@maviay_63
|
Sevgili okurlarım instagram editlerimin bulunduğu maviayber hesabımla sizlerleyim. (Dikkat: spoiler içeren videolar da bulunmaktadır bilginize. Bunu bilerek instaya girin lütfen.)
12 yıl sonra İnsanların neye alıştığını bir bilseniz şaşırırsınız. İnanın bana insanların sınırı yoktur. İnsanın acıya dayandığı kadar hiç bir canlı acıya dayanamaz. Taş olsa çatlar, bitki olsa solar, hayvan olsa, ölüp giderdi.
Karanlıkta kaldığım o gün kuzenlerim ve Sevgi herkesin uyuduğu bir vakitte gizli gizli gelip parmaklıkların arasından su ve yemek verir benimle konuşmaya çalışırlardı. Benim için endişeleniyorlardı ve belki de bu sayede ayakta durabiliyordum.
Gün geçtikçe bir şeyi çok iyi öğrenmiştim. Sevgi, insanı ayakta tutan tek şeydi...
Babamın bu cezayı vermesi beni değiştirmişti. Karanlıktan artık çok korkuyordum ki ben karanlıktan korkmazdım, aksine elektrikler gittiğinde karanlığa bayılırdım çünkü yıldızlar dâha güzel görüyordum.
Şehrin ışıkları yıldızların güzelliğini söndürüyordu. Karanlıkta yıldızların inanılmaz güzelliklerini fark ettiğimde anladım.
Bazen yalnız uyumak istemediğim için Zara'yı ya da Sevgi'yi yanıma çağırırdım. Bu şekilde atlatmıştım travmayı. Bir gece bile yetmişti etkilenmeme.
Bodrum cezasının fazla olduğunu babam da anlamıştı. Öfkesi gözlerini kör etmişti ve o bile kendine kızmıştı. Bunu durgun tavrından anlamıştım. Babam da artık bunu bir dâha yapmadı ve eskisinden dâha hassas davranmaya başladı.
İçimde hiç bir duygu kalmamıştı. Ne üzgündüm ne de mutlu, ne ağlamak geliyordu içimden ne de gülmek. Sanırım duygularımı kaybetmiştim. Sadece nefes alıyordum ve bazen de uzaklara dalıyordum.
Bir keresinde dayanamayıp akşam karanlığında avluya inerek bodruma girmiştim. Bunu neden yapmak istediğimi bilmiyordum ama istiyordum. Bunu tekrar yaşamak istiyordum. Karanlıktan çok korkmama rağmen...
İçeri girdim ve kapıyı ardımdan kapatarak gözlerimi yumdum. Etraf zifiri karanlıktı ve soğuktu, tıpkı o günkü gibi. Aradan bir ay geçmişti ama bu anı kendime tekrar yaşatmak bile nefesimi kesmişti. Girdikten bir süre sonra kalbim sıkışmaya başladı. Nefes alışverişlerim de hızlanmaya. Bunu neden kendime yapıyordum ki? Neden kendime bu kadar zulmediyordum ki? Bir süre bunu anlamamıştım ama sanırsam kendimi cezalandırmak istemiştim.
'Nefes aldığın için bodruma girdin, her şeye rağmen sağ çıktığın için buraya girdin. Sen, sen olduğun için bu cehenneme geri döndün.' İçimdeki düşmanım, acı ama gerçek cümleleri söylemişti. Her ne kadar zehir vermiş gibi olsa da kızılcık şerbeti gibiydi bir yandan.
Dedem de artık benden vazgeçmişti. Sanırım babamın bu öfkesini o da ilk defa görmüştü. Kimse bana karışmıyordu artık. Ara sıra hırpalasalar da üstüme çok gitmiyorlardı. Ne komik, bunun için bir bodrumda aç susuz bırakmaları gerekiyormuş.
Sadece sevgileri değişmemişti. Aynı soğukluk ve mesafe devam ediyordu. Annem biraz dâha ilgi duymaya başlamıştı sadece. Yıllarım bu şekilde geçmişti işte.
Geçen onca zamanın ardından sonra da Mardin'e taşınmıştık. Dedemin asıl memleketi Mardin'di. Sırf babaannem için orda yaşıyordu ama o vefat ettikten sonra dâha fazla duramamıştı. Artık Urfa da kalamıyordu. Bu yüzden o öldükten sonra Urfa'dan ayrılıp Mardin'e döndü.
Bugün ise Mardin de ilk günümüzdü. 12 yıl sonra artık Mardin'e kalıcı olarak yerleşmiştik. Bazen akraba ziyaretleri ve düğünler gibi sebepler yüzünden gelirdik. Ama bu sefer, dediğim gibi temelli kalacaktık. Beni neler bekliyor bilmiyordum ama geçmişimden dâha kötü olacağını zannetmiyordum.
Aynada kendime bakarken bir an savunmasız küçük kızın gözlerini fark ettim. Ela gözleri, buz gibi beyaz tenimin içinde parlıyordu. Acıyla parlıyordu. Yüzüme bir kaç tutam düşen kumral saçlarımı kulağımın arkasına atarken gözlerim bu sefer sevinçle parladı. Eskiler geride kalmıştı çünkü. Artık dâha güçlüydüm ve kendimi dâha çok seviyordum. Kendime yaptığım işkenceden vazgeçmiştim. İnsanların bakışlarıyla, çektirdikleri işkenceden sonra bende kendime tıpkı onlar gibi bakmaya başladığım sonradan fark ettim. O an kaşlarımı hüzünle çatarken, Kendime ne kadar çok zulmettiğimi anlamıştım.
" Ailenin sana zulmettiği yetmezmiş gibi bende sana zulmettim. Ben de seni yargıladım, bende seni suçladım. Bunun için çok üzgünüm küçük kız. Senin de savunmasız bir kız olduğunu fark edemedim."
Bu cümlelerimden sonra gözlerim sevinçten dolmuştu. Dolan gözlerim parlarken ellerimle buz gibi soğuk lavabonun kenarlarına tutundum ama annemin seslenmesi ile ellerimi çektim. Gözlerimden süzülen son damlaları sildim ve anneme 'Geliyorum' dedikten hemen sonra banyodan çıkarak aşağı inip kuzenimin yanına gittim. Tüm kadınlar çarşıya çıkmak için hazırlanmıştı. Onlar kapıdan çıkarken bende çantamı omzuma alarak arkalarından çıktım.
Bizimle beraber Bahar adındaki bir komşumuz da gelmişti. Mardin'e geldiğimiz zamanlarda yanımıza gelir arkadaşlık ederdi. Uzun süre görüşerek sıkı ve iyi dostlar olmuştuk.
Yengemler arabaya binerken annemin bir an sendelemesi ile endişelenmiştik. Başı yine dönmüştü. Bu yüzden yengem "İyi misin Menekşe?" Diye sorarken ben ve kızlar da hemen yanına gidip yardımcı olmaya çalıştık. Annem Gözlerini sıkıca yumarken, bende omzundan tutarak 'iyi misin?' Diye soruyu tekrarlattığımda birden toparlanarak kendine geldi ve "İyiyim kızım. Başım döndü bir an." Diyerek arabaya binmeye çalıştı.
Ben ve yengem şüpheyle bakarken annemin " İyiyim diyorum. Hadi gidelim artık." Demesi ile onu şüpheyle izlemeye devam ettik. O ise arabayı binerek gelmemizi bekledi.
Annem yedi buçuk aylık hamileydi. Bu yüzden biraz fazla endişeli olmuştuk. Hamileliği kolay geçmemişti çünkü.
Sonunda bir bebeği oluyordu. Ama cinsiyetini öğrenmek istememişti, Sürpriz olmasını istedi fakat bir yandan da erkek olmasını beklediğini biliyordum. Tek umudum kız ise bana yapılanlar ona yapılmaması, eğer ona yapılırsa, ablası olarak ben onu bütün gücümle koruyacağım. Ona hem anne hem abla olacağım. Sevgimden asla mahrum bırakmayacağım.
Özel arabalara bindikten dakikalar sonra pazarda durduk. Pazar da yöresel el işi göz nuru emekler vardı. Birbirinden güzel süslemeler ile etraf rengarenkti.
Pazarda uzun süre alışveriş yaparak etrafı turlamıştık. Pazarda dolaşmamızın bedelini, ağır yükleri taşıyan korumalar ödemişti.
Ben onların bu haline gülerken herkesin bir adama selam verdiğini fark ettim. Herkes onu saygıyla selamlıyordu. Esnaflar, ona Yılmaz ağa diye seslendiğinde bir ağa olduğunu anladım. O sırada Zara'nın sesi ile ona döndüm.
"Çilem, şu çocuğu gördün mü?" Diyerek hülyalı hülyalı bakarken benim de gördüğümü fark etmemişti. Sırıtıp, alayla "Gördüm gördüm!" Diye cevap verdim.
Yanımızda duran Bahar da onu gördüğünde heyecanlanarak "Yılmaz ağa derler ona, aşiret ağasıdır kendisi." Derken Heyecanlı tavrı her halinden belliydi. Gerçekten bir tek ben miyim etkilenmeyen? Çünkü bu iki hülyalı başka bir evrende gibiydi.
Zara bunu duyduktan sonra kelimenin bir kısmını hülyali bir şekilde tekrarladı. " Yılmaz ağa demek?"
Bunu duyduğumda srıtarak göz devirdim. İçimden cıkcıklayarak söylendim. " Yapma be kızım. Bunu kendine yapma. Aşk gibi bir bataklığa girme. Koca bir zırvalıktan başka bir şey değil."
Aşka inanmazdım. Sadece halk hikayesinden ibaretti benim için.
Dış sese geçerek kızlara cevap verdim. "Kimse kim boşverin, hadi kizlar bir de şu tarafa bakalım, orada çok güzel şallar görmüştüm. Seçmeme yardım edin."
"Of Çilem ya, nasıl bu kadar ruhsuz oluyorsun anlayamıyorum!"
Omuz silkerek konuştum. " Ne yapmamı bekliyorsun Zara? Sizin gibi hülyalı hülyalı bakmamı mı?"
" Öyle değil de... İnsan bir merak eder kimin nesi diye."
"Neyini merak edeyim adamın, elin adamı işte." Zara bu tavrıma göz devirirken ben de aynı şekilde göz devirerek şalların olduğu tarafa gittim. Bir süre sonra kuzenime döndüğümde kaçamak bakışlarla adamı izliyordu. Bu haline yine göz devirerek şallara bakmaya devam ettim. Mardin'in havası soğuk diyorlar bu yüzden almam iyi olacak diye düşündüm. Dama çıktığımızda omzuma örterdim. Bir tane de Zara'ya baktım. Çünkü Zara Hanım Yılmaz ağaya hülyalı bakışlarını sergilemekle meşguldu.
Gerekenleri aldıktan sonra arabalara binip eve döndük. Fakat dedemin arkadaşı tarafından akşam yemeğine davet edildik. Dedemin arkadaşlarını pek tanımazdık, kendisi onların ziyaretlerine tek başına giderdi. Bazen annemler de giderdi ama çocukları getirmezdi kendiyle. Biz genellikle evde kalırdık. Bir kere hatırlıyorum da Ahmet bayâğı inatlaşmıştı dedemle. O da onlarla gelmek istiyordu. Dedem de fazla inatlaşmasına dayanamamış onu da kendisiyle götürmüştü. Bir kereye mahsus bizi de götürmüştü. Ben ve Zara'yı.
Osman amcayı ilk 12 yaşında görmüştüm. Çok samimi, tatlı biriydi. Bizlere karşı, dedeme nazaran çok nazikti. Bizim için çikolata, kurabiye gibi şekerlemeler ikram ederdi. Kendise sakin biriydi. Dedem ise torunlarına karşı sertti. Ara sıra kuzenlerime sevgisini gösterse de onlara da kızardı.
Davet için hazırlandıktan sonra dışarı çıkarak arabalar tekrar bindik.
Araba çalıştıktan bir süre sonra yolculukta taş evleri seyretmeye başladım. Bazı Taş evleri o kadar güzeldi ki kendimi hep buraya ait gibi hissediyordum. Pencere kenarında bu yüzden çok seviyordum. Dünyayı seyretmeye bayılıyordum çünkü.
Arabadan inip etrafıma bakındığımda, eski konak aynıydı. Hiç değişmemişti. Sadece eskimiş tahta kapıları demir kapılarla değiştirmişlerdi.
Dedemler selamlaşıp hal hatır sorduktan sonra biz de selamlaştık. Osman amca bize dönerken şaşkın gözlerle bize baktı. " Sanırım siz Zara ve Çilem olmalısınız." Dediğinde gülümseyerek onaylayıp sırayla elini öptük. "Berhüdar olun yavrum, hoş gelmişsiniz."
" Hoş bulduk Osman amca." Dediğimizde, Osman amca gülümseyerek konuşmaya devam etti.
" Dâha dün el kadardınız. Ne kadar da büyümüşsünüz!"
Dedem, Osman amcanın omzundan tutarak konuştu. "Öyle öyle, zaman su gibi akıp geçti. Torunlardan olmasa yaşlandığımızı bile anlamayacağız."
" Torun bakımından bir tek sen şanslısın Sefer. Benimkiler hâla aylak aylak gezer durur. Hâla bir gelin getiremediler bana."
Dedem gülerek omzunu sıvazladı. Osman amca da onunla gülerken Dedem konuşmaya devam etti. " O da olur bir gün. Merak etme."
" İnşallah." Osman amcanın bu umut dolu ses tonu herkesi güldürmüştü.
Gülmeler kesildikten bir süre sonra içeri davet edilerek salona geçtik. Biraz soluklanmak için oturduktan sonra da yemek masasına geçtik.
" Kusura bakmayın, biraz geciktim." Bunu diyen adama döndüğümde göz bebeklerim şaşkınlıktan kocaman olmuştu. Adam sofraya geçerken ben ise şaşkınlıkla ona bakmaya devam ediyordum. Çünkü bu pazarda gördüğümüz Yılmaz ağanın ta kendisiydi. Zara'nın kolumu dürtüklemesi ile anca kendime gelmiştim.
" Yuh! Bu çarşıdan gördüğümüz adam."
" Hadi ya! Fark etmemiştim." Biz olabildiğince kısık sesle konuşmaya çalışıyorduk ama saşkınlığımızı gizleyemiyorduk.
Bir an sırıttım. Büyük piyango bile bu kadar isabetli gelmezdi be! Zara'ya tekrar dönüp dürterek konuştum.
" Hadi yine iyisin, kısmetin ayağına geldi. Yılmaz ağa karşında işte. Ee ne diyelim! Bana da hayırlı olsun demek düşer herhalde."
Tekrar sırıtırken kolumdan dürtüp susturmaya çalıştı. " Şst! Yakalanacağız şimdi dedemlere."
Ben kuzenimle uğraşmaya devam ederken, dedemin konuşması ile sustum.
"Senin büyük oğlan yoktur Osman. O nerede."
"İstanbul da hâla, ne zamandır gel derim gelmez, bakalım bugünlerde gelecek inşallah."
" Ne zamandır görmüyoruz Savaş'ı, inşallah gelir."
"İnşallah"
Ailenin gizemli oğlunu dinlerken bir yandan önüme gelen lezzetli yemekleri afiyetle yiyordum. Savaş dedikleri kişinin çocukken yaptığı yaramazlıklarını dinlerken gülmeden edemiyordum. Gerçekten ifla olmaz bir çocuğa benziyordu.
Yılmaz denen adam babasına katılarak devam etti. " hiper aktif bir çocuk olsa da bir o kadar zeki. Hele finansal zekası."
Başını küçük bir çocuğu paylar gibi sallayarak devam etti. " Savaş abi bir yılda şirketin değerini iki katına çıkardı. Baba hâla İstanbul'dan bütün belgeleri düzenleyip göndertiyor. Biliyor musun?"
Savaş denen adamdan bahsetmeyi bitirdikten sonra bizim çocukluğumuzu söyleyip eskileri yât ettiler. Ben de sadece yemek yemekle meşgul oldum. O kadar acıkmıştım ki bir süre sonra onları dinlemeyi bırakmıştım.
Yemekten sonra biraz dâha oturup eve döndük. Eve döndükten sonra da herkes odalarına çekildi. Ben ise akşam aldığım şallardan birini omzuma örtüp damdaki koltuklardan birine yerleştim.
Kuzenim de arkadan, elinde kahvelerle yanıma geldi. Birini bana uzatıp "Al bakalım." Dediğinde bende "Teşekkürler." Diyerek kupayı elinden aldım. Daha sonra o da yanıma geçip oturarak kahvesinden bir yudum içti. Sonra da yanındaki masaya indirerek heyecanla konuşmaya başladı.
"Tesadüfe bak, pazarda gördüğümüz adamın babası dedemizin dostu çıktı."
"Öyle, bende şaşırdım."
"Bir de abisi varmış."
"Öyleymiş."
" Nasıl biri acaba?"
" Senin benin gibi bir insan işte Zara."
" Ay acaba tipi nasıl! Abisinden dâha yakışıklı diyorlardı! Sence nasıl biridir?"
Bunca sorusundan sonra artık bunalmaya başlamıştım. Zara merakla ne söyleyeceğimi beklerken burnumdan soluyarak cevap verdim.
- Nerden bileyim Zara, karısı mıyım!
Zara korkudan geriye doğru sıçradığında bu halimi beklemediği belliydi. Korkunu almak için elini damağına atarak cevap vermeye çalıştı. "Tamam ya ne kızıyosun! sadece sordum."
Derin bir soluk alarak sakince konuşmaya devam etmeye çalıştım.
"Bak kim olduğu umrumda değil, kimse kim Allah sahibine bağışlasın. Tamam mı?"
" Tamam, bir şey demedim."
Zara mahzun mahzun kahvesini yudumlarken ben de göz devirerek konuşmaya devam ettim.
" Ah cidden! Siz kızlar, şu erkeklerde ne görüyorsunuz anlamıyorum cidden!"
" Aah! Doğru! Senin bir erkek olduğunu unutmuşum. Haklısın."
Yanımdaki yastığı kafasına fırlatıp bağırarak cevap verdim. " Ben öyle mi dedim!"
Zara gelen yastığı eliyle siper ederken Başını iki yana sallayarak devam etti.
" Gerçekten bazen duygularının olduğundan şüphe ediyorum Çilem."
Bir an durgunlaştım. Gerçekten duygusuzmuydum? Bunu nedensizce sorgular oldum. Aslında söylediklerine çok takılmam ama bunu söyleyen ilk kişi o değildi. Sanırım Zara'nın sözleri beni husümete uğratmıştı. Gerçekten duygularımı kaybetmiş olabilirdim. İçimdeki acı çığlıkları rağmen tepkisiz kalabiliyordum bazen ve kimse bunu görmüyordu.
" Hayır sadece..."
" Sadece?"
Acıyla gülümseyebildim sadece.
Söylemekten vazgeçmiştim çünkü beni anlayabileceğini zannetmiyordum. Ben bile kendimi tam anlayamamışken, karşımdakinin anlamasını bekleyemezdim.
|
0% |