonra diğer akrepler yaklaşmaya başladı. Ben hâla deli gibi çırpınırken, diğer akrepler de ölmeye başlamıştı. Neler olduğunu anlamayamazken, son kalan bir akrep ise daha çok yaklaşmıştı. Tam o anda karnımın şiş olması, beni dâha çok dehşete uğratmıştı. Şiş karnımın ağırlığını daha fazla taşıyamadığım için diz çökmek zorunda kalırken, çaresizlikten delirmek üzereydim resmen.
Bu sefer dizlerimden tutuluyordum ve daha fazla umutsuzluğa düşüyordum. Gerçekten hamileydim ve ben bebeğimi korumaya çalışmak için karnına hiç olmadığı kadar sıkı sarılan bir anneydim. O sıra da akrep daha çok yaklaşmıştı. Akrep diğerlerinden daha çok karaydı. O simsiyah rengi, insanı yalayıp yutan cinsinden bir ürperticiliğe sahip bir görüntüydü. O derece korkunçtu işte! Akrep üstüme tırmanarak karnımın ortasına bir anda iğnesini soktuğunda, zehirin kanıma karıştığını hissedebiliyordum. Bebeğimin de zehirlendiğini hissediyordum maalesef. "Bir şeyler yapmalıyım, bebeğimin ölmesine izin veremem." Diyerek kendi kendime konuşurken, nasıl yaptığımı bilmeyerek zehiri kanımdan bir şekilde temizlemiştim. Akrep hala başımdaydı ve beni tekrar sokmak için yine yaklaşarak tırmanmaya çalıştı. Ama birinin ayağıyla ezdiğini fark ettim. Akrepi kimin ezdiğine bakmak için kafamı yukarı kaldırırken, bunun Savaş olması ile ilk önce şaşırdım. Sonra rahat bir nefes alarak, hemen ayağa kalkıp ona sıkıca sarıldım. Nefes nefese kalırken Savaş'ın beni sardığın hissettim. Bu içimdeki korkuyu biraz olsun dindirirken, Savaş'ın sesi ile biraz uzaklaştım.
" Korkma güzelim, bebeğimiz güvende. Ona hiç bir şey olmayacak."
" Söz mü?" Dedim endişeyle. O ise huzurla gülümseyerek cevap verdi. "Söz güzelim. Söz..."
Yine ona sıkıca sarılırken birden gözlerimi açmam ile kendimi yatakta bulmam bir oldu. İlk başta ne olduğunu anlayamazken, sonradan bir rüya olduğunu anladım. Fakat bunun rüya olduğuna mı şaşırayım, yoksa gördüğüm şeylere mi bilememiştim. 'Ben az önce ne gördüm böyle?' diye kendi kendime sorgulamaya başlamıştım artık.
Ayılarak gözlerimi ovalarken, rüyanın etkisi hâla üzerimdeydi. Etrafa göz gezdirdiğimde, oda da tek başıma olduğunu sonradan fark etmiştim. Derken kapının açılmasıyla yalnızlığım son bulmuştu tabii.
Savaş'ın bakışlarımdan etkilenir gibi bana bakmaya başlaması ile neler olduğunu anlamaya çalışmıştı. Rüyanın etkisi ile yine ona umutla bakarken Savaş ise daha fazla dayanamadan bu sessizliği bozmuştu.
" Ne oldu? Niye öyle bakıyorsun?"
" Şey, yok bir şey. Yeni ayıldım da, o yüzden böyleyim."
" Hım, emin misin?" Diye sorduğunda, gözlerimi yorgunca kapatıp baş sallayarak iyi olduğumu söyledim.
Bir süre şüpheyle baktıktan sonra daha fazla üstelemeden masadaki telefonunu alarak dışarı çıktı. Ben de derin bir soluk alıp, ağrıyan başımı tutarak söylenmeye başladım.
"Artık rüyalarıma da nüfus etmeye başladın Savaş." Diyerek alayla güldüm.
Sonra kendi kendime söylenmeye devam ederek örtüyü kenara çekip ayağa kalktım. Sonra banyoya girip elimi yüzümü yıkıyarak toparlanmaya çalıştım. Bir süre ıslak yüzümle aynaya bakarken içimi bir korku kaplamıştı. "Rüyan hiç hayra alamet değil Çilem. Hem de hiç."
Bunu dememin bir sebebi vardı. O da bunu üçtür görmemdi. Bu akrep hep rüyamda görünüyordu ve her geçen gün daha da korkunç görünüyordu.
Yüzümü eğip sirkelenerek banyodan çıktım ve gardroptan kıyafetlerimi çıkartıp giyinerek toparlanmaya çalıştım. Sonra da Savaş'ın ardından ben de aşağı indim.
Herkes yavaş yavaş kahvaltıya inerek yemeğine başlarken ben ise hâla durgundum. Bu halimi Savaş fark edip ne olduğunu sorduğunda bile sadece yorgun olduğumu, uykumu alamadığımı söyleyebildim.
Kahvaltıdan hemen sonra da erkekler işe gitmek için dışarı çıkarken, ben de biraz dinlenmek için yukarı çıktım. Gördüğüm rüyadan sonra kendime gelememiştim. Öyle ki ne kadar uzansam da bir türlü uyku tutmamıştım. Bu yüzden en sonunda ayağa kalkarak biraz odayı turladım. Sonra Savaş'ın çalışma odasından bir kağıt ve tahta kalem alarak tekrar odama geçip bir şeyler çizmeye başladım. Resim çizmek iyi gelebilirdi diye düşündüm.
Uzun süre düşündükten sonra akrep resmi çizmeye karar verdim. Hem belki somutlaştırarak kafamın içinden atabilirdim. Biliyorum belki pek mantıklı gelmiyor ama denemeye değerdi.
Ayak ayak üstüne atarak, kağıdı sabitleme panosu ile sabitleyip dizimin üstüne koyarak çizmeye başladım. Çizdikçe kafam dağılır düşüncesi pek işe yaramamıştı. Sanırım pek etkili olmayabilir. Resmimi tamamladığımda bir süre pencereden dışarıyı izledim. Hayatın sessiz, sakin akışını gökyüzünden izledim. Daha sonra resmi kenara bırakıp aşağı inmeye karar verdim. Saatler olmuştu odadan çıkmayalı. Tabii salondaki olaylardan bir haber aşağı inmiştim haliyle. Çünkü bizimkiler ile beraber tanımadığım bir kaç kadın daha vardı. Çoğunlukla kırklı ellili yaşlarında kadınlardı.
'Hoşgeldiniz' Diyerek ellerini öpmeye hazırlanırken Reyyan ana heyecanla ayaklanarak Serpil'i çağırıp hazırlıkları yapmasını istedi. Kafam karışık şekilde Reyyan anaya döndüm.
"Neyi hazırlayacaklar?"
"Kurşun döktüreceğiz kızım." Önce bir şasırmıştım tabii. Sonra hemen kendime gelerek konuşmaya başladım."Ne! Nasıl..."
" Evet kızım, hazırlık olana kadar da Fatma kadın da sana bir baksın."
"Ebe hatun mu?" Dedim şaşkınlıkla.
" Evet, ha! Kendisi de geldi. Hoş geldin Fatma."
" Hoş bulduk hanımım." Derken, ben ise korkuyla ona bakıyordum.
Hoş beşlerden sonra bizi tekrar aynı odaya gönderdiğinde, Ebe kadın bana ciddi bir tavırla bakmaya başlamıştı. Ben ise gerim gerim geriliyordum. Anlamaz değil mi?
" Niye kızım?" Savaş gibi soru sormaya başlamıştı bile.
"Yuh! Bunu da mı anladın Fatma teyze ya?"
" Pek çok hamile gördüm kızım ve sen gordüğ o hamilelere hiç benzemiyorsun. Şimdi, niye yalan söyledin, anlat bakalım."
"Şartlar öyle gerekti diyelim."
" O gerekli şey başınızda patlayacak da, neyse..." Kadın bıkkın bir nefes verip dışarı çıkarken, ben ise korkuyla dudak ısırarak arkasından gittim.
Sonra Ebe hatun, benim de gelmem ile son kez bana bakıp Reyyan anaya dönerken, sakince konuştu. "Hekim değilim ama bebe de kızımız da iyi gibi görünüyor."
" İyi iyi çok şükür. Savaş her ne kadar böyle şeylere kızsa da senin altınci hissin kuvvetlidir bilirim Fatma." Diyerek bana dönüp konuşmaya devam etti. " Şimdi geç bakalım kuzum. Otur şuraya." Ortada duran sandalyeye bakınca ne olduğunu anlamadım ilk başta.
"Geç hadi kızım!" Sorgulamadam omuz silkerek bıkkınca oturdum. Sonra sandalyeye oturduğumda, bir çarşaf çıkartıp üstümde açtılar. Ben buna bir an itiraz edecekken, bir kadın durdurdu beni. "Kıpırdama kızım! Yanacaksın." Yutkunarak susmak zorunda kaldım. Şahsen kadın biraz dominant bir yapıya sahipti ve ben bu kadınla hiç çatışmak istemiyordum.
Sessizce beklemeye devam ederken, eski tarz tencereden birini getirip başımın üstüne getirdiler. Sonra tıslama sesinden sonra birden yerimde zıpladım.
" Anlamı ne?" Yanımdaki kadının sorusuyla başımı kaldırırken, ebe hatun taşı eline alırken, biraz incelemeye başladı. O sırada etraftaki kadınlar da merakla onu izliyordu. Ne diyeceğini dört gözle bekliyorlardı. İster istemez ben de merak ettim ne diyeceğini.
" Ebe hatun de hele anlamı nedir?" Ebe kadın, Reyyan ananın sesi ile kendine gelirken nihayet soruları cevaplamıştı.
" Nazar... bayağı nazar var bunda."
Reyyan ana endişeyle bana dönerken ben ise nazar hikayesine inanmamıştım. Benim neyim olduğunu kurşundan mı öğrenecekler Allah aşkına! Üstelik, bir şeyim de yok.
" Ya bu kurşunlara inanmayın! Batıl inançlar bunlar."
Kadınlar biraz tersler gibi bakarken, dudağımı ısırarak cevap vermeye çalıştım. " Hem, bu fal bakmaya benzemiyor mu? Neye dayanarak bunu yapıyorsunuz? Günah bu günah! Bak valla çarpılacaksınız."
Ebe hatun ciddiyetle bana bakarak cevap verdi. " Nazara da mı inanmıyorsun kızım?"
" Aha bak ona inanırım işte! Atalarımız bile demiş. Nazar, deveyi kazana, insanı mezara sokar."
Ebe hatun sözlerime göz devirerek Reyyan anaya döndü. Ben ise omuz silkerek oturduğum yerde durmaya devam ettim.
" Hanım ağam ben biraz avluda oturacağım, burası biraz sıcak gibi. Biraz hava alayı."
" Tamam ebe hatun. Git sen."
Sağolasınız diyerek dışarı çıkarken, Reyyan ana da üstümde biraz dua okuyup temsili olarak tükürerek nihayet beni azat etmişti.
Bir süre sonra da, kadınlarla beraber oturup sohpete dalarak beni tamamen unutmuştu. Ben de bunu fırsat bilip avluya çıkarak ebe hatunun yanına gittim.
Ebe hatun, oturakta sessizce otururken usulca yanına oturarak bekledim. Bir şeyler demesini bekledim. Çünkü kadın kurşundan çok başka bir şeye takılmış gibiydi. Kurşuna pek inanmam, fakat rüyalara inanırım. Hele de bu kadar gerçekçi ve çarpıcıysa.
"Dün rüyanda bir şey gördün mü?" Bu kadın bir gün beni kalpten götürecek. O kesin! Aklımı okidu resmen. Bu kadın acaba insan mı? Allah'ım! Kaçsam mı acaba?
"Rüyamda seni gördüm." Dedi birden. Fakat gerisini söyleyemedi. Endişeyle bana baktı sadece. Ben ise daha çok korktum. Fakat cesaretimi toplamam lazımdı. Artık bu kadarı fazlaydı çünkü.
"Ne gördün Reyyan ana, ne olmuştu?"
" Beni boş ver de, sen söyle ne gördün? Söyle kızım?" Uzun bir soluk alırken, bir sessiz kaldı. Ne diyeceğimi, nerden başlayacağımı bilemez halde konuşmaya başladım.
"Ben...akrep gördüm." Kadının yüzü, sözlerimle daha da dehşete kapılırken, sakinleşmeye çalışarak devam etti sorusuna.
"Kaç tane gördün?"
" beş ve hepsi üstüme gelmeye, bana zarar vermeye çalışıyordu. Ben ise kaçamıyordum. Çırpınışlarım sırasında dört akrep kendiliğinden ölmeye başlamıştı ama bir tanesi...bir tanesi üstüme hala gelmeye devam ediyordu. O sıra da gerçekten hamile olduğumu gördüm. Akrep beni soktuğunda acılar içinde kıvranıyordum. Sonra nasıl yaptım bilmiyorum ama bir şekilde zehrini kanımdan çıkarttım."
Kadın uzun uzun beni süzdü. Sonra ciddiyetle ve endişeyle konuşmaya devam etti.
" Bunu bu gece mi gördün?"
" Aslında..."
" Aslında ne?"
Derin bir soluk alarak konuşmaya devam ettim. " Bunu üç gecedir görüyorum ve..."
" Ve bu gece de gördüğünde korkmaya başladın ister istemez."
Endişeyle ona bakarken konuşmaya devam etti.
" Kendine çok dikkat et kızım.
"Lütfen söyleyin anlamı ne?" Anlatmak istemiyor gibiydi fakat fazla dayanamamıştı.
" Akrep düşman demektir kızım. Bazen de gizli düşmandır. " Dehşetle onu dinlemeye devam ederken, endişeyle anlatmaya devame diyordu.
" Ama korkma, gerçek de olmayabilir. Sadece bildiklerimi söylüyorum kızım."
Bıkkın bir nefes alırken, kadın omzumu sıvazlayarak teskin etmeye çalıştı. " Korkma kızım, korku insanın en büyük düşmanıdır. Bir insan neyi çok düşünürse, o karşısına çok gelir. Bir de dediklerine göre buralarda bir akrep görmüşsün. Belki de çok korktuğun için karşına geliyordur."
Sorunun üstüne gitmeden asıl mantıklı soruyu sormaya çalıştım. " Ne yapmam gerekiyor peki?"
Ne yapacağımı bilmiyordum. Anlattıklarından sonra ne yapmalıydım ki? İyice korkmuştum artık.
" Bol bol Nazar duası oku kızım. Bir de gözünü dört aç. Öyle herkesin sözüne inanma." Korkuyla onu seyretmeye devam ederken, teskin etmeye devam ediyordu.
"Kalbi temiz insansın, bunu görebiliyorum. Korkma, dediğim gibi sadece bir rüya da olabilir. Fazla düşünme."
Sonra derin bir soluk vererek, yine devam etmeye çalıştı. " Kızım, bu sana bir büyük sözüdür. Bu hayatta ne yaşarsan yaşa, korkma. Çünkü herşey olacağına varır. Adım atmaktan korktuğun şey eninde sonunda ya olur ya olmaz. Önemli olan doğru cesareti gösterbilmendir."
Başka bir şey diyememiştim artık. Ne diyebilirdim ki? Neyden korunmam gerektiğini bile bilmiyordum. Ya da korunmamam gerektiğini...
Derin bir soluk alıp, içeri geçmek için kalkarken, Ebe kadının sorusuyla olduğum yerde kilitlendim.
" Rüyanda tek başına değildin, değil mi?"
Dilimi yutmuş gibiyken, kadın yavaş adımlarla bana doğru yürüyüp karşımda durdu. Gözlerimin içine bakarken, ona ne diyeceğimi artık hiç bilmiyordum
"Savaş ağa da vardı değil mi?" Bu dediklerinden sonra rüyasında beni ve Savaş'ı gördüğünü anlamıştım.
Ebe hatun, elini kalbime yaslayarak gözlerimin içine bakarken konuşmaya devam etti.
" Kalbindeki şu kilidi aç artık kızım. Yeterince kilitli kaldı."
Derin bakışlarıyla beni izlerken, konuşmaya devam etti. "İkinizi de zehirlemeye hiç gerek yok."
" N...nerden anladın? Birbirimizi sevmediğimizi."
" Sevmediğinizi değil, birbirinize hâla ait olmadığınızı."
Şaşkınca kaşlarımı havaya kaldırırken yine devam etti. "Bakışlar kızım...bakışlar bazen herşeyi anlatır. Birbirini bulamayan iki divane gibisiniz." Acıyla gülümsedi.
Ne yani! Bakire olup olmadığımı böyle mi anladı. Saçmalık, tamamen saçmalık!
" Bakire olduğumu böyle mi anladın yani?"
Kıkırdayarak konuşmaya devam etti. "Reyyan ananın da dediği gibi, altıncı hissim kuvvetlidir."
Ne diyeceğimi artık kestiremiyordum. Bu kadın nasıl bir şeydi böyle!
Ben hâla ona şaşkınca bakmaya devam ederken omzumdan tutarak konuşmaya devam etti.
" Savaş ile evlendiysen, kaderin bir bildiği varda seni onunla birleştirdi kızım. Artık direnmeyi bırak."
Bu sefer endişeyle ona bakarken, korkularımdan bir haber konuşuyordu halbuki. " Ama hiç bir şey göründüğü kadar kolay değil Fatma teyze. Korkuyorum..."
Huzurla gülümseyip devam etti. " sana söz veriyorum. Onunla kuracağın bu hayatta hiç bir şekilde pişman olmayacaksın. Hem de hiç"
Bunu söyleyerek arkasını dönüp gittiğinde, ben ise avlunun ortasında kalakalmıştım. İçimde bir korku vardı. Ancak Ebe kadının dediklerinden sonra ise bir cesaret girmişti içime.ebe kadın gözden kaybolurken ben ise kendimi toparlamaya çalışarak içeri girdim. Uzun uzun sohbetlerde bir süre sonra dağılırklarken ben ise hâla dalgındım. Korkum ve endişem artıyordu ama bir o kadar umutluydum.
🦋🦋🦋🦋🦋
Sabah doğru uyanırken Savaş'ın huzurla uyuması izledim. Acaba Diye geçirdim içimden. Acaba ben ve o olabilir miydik?
Bıkkınca yataktan kalkarken başımı kaşıyıp tekrar ona döndüm. Gülümsedim, " Fazlasıyla ben gibi hissettiriyorsun. İnkar edemem. Ama sana da söyleyebileceğimi zannetmiyorum."
Diyerek ayağa kalkıp saçımı taşıyarak elimi yüzümü yıkadım. Sonra aşağı inerek mutfaktan su alarak balkona çıktım. Fakat o ciyak sesli Alev'in sesi ile tüm huzurum kaçmıştı.
" Kız boşver sen, gel hele buraya bak gör çantada keklik."
Çantada keklik olan kim? Kimden bahsediyordu bu? Diye sorguladığımda balkona çıktığını sonradan fark ettim. Ben hemen duvarın arkasına geçerken, bir an susmuştu. Anlamışmıydı bilmiyorum ama beklemek zorunda kaldım.
" Neyse tatlım biz sonra konuşuruz sen işini hallet. Görüşürüz. Bu arada şu kırmızı elbiseni giy, tamam mı daha çok etkilenir."
Bu kız kimden bahsediyordu böyle hiç bir şey anlamamıştım. Fakat içime bir kurt düştü.
" Ne işler çeviriyorsun sen Alev?"
Arkamı dönüp içeri geçtiğimde, karşımda Savaş'ı bulmam afallatmıştı.
" Sen böyle erkenci miydin?" Konuşmasını bir süre algılayamazken kendime gelerek cevap verdim.
"Evet öyle. Sanırım senden bir adım önde olmaya başlıyorum"
Gülümseyip kolunu omzuma alırken salona geçtik. Bense Alev'in kimden bahsettiğini aklımda sordum durdum.
Fakat bu sorularla endişelenmeme fırsat kalmadan kahvaltı da Yılmaz'ın muhabbeti geçti. Bir an yutkundum. Onu tamamen unutmuştum.
" Savaş oğlum Yılmaz aylar oldu gelmeyeli, nerdedir bu oğlan?"
Reyyan ananın sorusundan sonra Savaş tabağımdan yediğim parçayı ağzına atarak cevap verdi.
"Bir kaç hafta sonra gelecekmiş."
"Bir iş mi verdiniz ona? Uzun zaman oldu bir kez olsun uğramadı."
"Bilmiyorum babaanne bazı işleri varmış Urfa da. Yakın zamanda gelir, merak etme"
" Öyle diyorsan." Diyerek yemeğine devam etti. Ben ise karnım katılmasıyla birlikte korkmaya başlamıştım.
Allah'ım ne olur beni bulmasın. Ne olur.
Kahvaltıdan sonra erkekler kalkarak gitti. Bense odama çekildim. Pencere kenarındaki koltuğa oturup kuş cıvılıtıların sesini dinlemeye çalıştım. Sonra yine sıkılarak resim çizmeye karar verdim. Ne çizeyim diye düşünürken en sonunda galerime başvurdum. Telefonu elime alıp dolanırken Savaş'ın bir kaç fotoğrafı gözüme ilişti.
Bir an düşündüm de hiç onunla çekindiğim bir tane bile fotoğrafım yoktu. Düğün dışında.
Boşverip bu düşünceden sıyrılarak hüzünle onun resmini çizmeye başladım. Kara kalemde iyi olduğum için çizmekte pek zorlanmadım. Bir kaç saatin ardından da resmi bitirmiştim. Sanat bölümünü okamamın faydalarını görüyordum. Tabii yeteneğin de katkısı vardı.
Bir kaç tane daha resim çizerken sabahı akşam etmiştim bile.
Akşam yemeği için aşağı inmeye karar verdiğimde, eşyaları masaya indirerek dışarı çıktım. Masaya otururken bir şeyi fark etmiştim. Savaş gelmemişti. Bir süre daha gelmeyince nerde olduğunu iyice merak etmiştim, fakat kimseye soramıyorum da. Gelir herhalde Diyerek kendimi ikna ediyordum. Tabii bu ikna çabası uzun sürmemişti. Bu yüzden en sonunda Osman babaya döndüm. Savaş'ın nerde olduğunu sorduğumda da işlerinin uzadığını söylemişti sadece. Ben ise beklemekten başka bir şey yapamadım.
Sanki onu gördüğünde ne konuşacaksın Çilem Allah aşkına! Sanki onunla konuşabileceksin.
İçimdeki ben ile güzel bir kavga ederken en sonunda odama çekildim. Saat on olmasına rağmen hâla Savaş gelmezken etrafımda dört dönerken onu iyice merak etmiştim. Derken kapının birden açılması ile neye uğradığımı şaşırdım. Savaş kararmış gözleri ile bana bakarken merakla onu izledim.
"Hayırdır ne oldu! Ne bu öfke?" Elindeki yüzükleri gösterip sinirle bana yaklaştı.
"Bu yüzüklerin salonda ne işi var!" Nişan yüzüklerimdi. Biri tektaştı, diğeri de alyans.
"Nerde buldun onları?" Sinirle sırıtarak yana baktı. Sonra tekrar bana döndü.
"Bu yüzükleri öylece salonun ortasında bırakman ne anlama geliyor!"
" Ben...ben bıraktığımı hatırlamıyorum."
"Hatırlamıyorsun ama çıkartmışsın, birileri zorla parmağından çıkaracak değil ya, çıkartsa bile bunu fark edemeyecek kadar aptal değilsin herhalde!"
" Önce benimle doğru konuş Savaş!"
" Benimle evli olduğun sürece..." Bunu söylerken bana daha çok yaklaştı. Duvara yapıştığımda ise yüzüme doğru eğilerek konuşmaya devam etti.
" Benim olduğun sürece bu yüzük parmağından çıkmayacak, bunu önemsemeyebilirsin ama bunu parmağından çıkaramazsın anladın mı beni! Bu yüzük parmağından bir daha çıkmayacak. Burdan kaldığın sürece, evliymişiz gibi davranmak zorunda kaldığın sürece bu si*** yüzükleri çıkartmayacaksın!"
Öfkeyle cevap vermeye hazırlanıyordum ki konuşmaya devam etti. "Ben bunları yapıyorsam. Ben bu yüzüğü çıkarmıyorsam..." Bunu söylerken elindeki yüzüğü gösteriyordu. Sonra avucumu açıp yüzükleri bırakarak devam etti konuşmaya.
"Sende bunları çıkaramayacaksın. Özellikle alyansını asla çıkaramazsın."
Benden tiksinir gibi konuşuyordu. Sanırım ona saygı duymadığımı adamdan saymadığımı düşünüyordu. Bu canımı yakmıştı. Bana bir pislikmiş gibi davranıyordu. Acı ve öfkeyle ona baktım.
"Savaş ben salonun ortasında bırakmadım. Banyoda iken bir ara çıkartmak zorunda kaldım. Salona nasıl geldi anlamadım."
" Ne olursa olsun unutmayacaktın. Sen evli bir kadınsın! Bunu aklına soksan iyi edersin."
Dişlerinin arasında sinirle konuşurken canı yandığı belliydi. Ama asıl canı yanan bendim. Benim böyle biri olduğumu düşünmesine inananamıyordum.
Bu düşüncelerle gözlerimden yaşlar süzülürken Savaş bir an şaşırdı. Öfkesi şaşkınlığa dönüşürken ileri gittiğini anlamıştı.
O da kalbimi kırdığını yeni fark ettiğinde, pişman olmuştu. Bir süre bana baktıktan sonra uzaklaşarak dışarı çıktı.
Gözlerimdeki yaşları sile sile sinirle peşinden gittim. Yine gidecekti ve uzun bir süre gelmeyecekti. Bunu yine yaşamamıza izin veremezdim.
Arkasından giderken, Alev'in telefonla konuştuğunu fark ettim. o sırada Savaş'ın gidişini izlliyordu. Sonra Alev tekrar odasına geçereken bir an sorguladım. Bu saatte niye uyanık bu? Ve neden Savaş'ı baştan beri bekliyormuş gibiydi.
Bu haliyle iyice şüphelenirken, Savaş'a yetişmek için yürümeye devam ettim. Arabaya deli gibi sürüyordu uzaklaşırken.
Soluk soluğa arkasından bakakalırken, kapının önündeki korumaya dönerek arabanın anahtarını istedim.
" Hanım ağam valla Savaş ağam çok kızar. Nereye gidecekseniz biz götürelim."
" Sana ver şunu dedim!" Dişlerimi sıkarak sinirle konuşuyordum artık.
"Hanım ağam, gece gece başınıza bir iş gelse Savaş ağam beni öldürür."
" Şu anahatarı vermezsen ben seni öldüreceğim burda!"
Adam yutkunurken, önce çekingen bir tavırla yanındaki korumaya baktı ama en sonunda anahtarı uzatmak zorunda kaldı. Ben ise göz devirerek elinden alıp oradan uzaklaştım.
Zaten arkasında çok geç kalmıştım. Bide bunların oylamasına tahamülüm yoktu.
Hemen arabaya binip onu yakalamaya çalıştım. Biraz ilerledikten sonra arabasının bir barda durduğunu fark ettim. Arabadan çıkarak sinirle içeri girdi. Ben ise iyice endişelenmeye başlamıştım.
O...olamaz değil mi? Kafa dağıtmak için, başka bir kadınla... içime bir ok saplandı sanki. Bunu düşünmek bile canımı düşündüğümden daha çok yakmıştı.
Korkuyla içeri girip Savaş'ı aradım. Barmenden bir şeyler istediğini fark edince yanına gitmeye çalıştım fakat bir an duraksadım. Hâla öfkeliyken yanına gitmek pek doğru olmazdı sanırım. Öfkesi taze iken nasıl tepki vereceğini kestiremezdim. Bu yüzden bir süre durdum. Bir kenarda onu izledim sadece.
Uzun süre ona bakarken, şarapları sırayla içmesini hayretle izledim. Bu adam bunları nasıl içebiliyordu böyle. O beşinci viskisini içerken dikkat kesilmeye devam ediyordum. Bu adam ayakta nasıl duruyor ona şaşkınım sadece. Uzun uzun izlemeye devam ederken arkamdan gelen ses ile irkilmiştim.
" Oo Yavrum, senin gibiler varmıydı buralarda? Bunca zaman kör olmalıyım." Adam keyifle gülerken ben ise tiksinircesine baktım.
"Uza! Uza yoksa sonun olurum."
"Son sen olacaksan razıyım be güzelim." Göz devirerek Savaş'a baktıktan sonra konuşmaya devam ettim.
" Burdan gitmen için üç saniyen var yoksa avazım çıktığı kadar bağırırım ona göre."
Adam elini havaya kaldırıp teslim olmuşcasına uzaklaşırken ben de derin bir nefes alarak rahatladım. İtiraf etmeliyim ki korkmuştum. Çünkü hiç iyi bakmıyordu. Ama neyse ki çok üstüme gelmemişti.
Adam gittikten sonra, Savaş'ı izlemeye devam ettim. Fakat yanına bir kadının gelmesi ile afalladım.
Kim olduğunu bilmiyordum. Daha öncede hiç görmedim. Kırmızı elbisesi ve bukleli saçı ile çok güzel ve çekici görünüyordu. Savaş'a daha çok yaklaşmaya çalışırken, ben ise burnumdan soluyordum. Kadın kolundan aşağı eliyle indiğinde artık gözüm dönmüştü. Hemen basmaya çalışmaya çalışırken, Savaş'ın öfkeli yüzü ile durdum.
" O elini çek hemen." Bir yandan sakin olmaya çalışırken sinirlenmeye başladığı belliydi.
Sesin gürültüsünden diğer cümlelerini tam duymuyordum. Ama en sonunda elini havaya kaldırarak yüzüğü ona gösterdiğini fark ettim. Resmen gözüne soka soka evli olduğu gösteriyordu adam. Bir an gülümserken, bir nebze de olsa keyfim yerine gelmişti.
Bu beni mutlu etmiş olsa da bu kadının sesiyle tekrar sinirlerim çığrından çıkmıştı.
" Benim için evli olman önemli değil ama Savaş."
Ben bu kadını parçalarım ama!
Savaş ona hâla sinirle bakıp hemen ayaklanarak arkasını döndüğünde şaşkın gözlerle bana bakakalmıştı sadece. Benim burda olmamı beklemiyordu tabii. Savaş beyimiz hâla şaşkınlığını koruyorken, sinirle kadının üstüne saldırdım.
" Sen kimsin de benim kocamı ayartmaya çalışırsın ha!"
Kızın üstüne tırnaklarımı geçirip saçından tutarak çekmeye çalıştım. Kız ise elimin altında acıdan kıvranıyordu.
"Kimsin be sen! Parçalarım seni!" Savaş beni tutmaya çalışarak kızdan koparmaya çalışırken ben ise direnmeye devam ediyordum. Sinirden gözüm dönmüştü artık.
" Güzelim bırak hadi." Hâla vazgeçmediğimi görünce bu sefer sinirle konuşmaya başladı.
"Kızım bırak! Yeter dersini almıştır artık. Mındar ettin kadını!" Nefes nefeseyken kıza eğilerek konuştum.
"Bir daha seni Savaş'ın etrafında görürsem var ya, işte o zaman sonun ben olurum. Anladın mı!" Bir anda saçını bırakıp ondan uzaklaşirken, Savaş ise beni omzumdan tutup dışarı çıkartmaya çalıştı. Fakat o beni uzaklaştırmaya çalışsa da ben durmuyordum. Vurmam yetmezmiş gibi, arkasında sövmeye devam ederek çırpınıyordum.
" Seni bir daha göreyim. İşte o zaman çekeceğin var benden!"
Kapının önüne gelirken tekrar içeri girip hırsımı alacaktım ki Savaş son anda karnımdan tutup durdurmaya çalışarak sakinleşmemi bekledi. Ben ise bara öfkeyle bakmaya devam ediyordum. Sinirim biraz yatıştığında önüme dönüp Savaş'a kızarak konuştum.
"Bırak beni! Senin ne işin var burda ha!"
" Sana hesap verecek değilim!"
" Öyle mi? O zaman bende bir gün gelirim buraya 'tek başıma' o zaman görelim bakalım. Kim kime hesap verecek."
"Aklından bile geçirme." Sinirden dişlerini sıkarken kolumu sıkıca kavramıştı.
Bu haline sırıtarak yüzüne yaklaşıp küstahça konuştum. " Bana yasaksa, sana da yasak Savaş ağa!"
Bir anda yüz ifadesi değişirken artık küstahça gülumsüyordu. Ben bu haline anlam veremezken, kolumdan çekiştirip karanlık bir köşeye çekerek sırtımı duvara yasladı. Sonra bana yaklaşarak sinsi gülümsemesine devam etti.
Kaldırımın kenarında karanlık bir taraftaydık. Her ne kadar karşı tarafta ışık olsa da bu tarafı pek aydınlattığı sayılmazdı.
Dudaklarının yanı kavislenmesi gülümseyerek beni izlemeye başlarken keyifle konuştu.
"Sen beni kıskandın mı?" Bu hoşuna gitmişti. Kıkırdamasından belliydi.
" Ne! Hayır kıskanmadım!"
" Peki niye bu kadar tepki verdin?" Savaş sanırım içtiği en son viskinin etkisi ile iyice sarhoş olmuştu.
" Çünkü formalite de olsa hâla evliyiz. Ben burdan gidene kadar hiç kimseyle bir şeyler yaşayamazsın. Anladın mı beni? Buna pişman ederim seni!"
" Ne yaparsın?" Daha çok yaklaşarak konuşmaya devam etti. " Merak ettim. Ne yapacağını söyle bakalım."
" dua et sarhoşsun. Yoksa ne yapacağımı bilirdim ben."
Belime sarılarak başını başıma yaslayıp derin bir soluk aldı. Bir süre öyle kalmaya devam ederken, ne diyeceğimi bilememiştim. Fakat bir süre sonra Savaş anlımdan öperek bıkkınca konuşmaya devam etti. "Bunları neden yapıyorsun? Neden kendine de bana da bu kadar eziyet ediyorsun?"
" Ben bir şey yapmıyorum, senin kuruntun sade..." Savaş işaret parmağını iki dudağımın ortasına bastırarak sustururken afallayarak onu izledim.
"Şşş daha fazla manzeret üretme, yemiyorum artık." Kalbim deli gibi atmaya başlarken, ne diyeceğimi bilmiyordum artık. Hızlı nefesler alıp vermeye çalışırken, o ise huzurla konuşmaya devam etti.
" Ne yaparsan yap bunu inkar edemezsin. Sen benimsin Çilem."
" Sarhoşsun sen kendine geldiğinde konuşuruz."
Ben direnmeye devam ederken, belimi tutup , sırtımı duvara yaslayarak yavaşça kulağıma yaklaştı.
"İstediğin kadar çırpın Çilem, ama bana ait olduğunu kabulleneceksin...sen bana aitsin Çilem Efeoğlu. Tıpkı benim kalbimin, senin kalbine ait olduğum gibi... biz sadece birbirimize aitiz güzelim. Kalplerimiz sadece birbirimiz için çarpıyir. Bundan ötesi olamaz." Derin bir şekilde yutkunduğumda kulağımda sırıttığını duyabiliyordum. Bu halim hoşuna gitmeye başlarken kulağımdan uzaklaşarak yanağımdan dudaklarıma yaklaşarak bir nefes kadar yakınıma gelmişti. Korkuyla gözümü yumarken, o ise gülümseyerek daha çok yaklaştı. Fakat arkadan gelen ses ile bir an durmak zorunda kaldı.
" Ooo... bardaki şu güzellik değil mi? Başka birini bulmuş. Şimdi elime düştün güzelim burda da bağır bakalım kim seni duyacak."
Savaş sinirle burnundan solumaya başlamıştı. Önce şaşkınca bana baktığında. Neler oluyor diye sorguladı.
Sanırım benden bir şeyler duymak istiyordu. Beni nerden tanıdığını anlamaya çalışıyordu. Bana sorup aslını öğrenmeden harekete geçmek istemiyordu
" B...barda seni takip ederken, yakınlaşmaya çalıştı. Onu bağırmakla tehdit edince korkup uzaklaşmıştı ama."
Sözlerimden sonra gözleri öfkeyle kararırken belimi sıkarak kendine çekti.
Adam bize doğru yaklaşmaya başlarken Savaş ise daha çok sinirlenmişti. Adamın ardından gelmeye başlayan iki adam da bize yaklaşmaya başlıyordu. Bu beni iyice korkuturken Savaş'ın elini tutarak gitmek için hazırlanmaya çalıştım. Fakat adamın Savaş'ın omzuna dokunarak kendine çekmeye çalışması ile işler daha çok sarpa sarmıştı.
"Hey uza burdan, bu bizim."
Savaş'ın öfkesi daha çok alevlenirken, beni sakince arkasına alarak adama öfkeyle baktı. Onun bu öfkesi beni korkutmaya başlarken yutkunarak omzuna dokundum.
" Savaş gidelim lütfen."
Eli ile beni daha çok arkasına alırken sessizce durmaya devam etti.
"Hadi! Uza dedik. Bu güzel kadınla bir işimiz var." Diyerek sinsice sırıtmaya başlayarak kolumdan tutup beni kendine çekmeye çalıştı. Fakat Savaş onu kolundan tuttuğu gibi yere devirerek öfkeyle karşı tarafa baktı. Karşıdaki adamlar Savaş'dan bir an korksa da sayı çokluklarının verdiği cesaret ile üstüne saldırmaya kalktı. Benden uzaklaşarak onları, hızını takip edemediğim bir sekilde vurup tek tek yere devirmeye başlarken, hayretle ve korkuyla izlemeye başlıyordum artık.
Herkes yerde kanlar içinde Acıyla inlerken Savaş kolumu tutmaya çalışan adama yaklaşarak ayağıyla bir elini ezmeye başladı. Adam acıyla daha çok bağırırken Savaş eğilerek öfkeyle konuşmaya başladı. "Bu elinle mi dokunmaya çalıştım karıma?"
Ben ağzım açık onu izlerken barın önündaki korumalar da buraya toplanmıştı.
" Savaş bey." Ben şaşkınca olanları izlerken, Savaş korumalara talimat vererek konuşmaya devam etti.
"Depoya götürün şu pislikleri sonra icabına bakacağım." Bense ortada kalakalmıştm. Savaş'ın içinden canavar çıkmıştı resmen.
Ben şaşkın gözlerle ona bakarken o da beni sonradan fark etmiş olacak ki sakinleşmeye çalışarak yavaş adımlarla yanıma yaklaşmaya başladı. Bense geri geri gidiyordum. Bu Savaş benim bildiğim Savaş değildi. Karşımda bambaşka biri vardı. Öfkesi öyle büyükdü ki, onu tanıyamamıştım.
Savaş adımlayarak bana yaklaşırken ben ise kendime gelebilmek için uzaklaşmaya çalışıyordum.
|
0% |