Yeni Üyelik
41.
Bölüm

41. Bölüm

@maviay_63

Reyyan ana ciddiyetini bozmadan bana bakmaya devam ederken, ben ise dilim tutulmuş halde Reyyan anayı dinledim. " Bu yalanı insanlar öğrenirse ne olur biliyor musun?" Sert ve ciddi bir ses tonu vardı. Korkarım bu sefer bir fare gibi kapana kısılmıştım.

 

Savaş sen bunu benden habersiz nasıl söylersin! Söyledin bari yanımda olsaydın! Yutkunarak “babaanne..." der demez devam etti.

" Dün Savaş odama gelerek konuyu bana anlattı. Sanırım bu zehirlenme olayından sonra çok çaresiz hissetmiş kendini. Bu yüzden bir büyüğüne danışarak konuşup bir çare bulmak istemiş anlaşılan." Alayla sırıtarak kenara baktım. " Keşke söylemek için bana da danışsaydı."

 

" Ona bu hamilelik yalanını mecbur bırakırken, sen de ona danışsaydın keşke." Bu cevabı ile şoke olmuştum. Kısık sesle söylediğimi zannetmiştim halbuki. O değil de, şuan babaanneyle ufak bir tartışma mı yaşıyoruz, yoksa bana mı öyle geliyor?

 

" Babaanne, maalesef siz torununuzun yakasına yapıştığınız için, bunu danışmaya fırsatım olmadı." Reyyan ana sustu. Sanırım bu konuşmamız biraz daha gerginleşmişti. Bir süre sonra söylediklerini yeni fark etmiş gibi sıkıntıyla derin bir nefes aldığında, ayağa kalkarak avluda yürümeye başladı. " Savaş korkuyor. Bunu görebiliyorum. Onu annesinin ölümünden bu yana hiç bu kadar çaresiz görmedim. Bu yalana bir şekilde mecbur kaldınız, anlayabiliyorum. Fakat onun da kendini ne kadar yalnız hissettiğini anlamalısın. Bunun için yeterince büyümedin. O da öyle. İkiniz de koca birer yetişkin olsanız da, evlilik için yeterince erişkin değilsiniz."

 

Başımı eğerek hüzünle düşünmeye başladım. Dün bana kızdığı için, konuşmaya cesaret edememiş olabilirdi belki. Benimle bu konuyu konuşmaktan çok, gönlümü almaya çalışıyordu çünkü. "Hamileliğinin yalan olduğu anlaşılsaydı, nasıl anılacağını biliyor musun?" Korkuyla yutkunurken, Reyyan ana devam etti. "Bu yalanınla kendini bilmez, yalancı bir hanım ağa olarak tanınırdın. Bu yalanı sürdürdüğü için Savaş da yalancı çıkardı ve kimse size saygı falan duymazdı artık."

 

" O zaman evliliğimizin, en başından bir anlaşmayla olduğunu da biliyorsunuz."

 

" Hamilelik yalanının ardından, sahte evliliğinizi sorgulamamla itiraf etmek zorunda kaldı"

 

" Peki, şimdi ne olacak? Bize ne yapacaksın babaanne?" Bana dönerek hüzünle gülümsedi. " Hiçbir şey. Siz birbirinizi sevip, sahip çıktığınız müddetçe hiçbir şey."

 

" Çok kızmadınız mı yani?"

 

" Savaş benim telimden anlıyor. Bunu ne sebeple yaptığını, neye mecbur kaldığını anlattı ve... ve ben onu anlıyorum. Merak etme."

Avluda tur atmayı bırakıp derin bir nefes alarak ellerini arkasına aldı ve devam etti. "Bu konuyu da hiç kimse bilmeyecek."

 

İçini kaplamış olan huzursuzluk, her halükarda gösteriyordu kendini. Arkasını dönüp içeriye geçerken, Ben ise arkasından sadece bakakalmıştım.

 

Savaş'a kızayım mı kızmayayım mı bilememiştim. Bunu ondan hiç bir şekilde beklemiyordum çünkü.

 

Uzun bir süre avluda öylece oturdum. Çok düşündüm. Şimdi ne olacaktı? Bizi gelecekte ne bekliyordu? Diye düşünmeye başladım.

Peki ya Alev? Gerçi Alev'in kaybolmasıyla her şey açıktı. Fakat hâla anlamadığım, zehirlenme olayını nasıl öğrendiğiydi. Çünkü zehirlenme olayını daha yeni öğrenmişlerdi benden.

 

Bıkkınca nefes verdim. Anlaşılan o ki, konakta ona yardım eden birileri vardı. Onunla çalışan bir kadın...

 

Çatık kaşlarımla ayağa kalktım. Sonra da içeri girerek Aslı'yı aradım. Mutfak videolarını ve ses kayıtlarını araştırmak için bana göndermesini istemeliydim. Fakat bir süre sonra aradığımda ancak akşam gönderebileceğini söyledi. Yoğun bir iş temposunun ortasındaymış. Ben de konuyu çok uzatmadım. "Tamam." Diyerek akşam yemeği için aşağı indim.

 

Tabii bende önce Gülsüm çoktan işe koyulmuştu. Yaprak dolmasını içini hazırlamış, sarmaya başlıyordu. " Yine bir sarmayla imtihanım başladı. Eh yani Gülsüm! İlk günden düşüne düşüne sarma mı yapmayı düşündün? Bari beni düşünseydin!" Kıkırtıyla gülerek omuz silkti. " Sen yapma o zaman canım. Ben yaparım. "

 

" Hıhım, sonra tembel gelin diye söylensin Esma hanım. Oldu canım. Zaten benimle uğraşıyor. Bir de söylenmesini çekeceğim."

Gülsüm kıkırtılarına devam ederken, Hemen ellerimi yıkayarak sandalyeye oturdum. " Yok yok! Esma hanımın dırdırını çekemem. "

 

Bir süre sessizce iç harcı yapraklara sararken, Gülsüm yine sırıtarak yüzünü öne eğdi. Ben ise tek kaşım havada ona baktım. " Hayırdır? Yine neye güldün?"

 

" Savaş'ın sarmayı elinden kaptığı bir anı geldi aklıma. Yüz ifadeni görmeliydin." Bu sefer gözlerimi kısarak ben bakmaya başladım. "Ha ha ha! Çok komik!" Başını iki yana sallayarak sırıtmaya devam ederken, ben ise göz devirerek sarmaya devam ettim.

 

Aradan geçen bir saatin ardından, nihayet tencereyi doldurmuş ocağa yerleştirmiştik. Üstüne de çay koyarak bir süre sonra atıştırmalarla beraber salonda çay keyfi yaptık.

 

Eften püften konuşarak akşamı ettikten sonra mutfağa geçip yavaş yavaş hazırlıklara başladık. Tabaklar masalara yerleştirildikten sonra sürahileri ve tencereleri de yavaştan yavaştan getiriyorduk. O sırada tam sürahileri masaya koyacaktık ki, Gülsüm'ün hafif bir çığlıkla karnını tutarak iç çekmeye başladı. Ben elimdeki sürahiye hemen indirerek Gülsüm'e baktım. Sonra hemen onu kaldırmaya çalıştım. " İyi misin?" Tabii bu sorunun cevabını alamaya fırsat kalmadan, merdivenlerden yukarıya doğru gelen Polat ağabey ve diğerleri bizi fark etmişti. Hemen Gülsüm'ün yanına toplanarak kaldırmaya çalıştılar. " Gülsüm, iyi misin?" Polat endişeyle karısının belini tutarken, Gülsüm koltuğun kenarına geçip oturarak derin bir soluk almaya çalıştı. " Yok bir şey, yalancı sancılar bunlar. Arada oluyor."

 

Polat ağabey düşünceli haliyle karısına bakmaya başlarken, hemen ardından gelen Osman amca da neye uğradığını şaşırmış halde bizi izliyordu.

 

Ben bir an gülecektim ki dudaklarımı ısırarak zar zor tutmuştum. Osman amca tamamen yukarı çıkıp yanımıza gelirken, Polat abi de tekrar karısına döndü. " İyi olduğuna emin misin?"

 

" Eminim. Geçti zaten. Normal hamilelik sancıları, arada oluyor."

 

" Emin misin?"

 

" Eminim Polat! İki çocuk doğurdum ben." Gergince nefes alan Polat abi bana dönerek mutfağı gösterdi. " Çilem hadi, ben yardım ederim sana. Gülsüm biraz dinlensin."

 

" Bunda bir şey yok zaten Polat ağabey. Beş dakikaya hallederim ben. Büyük bir şey değil." Dedim itiraz eederek. Ama o " Olsun, çabuk biter." Diyerek birden mutfağa doğru yürüdü. Ben ise ağzım açık ardından bakakalmıştım. Bu adam ne zamandan beri sofra hazırlıyordu? Hele de bir ağa olarak.

 

Hiç alışık olduğum bir durum olmadığı için afallamam gayet normal değil mi? Savaş, omzumdan tutarak bir an beni kendime getirirken, o da mutfağa doğru yürüyerek Polat ağabeyinin ardından gitti. Hâla ağzım açık vaziyetteyken, ben de onların ardından mutfağa geçmeye çalıştım.

 

Polat abi, ocaktaki sarmaları kontrol ederken " Bunları masada dolduracağız değil mi?" Diyerek bana döndü birden. Ben ise daha fazla şaşırmadan sirkelenmeye çalıştım.

 

" Evet. Masaya götüreyim onları." Diyerek hemen tencereye davranırken, Polat abi tencereyi kaptığı gibi salona doğru yürüdü. Savaş da ardından düdüklü tencereyi taşıyarak önden yürüdü. Fakat benimle dalga geçmeden olmazdı. İyi eğleniyordu paşam benimle.

 

" Ağzını kapat Peri kızı. Sinek kaçacak."

 

Savaş'ın dalga geçmesiyle, kısık gözlerimle Savaş'a bakarken, koluna vurarak diğer eşyaları da ben aldım.

 

Savaş ardından kolunun acısıyla söylenirken, ben ise kısıkça güldüm sadece.

 

Çok geçmeden, mutfağa girip çıkmamızla masaları dolduruyorduk. Araya Emin ve Esra'nın da girmesiyle mutfakta küçük bir izdiham yaşansa da nihayet masa hazırlanmıştı.

 

Hazırlık aşamasında Esma hanım biraz söylense de çok üstlenmedi. Daha çok bazı şeyleri umursamamaya başlamıştı sanki.

 

Şaşırtıcı derecede alışıyordu bu kadın.

 

Herkes yavaş yavaş sofraya geçerek yemeğe başlarken, Esma hanımı bir kenara bırakarak zehirlenme konusunun açılmasını bekledim bir süre. Dünden sonra doğru düzgün bir konuşma olmamıştı artık çünkü. Sanki bu konuyu kapatmak istiyorlardı.

Fakat ben buna müsaade edemem.

 

" Ee? Şu zehirlenme olayı hakkında ne zaman konuşulacak? Yanii, Alev mi yapmış?"

 

" Babaanne, odasında bir ilaç bulmuş."

 

" O ilacın ne olduğunu nerden biliyorsunuz peki?"

 

" Araştırdık Çilem. Bu kadar şüpheci olmana gerek yok."

 

Savaş'ın bu sert tavrı, beni şaşırtmıştı. Ailesini de öyle. Sanki kavga ediyor izlenimi veriyorduk ve bu benim canımı sıkıyordu. Acaba biraz dolmuşmuydu bu bana karşı? Ya da acaba ben mi öyle hissediyorum?

 

" Anladım." Diye cevap vererek susmaya karar verdim. Yoksa ikimiz için, iyi bir sonuç çıkmayacaktı.

 

Bu adamın bana ters davranması, beni kendisinden soğutuyor haberi yok! Aile içinde olmasam ne diyeceğimi biliyordum ben.

 

Burnumdan solarken Savaş bu kızgın tavrımı fark etmiş olacak gibi yumuşamıştı birden. Konuyu daha sakin anlatmaya çalıştı.

 

" Bir personelimiz, onun gizlice mutfağa girdiğini fark etmiş. Onun yanında da Perivan diye bir kız varmış. Şu yeni kız. Her şeyi itiraf etti."

 

Cevap vermeden baş salladım sadece. O ise ciddiyetle devam etti. " Kadın amacının o olduğunu bilmediğini savundu ama inanmadık tabii. Kovmakla kalmadık, polise verdik direkt. Bir kaç güne her şey açığa çıkar."

 

İnsanların nefeslerini tutmuş halde bizi izlemeleri, benim artık öfkemi dizginleyip, konuşturmak zorunda bırakmıştı. " Anladım. Umarım Alev de bir an önce yakalanır."

 

" Umarım." Diyerek elime uzanarak hafifçe sıktı. Ben de yapmacık gülümsememle yine " Umarım." Diyerek elini sıktım.

 

Akşam yemeği bu gerginliğin arasında nihayet biterken, salona geçerek bu sefer Gülsüm hakkında konuştuk. Aileye yeni üye gelecekti ve her zamankinden daha dikkatli olmak zorundaydık. Hele de bu zehirlenme olayından sonra adımlarımızı titizlikle atmak zorundaydık. Bu yüzden çalışanları süzgeçten geçirene kadar geri getiremezdik.

 

Konuşma çok geçmeden nihayet biterken, herkes ufaktan ufaktan odalarına çekilmişti. Bir biz kalmıştık oturma odasında. Savaş pür dikkat beni izliyordu. Ona bir baktığımda fark etmiştim. Gerçi bakmasam da anlamak zor değildi. Zaman geçsin diye masadaki kumandayı alarak televizyonu açtım. Kanalları geziyordum öyle. Fakat Savaş'a nazaran pek sabırlı değildim susmakta.

 

" Uykun gelmedi mi senin? Git uyu sen."

 

" Ya sen? Senin de uykun gelmedi mi?"

 

" Gelmedi uykum. Biraz film izleyeceğim ben."

 

Herhangi bir filme denk gelerek sesini açtım.

 

" Ben de izleyeyim bakayım. Nasıl bir filmiş bu."

 

" Yarın erken kalkmayacak mısın sen? İşin vardı sanki."

 

" Hayır yoktu. "

 

" Hım. Anladım." Diyerek bir süre bekledim. Savaş ise koltuğa yaslanmış, benim gibi filmi pür dikkat izliyordu. Fakat benim nefesim daralmıştı. Bu Savaş ile ya kavga edecektim ya da sakin sakin ayrılacaktım.

 

" Neyse bir an uykum geldi sanki."

 

Hemen ayağa kalkarak yürümeye başlarken, kolumdan geri çekilmemle olduğum yerden koltuğa düştüm.

 

Ben şaşırmış bakislarımla onu izlerken yanıma yaklaşarak usulca yanağımdan öptü.

 

" Fazla inatçısın Peri kızı. Sessizliğinle insanı dövüyorsun resmen."

 

" Hıhım. Sen gerçekten vurmadığıma şükret. Dün beni odaya gönderdin, Reyyan anaya her şeyi söyledin bu da yetmiyormuş gibi benim kızacağım yerde sen kızıyorsun bana."

 

" Ne yapmamı bekliyorsun? Benden haftalarca zehirlendiğini saklamışsın. Bana kolay kolay güvenmediğini açık açık gösterdin bana."

 

" Sana güvenmediğimden değil, bu işi sakin çözmek istedim. Dün gece malum, gördük zaten halini."

 

Sinirle dişini sıkarak bir an hiddetle ayağa kalktı. "Sen insanı delirtirsin Çilem. Bazı şeylerin ciddiyetini kavrayamıyorsun."

 

Başka bir şey demeden odaya doğru geçti.

 

Ben de televizyonu kapatarak bıkkın bir nefesle ardından gittim.

 

Odaya geçtiğimde banyoya girmişti. Kapı tıklatarak kulak kabarttım.

 

" Savaş, duş mu alacaksın?"

 

" Evet." Diye tok bir ses çıktı. Ben de çok üstelemeden kendi halimde takıldım.

 

Dış kapıyı kapatarak üstümü değiştirerek pijama takımımı giydim. Sonra da yatağa geçerek ağırlaşan göz kapaklarımı kapatmaya başladım. Fakat aklımda sadece tek bir soru kalakalmıştı. Savaş dünden beri neden böyle davranıyordu. Hissediyordum, Savaş korkuyordu, hem de hiç korkmadığı kadar...

 

Bir hafta sonra

💙🤍🤍💙

 

Zara ve Yılmaz'ın düğün hazırlıkları devam ederken, çeyiz hazırlıkları da ufaktan ufağa devam ediyordu. Bugün de son hazırlıklar yapılıyordu artık. Zara ve annesiyle beraber alışverişe çıkarak kıyafet ve örtü gibi şeylere baktık. Ben de erkek tarafı olarak orada bulunmak durumunda kaldım.

 

Gülsüm biraz halsiz olduğu için gelmedi. Esra desen zaten okul ona yetiyordu.

 

Anladığınız gibi ben ve Emine hanım vardık sadece. Mağazaları uzun uzun dolaşıp herseyden aldık. Sonra da çarşıya uğrayarak oradan da bir şeyler aldım.

 

Herkes kendine de birşeyler beğendikten sonra, konağa dönmek için ufaktan ufaktan arabaya geçmeye başladılar. Ben ise Aslı ile buluşacağımı söyleyerek çarşıda kaldım.

 

Aslı'dan geçen hafta duyduğuma göre, Alev ile iş birliği yapan bir kız varmış. Konağa yeni gelen biri.

 

Serpil'in dediğine göre bir kere benim kahvemi hazırlarken şüpheli davrandığını söylemişti. Dediğine göre, özellikle kendisi bize kahveyi götürmek istiyordu. Bu ona da şüpheli gelmişti. Fakat bunun üstüne çok gitmemişti.

 

Tabii, beni zehirlemek istediklerini nerden bilebilsin ki.

 

Fakat Aslı'dan önce bizimkiler çoktan bulmuştu suçluları. Bu konu sa burada sonuçlanmış gibiydi.

 

Aslı beğendiği bir kolyeyi aynaya bakarak boynunda yakıştırırken bir yandan da konuşmaya devam ediyordu.

 

" Alev bu aralar telefonda bir kadına Hanım ağam diye sesleniyordu. Sanki telefondan konuştuğu kişiden çekiniyordu."

 

" Peki isim falan duydun mu?"

 

" Yok. Telefon konuşmalarında sadece ağam, hanımın cümleleri çıkıyordu ağzından. Bir de bir kadının Savaş'a kurduğu tuzağı anlatıyordu."

 

Asl'ı birden imâlı bakışlarını bana yöneltirken, elindeki kolyeyi indirerek yavaşça bana döndü. " Senin son anda yetiştiğin tuzağı anlatıyordu. Bir de Alev sanırım biraz öfkeliydi. Malum, onu uyarladığı kadın yüzünden boğazlamaya çalışmışsın ya."

 

Etraf buz gibi sessizleşirken, telefonun sesiyle hemen sıyrılmaya çalıştım. "Canım Savaş arıyor. Bir dakika."

 

Hemen arkamı dönüp ordan biraz uzaklaşarak telefonu açtım. " Alo. Efendim canım."

 

" Nerdesin?"

 

"Aslı ile çarşıdayız. Tezgahlara bakıyoruz öyle."

 

" Tamam. Sen yerinizi söyle oraya geliyorum."

 

" Hayırdır böyle birden. Ne oldu?"

 

"Hiç. Belki Mardini bir turlarız diye düşündüm. Olmaz mı?"

 

Gülümseyerek dudaklarımı kenetledim. Bu adam aşırı tatlı göründü şuan gözümde.

 

" Olur. Nereye gidelim?"

 

" Sen nereyi istersen."

 

" Peki o zaman şöyle yapalım. Sen önce buraya gel. Sonra konuşur, kararlaştırırız. "

 

" Tamam. On dakikaya oradayım. "

 

Birbirimizle vedalaşarak telefonu kapattıktan sonra, arkamı dönerek korkak adımlarla Aslı'nın yanına geldim.

 

" Çilemcim."

 

" Aslı'cım...Ne beğendin bana da göster."

 

Elime aldığım kefyeye göz atarak biraz duraksadım. Sonra yapmacık heyecanla ona döndüm. " Aa bak! Bu sarı sana çok yakışacak. Emin olabilirsin."

 

Göz devirerek kefyeyi tezgaha geri koydu. Sonra da kısık gözleriyle bana baktı. " Anlat!"

 

Bıkkınca soluk verip kollarımı bağlayarak kenara baktım. " Ne duyduysan o."

 

" Ve sen buna rağmen hiç bir şey söylemedin mi Savaş'a?"

 

Alayla sırıttı. " Afferin benim geri kafalı arkadaşım! Afferin!"

 

" Konuyu uzatma. Geçti bitti işte."

 

" Savaş'ın hâla haberi de yoktur."

 

" Maalesef."

 

" Söylemeyi düşünüyor musun?"

 

" Bence yaşanan onca kaostan sonra bunu bilmese de olur."

 

" Afedersiniz? Bunlar ne kadar acaba?"

 

Bir kadının tezgaha bakmasıyla konuşmamız nihayet son bulurken, kenara çekilerek daha rahat bakmasını sağladım.

 

Kıza yüzümü döndüğümde, bir an tanıdık bir sima gibi geldi.

 

" Aa! Hazal? Bu sen misin?"

 

Yeşil gözlü genç kız bana dönerek şaşkınca bakakalmıştı.

 

" Aa! Yoksa? Çilem abla? Sen olduğuna inanamıyorum."

 

Bana sarılırken, ben de gizleyemediğim şaşkınlıkla sarılmasını karşılık verdim. O ise konuşmaya devam etti. " Nasılsın? Görüşmeyeli uzun zaman oldu."

 

" İyiyim canım sen nasılsın?"

 

Bir süre sonra birbirimizden ayrılırken konuşmaya devam etti. Her şeyi tanıklık olan Aslı ise izlemekle yetinmişti.

 

" İyidir nasıl olsun. Hangi rüzgar attı seni buralara. En son Urfadaydın sanki."

 

"Evet evet hâla oradayım. Öyle tatile geldim abimle."

 

" Hım." Diyerek Aslıya döndüm. Onu yeni fark etmemle dudağımı ısırarak hafifçe başıma vurdum. " Hazalcım bu da benim arkadaşım Aslı. Beren'in ev arkadaşı."

 

" Merhaba. Tanıştığımıza memnun oldum."

 

" Ben de Hazalcım." Diyerek el sıkışırken, tekrar bana dönüp açıklama yapmamı bekledi. Şaşkın bakışlarıyla ensemi kaşıyarak devam ettim. " Şey Aslı, bu benim lise arkadaşımın kız kardeşi Hazal. "

 

" Hangi lise arkadaşı." Dedi sanki lise arkadaşlarımı çok tanıyormuş gibi. Ama Baran'ı biliyordu. Yani Beren ve benden duymuştu.

 

" Baran diye bir çocuk vardı. Benim eski lise arkadaşım. Onun kız kardeşi de benim gibi sanat bölümünü okuyordu. Sanırım hâla okuyorsun. Öyle değil mi?"

 

" Evet. Bir kaç ay sonra üçüncü sınıfa geçeceğim. Çilem ablam sayesinde sanata heveslendim. Bu yüzden sanat bölümünü seçmiştim. Bir gün ünlü bir ressam olmak istiyorum. Belki büyük bir atölye açarım."

 

" Umarım bir gün hayallerini gerçekleştirirsin canım."

 

"Umarım sen de hayallerini gerçekleştirebilirsin. Çilek kız."

 

Sözlerine tepkisiz kalırken, karşıdan gelen erkek sesiyle bir an şaşkına uğradım. Ses yabancı gelmiyordu.

 

"Baran?" Diyebildim sadece. Gözündeki kan lekesi ve tıpkı kardeşi gibi yemyeşil gözleriyle bize bakarak gülümsedi.

 

Gözündeki kan lekesini herkes konuşurdu lise zamanında. Bazıları kavgada olduğunu söylerken, bazıları da bir kaza sonucu olduğunu söylüyordu. Tabii bunun gerçek yüzünü de pek öğrenememiştik. Bir kaza sonucu olduğunu söyledi sadece. Fakat asıl ne olduğunu anlatmamıştı.

 

" Çilem Yaman. Hangi rüzgar attı buraya seni böyle?"

 

Elini cebinden çıkararak kolunu kardeşinin omzuna yaslayıp cevap vermemi bekledi. Ben ise şaşkınlığı gizleyemedim.

 

" Baran. Bu ne büyük bir tesadüf böyle."

 

" Nasıl gidiyor Çilek kız?"

 

" Çilek kız?" Aslı tereddütle az önceki gibi bana bakarak tekrar sordu. " Çilek kız?"

 

Çilek kız demesinin sebebi o zamanlar çok fazla çilek yediğim içindi. Benimle her karşılaştığında elimde plastik bir kabın için çilek yediğimi görürdü. Bu yüzden lisede hem kızlar hem de erkekler bana çilek kız lakabı takmıştı.

 

" Abisi Baran da bu oluyor Aslıcım."

 

" Bu? Ayıp ayıp. İnsan dostum der, can dostum der. Bu ha!"

 

Baran biraz alaycı bir çocuktur. Herşeyi alaya almayı severdi. Bir de benimle dalga geçmeyi severdi.

 

Sözlerini umursamadan göz devirip konuşmaya devam ettim.

 

" Nasılsın?"

 

" Valla iyi de, seni sormalı. Mezun olduktan sonra kayboldun. Hiç bir haber alamadık senden."

 

" Öyle oldu biraz."

 

Baran gülümseyerek Aslı'ya baktı bir an.

 

"Arkadaş?"

 

" Ha pardon! Baran, bu arkadaşım Aslı. Aslı, bu da liseden arkadaşım Baran. Beren de tanıyor kendisini. Üniversite zamanlarında kardeşine uğrarken bize de uğrardı."

 

" Tanıştığımıza memnun oldum Aslı."

 

" Ben de Baran."

 

Aslı o zamanlar başka bir üniversite okuduğu için pek karşılaşmamışlardı. Sadece ben ve Beren'den bir iki kere duymuştu o kadar. Onu da pek hatırlamıyor gibi görünüyordu.

 

" Ee Çilek kız? Mezun da oldun. Ne yapmayı planlıyorsun?"

 

Baran'ın sorusuyla bir an yüzüm düşmüştü. Mezun olalı bir yıl olmuştu ama her şeyden çabuk vazgeçmiştim. Dedem ve babam hevesimi kırdı dese daha doğru olur aslında.

 

Resim öğretmenliği yapmak istediğimi söylediğimde, kır dizini otur evinde demişlerdi sadece. Üniversiteye gönderdiklerini şükredecekmişim. Bana da susmaktan başka çare kalmamıştı. İşte öyle zamanla da hevesim kaçmıştı.

 

Komik, halbuki hayallerimi gerçekleştirmek için okumuştum. Belki bir gün büyük bir sanat galerisi açardım diye. Fakat artık hiç birşey yapasım kalmadı."

 

"Çilek kız..."

 

" Çilem, neler oluyor burada?"

 

Baran'ın cümlesi yarıda kalırken Savaş ise sinirli bakışlarla bize doğru yürüyordu. Savaş gergin bir halde yanıma yaklaşırken, belime sarılarak Baran'a dönüp sorusunu tekrarlattı.

 

" Burada neler oluyor?"

 

" Savaş. Hoş geldin canım."

 

" Hoş buldum güzelim. Evet? Olay nedir? Biri açıklayacak mı?"

 

Savaş'ın bu sözüyle çocuk şoke olurken, bir an bana bakakaldı. " Sen evlendin mi?" Dedi hayret dolu bir sesle.

 

Savaş ise bunu duyar duymaz belimi sıkarak, birden bire sinirle kendine çekti. "Evet. Yüzüğü görünüyor diye düşünüyorum." Dedi nişan yüzüğü olan elimi tutarak.

 

" Çok gençsin be kızım!"

 

" Sana ne lan lavuk!"

 

Savaş'ın öfkesi herkesi sus pus ederken beni de iyice germişti bu.

 

" Savaş, biraz sakin olur musun lütfen."

 

" Yaşınız kaç sizin?" Araya hiç beklemediğim bir şekilde Hazal girmişti.

 

" Kırk yaşındayım küçük hanım. Bir sorun mu var?" Bunu söylerken beni kendine daha çok çekti. Sanırım yaşlı göründüğünü düşünmüştü.

 

Sanırım biraz gerilmiş olabilir. Birazcık...

 

" Oo! Çok genç görünüyorsunuz halbuki."

 

Savaş belimi sıktığı elini gevşetirken birden gülümsemeye başlamıştı. Morali yerine gelmiş gibiydi.

 

"Hazal'cım dalga geçiyor. Otuz yaşında kendisi." Diyerek Savaş'ın omzuna vurdum hafifçe.

 

"Hâla genç."

 

Savaş yine gülümseyerek yine elimi tuttu.

 

" Teşekkür ederim küçük hanım. Şimdi, biz artık gidelim mi güzelim."

 

" Olur. Gidelim."

 

Evet evet gidelim. Yoksa birazdan bir arbede çıkacak. Bu yüzden pek itiraz etmedim. Ne kadar çabuk uzaklaşsak o kadar iyi bizim için.

 

" Neyse, o zaman sonra görüşmek üzere Çilek kız."

 

Savaş, yine çatık kaşlarıyla burnundan solumaya başlarken, elimi bırakarak bir kaç adımla Baran'ın yanına yaklaşıp elini uzattı. Adam da şaşkınlıkla elini uzatırken, Savaş elini sıkarak jızla kendine çekip kulağına yaklaştı.

 

Ben yutkunarak Savaş'a yaklaşırken, adamın şaşkınlığı sırıtmaya dönüştü. "Bir daha karıma Çilek kız demeye kalkarsan, hiç görünmek istemediğin bir hale çeviririm seni. Anladın mı?"

 

Baran gayet rahat bir sırıtmayla, Savaş'ın nihayet bıraktığı elini cebine atarak bana baktı. Sonra da tekrar ona döndü.

 

" Senin ki biraz kıskançmış. Sevindim, kıskanmayan erkek kolay kolay sevmez. Tabi ayarında."

 

Savaş, ne diyor bu lavuk der gibi bana dönüp yanıma gelerek tekrar elimi tuttu. Ben ise sadece gülümsemekle yetindim. O da bu halime göz deviretrj oradan uzaklaşmaya çalıştı. "Bu arada, görünen o ki karın sadece senin için yaşıyor."

 

"Ne saçmalıyorsun sen?" Dedim bir an sinirle duraksayarak.

 

" Hayallerini gerçekleştirmenin engelleyen ne peki Çilemcim."

 

Bir an oklar bana dönerken, neye uğradığı şaşırmıştım. Savaş şaşkınlıkla bana dönerken o da neye uğradığını şaşırmıştı.

 

" Bize hep, dünyaca ünlü bir ressam olmak istediğini söylerdin."

 

Savaş kaşları havada şaskınca bana bakarken sessizleşmişti bir an. Sanki biraz hayal kırıklığına uğramış gibiydi. Uzun süren sessizliğini yutkunarak bozmuştu.

 

" Evet. Bunu bana hep söyler. Bir gün yapacaktır."

 

Savaş biraz şaşkın, biraz hayal kırıklığına uğramış gibi bakmaya devam ederken elimi sıkarak konuşmaya devam etti. " Güzelim, gidelim mi artık?"

 

Başımı onaylar gibi sallarken " Olur." Diyerek Aslıya döndüm. Aslı da bizi uzaktan izlemekle yetinirken, ona baktığımı fark ettiği gibi kendini sirkeleyerek cevap verdi. " Canım siz gidin. Ben kendi arabamla gideceğim. İşlerim bitmişti zaten. "

 

" Peki sen bilirsin."

 

Birbirimizle vedalaşarak arabaya doğru yürüdük. Arabaya doğru son bir kaç adım yaklaşırken, Aslı'nın arabaya gidişini izledim. Baran ve kardeşi Hazal ise ardımızda bize bakıyordu.

 

Arabaya nihayet vardığımızda, Savaş kapıyı açarak içeri girmemi bekledi. Biraz kızgın olabilir. Birazcık.

 

Savaş'ın çatık kaşlarına çok takılmadan arabaya girerek Savaş'ın da gelmesini bekledim. Çok geçmeden Savaş da arabaya binerken, son kez Baranların olduğu tarafa bakıp burnundan soluyarak koltuğa yaslandı. Ben ise bu tavrını hayretle izledim.

 

" Savaş, gidecek miyiz?"

 

" Gideceğiz gideceğiz." Başını paylar gibi sallarken devam etti. "Benim bilmeyip, Baran denen lavuğun bildiği şeylere konuşmaya gideceğiz."

 

" Ona takılmış olamazsın Savaş."

 

Bir şey demedi. Anahtarı kontağa sokarak çatık kaşlarıyla arabayı çalıştırdı sadece.

 

Bu adam şimdi ciddi ciddi Baran'ı mı kıskandı?

 

Ben onu kıskanırdım ama onun bu kadar çok kıskandığını ilk defa görüyorum.

 

" Savaş. Bugün günün nasıl geçti kocacığım?"

 

Uzun süren gergin sessizliğin ardından ortamı yumuşatmam gerekiyordu.

 

Çilem Efeoğlundan beklenmedik hareketler bunlar. Horoz gibi kabarırdım normalde.

 

" Öyle tatlı tatlı konuşarak konuya kapatamazsın 'Çilek kız' anladın mı?"

 

" Sen ona mı takıldın? Amma abarttın Savaş!"

 

" Sana neden Çilek kız diyor bu lavuk?"

 

Kıkırdayarak sırtımı koltuğa yasladım.

" Yoksa kıskandın mı sen?"

 

" Kıskanırım tabii Çilem! Saçma sapan konuşma. Biri karıma Çilek kız diye hitap edecek, ben de o çok bilmiş medeniler gibi normal karşılayacağım. öyle mi? Yok ya! Meydanda olmasaydım ona ne yapacağımı bilirdim ben."

 

" Allah'tan meydandaydın. Yoksa ne olacağını tahmin edebiliyorum."

 

" Bir daha o adamla karşılaşırsam ve bir kez daha sana Çilek kız demeye kalkarsa, beni tutmaya kalkma Çilem!"

 

" Tamam tamam! Sustum."

 

Şuan karşılık vermem, patlamaya hazır bombanın fitilini çekmek gibi olacak. Bu yüzden ondan daha sakin olmak zorundayım

 

" Hem bu adam sana neden Çilek kız diyor? Konuyu saptama da söyle!"

 

Öfkeli sorusuyla kendime gelmeye çalışırken cevap verdim.

 

"Küçükken hep çilek getirirdim okula. Bu yüzden adım Çilek kıza çıktı. Bu yüzden o da bana hep Çilek kız derdi. Beni küçük kız kardeşine benzetirdi."

 

" O yanındaki kız mı?"

 

" Yok, o değil..."

 

" Ya kim?"

 

Bir an sessizleştim. Baran'ın kız kardeşi aklıma gelince içime bir hüzün kapladı . Ne kadar da acı bir şey böyle. Savaş bunu söyleyene kadar hiç aklıma gelmemişti. Kız kardeşinin çilek sevdiğini söylerdi benim gibi. Zaten Çilek kız lakabını o takmıştı bana. Sanırım ben ona kız kardeşini hatırlatıyordum.

 

" Küçük bir kız..."

 

" Küçük bir kız mı?"

Dalgınlıkla söylerken, Savaş'ın sorusuyla kendime gelmiştim.

 

"Kardeşini küçükken kaybetmiş. On üç yaşlarında falan. Dediğine göre uçurumdan düşmüş."

 

Arabada bir süre sessizlik oluşmuştu. Savaş eskisine göre biraz daha yumuşamış gibiydi.

 

" Kıskanman gereken biri değil yani Savaş. Aramızda hep bir mesafe vardı. Abi kardeş ilişkisi gibi. Bana karşı çok büyük fedakarlıkları oldu. Korkma, ondan zarar gelmez."

 

Arabaya çalıştırarak son kez bana döndü. " Umarım öyledir. Yoksa..."

 

" Yoksa?" Diye sordum ciddiyetle. Tehdit vari konuşuyordu.

 

" Yoksa onu benim elimden hiçkimse alamaz."

 

Göz devirerek koltuğa yaslandım. "Onunla bir daha karşılaşmayız Savaş. Abartma."

 

"Umarım." Diyerek gaza basıp park ettiği yerden çıkarak yola girdi. Araba sakince ilerlemeye devam ederken Savaş ise tek kelime bile etmeden sadece yolu izledi.

 

On, on beş dakika hâla yoldayken bu sessizliğe daha fazla dayanamadım.

"Eee? Söyle bari nereye gidiyoruz?"

 

Durgun hali gitmişti. Birden gülümseyerek cevap verdi. " Sürpriz."

 

" Hani gezip dolaşacaktık."

 

" Dolaşıyoruz işte. Bak önümüzde dümdüz bir yol manzarası."

 

Omzuna vurarak koltuğa yaslandım. Fakat sonra yine merakıma yenik düştüm.

 

" Peki neymiş bu sürpriz?"

 

Göz devirerek bir saniye bana bakıp tekrar yola döndü.

 

" Adı üstünde sürpriz Çilem."

 

Koltuğa yaslanarak bir süre beklemeye çalıştım. Kabul, çok heyecanlanmıştım.

 

Yarım saatin ardından çiftliğin yoluna sapmıştı birden Savaş. O zaman sürprizin çiftlik olduğunu anlamıştım.

 

Biraz hayal kırıklığına uğramıştım ama olsun. Bunu da düşünmeyebilirdi.

 

" Sürpriz Çiftlik mi?" Dedim biraz hayal kırıklığına uğramış gibi gözüken ses tonumla. Fakat duygularımı çok belli etmemeye çalıştım.

 

"Çok sabırsızsın Peri kızı. Biraz bekle.

 

" Merak ediyorum. Ne yapayım."

 

Gülümseyerek başını iki yana salladı. O sırada çiftlik karşımıza çıkmıştı çoktan. Çok geçmeden arabayı da kenara park ederek dışarı çıktı. Sonra da arkasına dönerek bana baktı. " Daha ne kadar orda kalmayı düşünüyorsun sevgili karıcığım?"

 

"Tamam tamam çıktım. Kemerim takıldı."

 

Savaş bunu söylememle sırıtırken arabanın diğer tarafına geçerek kapıyı açtı. Tam o sırada kemeri çıkartarak geri gitmesine sebep olarak dışarı çıktım. " Hallettim ben." Derken o ise sırıtarak şaşkınlığını bir kenara atıp usulca belime sarıldı.

 

" Görüyorum."

 

Gülümseyip yanağımdan öperek devam etti. "Bazen on yaşında bir çocuk gibi davranıyorsun."

 

Omuz silkerek hemen elinden kurtuldum. " Olabilir."

 

Çiftliğe doğru yürürken o da peşimden geliyordu. Ben ise belki çiftlikte bir şey vardır diye düşünmeye başladım. Fakat ben bu heyecanla yürürken önümüzde görmüyordum.

 

" Yavaş yavaş yere düşeceksin!"

 

Savaş'ın ikazıyla önüme dönerken, bir anda taşa takılmıştım. Fakat tam yere kapaklanmak üzereyken, son anda ayağımı öne attım.

 

O sırada Savaş hayretle beni izlerken, ben ise tekrar toparlanarak hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam ettim. Savaş ise gülerek, kıkırdaya kıkırdaya yanıma geldi.

 

" Merak etme rezil olmadın. Hiçbir şey görmedim ben."

 

Belime sarılarak yürümeye devam ederken, karnına hafifçe vurarak biraz homurdandım.

 

" Rezil olmadım zaten. Görmüştüm aslında, ama sen bana seslenirken dikkatim dağıldı o yüzden."

 

" Hıhım. Anlıyorum."

 

Kapının önüne gelirken cebindeki anahtarı çıkartarak kapıyı açıp içeri girdi. Ben ise konuyu çok fazla uzatmadan onun ardından içeri geçtim.

 

Savaş, ceketini çıkartıp ayakkabısını rafa koyduğu gibi içeri geçerek koltuğa yayıldı. Ben ise saf saf sürprizin ne olduğunu bekliyordum.

 

Kapının önünde ne yapacağını beklerken haylaz sırıtmasıyla bana döndü.

 

" Bize bir kahve yapsana güzelim."

 

" Kahve?"

 

Sürpriz yapacağım ayağına bizi çiftliğe getiren adama şaşkınca bakakalmıştım.

 

" Tamam. Yaparım."

 

Onun gibi ben de ayakkabılarımı çıkartıp ceketimi ve çantamı askıya asarak mutfağa doğru geçtim.

 

" Sürpriz ayağına kandırdı bildiğin." Dedim kendi kendime. " Bari sürpriz demeseydi. Boşu boşuna heyecanlandım ben de."

 

Tabii bunların hiçbirini duymamıştı. Kendi kendime söylenmekle yetinmiştim.

 

Cezve ve fincanları çıkartarak suyu koyarken hâla homurdanıyordum. İki ölçek kahve koyup son derece gürültülü bir şekilde ocağa indirerek hızlı hızlı karıştırdım. Sonra ocağı açarak fincanları da gürültülü şekilde tepsiye koymaya çalıştım. Tabii biraz arbede çıkıyordu.

 

" Yavaş güzelim yavaş! Fincan bırakmayacaksın evde."

 

Alttan alttan sırıttığına yemin edebilirim ama kanıtlayamam.

 

" Sen dua kafanda kırmıyorum Savaş. Sürprizmiş."

 

Derin bir nefes alarak sakin kalmaya çalıştım. " Sanırım fazla abarttım. Onun yanımda olmasında daha güzel bir hediye olamaz bana. Öyle değil mi?"

 

Başımı iki yana sallayarak gülümsedim. " Hayır. Gereksiz kızıyorum. Bu da güzel bir sürpriz olabilir. İkimiz başbaşayız işte."

 

Kendi kendime konuşmalarım son bulurken, kahvenin taşmasıyla birden bire elim ayağıma dolandı.

 

"Hii! Gitti kahve."

 

İç çekişim duymuş olacak ki Savaş da birden yanımda bitmişti. " Ne oldu?"

 

" Kahve taştı ya!"

 

Hayıflanarak cezveyi ocaktan alırken Savaş ise rahat bir nefes alarak yanıma geldi. " Bunun için mi korktun? Ben de bir şey zannettim."

 

" Ne gibi bir şey olabilir Savaş?"

 

" Bilmem fare falan ola..."

 

" Ne faremi! Burda fare mi vardı yoksa!"

 

Hemen sandalyeye çıkarak dehşetle etrafıma bakınmaya başladım.

 

" Dur dur yok bir şey. Sadece öyle zannettim."

 

" Yok yok, sen öyle zannettiysen daha öncede görmüşsündür."

 

" Yok güzelim yok! Burada hiç fare bulunmaz. Sadece aklıma ilk o geldi."

 

" Savaş, bak bana yalan söylüyorsan çok kötü bozuşuruz seninle."

 

Savaş yanıma gelerek kollarını bağlarken sırıtarak cevap verdi. " Burda fare yok güzelim. Korkma artık"

 

Bir süre etrafıma korkuyla bakarken, doğru söylediğine ikna olmuştum. Yavaşca aşağı inerek Savaş'ın yanına ydoğru yürüdüm. korkulacak bir şey olmasa da hâla tetikteydim. Savaş'ın koluna sarılarak etrafıma baktım.

 

" Tamam kahve kalsın. Atların yanına gidelim biraz turlarız."

 

Savaş'ın konuşmasıyla etrafıma bakmayı kestiğimde, Savaş elimden tutarak konuşmaya devam etti.

 

" Hadi."

 

" Hava kararmak üzere Savaş."

 

" Olsun."

 

" Nereye gideceğiz?"

 

" Yaylaların oraya."

 

" Ama akşam olur öyle."

 

" Niye korkuyor musun?"

 

" Sen. Korkmuyor musun?"

 

"Korkmuyorum." Yavşak sırıtmasıyla belime sarılarak konuşmaya devam etti. " Ben seni korurum. Merak etme Peri kızı."

 

Boynuna sarılarak haylazca gülümsedim.

 

" Ondan şüphem yok Savaş bey."

 

" İyi o zaman hadi çıkalım."

 

" Çıkalım." Diyerek yavaştan yavaştan önden yürümeye başladım. Salona geçetrj kapıya doğru yürürken Savaş'ın birden " Fare!" Demesiyle dehşete düşmüş halde Savaş'ın kuçağına atladım. Korkuyla etrafıma bakınırken," Hani nerede!" Diye bağırıyordum sadece.

 

Savaş sırıtarak bana bakarken, boynuna sıkıca sararak tekrar etrafıma bakındım. "Hani nerde?"

 

" Hakikaten korkuyormuşsun."

 

Savaş'ın şaka yaptığını bir yerden sonra anladığımda, burnumdan soluyarak Savaş'a baktım. Savaş sinirli bakışlarımla daha çok gülerken, omzunda vurarak yere indim. "Pisliksin Savaş! Yüreğime iniyordu!"

 

Yanağımdan makas alarak, alaylıca gülmeye devam etti. " Korkunca çok tatlı oluyorsun."

 

Bu haline göz devirerek sinirle kapıya doğru yürüdüm. Somra hemen ardında ayakkabılarımı giyerek ceketimi aldığım gibi kapıyı suratına çarptım.

 

Atların olduğu tarafa doğru yürümeye başlarken kapı açılma sesi gelmişti arkadan. Sonra adım sesleri. Ben atların olduğu ahıra doğru yürürken, Savaş Soylu'nun olduğu yöne yürüyerek kapısını açtı. Soylu da gayet sakin bir şekilde öne geçerek Savaş'a kendini sevdirmeye çalıştı. Ben bu halime göz gez devirerek sakin bir at seçmeye çalıştım.

 

Kenarda kahverengi bir at gözüm kestirince tereddütle kapısına doğru yürüdü. At beni görür görmez yavaşça kapıya doğru yürürken ben de bir anlık gaza gelerek kapıyı açtım. Fakat korktuğum gibi olmadı. Gayet sakin bir şekilde duruyordu. Bundan cesaret bularak onu sevmeye çalıştım. O da gayet itaatkar bir tavırla sevmeme izin verdi. Sanırım atımı seçmiştim.

 

Bunu almak için Savaş'a dönerken, beni izlediğini sonradan fark etmiştim.

 

Sanırım en başından beri beni izliyordu.

 

Kara'nın eğerini tutarak yanıma gelirken gülümseyerek seçtiğim atı sevdi. " Sanırım Uslu seni sevdi."

 

" Uslu? Adı Uslu mu?"

 

" Sakin bir at olduğu için Uslu diyorum ona."

 

" Anladım. Peki bununla turlasam olur mu?"

 

" Olur. Seni üstünden atmaz zaten."

 

" Harika!" Diyerek el çırparken atı severek dışarı çıkarttım. Savaş da ardımdan gelerek ilk önce benimle ilgilenmeye çalıştı. Soylu'nun ve Uslu'nun eyerlerini takarak iyice sağlamlaştırdıktan sonra hazır olduğumdan emin olmak için bana döndü. Ben ise dirseklerimdeki korumaları taktıktan sonra tog denen kaskı da takarak gülümsedim.

 

" Hazırım ben."

 

Yanıma yaklaşıp kasımın sağlamlığını kontrol ederek iki taraftan omzumu tutarak son bir kez baktı.

 

" Ata binmeyi öğrettim sana. Her ne kadar buralarda dolaştırsam da yabancılık çekmezsin."

 

" Merak etme. Bak korumalıklarımı da taktım."

 

" Ben de Soylu'ya bineceğim için pek müdahale edemem sana. Bu yüzden dikkatli tut eyeri. Tamam mı?"

 

" Tamam! Korkmana gerek yok. Ben gayet iyiyim."

 

Omzumdan ellerini çekerek heyecanla ata binmeye çalıştım. Tabii hala çıkma konusunda biraz sıkıntı yaşıyordum.

 

Biraz uğraşmamın ardından, Savaş belimden tuttuğu gibi havaya kaldırdı.

" Teşekkür ederim."

 

" Alışırsın. Zamanımız çok ne de olsa."

 

Gülümseyerek Soylu'ya bindi. Son bir kez bana bakarak ilerlemeye başladı. Ben de ardından eyeri çekerek ilerledim. Savaş geldiğim ağlarken ilerlemeye devam ettim.

 

Sadece ben kask ve korumalıklar giydim. Benim güvende olduğumdan emin olmak istiyordu. İlk defa bir atı tek başıma yönlendiriyordum çünkü. Daha önce de tek başıma bitmiştim ama başımda Savaş vardı. Bu yüzden daha rahattı. Deneyimliydim yani. Fakat çiftlik sınırının dışına çıkıyorduk artık. Bu yüzden daha dikkatli olmam gerekiyordu.

 

Savaş atı geri çevirerek benim olduğum tarafa geldi. Sonra da benimle beraber ilerlemeye devam etti. " Nasıl gidiyor. Alışabildin mi?"

 

" Alıştım alıştım. Bu Uslu bayağı uslu çıktı. Beni diğerleri kadar yormuyor. "

 

" Buna sevindim. Az kaldı zaten. Birazdan bir köşede dinleniriz."

 

" Daha önce neden bunu seçmedim ki."

 

" Bilmem. Soylu'ya binmekte ısrarcı olduğun için olmasın."

 

Ata burun kıvırarak bakarken atımı severek cevap verdim. (Ki o sırada hâla ilerliyorduk.)

 

" Seninkisi bana göre değil. Bu tam benim telimden. Bana yeter bu."

 

" Soylu benden başkasında durmaz dedim sana. Ben yanında olmasaydım çoktan üstünden atardı."

 

" Al sahibini de başına çal Soylu. Yemedim."

 

Savaş bu halime sesli gülerek Soylu'yu sevdiğinde yüz çevirerek önden ilerlemeye devam ettim. Soylu ise ne söylediğimi anlamış gibi bana yetişerek söyle bir başını savurdu huysuzca.

 

" Yaramazsın Soylu. Yaramaz!"

 

Savaş bu halimize kıkırdayarak gülerken, bir süre sonra sakince ilerlemeye devam ettik. Çok geçmeden nihayet ağaçların oraya yetişirken hava çoktan kararmıştı. Havanın kararmasın göz gözü görmezden Savaş telefonun fenerini açarak öne tuttu. Atlar da dikkatle yürürken ilerle sarı ışık hüzmesi gözüme çarptı.

 

Biraz ilerledikten sonra ağacın ve yerin belli yerlerin kaplayan ışık kablolarıyla karşılaştım. " Burası inanılmaz bir yer olmuş."

 

Ağzım açık etrafa bakarak piknik yerine dönüşen yer de ayrıca dikkatimi çekmişti. İlk karşılaştığımız yer bambaşka bir yer olmuştu. Bir an aklıma dere kenarı gelirken, ışıklarla parladığını fark ettim başımı çevirirken.

 

Heyecanla soluk aldım.

" Burası...burası muhteşem bir yer olmuş."

 

Savaş, usulca belime sarılara başımdan öptü.

 

" İyi ki doğdun Sevgilim..."

 

Bir an yutkundum. Sanırim bunun olacağını kestirememiştim..

 

Loading...
0%