@maviay_63
|
Güzel bir gündü, sonbaharın etkisiyle ağaçlardan tek tek dökülen yapraklar insanın teninde soğuk hissettirsede, bu bu da iyiydi. Çünkü hayatın döngüsü bir şekilde güzeldi. Hem acısıyla, hem tatlısıyla... bazen, biraz fazla canını yaksa da...
İnsanlığın acı gerçeği de budur aslında. Acısını anlamadan, tatlısının kıymetini de bilmezdik yoksa.
Güzel şeylerin kıymetini bilmek yerine, yok etmeyi tercih ederiz biz insan oğlu. Bu yüzdendir ki bazen acıyı hak ediyoruzdur. Bazen de gerçek mutluluğu bulmak için acıyı çekmemiz gerekiyordur. Ve asıl mesele nedir bilir misiniz? Bunu fark etmek. Bunun farkına varabilmek.
Fakat çok azımız fark eder. Çoğumuz ise sadece şikayet eder durur..
Sonbahar yağmurunun toprağa verdiği kokuyu soluyarak huzurla gülümsedim. Bir tek Savaş eksikti yanımda." O da olsa her şey tamamlanır" Diye geçirdim içimden. Savaş'ı düşünmeye baslarken, irden bire bir bağırış sesinden, korkuyla etrafıma bakınmaya başladım. Sesin Savaş'a ait olduğunu anladığımda, içime bir korku kaplamıştı.
Bu sefer, Çilem diye bağırmaya başladığında hemen içeri girerek onu bulmaya çalıştım. Fakat içerde de ondan hiç bir iz yoktu.
Tekrar dışarı çıkarak korkuyla etrafıma bakınmaya başladım. Onun sesi kulaklarıma geldikçe, hiç bir şey yapamamanın çarezisliğiyle iyice çığrından çıkıyordum. Sonra etraf birden bire karanlığa gömüldü. Korkudan kalbim deli gibi atarken, hemen arkamı dönerek garaja doğru koşmaya başladım. Nasıl bilmiyorum ama, Savaş'ın orda olduğunu bir şekilde anlamıştım.
Koşmaya devam ederken bir şeyi daha yeni fark etmiştim. Burası bembeyaz karlarla kaplıydı. Birden ne oldu da sonbahara bürünmüştü Üstelik buraya geleli bir hafta bile olmamıştı. Sonbaharın bu kadar çabuk gelmesi nasıl mümkün olabilir ki?
Kafam karışık halde koşmaya devam ettiğimde, Savaş'ın sesi daha çok gelmeye başlamıştı. Son kez "Çilem!" Diye bağırdığında, bir silah sesi patladı. O an yer sarsılmış, ayaklarımın altından kaymıştı sanki. Neye uğradığımı şaşırmıştım ve şuan ne yapmam gerektiğini de bilemez haldeydim.
Kalbime bir ok saplanmış gibiydi. olduğum yerde kalakalmış, ilerlemeye korkuyordum. Sanki yürüsem yer parçalanacak, Savaş daha çok acı çekecek gibiydi.
Fakat duramamıştı. Herşeye rağmen tüm cesaretimi toplayarak, derin bir nefes alıp tekrar koşmaya başladım. Aklımı kaybetmemek için içimde büyük savaşlar vermeye çalışıyor, güçlü kalmaya çalışıyordum.
Kötü düşünceleri kafamdan savurmaya çalışırken, nefes nefese garajın olduğu yere, kenara döndüm. Fakat tam bir adım daha atacaktım ki, duvarın ardındaki köprüyle bir an da dehşete düşmüştüm.
"Ama...burda hiç köprü yoktu ki."
Bu durumdan iyice korkmaya başlarken, bir el silahın daha patlamasıyla korkumu bir kenara bırakmak zorunda kaldım. Derin bir nefes alarak bir kaç adım attım.
Bir kaç adım attığımda bir çatırtı sesleri geldi. Ne olduğunu anlamak için bir an duraksarken, köprünün ardına baktım. Köprü, yavaş yavaş çatlamaya başlarken korkuyla yutkundum. Çatırtı sesleri daha çok çıkarken, hemen koşmaya başlayarak karşıya geçmeye çalıştım.
Nefesim kesilene kadar koşmaya devam ederken, köprünün önü de yavaş yavaş çökmeye başlamıştı. Bu beni daha çok dehşete düşürürken, kaşlarımı çatarak derin bir nefes alıp, bir kaç adımdan sonra hemen karşıya atladım. Karşı tarafa atlamamla, çamura batmam bir olsa da kurtulduğum için rahat bir nefes almıştım. Fakat kalbim küt küt atmaya devam ediyordu. Bir süre yerde kalmaya devam ettikten sonra ayağa kalktım ve elimdeki çamuru silerek köprünün ardına baktım. Köprünün yıkıldığı yer derin bir çukurdu. Büyük bir çukurdu. Uçurumun dibi gibi...
Korkuyla çukura bakmaya başlarken, Savaş'ın sesi yine gelmeye başlamıştı. Ben ise yine etrafıma deli gibi bakarak birdengaraja doğru döndüm. Fakat garajın oraya dönmemle çukura doğru dengemi kaybetmem bir olmuştu. Nefesimi tutarak, korkuyla dengede durmaya çalışırken, bir an kolumdan tutularak geri çekildim.
Dehşetle çukura bakarken, nefes nefese önüme dönerek beni kimin kurtardığını görmeye çalıştım. İlk başta kim olduğunu kestirememiştim. Fakat biraz daha dikkatli baktığımda Savaş olduğunu anladım.
Savaş beni kendine çekerek tepkimi izlerken, ben ise dolmaya başlayan gözlerimle Savaş'ın boynuna sarıldım. Bir süre sesim çıkamamıştı. Boğazımda koca bir yumru kalmıştı sadece. Bir de yaşadığım dehşetin şoku...
Zar zor nefes almaya çalışırken, ağlayarak sayıklamaya başladım. " Çok korktum, çok korktum... seni kaybedecekti. Seni sonsuza kadar..."
" Şşt! Sakin ol! Burdayım işte. Artık korkmana gerek yok Peri kızı. Burdayım artık."
Omzumu sıvazlayarak boynumdan öpüp daha çok sarıldı. Ben ise derin bir nefes aldım. Onun kokusunu huzurla içime çektim.
" Savaş, seni çok özledim. "
Bunu neden söylediğimi dair hiçbir fikrim yoktu. Fakat onu uzun süredir görmemiş gibiydim. Sanki, içimde bir hasret vardı. Yıkıcı bir hasret. Onarılaması zor bir hasret...
İrkilerek gözlerimi açtığımda rahat bir nefes aldım. İlk başta biraz korksam da hepsinin sadece bir rüya olduğunu sonradan anladım.
Başımı tutarak kalkmaya çalıştım. Biraz kendime gelmek için zaman verirken aklımda hâla o köprü vardı. Ne kadar kısa bir mesafede olsa da bir türlü karşıya geçirtmiyordu beni.
" Sen de Çilem!.. Rüya işte, her şey mümkün."
Başımı kaşıyarak ayağa kalkıp banyoya geçtim. Savaş'ın da muhtemelen yine garaja gittiğini tahmin ediyordum. Çünkü bu son iki gündür arabanın motoruyla çok fazla meşgul oluyordu. Biraz arıza yaptığı için bütün gün tamir etmeye çalıştı. Bir şeye karar verdi mi muhakkak onu yapacak. Tamirci çağır dedim fakat kimsenin buraya gelmesini istemiyordu. Bir de kendisi de eyapabilirmiş. Bu işte deneyimliymişmiş. Deneyimli olsa ne yazar, insan ustasını çağırmalı!
Bıkkın bir soluk alarak aynanın karşısına geçtim ve elimi yüzümü yıkayarak saçlarımı topladım.
" Ah Savaş ah! Çok inatçı bir adamsın." Diye söylenerek elimi havluyla kurutup tekrar odaya geçtim. Etraf biraz dağınık olmasından mütevellit bıkkınca soluklanarak kolları sıvamaya başladım. Yatağa düzeltip, kıyafetlerimi yavaş yavaş toplayarak nihayet odadan çıkabildim.
Koridordan merdivenlere doğru yürüyerek, aşağı inip salona göz attıktan sonra mutfağa geçtim.
Telefonda son ses bir müzik açmaya başlayarak kahvaltı için hazırlığa başladım. O sırada dâ Savaş'ın sürekli bana sarılırken ya da dans ederken söylediği şarkıyı açtım.
Evet, her ne kadar ben de şaşırsam da Savaş şarkı söylüyordu. Yani, şarkıyla arası olmayan adam bunu söylüyordu ve sadece bu şarkıyı mırıldanıyordu.
"Fikrimin ince gülü Kalbimin şen bülbülü(nakarat) O gün ki gördüm seni Yaktın ah yaktın beni. (Nakarat)
Şarkıyı söylemeye devam ederek çayı demlemeye başladım. Geleceğe hiç bu kadar umutla bakmamıştım. Gelecek planlarım buralardan kaçıp adımı sanımı unutturmakken, şimdi ise bir aile kurmaktı. Şimdi ise Savaş ile bir hayat kurmaktı.
" Ah Savaş, nasıl bir adamsın sen böyle. İçimde haberim olmayan umudu canlandırdın resmen."
Gülümseyerek tekrar işime dönerek kahvaltıyı hazırlamaya devam ettim.
Aradan geçen dakikaların ardından hırkamı giyerek Savaş'ı garajdan çağırmak için dışarı çıktım. Dışarı çıkarken önce derin bir nefes alırken içime birnkasvet düşmüştü birden bire.
Yine derin bir nefes alarak rahatlamaya çalıştım. Şüpheyle etrafa baktıktan sonra garaja doğru yürüyerek nefesimi tuttum. Sanırım rüyanın etkisi gözümde bir şeylerin canlanmasına sebep olmuştu.
Yutkunarak yürümeye devam ederken, rüyanın gerçekleşme korkusu içime doğdu. Saçma bir korku olduğunun farkındayım, fakat insan ister istemez aklına getiriyordu.
Duvarın ardına dönmeden önce derin bir nefes alarak bir adım attım ve garaja bakarak Savaş'ı aradım. Elinde alet edavatla dışarı çıkan Savaş'ı fark ettiğimde, rahat bir nefes alarak huzurla gülümsedim.
İş yoğunluğundan dolayı beni fark etmeyen müstakbel kocam uzun süre arabanın motorunu düzeltmeye çalışırken aklıma gelen haylazca bir fikirle etrafıma göz gezdirerek yere eğilip biraz kar topladım.
Savaş da o sırada yine içeri geçerek alet edavatları indirirken bense heyecanla onu beklemeye başladım.
Savaş elindeki bezle benzinden kararmış elini silerek benim olduğum tarafa doğru dönerken, heyecanla onu bekledim. Savaş elini daha sıkı silmeye çalışırken, ben ise hâla beni fark etmeyen Savaş'ın yüzüne kar topunu nişan alarak fırlattım. Savaş o an neye uğradığını şaşırmış halde olduğu yerde kalakalmıştı.
Ben bu haline sırıtarak gülmemeye çalıştım. Sadece ne tepki vereceğini merakla bekledim.
Ben kıkırtılarla onu izlemeye devam ederken, o ise kar sayesinde ağarmış gibi duran göz kirpiklerini kaldırarak sinirle bana baktı.
Ben bu bakışların ardından daha fazla dayanamayarak kahkahalarla katıla katıla gülmeye başladım.
Savaş öfkeyle bakmaya başlarken, ben ise karnıma ağrılar girmesine rağmen gülmemi kesemedim.
" Çok mu komik!"
" Valla ne yalan söyliyeyim, çok komik Savaş amca."
" Savaş amca?"
" Hım, Savaş amca. Saçlardan önce kaşlarına aklar düşmüş bir adam başka ne söylenir bilemedim."
Dudaklarımı kenetleyerek kıkırtılarıma devam ederken, Savaş ise tek kaşı havada ciddiyetle bakmaya başladı. Ben de boğazımı temizleyerek gülmemi kesmeye çalıştım.
" Beyaz sana yakıştı. Yaşlandığında nasıl görünürsün merak ettim şimdi...amcacım"
Dudaklarımı kenetleyerek gülmemeye çalıştım. Ne kadar dalga da geçsem çok tatlı da durmuştu.
Bu adama beyaz da yakışır mı ya! Yaşlanınca daha karizmatik olma be adam! Valla kıskançlık krizinden hık diye giderim ben yaşlanınca. Bir de bastonla otuzlu genç kadınları savuruyormuşum. Allah korusun! Düşman başına!
Kulağımı çekerek dişime vurduğumda bu sefer Savaş sırıtarak konuştu. "Savaş...amca?"
" E...evet amcacım.
Savaş, yavaş adımlarla bana doğru yürümeye başladığında, dediğimden bir anlığına pişman olmuş gibi oldum. Yok yok, köpek gibi pişman oldum resmen!
Savaş bir adım daha attığı anda, ben de bir anlığına geri adım attım. Geri adım atmam, Savaş'ı keyiflendirmeye başlarken, ben ise yutkunurak zoraki bir şekilde gülümsedim. Anlaşılan şimdi o eğlenmeye başlıyordu.
" Çocukluğumuza dönelim dedim. İyi olmamış mı amcacığım?" Diye bir cevap verdiğimde, tek kaşı havada bakmaya devam etti. "Amcacım? Ha!"
Dudaklarımı ısırıp kıkırdayarak cevap verdim. " Çoçukluğumuza döneriz diye düşündüm amcacım. Fena mı? Hem sen daha iyi hatırlarsın eskileri, elli altmış yıl öncesi..."
"Amcayı göstericem ben sana!" Diyerek bana doğru birden koşmaya başladı. Ben ise yerimden zıplarken hemen kaçmaya çalıştım. " Vallahi şakaydı kocacığım. Ne amcası? Taş gibisin maşallah!"
" Bak hâla dalga geçiyor! Gel buraya!"
Çığlıkvatarak paçayı kurtarmaya çalışırken, belimden tutularak birden bire sırt üstü düşerek karın üstünde buldum kendimi.
Bir süre sonra durumu kavrarken sırıtarak Savaş'a döndüm. " Alınacak bir şey yok amcacım. Yaşlılık utanılacak bir şey değil. Doğanın kanunu bu."
Huylamdığımı bildiği için karnımdan gıdıklayarak, kendine çekip sinirle söylendi. "Bak hâla dalga geçiyor. Çok mu komik?"
Gülümseyip dudaklarımı şişirerek cevap verdim. " Evet, çok komik."
Karnımı yine gıdıklayarak kendine daha çok çekti. " Dur! Huylanıyorum. Gülmekten karnıma ağrılar girdi. Yeter!"
Burnumdan öpüp, anlını anlıma yaslayarak konuşmaya devam etti. "Hem kar topu at, hem dalga geç. Oh! İyiymiş."
Yanaklarını avuçlayarak huzurla gülümsedim. " Sadece biraz eğleniriz diye düşündüm kocacığım."
Kaşlarını çatarak gözlerime baktı. "Amcana ne oldu? Demin amcacım amcacım deyip duruyordun." Gülümseyerek yanağından öptüm.
" Sadece dalga geçiyorum benim genç, güçlü Sevgilim." Yanaklarını severek devam ettim. " Beraber yaşlanmak için daha çok zamanımız var kocacığım. Elbet beraber yaşlanıcaz. Merak etme, yalnız yaşlanmana izin vermem."
Gülümseyerek yanağımdan usulca öptü. " Yüzündeki her kırışıklığı gördüğümde, seninle geçirdiğimiz anılarımız aklıma gelecek Peri kızı."
" Yaşlanınca sen beni beğenmezsen ne yapacağız Savaş bey?"
Tekrar sırıtarak başımdan öpüp belime sarıldı. " Ölümüm bile bizi ayıramayacağı bir sevgi bizimkisi Peri kızı. Çünkü gerçek aşıklar ölmez Peri kızı. Sadece bir süre ayrı kalır. Ama buluşurlar. Bir gün yine buluşurlar. Ölüm onları ayırsa da..."
Savaş'ın belinden sarılarak yüzümü göğsüne yasladım. Bunu demesi beni biraz rahatsız etmişti. Ölüm, ayrılık gibi sözlerin muhabbetini hiç sevmem. İçimde bir burukluk oluşturur hep.
" Tamam, daha fazla konuşmayalım bu konuyu."
Savaş bu halime şaşırmış gibi başını eğerken, biraz geri çekilerek çenemi tutarak kendine çekti. " Peri kız, bu dünya bir similasyondan ibaret. Acılar gerçek, ayrılıklar gerçek. Fakat hiç biri kalıcı değil. Bu dünya sadece sınavdan ibaret. Sınanmak için burdayız ve bunun en büyük kanıtı ölümdür Peri kızı. Rabbım bize daha güzel bir hayat vaad ediyor."
Sırt üstü uzanarak konuşmaya devam etti. "On sekiz bin alem! Düşünsene, bu kader alem ve biz bir nokta kadar bile değiliz. Uzayı, evreni fark etsen kaygılarımızın, endişelerimizin ne kadar da boş olduğunu anlayacaksın."
" Ama acılar gerçek Savaş. O yaşadığın zorlukları, sancı dolu acılarını küçümseyemezsin."
Yana dönmüş halde bana bakan kocama yaklaşarak devam ettim. "Acıların unutamazsın Savaş. Konuyu unutsan da yaşattığı acının hissi bir imza gibi taşır kalbinde. "
" Ama oda geçer Peri kızı. O da biter. Ama sevgi bitmez Peri kızı. Sevgi ölümsüzdür. Çünkü bedenlerde değil, ruhlarda dolaşır sevgi."
Yanağını yine avuçlayarak gözlerine baktım. O tamamen yan dönerek belime sarılmaya başladığında. Konuşmaya devam ettim. " On sekiz bin alemde kaybolsam. Yine seni arardım Savaş Efeoğlu. İsmini bile unutsam, kalbimde bıraktığın izi asla unutamam."
Gülümseyerek dalgayla soru sordu. " Ya benim varlığımı unutursan? Ya hafızanı kaybedersen?"
Gülümseyerek cevap verdim. " Ben unutsam da..." kalbime dokunarak cevap verdim. " Ķalbim unutmaz Çöl adamı. Unutamaz..."
Gülümseyerek başımdan öptü. "On yıl önce neden karşıma çıkmadın ki?"
Huzurla gülümseyerek ben sordum bu sefer. " Ya sen beni unutsaydın hatırlar mıydın Savaş Efeoğlu?"
Bu soruma kıkırdayarak yine sırt üstü uzandı. Göğsünü sıvazlayarak biraz düşünmüş gibi yaptı sonra." Bilmem, her halde hatırlamam. Pek bir etki etmez sanırım."
Omzundan vurarak kolundan vurdum. Savaş sırıtarak acıyla inlerken, omzunu sıvazladı. Hemen oturur pozisyona geçerek sinirle Savaş'a vaktim. " Demek pek bir etki etmez! Öyle mi Savaş?"
Savaş bu halimi büyük bir haz alarak izlerken burnumdan soluyarak kalkmaya çalıştım.
Hemen kolumu yere dayayarak kendimi kaldırmaya kalktığımda, kolumdan tutularak birden geri çekildim. Savaş beni kollarının arasında alarak yüz yüze gelmemizi neden olurken çırpınarak ayrılmaya çalıştım.
" Bırak! Bırak gideyim."
Dudağımdan hafifçe öperek ciddiyetle konuşmaya başladı. " Ben seni unutsam da, bu kalp seni unutmama izin vermez Peri kızı. Yine ilk gördüğüm günkü gibi çarpardı Peri kızı. Ve yine sen diye acıyla atardı. Sana kavuşana kadar."
Dedikleriyle sessizliğe bürünürken, sadece o kehribar gözlerini izleyebildim.
" Bu koca dünyada, sadece ikimiz varmış gibi yaşayalım Peri kızı. Senin erkeğin olarak ve benim kadınım olarak..."
"Zaten öyle yaşıyoruz Sevgilim. Bundan şüphen mi vardı?"
Sırıtarak yanağımdan öptü ve sıkıca sarılarak kendine daha çok çekti. Cevabını verirken, ben de beline sarılarak daha çok sarıldım bedenine.
" Şüphem yok Peri kızı. Bu dünya sen bana, ben sana aidim. Bunu dünyanın kralı gelse bile engelleyemez."
Huzurla gülümsedim ve sevdiğim adamla bu anda sonsuza kadar kalmak istercesine daha çok sarıldım.
🦋🦋🦋🦋
" Amca! Kız elimizin altındaydı! Bunu nasıl kaçırırsın!"
Tahir bey, yeğeni Karanın bağırmasıyla bir an telefonu kendinden uzaklaştırırken, sinirle tekrar kulağına yaklaştırdı. " Kes lan! Sana mı soracağım ne yapmam gerektiğini? Kiminle konuştuğunu bil, öyle cevap ver!"
Telefonda sesi öfke kusan Kara söylenmeye devam ediyordu. " Ben gelecektim oraya ben! O zaman o Savaş ayakta kalır mıydı! Kalmazdı! Kalmazdı! "
" Kes Kara! Zaten seni bildiğim için getirmedim. İyi ki de getirmedim. Telefonda bile rahat durmuyorsun!"
Bıkkınca soluklanarak devam etti. " Bu konu da burda kapandı çünkü plan değişti. Anladın mı!"
Telefonda "Ama..." Diye bir itiraz gelirken, devamına fırsat kalmadan tekrar konuştu Tahir. " Anladın mı dedim! Yine sürgün yeme benden! Beni buna zorlama! Türkiye'nin t'sini hatırlamazsın."
Burnundan soluyarak telefonu amcasının yüzüne kapatan Kara, Tahir beyi sinirlendirirken, arabayı süren adam ise nihayet korka korka da araya girdi. " Kızmayın ağam ama bir şey soracağım size."
" Sor Bekir sor! Bir sen kaldın! Sen de sor!"
Adam biraz irkilse de, son kalan cesaretini toplamaya çalıştı. Araba hâla çalışmıyorken, yolun kenarındaki arabalarla beraber duruyordu sadece. Sürü halinde gelmiştiler.
Planı, Savaş'ı Çilem'in gözleri önünde öldürmekti. Sonra da Çilem'i kaçırarak hayatı boyunca sürgün hayatı yaşatmaktı. Bu annesinin içini bir nebze de olsun soğuturdu belki. Tabii önce Çilem'in bebeğini öldürerek annesinin yaşadığı evlat acısını ona yaşatmaktı.
" Tam vuracaktık, elimizin altındalardı ağam! Neden vazgeçtiniz ki?"
Adam sinirle doğrularak şoföre doğru yaklaştı. Şoför yutkunarak önüne dönerken, Tahir bey biraz daha yaklaşarak, dişlerinin arasından sinirle cevap verdi. " Ben öyle uygun gördüm. Bir itirazın mı var?"
Adam hemen baş sallayıp " Hayır. Bir itirazım yok ağam." Diyerek korkuyla kafasını eğdi. Tahir bey de tekrar koltuğa yaslanarak emir vererek konuyu kapattı. " Güzel. Şimdi çalıştır arabayı. Gidiyoruz."
Adam tek kelime etmeden kontağı çevirirken, Tahir Bey ise şakağından tutarak annesine ne diyeceğini düşündü. Bunun için büyük bir öfke kusacağı biliyordum. Şuan bile, hâla bir fırsatı varken hiç bir şey yapmadı. Yapamadı. O küçük kızın yine ona korkuyla bakmasını kaldıramazdı. Zaten vicdanı sızlarken, buna cesaret edemedi. Tabii başka bir sebep daha oluşmuştu. Geri dönülemeyen bir sebep...
Yüzünü kaldırarak son kez uzaktaki çiftliğe baktı. Sonra da koltuğa yaslanarak yolu izledi sadece. Hâla yapmamanın pişmanlığı olsa da, vicdanın rahatlığı da iyiydi. Fakat annesinden korkuyordu. Onun öfkesine ne tepki vereceğini kara kara düşünüyordu.
Saatler süren yolculuğun ardından bir süre sonra nihayet konağın önünde dururken, hâla ne cevap vereceğini düşünüyordu.
Şoför endişeyle dikiz aynasından Tahir beye bakarken, Tahir bey ise duygularımi son derece iyi bir şekilde saklayarak arabadan indi.
Annesi daha konağı girmeden öfke püskürtüyordu bile. Sesi tüm konağa yankılanırken, derin bir nefes alarak kapıyı doğru yürüyüp içeri geçti. Annesi ise kapı açılma sesini duyar duymaz sessizliğe büründü. Bu sessizlik Tahir beyi korkutsa da, adamlarının yanında korkusunu belli etmiyordu.
" Hepiniz çıkın!"
Korumalar birbirlerine bakarken Devran hanım öfkeyle bağırdı. " Size çıkın dedim! Sağır mı oldunuz!"
Adamlar ikiletmeden dışarı çıkarak kapıyı aralarına kapattı. Tahir bey, omuzları dik şekilde annesine bakarak ne diyeceğini korkuyla bekledi.
Kadın öfkeyle oğluna yürüyerek bir tokat attı. Tahir bey sinirle gözünü yumarken, elini birleştirerek suskunca başını eğdi. Devran hanım bu sessizlikle çığrından çıkarken, oğlunun yakasını tutarak öfkeyle konuştu. " Ne oldu? Neden işini tamamlamadın?"
" Bir aksilik çıktı?"
" Bir aksilik? Neymiş o? Cevap ver! Neymiş o?"
Tüm ciddiyetine annesinin gözlerine bakarak cevap verdi. " Vicdanım, vicdanım araya girdi ana. Hamile bir kadına kıyamadım."
Sırıtarak başını iki yana sallarken tekrar tokat attı oğluna. " Aptal! Hamile olduğunu yeni mi öğrendin ki, şimdi vicdana girdin?"
Yakasından tutarak devam etti. " Kendine gel Tahir! Neden vurmayın o adamı? Savaş'ın ölüsü, Çilem'in dirisini istedim sende. Hani? Nerde!"
" Vuramadım."
Yine oğluna tokat atarak, bu sefer avludan dört dönmeye başladı. Bu kadar yaklaşmışken, intikamını almaya bu kadar yakınken oğlunun vicdanı yüzünden her şey sarpa sarmıştı.
Devran hanım hanım etrafında volta atmaya devam ederken bir an duraksadı. Aklına gelen bir düşünceyle buz kesilmişti. Yutkunarak yere baktı. Bir süre ondan ses gelmedi. Oğlu ise endişeyle ona bakmaya devam etti.
Sessizlik uzun bur süre devam ederken, Devran hanım eli kalbinde oğluna doğru yaklaştı. Oğlunun çenesini sıkıca kavrayarak korkuyla sordu.
" Yoksa...sen bu kıza aşık mı oldun?"
Annesinin sorusuyla vurulmuşa dönen Tahir bey ne cevap vereceğini kestirememişti. Annesine bakakaldı sadece...
|
0% |