Yeni Üyelik
42.
Bölüm

42. Bölüm

@maviay_63

Sevgili okurlarım instagram editlerimin bulunduğu maviayber hesabımla sizlerleyim. (Dikkat: spoiler içeren videolar da bulunmaktadır bilginize.)

 

 

 

Biraz ilerledikten sonra ağacın ve yerin belli yerlerini kaplayan ışık kablolarıyla karşılaştım.

 

" Burası inanılmaz bir yer olmuş."

 

Ağzım açık etrafa bakarak piknik yerine dönüşen yer de ayrıca dikkatimi çekmişti.

 

İlk karşılaştığımız bu yer bambaşka bir yer olmuştu. Bir an aklıma dere kenarı gelirken, ışıklarla parladığını fark ettim.

 

Heyecanla soluk aldım. Ne diyeceğimi bilemeden cevap verdim.

 

" Burası...burası muhteşem bir yer olmuş."

 

Savaş, usulca belime sarılarak başımdan usulca öptü.

 

" İyi ki doğdun Sevgilim..."

 

Bu sözlerinin ardından bir an yutkundum. Sanırım bunun olacağını kestirememiştim. Doğum günümü hiç kutlamazdık çünkü.

 

Çocukluğumdan beri hep kursağımda bırakmışlardı. Erkek kardeşimin öldüğü gün olduğu için saygısızlık olarak algılanıyordu. Tabii yersen.

 

Bu yüzden doğum günlerinden nefret etmeye başladım. Kuzenlerim olsun, Berenler olsun hep bir doğum günü düzenlemeye çalıştılar. Fakat benim pek hevesim yoktu. Bunu bir daha yapmamalarını sonradan sert bir dille söylediğimde biraz kırmıştım onları. Fakat aramız bir şekilde yine düzeldi. Artık Bunu anlayışla karşılıyorlar diyebilirim.

 

Doğum günü artık benim için herhangi bir günden farksız bir gündü. Annem ve babamın önemsemedikleri bir günü ben niye önemsiyorum ki. Bu canımı yakmaktan başka bir işe yaramıyordu.

 

Savaş tepkisiz durduğumu fark edince, önüme geçerek çenemden tutup bana baktı.

 

" Beğenmedin mi?"

 

Acı bir gülümsemeyle boynuna sarıldım. " Çok beğendim. Teşekkür ederim."

 

Savaş'ın hevesini kırmamalıydım. Benim yüzümden üzgün görmeye dayanamazdım.

 

" Beğenmedin. Eski heyecanın söndü birden."

 

" Yok, sadece şaşırdım."

 

" Bugün doğum günün olduğunu bilmiyor muydun?"

 

Başımı iki yana sallayarak muzdaripçe gülümsedim.

 

" Tamamen unutmuşum."

 

" Peki neden, doğum gününü kutladığımda birden yüzün düştü?"

 

Savaş ciddiyetle bakmaya başladı. Sanki bir şeyler anlamış gibiydi.

 

" Yok canım! Sana öyle geliyor."

 

Biraz düşünceli haliyle bir kaç adımda yanıma yaklaşarak yanaklarımı avuçladı.

 

" İyi ki doğdun güzelim. İyi ki varsın."

 

Bu sözleriyle beraber başımdan usulca öperek konuşmasına devam etti. "Siyah beyaz olmuş hayatımı, rengarenk bir dünyaya çevirdin."

 

Anlını usulca anlıma yaslarken, yutkunarak yanaklarımı avuçladığı ellerini sardım. "Biliyorum, çok acı çektin. Çok dışlandın, hor görüldün. Bunun için çok üzgünüm."

 

Bir an için hüzün sarmış gibiydi. Derin bir soluk alarak başını kaldırıp bana baktı. "Sana söz veriyorum. Bütün bunları unutacaksın. Tüm acıları kalbinden, ruhundan olabildiğince çabuk silmeye çalışacağım."

 

" Savaş Efeoğlu, sen hep iyikim olacaksın."

 

" Sen de Peri kızı. Sen de hep iyikim olacaksın."

 

Huzurla gülümseyerek etrafa bakınmaya başladım. Konuyu dağıtarak şuanki konuya dönmeye çalıştım.

 

" Burası aşırı güzel bir yer olmuş yalnız."

 

Etrafıma hayranlıkla bakınmaya devam ederken, elimden tutarak ışıkların oraya doğru bizi sürüklemeye başladı. Ben de onunla eşlik ederek etrafa bakmaya devam ettim.

 

Beyaz ışıklar etrafı aydınlatırken, bir sofranın serili olduğunu sonradan fark ettim.

 

Merakla, olacakları görmek için yürümeye devam ederken, Savaş birden bir ıslıkla Soylu ve Uslu'yu yanı çağırarak bizimle beraber yürümesini sağladı.

 

Ben atlar için bir an arkamı döndükten sonra tekrar önüme döndüm.

 

Sofraları eşyalar yavaş yavaş seçilirken şaşkınca Savaş'a baktım. "Piknik mi?" Dedim hayretle.

 

" Aslı'nın dediğine göre piknikleri çok seviyormuşsun."

 

" Aslı?" Bir an duraksayarak düşünürken neler olduğu nihayet anlamıştım.

 

" Aslı söyledi değil mi?"

 

" Yaani!" Dedi ensesine kaşıyarak.

 

" Ne zaman söyledi?"

 

" Çok değil. Bir hafta önce. Aslında böyle bir niyetim pek yoktu."

 

" Yaa!" Dedim biraz kızmış gibi alaylı bir ses tonuyla.

 

" Aslı da çok ısrar etti ben de kutlayayım dedi..."

 

Sözünü tamamlamasına fırsat vermeden omzundan vurarak paylar gibi konuştum. " Yapmasaydın sen de Allah Allah! Ben mi dedim yap!"

 

Hâla onu vururken kollarımı tutarak birbirine bağlayıp kendine çekmeye çalıştı. Biraz didinmemin ardından en sonunda beni tamamen kapana kısarak kendine çekti. Sonra da yanaklarımdan öperek boşta kalmayı başaran eliyle çenemi tuttu. " Doğum gününden nefret eden birine göre, bu kadar çok kızacağını tahmin etmemiştim."

 

Bir an yüzüm düşmüştü. Tabii canım! Aslı onu da söylemezse olur mu!

 

"Madem biliyordun, neden..."

 

" Karımla geçireceğim ilk doğum günü. Sence ben bunu boş geçer miyim?"

 

Kaşlarımı kaldırarak cevap vermiş kadar oldum.

 

"Benim hevesimi kırmamak için sahte sevinç gösterilerine az daha inanıyordum."

 

"Yok canım! Ne alakası var. Ben hediyeni beğendim. Hem de çok beğendim."

 

Bir süre gözlerime bakarak beni anlamaya çalışıyormuş gibi yaptı. Ben ise sadece gülümsedim.

 

" Neyse, yaptın o kadar bir şeyler yiyelim. Akşam akşam piknik olmaz ama olsun."

 

Ondan ayrılarak sofraya doğru geçerken sepetin içindekileri yoklamaya çalıştım. Hepsi bir saklama kapında muhafaza edilmiş yenilmeyi bekliyordu.

 

Bir tanesini çıkarmak için alırken sıcak olduğunu sonradan fark ederek daha dikkatli tutmaya çalıştım.

 

Ben kapları, tabak çanakları çıkartırken Savaş ise ayakkabılarını çıkartarak örtünün üstüne uzandı.

 

" Bu kadar aç olduğunu bilseydim önceden getirirdim seni." Alaylı cevabıyla kıkırdarken ben aldırmıyordum bile.

 

" İçli köfteye de bayılırım."

 

Hiç Savaş'a cevap veremeden gözüm direk içli köfteye ilişti.

 

"Hadi hazırlamama yardım et. Başlayalım yemeğe."

 

Savaş bu sözlerimle bir an afallamıştı. İştahımı bu kadar açılmasını beklemiyordu anlaşılan.

 

"Bir de bize odun derler." Diye söylenerek yanıma gelip benimle beraber sofraya bir şeyler yerleştirmeye başladı.

 

Hepsini teker teker indirdikten sonra afiyetle yemeye başlayarak güzel bir akşam yemeği yedik. Piknik havası katan ortamın tek farkı akşam olması olsa da, her şey çok güzeldi.

 

"Çok güzel olmuş bunlar." Dememle mezeyi kaşıklayıp tadına bakarken, Savaş'ın dalgın bakışlarını fark etmiştim birden.

 

Savaş benimle beraber yerken, bir yandan da tepkilerimi izliyordu. Ben ise ufaktan ufaktan utanmaya başlamıştı. Aptalca gülümsememle kenara baktım. Fakat bakışları hiç kesilmedi.

 

" Bakmasana. Utanıyorum."

 

Başını eğerek kıkırdamaya başladı.

 

" Öyle de güzel bakma sevgilim. Bu adam kendinden geçiyor."

 

Kaşlarım havada şaşkınca gülümsedim. Bu adamın içine bildiğin romeo kaçmıştı.

 

"Güzelliğin mi beni etkileyen, yoksa bakışların mı beni benden alan. Bilemedim..."

 

" Bay romeo, nereden buluyorsunuz böyle cümleleri. Söyleyin de biz de bilelim."

 

" Bilmem, sana bakınca oluyor ne oluyorsa."

 

" Hım. Yani bir şairsiniz anladığım kadarıyla." Diyerek kıkırdamaya başladım.

 

" Yok. Şairlik bana göre değil."

 

" İçindeki cevheri saklayamamışsın ama."

 

Kahkahalarla ortamın sessizliğini bozmuştu birden. Ben bu gülmesini şaşkınca bakarken, Savaş ellerini arkasına yaslayarak ayaklarını uzattı. Ben ise hâla tepkisini izliyordum. " Ah güzelim alemsin. Ben ve şairlik ha. Güzelmiş."

 

" Neden. Olamaz mı? Bir aşiret ağası da olsan, duyguları olan bir adamsın.

 

Gülümseyerek eliyle yanağıma uzandı. Usulca sevmeye başlarken düşünceli haliyle cevap verdi.

 

" Bunun için fazla duygusal olmaya gerek yok Meleğim. Şairliğim içimde kalsın."

 

" Peki sen bilirsin."

 

Başımi eğerken bir an gülümseyerek tekrar ona baktım. "Doğum günü kızı olarak bugün bir gece yürüyüşü istiyorum seninle."

 

Birden bire gelen bu değişime şaşkınlıkla bakakalırken zar zor cevap verebilmişti.

 

" Bu karanlık yerde mi?"

 

" Evvet! Bu karanlık yerde. Hem çok heyecanlı olur."

 

Yaslanarak oturmayı bırakıp büktüğü dizlerini iki yana yayayarak hayretle beni izledi. Bilekleri dizlerinin üstünde sarkık haldeyken ona gülmemek için resmen zor tutuyordum kendimi.

 

" Sen kafayı yemişsin."

 

" Ben mi?" Dedim gülerek. Bunu demesini beklemiyordum. " Niye? Korkuyor musun yoksa? Ben korurum seni merak etme."

 

Savaş, bir kaşı havada bana bakarken, alayla konuştu. " Ben seni korumak zorunda kalmayayım sonra. Emin misin?"

 

Gözlerimi kısarak sinirle baktım. "Gıcıksın Savaş. Hem de çok gıcıksın."

 

"Göz devirerek elini yaslandığı yerden kaldırarak ayağa kalktı."

 

" Fazla uzağa gitmeyiz. Biraz turlarız döneriz doğum günü kızı. Oldu mu?"

 

" Bekle, bunları sepeti tekrar yerleştireyim gideriz."

 

" Sonra yaparız."

 

" Olmaz öyle. Hayvanlar falan üşüşür uğraşamayız. "

 

" Atların oraya gidiyorum o zaman. Gelirsin."

 

Saklama kaplarını sepete yerleştirirken "Tamam." Diyerek devam ettim.

 

Etrafımı iyice toparladıktan sonra da ayağa kalkarak hemen Savaş'ın yanına gittim.

 

" Ben hazırım. Gidelim mi?"

 

Heyecanımı görünce gülümseyerek yanağımı avuçladı. Sonra da bir adım yaklaşarak başımdan usulca öptü.

 

" Fazla uzaklaşmayacağız ama. Buralarda dolaşacağız sadece."

 

" Tamamdır. Hadi gidelim."

 

Elinden tutarak çekmeye çalışırken tekrar geri çekilmem ile dumur olmuştum. " Emin misin?"

 

" Eminim. Hem ışığımız da var."

 

Elimdeki feneri açarak yüzümün üstünden açtım.

 

" Feneri bulmuşsun."

 

" hıhım buldum. Herhalde bu gösterişli ışıklar gider diye önlem amaçlı aldın. Değil mi?"

 

" Öyle." Diyerek başını kaşıdı. " Alman iyi olmuş. Zifiri karanlığa daha derin girer kaybola kaybola yolu görürüz."

 

" Hıhım. Hadi gidelim."

Kinayeli cümlelerine verdiğim cevapla tek kaşı havada bakarken kıkırdayarak elinden çekiştirdim.

 

" Korkma cesur oğlan. Hiçbir şey olmaz."

 

Karanlıktan korkuyordum, fakat bu korkumun üstüne gitmek istiyordum. Bugün doğum günümü huzurla kutlayabilecek hâle gelmişsem, karanlıktan da yürüyebilecek kadar cesur olabilirim. Bir yandan da içimdeki bu deli cesaretin nerden geldiğini pek çözememiştim. Fakat sonradan fark ettim. Savaş yanımda olurken daha cesur oluyordum.

 

Ona olan güvenim arttıkça, daha çok cesur birine dönüşüyordum.

 

Piknik yaptığımız yerden uzaklaştıkça göz gözü görmemeye başlamıştı. Bu yüzden feneri açarak etrafa ışık tutmaya başladım. Fakat Savaş'ın koluna sarılarak yürümeye devam ederken, bir an pişmanlık düşmüştü içime.

 

Acaba bunu istememeli miydim?

 

" Savaş?"

 

" Efendim Güzelim?"

 

Sesi biraz ürkek çıkıyordu. Bu da mı korkuyordu şimdi?

 

"Korkuyor musun yoksa?"

 

" Yok be kızım! Ne korkması!"

 

" O zaman Niye titriyorsun?"

 

" Soğuk ya, ondandır."

 

" Anladım." Diyerek etrafı izlemeye devam ettim.

 

" Güzelim?"

 

" Efendim." Dedim biraz ürkekçe.

 

" Burada yürümek isterken aklından ne geçiyordu senin?"

 

" Biraz heyecan olabilir."

 

" Delilik diyelim biz ona."

 

" Öyle de diyebiliriz."

 

Birden gelen kırt sesiyle iç çekerek Savaş'ın koluna daha çok sarıldım.

 

" O neydi?"

 

Elimdeki ışığı alarak bana doğru tutarken ayağımın altındaki dal parçasını gösterdi. " Bilmem. Senin bastığın dal parçası olabilir."

 

Rahat bir nefes alarak Savaş'a daha çok sarılırken, o ise bıkkınca soluklandı.

 

" Tamam. Devam edelim."

 

Başını iki yana sallayarak bana döndü. " Bazen burnun hiç yanmıyor senin. Korkudan ödün kopuyordu az kalsın."

 

" Gece gece ses gelince doğal olarak korkar insan."

 

" Gerçekten amacın ne senin?"

 

"Seninle başbaşa yürümekten başka ne olabilir?"

 

Bunu dememle bir baykuş sesi geldi uzaktan. Tabii benim yelkenler suya indi hemen.

 

" Tamam tamam, gidelim. Bu kadarı yeter bize."

 

" Bence de yeter."

 

Diyerek feneri geldiğimiz yöne tutarak yürümeye başladı.

 

" Savaş,"

 

" Efendim! Yine ne oldu?"

 

" Yine de eğlenceliydi."

 

" Hasbinallah! Ya sabır ya sabır!"

 

Bu haline içten kıkırdayarak suskun kaldım. Sanırım bugünlük bize gerçekten yeter.

 

" Baykuş sesini duyunca ne düşündün gerçekten? Gelip seni uçarak kapacak mı?"

 

Savaş bir yandan da feneri yola tutarken ben ise koluna sarılmış halde onu dinliyordum.

 

" İnsan ani sesten korkar Savaş! Bu gayet insani bir şey."

 

" Anladım." Diyerek göz devirir gibi bir tavırla yürümeye devam etti.

 

Işıkla yolu aydınlatırken, bir yandan da elimi sıkı tutuyordu. Korkuyordu ama sanki korkusunu belli etmemeye çalışıyordu.

 

" Savaş?"

 

" Yine ne oldu?" Diye sordu sitemli bir ses tonuyla.

 

" Yıldızlar ne kadar da parlak. Hiç fark ettin mi?"

 

Derin bir soluk alarak yukarı bakmaya çalıştı. "Evet. Şehrin ışıkları gökyüzüne dahil olmayınca, kendi güzelliklerini hiç çekinmeden gösterebiliyorlar."

 

" Bak burdaki yıldız benim yıldızım. Ona bir isim bile vermiştim."

 

Savaş benim gibi gökyüzüne bu sefer daha dikkatli bakmaya başlamıştı. "Burdaki mi?" Dedi el işaretiyle.

 

" Hıhım. Ona Mehir adını koymuştum."

 

Bu sözlerimle beraber Savaş'ın gülümsemesi kesilmişti birden. Yüzündeki dehşetle bana bakakalmıştı sadece.

 

" Sanırım bu Mehir zamanında çok yakın bir arkadaşım olmalı. Hani siz dediniz ya Hazar ağa ile kardeşi bizim komşumuzdu diye. Hani benim de bir zamanlar tanıdığım insanlardı. "

 

Biraz sessizleşerek Savaş'ın tepkisini izledim. Bir duvar gibi hareketsiz kaldığında konuşmaya devam ettim. "Pek net hatırlamıyorum ama fark ettim de, kalbim de bu ismi hiç unutmamış."

 

Savaş ciddiyetle beni izlemeye devam ederken, Ben ise konuşmama devam ediyordum. Fakat Savaş sanki bir darbe yemiş gibi bakıyordu.

 

" Bir anı da var."

 

Acı bir gülümseme belirdi yüzümde. Sanırım burası bana tanıdık gelmeye başlamıştı.

 

" Buralar..." yutkunarak devam ettim. "Buralara ilk defa geldim, ama hiç yabancı gelmedi. Belki de bu yüzden seninle buralarda yürümek istedim. İçimde bir çıkış arayışı var. Sanki bir yerlere hapis olmuş gibiyim. Belki geçmişime, belki bu hayata."

 

" Çilem. Ne hatırlıyorsun?"

 

Savaş'ın herşeyi anlamış bakışları gözlerimi daha çok açmıştı. Bir şeyler vardı geçmişte. Çok geçmişte.

 

" Hazar ağanın beni buralara getirdiğini hatırlıyorum. O ve Reha abi ve..."

 

" Ve bir kız."

 

" Bir kız mı?"

 

" Evet."

 

" Peki ne yapıyordunuz?"

 

Benden çok Savaş merak etmeye başlamıştı ne hatırladığımı. Her an tetikte gibiydi.

 

" Sabahın güzel ışıltısında buraları dolaşıyorduk. Tabii şimdi olduğu gibi karanlık ve ürkütücü değildi."

 

Kinayeyle dalga geçerken konuşmaya devam etti. " Elini tuttuğum bir kız çocuğu hatırlıyorum. Benimle aynı yaşlardaydı. Bunu biliyorum çünkü arkadaşım olduğunu hatırlıyordum. Kardeşim gibiydi."

 

Savaş belki biraz ürkmüş gibi bakıyordu artık. Bu bakış beni de korkutuyordu.

 

" Bir de bu kızın annesi vardı. Çok genç bir anneydi. Ona anne diyordu hep."

 

Savaş derin bakışlarıyla beni izlerken acıyla gülümsedim. " Sanırım komşumuz olduğu için onu ve kardeşini görmem gayet normal."

 

" Öyle." Diyebildi sadece.

 

" Gidelim o zaman."

 

Elimi sıkıca tutarak kendine çekti. "Gidelim. Çok bile kaldık."

 

Feneri yola tutarak yürümeye devam etti. Ben de ona eşlik ederek yürümeye devam ettim. Nihayet sorunsuz bir şekilde varmıştık.

 

"Sanırım bugünlük bu kadar heyecan yeter."

 

" Bence de yeter. Burası çok güzel ama bu baykuş seslerinden sonra biraz ürkmeye başladım."

 

" Bekle. Hâla hediyeni almadın."

 

" Hım. Evet unutmuşum. Bakalım kocam bana ne almış. Merak ettim."

 

" Gözlerini kapat önce."

 

" Tamam. Ama uzun sürmesin. Ben sabırsız biriyim biliyorsun."

 

Gözlerimi kapatırken söylenerek uzaklaştı. " Bilmez olur muyum!"

 

Bir kaç hışırtı sesleriyle tekrar yanıma geldiğinde kalbim heyecanla atmaya başlamıştı. Merakım da kat be kat artmıştı. Sanırım gözlerimi açmama ramak kalmıştı.

 

" Aç bakalım."

 

Merakla gözlerimi açarken elindeki kutuyu bana uzatarak arkamdan sarıldı. Kutuyu elime alıp kulaklarını açarken belimi usulca sarmaya başlayarak tepkilerimi izledi.

 

Kutunun içinden bir kolye çıkmıştı. Siyah taşlı ortası yuvarlak, işlemeli bir kolye.

 

" Beğendin mi?"

 

" Güzel görünüyor."

 

" İçini aç bakalım."

 

" Nas yani?" Kafam karışık halde ona dönerken, kıkırdayarak bilekliği elimden aldı.

 

" Bak burada bir düğme var. Buna basınca..."

 

Düğmeye basıp içindeki fotoğrafımızı gösterince devam etti. " Böyle fotoğraf albümü çıkıyor. Bu sen ve benim fotoğrafımız. Diğerleri ise..."

 

Sayfa gibi değişen sırayı çevirerek devam etti. " Bu da gelecekte yerleştireceğimiz resimler için ayrı bölümler."

 

" Seninle şimdiki halimi, yirmi yıl sonraki ve bir yirmi yıl daha sonraki resimlerimiz olacak belki de."

 

Bir an Savaş'a şaşkınlıkla bakarken başını kaşıyarak cevap verdi.

 

" Belki bir mücevher kolye ya da güzel bir elbise bekliyordun benden. Fakat ilk doğum gününde ölümsüz bir hediye olabileceğini düşünmüştüm."

 

Çoktan karşıma gelen adamımın boynuna usulca sarılarak gülümsedim. " Hayatımda aldığım en anlamlı hediye. Ve de çok güzel. Çiçek işlemesine bayıldım."

 

" Mor zambak.".

 

" Mor zambak?" Diye tekrarladım tereddütle. Açıkçası anlamını merak etmişti.

 

" mor zambak vereceğin kişiye duyduğun hayranlığı simgeler."

 

Gülümsemem artarken utanmam da artıyordu. Sanırım bugün biraz fazla şımartılıyordum.

 

" Zambak aileyi simgeliyormuş. Sevgi üstüne kurulu bir ailenin en güzel anlamı."

 

Savaş atların olduğu taraftan geçerek ağacın arkasından bir şey alarak geri geldi.

 

Arkasında sakladığı bur demet kırmızı gülü önüne alarak usulca belime sarılıp başımdan öptü. " İyi ki doğdun Peri kızı. İyi ki benim karım oldun. İyi ki seni sevdim."

 

Elindeki gülleri elime alarak kokladım. Sonra da boynuna sarılarak derin bir nefes aldım. " İyi ki seni tanıdım Savaş Efeoğlu. Sen benim hep iyikim olacaksın."

 

Belime daha çok sarılarak başımdan öptükten sonra tekrar bana döndü.

 

" Gözlerini kapat yine bakalım. "

 

" Yine mi?"

 

" Evet. Hadi, bakma öyle."

 

" Tamam tamam." Diyerek gözlerimi kapattım. O sıra benden uzaklaştığını hissetmiştim. Bir süre sonra gözlerimde farklı bir ışık hüzmesi yansımıştı. Bu ışık hüzmesi diğerlerine göre sarıydı.

 

" Aç bakalım."

Gözlerimi açarken şaskinca önümdeki pastaya baktım. " Bir dilek tut bakalım."

 

Şaskınca Savaş'a baktığımda başını kaşiyarak cevap verdi. " Hiç ' iyi ki doğdun Çileem!' Nidasıni isteme bende. Bana göre çok saçma şeyler bunlar. Elimden sadece pasta hazırlayıp mumunu yakmak geliyor."

 

Kısıkça gülerek gözlerimi hafif kıstım. "Bir şey itiraf edeyim mi? Bana da çok saçma geliyor. Belki çocuklar asöylenir mutlu etmek için ama artık biz yetişkinler için çok saçma bir ritüel."

 

" Böyle düşünmene sevindim. Şimdi çabuk dilek tut mum eriyor."

 

" Tamam tamam." Diyerek gözlerimi yumdum. Bir süre gözlerime kapalı durduktan sonra gözlerimi açarak mumları üfledim.

 

" Ne diledin?" Diye sorarken merakla gülümsedim. " Dilekler söylenmez kocacığım. Bilmiyor muydun?"

 

"Bak bak bak! Ben onca hazırlığı yapayım, çiçekler, pastalar, hediyeler alayım. Sen bana dileğini söyleme."

 

" Söylersem kabul olmaz."

 

" Kim demiş bunu? Batıl inanç bu."

 

" Hıhım. Sen de batıl inanç. Dileğini öğreneyim demiyor da."

 

" Aslaa! Böyle bir niyetim kat ha ve kat ha olmaz."

 

Alaylı ses tonuyla konuşurken onu pek ciddiye alamıyordum. Zaten bu tepkimle sırıtarak yanağımı avuçlayarak başımdan öptü.

 

" Sen mutlu olda. Gerisi laf."

 

Başını iki sallarken munu üstünden alarak piknik yaptığımız yere indirdi.

 

" Ne bekliyorsun? Geldi pastanı ye."

 

Gülümseyerek usulca yanına gittim. Sonra da kolumu boynuna sararak yanağından makas aldım.

 

" Pasta neli acaba Savaş bey? Yaptığına göre en sevdiğim aromayı da biliyorsundur."

 

" Çilek..."

 

Savaş bir an yutkunarak gergin çenesiyle bana bakarken tek kaşı havada çenemi eline aldı. " Bunu bilerek yaptın."

 

" Hayır. Tabiki de bilerek yapmadım hayatım. Bak sen de Çilek sevdiğimi fark etmişsin işte."

 

" O Baran denen it, bir daha senin etrafında olursa işte o zaman olay fena halde büyüyecek."

 

" Nerde ne zaman göreceğim Allah aşkına!"

 

" Ben bilmiyorum."

 

" Neyse neyse konuyu kapatalım. Pastayı keselim mi yoksa kalacak mı?"

" Önce bir oturalım."

 

Ayakkabıları çıkartarak piknik örtüsünün üstüne otururken sepette bıçak çıkartarak bana verdi. Ben pastayı dilimleri ayırırken. Tabak ve çatalları da hazır halde önüme vererek koymamı bekledi.

 

Çatalla pastadan biraz aldım. Sonra da ona vererek ilk onun tatmasını istedim. Hiç itiraz etmeden tadına baktı. Sonra da kendisi de çatalla pastayı keserek bana verdi.

 

Savaş pastayı pek sevmemiş gibi yüzünü ekşitti.

 

" Sanırım pastayı pek sevmedin."

 

" Çilek sevmiyorum ben. O yüzden."

 

" Anladım. O zaman Çilek kızı da sevmiyorsun sen."

 

" Çilem, sen bugün fazla yürek yedin galiba."

 

" Yok canım senin yaptırdığın böreklerden, mezelerden yedim. "

 

Karnımı gıdıklamaya çalışarak hafiften kızmaya başladı.

 

" Bir de dalga geçiyor."

 

" Neyse fazla uzatmayalım konuyu. Gel biz seninle çilekli pastamızı yiyelim."

 

Yine karnımı gıdıklayarak ayarlamaya başladı. " Bütün gece söyleyeceksin değil mi?"

 

Nefes nefese gülerek anca cevap verebildim.

 

" Tamam tamam sustum. Bir şey demiyorum artık."

 

Konuyu fazla uzatmadan pastalarımızı afiyetle yedik. Gitmeye yakın zamanda kapanışı dans olmadan bitiremedik öyle değil mi?

 

" Dans edeceğiz değil mi?"

 

" Bu dans işinden ne buluyorsun güzelim."

 

Ayağa kalkıp gülümseyerek elimi uzattım. Savaş ise bir an elime bakakalmıştı. Onu çağırdığımı anlayınca da yerinden kalkarak yanıma doğru yürüdü. Ben de geri geri yürüyerek onu ortaya çektim. Savaş huzurlu gülümsemesiyle bana bakarken, telefonumdan fikrimin ince gülünü açarak dans boynuna sarılmaya başladım. Savaş ise hareketlerine ayak uydururken elini belime sararak çenesini omzuma yasladı.

 

Şarkının melodisini kendimizi tamamen ritme bırakırken Savaş derin bir nefes alarak sarılmasını sıkılaştırarsk kulağıma fısıldar gibi konuştu.

 

" Sen nerden çıktın karşıma Peri kızı. Sana hiç bu kadar aşık olabileceğim aklıma gelmezdi."

 

Bir an yutkunarak duraksadım. Farklı bir şey vardı.

 

Bir an duraksayarak Savaş'a baktım. Uzun süre yüzüne bakarken bu halimi yadırgamaya başlamıştı.

 

" Güzelim ne oluyor sana? Kendinde misin sen?"

 

" Neden bilmiyorum ama şuan bir yabancıymışsın gibi hissettirdin."

 

Alaylaa sırıttı. Çenesini ovalayarak diğer elini beline yasladı. " Güzelim sen iyi misin?"

 

" Bilmiyorum. Bir tuhaf hissettim. Sanki bir şeyler değişmiş sende."

 

Yutkunarak baktı bu sefer. Benim gibi kafası karışmış gibiydi.

 

" Ne gibi şeyler?"

 

İçimdeki anlam veremediğim bu tuhaf duyguyu bir kenara bırakarak alayla sırıttım.

 

" Kıskançlığından sonra kendine gelememişsin sen belli."

 

Göz devirerek elini ensesine attı. " Bu konuyu kapatmayacaksın değil mi?"

 

" Kapatırım canım. Sıkıntı yok. Ama şimdiden söyliyeyim, sen de bir tuhaflık var. Her zamankinden daha durgunsun. Farklı bir durgunluk."

 

" Neyse konuyu uzatmayalım. Şimdi eve dönmeden önce son ritüeli de yapalım."

 

" Ritüel?"

 

Ağacın yanına doğru yürüyerek yerdeki kutuyu eline alarak içindeki çıkarttı. Ben ona bön bön bakarken bir kağıt sabitleyicisinin üstüne kağıt sabitleyerek piknik yaptığımız yerin oraya gitti. Sonra da ayakkabılarını çıkartarak örtünün üstünde oturdu.

 

" Hadi! Gelsene."

 

" Tamam. Geliyorum."

 

Diyerek yanına doğru yürüyüp ayakkabılarımı çıkarttım. Sonra da yanına geçerek oturdum.

 

" Bu ne?" Gülümseyerek kağıt sapitleyici panoyu bana uzattı.

 

" İtiraflar."

 

Yutkunarak bakakalmıştım sadece. Bu adam ne biliyor. Ya da biliyor mu?

 

" Birbirimize söylemek istediğimiz, ama söyleyemediğimiz Herşeyi bir metin gibi yazacağız. Ve bunu her doğum gününde yapacağız. Sonra da..."

 

" Sonra da"

 

" Tam yirmi yıl sonra hepsini açıp beraber okuyacağız. O zaman birbiriize karşı daha olgun oluruz belki."

 

" Bunları yazdıktan sonra ne yapacağız?"

 

" Soylu ve Uslu'nun bağlandığı ağacı görüyor musun?"

 

" Evet görüyorum."

 

" İşte oraya gömeceğiz."

 

" Peki...bunu birden bire istemenin sebebi nedir?"

 

" Bir anımız kalsın istiyorum. Düşünsene ben sana, sen bana yirmi yıl sonrasına ait bir mesaj yazıyorsun. Belki de bunları okurken gülerek okuruz."

 

" Peki. Nasıl istersen."

 

Diyerek deftere bir şeyler yazmaya başladım. Aynı şekilde Savaş yazmaya başladı. Kenardaki taş ile sırtını yaslayarak rahat rahat yazıyordu. Arada bir bana bakıp tepkilerimi izliyordu ama belli etmemeye çalışıyordu.

 

Ben de pek pot kırmadan yazmaya devam ettim. İçimde kalmış tüm duygularımı ve sırlarımı bu kağıda yazdım. Her ne kadar güven bilmiyorum ama kimsenin bizi tanıyacağıni zannetmiyorum. Hem zannetme darağacı altına kazmak gibi bir delilik henüz kimsenin aklına gelmemiştir.

 

" Tamam. Ben bitirdi.."

 

Savaş kalemini yere bırakarak tepkilerimi izledi. Sonra da kağıda panidan ayırarak düzgünce katlayarak kutuya koydu. Sonra da elini uzatarak benimkini de istedi. Ben ilk başlarda tereddüt etsem de onun bakmayacağını bildiğim için korkumun yersiz olduğunu sonradan idrak edebilmişti.

 

Çekingen tavrımla kolumu uzatarak kağıdı verdim. O da eline alarak ayağa kalkıp ağacın oraya doğru yürümeye başladı.

 

Hemen yanında hazır olan minik küreği alarak toprağı biraz eşeledi. Kimseler kolay yetişmesin diye bayağı derin eşeledi. Onunla beraber kutuyu koyduktan sonra üstüne toprak örterek biraz düzleştirdik.

 

" Şimdi, ne bana ne yazdın söyle bakalım."

 

" Savaş bu meraklı halime göz devirerek ayağa kalkıp hiçbir şey demeden elini uzattı. Ben de karşılık vererek ayağa kalkıp etrafıma baktım.

 

" Şimdi bunu yirmi yıl boyunca açmayacak mıyız?"

 

" Sen eğer sabredebilirsen açmayacağız. Karıcığım."

 

" Bir yıl olsa?"

 

Kaşlarını kaldırarak hayır mesajını verirken biraz daha direttim.

 

" Tamam tamam on yıl."

 

" Hadi güzelim hadi. Eve gidelim artık."

 

Belime sarılarak atların oraya ilerlerken bir an içime bir soğukluk girmişti. Olduğum yerde duraksarken o da duraksayarak bana baktı. " Ne oldu?"

 

" Yok bir şey. Sadece..."

 

" Sadece?"

 

" Dokunuşun bile değişti sanki."

 

Savaş biraz gerilmiş gibi yutkunurken anlamsız bakışlarını atmıştı.

 

" Sen iyi misin? Güzelim ne oluyor sana bugün?"

 

" Bilmiyorum. Bugün sende birndeğişiklik var gibi. Çözemediğim bir değişiklik."

 

Savaş endişeyle bana bakarken yapmacık gülümsememle konuyu kapatmaya çalıştım. " Neyse. Gidelim biz."

 

Uslu'nun yanına gelerek eyerinin altındaki basamak askıya basarak bu sefer tek başıma nihayet çıkabildim.

 

Savaş da ardımdan soyluya binerken piknik alanını tamamen unutmuştu. " Ya piknik sepetleri onlar burada mı kalacak."

 

"Evet. Birazdan toparlamaya gelirler merak etme."

 

" Öyle diyorsan."

 

Gitmek için atın eyerini çekerken ben de ardından çekerek ilerlemeye başladım. Karanlık yerden fenerin ışığıyla ilerleyerek nihayet çiftliğe varmıştık. Çiftliğin uzaktan ışıkları nihayet etrafı aydınlatmıştı. Göz gözü görüyordu nihayet.

 

Uzun bir gece olmuştu. İkimiz için de.

 

Çiftliğe girip atları yerine yerleştirerek içeriye girip dinlenebilmiştik nihayet.

 

Savaş koltuğa uzanarak biraz gözlerini dinlendiriren ben de hazır kahve içmek için suyu ısıtıcıya koyarak yukarı üstümü değiştirmeye çıktım. Üstüme rahat bir şeyler giyerken bir an midemde bir tuhaflık hissettim. Tıpkı dün geceki gibi. Kusma hissi geldiğini anlar anlamaz hemen lavaboya yetiştirdim kendimi.

 

Midemdeki tüm yiyecekleri kusarken içimdeki titreme hissinin geçmesini bekledim bir süre. Bir haftaya yakındır arada bir kusuyordum. Sanırım yediklerim bana dokunuyordu.

 

Dolapları karıştırarak peçete aramaya koyuldum. Bir rafı açtığımda birden duraksadım. Rafın üstündeki sebetin içinde bir kaç tane test buldum. Son geldiğimiz gün buraya koyduğumu şimdi hatırladım. Sanırım her ihtimale karşı almıştım.

 

Testi görünce şuanki durumumu sorgulamaya başladım. Aslında adetim de bir hafta geçikmişti.

 

" Olabilir mi?"

 

Bu ihtimali hiç düşünmemiştim. Sanırım biraz umutsuz bir halde olduğum için bunu pek ihtimal veremedim.

 

Test paketini elime alırken yutkunamadan edemedim. Böyle bir ihtimal vardı. Son zamanlarda fazla kusuyordum ki ilk başta mide rahatsızlığı yaşadığımı düşündüm. Fakat olabilir. Belki...

 

Derin bir nefes alarak kapıyı ardımdan kapattım. Sanırım bir umut beslemeye başlamıştım.

 

 

 

Loading...
0%