Yeni Üyelik
47.
Bölüm

47. Bölüm

@maviay_63

06.03.2024

 

Sevgili, tatlı mı tatlı okurlarım, yeni sezonla açılışını yaptım gitti.😊😁

 

Umarım hepimiz için güzel bir hikaye olarak kalır.

 

Sağlıcakla ve mutlu kalın.🙋‍♀️🤗

 

Bu arada oylarınız ve yorumlarınızla desteğinizi unutmayın arkadaşlar.

 

Yeni bir bölümle görüşmek üzere.🤗

 

 

Bu arada bunu az önce fark ettim. Eski yorumlar hâla bulunuyor. Silmeye zaman bulamadım. Bugünden itibaren yazılan tarihteki yorumlara bakabilirsiniz.

 

 

 

İlyas bey dehşetle manzaraya şahit olurken, Alev ise korkudan bir anda geri çekildi. Etrafında kaçacak delik arasada bulamamıştı. Buradan kaçış olmadığını anlamıştı çünkü.

 

" Kızı tutun!" Diyerek hemen Çilem'in başında durarak nabzını ölçmeye başladı. Sonra da hemen kucağına alıp arabaya doğru hızla yürümeye başladı. Durumu şimdilik iyiydi. Nabzı yavaşlasa da hâlâ atıyordu. Çok geç değildi. Fakat daha fazla beklerse aynı şeyi söyleyemeyecekti belki.

 

Hemen arabaya binip hastaneye yetiştirmeye çalışırken, Savaş'ı arayarak durumu açıklamaya çalışacaktı. Zor bir şeydi, fakat bunu yapmalıydı.

 

Telefonu eline alarak Savaş'ın numarasına girer girmez hemen kulağına yasladı. O sırada son kez Çilem'in nabzına bakarak kontrol etmeye çalıştı. Nabzının hâlâ aynı olduğunu görünce rahat bir nefes alarak aramayı bekledi. Derken karşıdan Savaş'ın sesi geldi hemen.

 

"Alo, Efendim İlyas abi."

 

Savaş yaslandığı yerden boynunu ovarak herşeyden habersiz konuşmasını bekledi.

 

" Savaş yetiş! Karın..."

 

Savaş bu sözü duyunca, birden ayaklanarak korkuyla ne olduğunu anlamaya çalıştı. Fakat sessizlik hakimdi. Bu yüzden öfkeyle, " Ne oldu karıma!" Diye bağırarak durumu anlamaya çalıştı. Bağırışıyla anca cevap verebilmişti.

 

" Hemen sana göndereceğim adresteki hastaneye gel. "

 

Diyerek telefonu suratına kapattı. Sonradan da acıyan gözlerle kıza baktı.

 

" Nedir be kızım senin bunlardan çektiğin."

 

İlyas bey acıyla hayıflanırken, o sıra Savaş da arabanın anahtarını kaptığı gibi dışarı çıktı. Beyninden vurulmuşa dönmüş halde arabaya yetişirken bir an başının dönmesiyle duraksadı. Olayı hala sindirememişti. Elleri tir tir titriyor, kalbi deli gibi atıyordu. Korkudan kafayı yiyecek gibiydi. Hemen arabaya binerek sırtını koltuğa yasladı.

 

Kendine gelmeye çalışırken, birden bir mesaj geldi.

 

Hemen telefonu açıp bakarak hızla anahtarı çevirdi. " Bana bunu yapma! Sakın Çilem! Sakın!"

 

Nefesi kesilmişti sanki. İlyas Bey ne alaka diye sorgulamaya da başlamıştı bir yandan. Bütün bunlar çok mantıksız geliyordu ona. Birden bire ne olmuştu.

 

Yarım saatin ardından hastaneye geldiğinde, İlyas Beyi arayarak nerede olduğunu anlamaya çalıştı.

 

" Alo! İlyas Abi neredesin?"

 

" Hastanedeyim, az önce kan alındı. Bekliyoruz."

 

" Geliyorum!" Diyerek öfkeyle içeri girdi. Ardından hemen sekretere yönelerek Çilem Efeoğlu adlı bir hastanın gelip gelmediğini sordu aceleyle. Sekreter, geldiğini ve acile alındığını söyledi.

 

Sekreter gideceği yeri gösterir göstermez hemen sekreterin yönlendirdiği bölüme doğru yürüyerek, aceleyle merdivenlerden çıktı.

 

Savaş şu an hiçbir şey düşünemiyordu. Aklını kaçırmış gibiydi. Ne yapacağını bilmiyordu. Sadece karısının iyi olduğunu bilmek istiyordu.

 

Bir süre sonra sola döndüğü koridorda İlyas Beyi görünce koşarak yanına gitti.

 

" Karım nerede! Karımı görmek istiyorum."

 

" Doktor muayene yapıyor. Karnındaki zehiri tesbit etmeye çalışıyorlar."

 

Savaş birden bire arkasına dönerek korkak adımlarla kapıya doğru yürüdü. İlyas beye fırsat kalmadan içeri dalarak sedyeye uzanmış karısının yanına gitti.

Doktorlar ona engel olmaya çalışsa da durmadı. Karısının elini tutarak derince öptü.

 

" Çilem uyan! Bana bunu yapma Peri kızı!"

 

İlyas bey doktorun ikâsıyla Savaş'ı çıkarmaya çalışırken Savaş ise direniyordu.

 

" Karım burda baygın haldeyken bir yere gidemem! Bırakın beni!"

 

" Savaş bey, anlıyorum endişenizi fakat onun iyi olması için bize yardım etmelisiniz. Yoksa bu gidişle karınıza yardım edemeyiz."

 

İlyas Bey yavaşça Savaş'ı alırken usulca dışarı alarak kapıyı ardından kapattı. Savaş ise başını kapıya yaslayarak dolan gözlerini sıkıca yumarak iç çekti.

 

" Beni sensizliğe mahkum etme."

 

" İyi olacak korkma. Hâla hayatta."

 

Diz çökerek çaresizce bekledi. İlyas beyin nerde bulduğunu, neler olduğunu soracak durumda değildi. Tek düşündüğü Çilemdi.

 

Dakikalar sonra doktor dışarı çıktığında, serumlarla kendine gelmesi için zaman gerektiğini, kendine geldiğinde tekrar ilgileneceklerini söyledi. Yediği şırınga ise sadece bilinci zayıflatıyormuş. Bir nevi narkozmuş.

 

" Onu görebilir miyim?" Diyerek heyecanla kapıya bakarken, doktor başını onaylar gibi sallayarak cevap verdi. "Bakabilirsiniz. Dediğim gibi bir sıkıntı yok. Sadece biraz dinlenmesi lazım."

 

Savaş tam içeri girmek için kapı koluna tutunurken, birden duraksayarak tekrar doktora döndü.

 

"Peki bebek? Bebeğimizin durumu nasıl?"

 

" Bebeğiniz de gayet iyi durumda. Merak etmeyin."

 

Bu cevaptan sonra rahat bir nefes alarak hızla Çilem'in yanına gitti. O sıra İlyas bey Savaş'ın yerine teşekkür ederek kapıyı ardında kapatıp kenara geçti.

 

Savaş ise yatakta sere serpe uzanmış halde olan karısının başına geçerek elini tutup derince öptü. Sonra da kenarda oturarak korkuyla karısına baktı.

 

" Özür dilerim. Seni yeterince koruyamıyorum. Hiç bir seyden."

 

Bu cümleleri söylese de her şey için geçti. Artık her şeyi öğrenen Çilem eskisi olmayacaktı. Fakat Savaş hâla bunun farkında değildi.

 

Uzun süre yanında durarak uyanmasını bekledi. Fakat uyanmadı. Aradan geçen yarım saatin ardından yanından ayrılarak olayı öğrenmek için dışarı çıkmaya karar verdi. İlyas bey getirdiğine göre bir şeyler biliyor olmalıydı.

 

Kapıyı ardından sessizce kapatırken sinirle İlyas beye baktı. " Çilem'i nerede buldun?" Dedi sert bir dille. Sonra da devam etti. " Kim yaptı bunu?"

 

Öfkeyle kararan gözleri hiçbir şeyi görmüyordu. Sadece karısına bunu kimin yaptığını öğrenmek istiyordu.

" Şu Alev denen kadın çağırmış anlaşılan o eve."

 

" Alev mi?"

 

Öfkeyle sıktığı ellerini havaya savururken etrafta dört dönmeye başladı. " Allah kahretsin! Bu kadın, hangi cürretle karımı çağırır!"

 

Hızla İlyas beye dönerek öfkeyle konuşmaya devam etti. " Nerede o kadın! Çabuk söyle!"

 

" Önce sakinleş sonra!"

 

" Söyle bana çabuk! O kadını buna pişman etmezsem!"

 

" Boşuna köpürme! Onun yerine karına ne açıklama yapacağını düşün."

 

" Ne alaka? Karıma ne açıklaması yapacakmışım?"

 

" Senin numaralarını mesela."

 

Ellerini arkasına alarak yeni öğrendiği bilgileri ve zaten bildiği Hazar ağayı anlatmaya başladı.

 

"Kızı sırf burada tutmak için yaptığın numaraları. Aşıkmışsın gibi davranmalarını. Kızı kendine aşık etmelerini."

 

Savaş bir an dona kalmıştı. Bütün bunları nasıl bilebilirdi ki bu Alev. Bir an Reha ile konuştuğu telefon konuşmasını mı duydu diye sorguladı kendi kendine. Reha ile o kadar çok uğraşmışlardı ki, inandırıcı olsun diye Reha ile oyun olarak kavga ettikleri günleri bile anlatmışlardı birbirlerine.

 

"...Onu kendine bağlamak için aşık olmuş numaralarını..."

 

Yüzü dehşete düşen Savaş yutkunarak arkasına bakarken içindeki korku artıyordu. Çilem'e oynadığı oyunun yanlış olduğunu biliyordu. Fakat onun hayatta kalması için buna mecburdu. Onu buralardan götüremeyeceğini bildiği için bu oyuna başvurmuştu. Hem de en başından beri. Onunla ilk karşılaştıkları yeri bile Ahmet'i tehdit ederek götürmüştü. Bu şekilde bunun bir kader olacağına inanmaya başlayacaktı. Tıpkı peri masallarındaki bir hayatı olacağını düşünecekti ve Savaş'ın ona aşık olacağını düşünecekti. Fakat her saklanan sır elbet ortaya çıkar.

 

" Baban yüzünden, ölmüş babasının karşılığında kızına iyilik yaptığını mı düşünüyorsun?"

 

İşaret parmağıyla kafasına bir kaç kere vurarak öfkeyle konuşmaya devam etti. " Aptal! Bu kız oyuncak mı duygularıyla oynuyorsun! Madem onu sevmiyordun, ne diye umut veriyorsun!"

 

" Mutlu olsun diye."

 

"Mutlu olsun diye? Uyandığında sor bakalım mutlu olacak mı?"

 

Başını olumsuzca sallayarak suratına tokat atarak elini kapıya doğru işaret etti. " Bir de bebek bekliyor kızcağız orada! Yazık lan kıza! Hiç mi utanmadın onu böyle kandırırken!"

 

" Savaş! Gelin nerede?"

 

Birden endişeyle Savaşların yanına gelen Reyyan ana ve Esma hanımlar merakla Savaş'dan cevap bekledi. Savaş ve İlyas Bey hemen konuyu kapatarak Reyyan anaya döndüler.

 

" Oğlum konuşsana ne oldu? Karının durumu nasıl?"

 

" Odada. Birazdan kendine gelir dedi doktor."

 

Hemen odaya girerek kendine gelmesini beklerlerken, İlyas bey öfkeli gözlerle bakmaya devam etti.

 

" Şimdi git bakalım! Bunu nasıl telafi edeceksin görelim."

 

Korkuyla Çilem'in olduğu odaya bakarken, bütün bu yaşayacaklarının bir kabus olacağının farkındaydı. Umarım hiçbir şey hatırlamıyorum diye geçirmişti içinden Savaş. Yoksa hiç iyi bir dönem geçirmeyecekti.

 

Kapıyı açtığında Çilem uyanmıştı. Reyyan ana ve diğerleri durumunu sorup soruşturmaya çalışırken, Çilem ise hiçbir şey demiyordu. Sinirli ve üzgün gözle Savaş'a bakıyordu. Bir kaç dakika Çilem'in yanlarındayken, en sonunda dayanamayıp sessizliğini bozmuştu.

 

"Babaanne, bizi Savaşla yalnız bırakır mısınız?"

 

Reyyan ana bir an Savaş'a bakarken, neler olduğunu anlamaya çalıştı.

 

Savaş, Reyyan anaya bakarak, " Biraz konuşalım." dediğinde, Reyyan ana biraz düşünceli halde ayaklanarak ikisine baktı. Sonra da kadınlara da göz işaretiyle dışarı çıkarttı.

 

Herkes çıkarken, Savaş derin bir nefes alarak Çilem'in yanına gidip sarılmaya çalıştı. Karısını sımsıkı sararak başından derince öperken, Çilem ise hiç bir tepki vermiyordu. Sarılması karşılıksız kalmıştı. Bu Savaş'ı daha çok korkutuyordu.

 

" Güzelim, senin ne işin var bağda bayırda! Beni ne kadar çok korkuttun farkında..."

 

" Daha ne kadar kandıracaksın beni?"

 

Kısık gözlerle ve acıyla bakarak konuşmasına devam etti. "Daha ne kadar her şeyi benden saklayacaksın?"

 

" Güzelim sen..."

 

" Söyle, Alev doğru mu söylüyor? Bunca zaman sadece bir oyun muydu yaptıkların?"

 

Onca soracak sorusu varken, aklında takılı kalan en çok şey de onun gerçekten kendisini sevip sevmediğiydi. Bir aşk, bu kadar kolay yok olabilir miydi? Ya da var olmamış...

 

"Bir yıl. Tam tamına bir yılı devirdik seninle. Ama..."

 

Kaşlarım acıyla çatılırken, yutkunarak devam etti. " Ama hepsi bir oyunda. Senin sevgin, senin aşkın her şey..."

 

" Güzelim bak açıklayabilir..."

 

" Bana Güzelim deme! Bana hiçbir şey deme! Ben senin hiçbir şeyin değilim!"

 

Omzuna hızla vurup kendinden uzaklaştırmaya çalışarak öfkeyle bağırdı. Artık Savaş'a güvenmiyordu. Ona olan güveni o gün bitmişti. Artık yapayalnız hissediyordu kendini. Hem de hiç hissetmediği kadar.

 

" Senden iğreniyorum! Senden nefret ediyorum!"

 

Bu sözlerin ardından Savaş hızla yanına giderek sakinleştirmeye çalıştı, fakat Çilem buna izin vermedi. Savaş yaklaştıkça o daha çok itti kendinden.

 

" Senin adın bile gerçek değilmiş! Bunca zaman Savaş diye gezdin yanımda. Beni sevmediğini her halinle o kadar iyi göstermişsin ki, kendini bile benden saklamışsın! Daha neyi açıklıyorsun? Acar Soyman...daha neyi!"

 

Alayla gülerek devam etti. " Öz babam Hazar ağanın ölümüne sebep olan adamın oğlu...şimdi her şey daha net anlaşılıyor."

 

Savaş yutkunarak Çilem'e bakarken, Çilem ise yaşadığı hayal kırıklığının yıkımını yaşıyordu.

 

"Beni kandırdın."

 

Savaş, hemen Çilem'in elini sıkıca tutarken, durumu izah etmeye çalıştı. Fakat Çilem hemen elini geri çekerek yine öfkeyle bağırmaya başladı.

 

"Bana sakın dokunma! Sakın."

 

" Çilem, Güzelim yapma böyle ne olur."

 

"Bir bebek bekliyoruz. Bunun farkındasın değil mi? Bu bir oyun değil Savaş! Bu- bir- oyun- değil!"

 

Birden bire dili kesilen Savaş, çaresizce yutkundu sadece. Ne diyeceğini artık bilmiyordu çünkü.

 

" Bunu nasıl yapabildin?"

 

Artık bir şelale gibi akan göz yaşlarını tutamıyordu. Bunca zaman acı çekmişti. Ama hiç bu kadar çok canının yandığını hatırlamıyordu.

 

Savaş karısını sakinleştirmeye çalışarak yine yanına yaklaşırken, öfkeyle bir tokat atarak kendinden uzaklaştırmaya çalıştı. Artık ona karşı bir tiksintiden başka hiçbir şey hissetmiyordu.

 

" Defol! Defol git buradan! Senden nefret ediyorum artık. Defol!"

 

Savaş gitmemek için direnirken, Çilem ise kolundaki serumlara rağmen ani hareketlerle kollarını savuruyor, Savaş'ı kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Savaş, Çilem'in onu dinlemeyeceğini anladığında ise biraz uzaklaşarak sakinleşmesini bekledi.

 

O sırada Çilem hıncını hâla alamamış halde etrafta olan her şeyi dağıtarak bağırıyor, bazen de eşyaları Savaş'a fırlatarak öfke patlaması yaşıyordu. O sırada gürültüyü duyan Reyyan ana ve Esma hanımlar ise birden bire içeri girerek neler olduğunu anlamaya çalıştı.

 

" Neler oluyor burada?"

 

" Çıkartın bu adamı yanımdan. Yüzünü bile görmek istemiyorum! Çık!"

 

Savaş yine bir adım atacakken, Çilem kolundaki seruma bağlı direği kendisine doğru sürükleyerek uzaklaştırmaya çalıştı. O sırada olayı yeni fark eden Çilem, iğnenin birden kolundan çıkmasıyla acıyla çığlık attı.

 

Koluna sarılarak üfleyip acısını geçirmeye çalışırken, küçük bir çocuk gibi çaresiz hissetmişti kendini. Bunları yaşıyor muyum diye sorguluyordu artık kendi kendine.

 

Savaş ise tam Çilem'in yanına gidip durumuna bakmaya çalışırken, Çilem tekrar kendinden savurmaya çalışarak öfkeyle bağırdı. "Yaklaşma! Benden uzak dur! İstemiyorum seni! Şimdi defol! Defol!"

 

" Savaş! Çık Savaş yoksa kız kendine bir zarar verecek artık. Doktoru çağır. Çabuk!"

 

Karısına takılı kalan Savaş, acıyla yutkunurken Reyyan ananın onu dışarı çıkartmasıyla anca kendine gelebilmişti. Gürültüyü duyan görevliler de içeri çoktan girdiğinde, Savaş ardından bakakalmıştı sadece. Çilem'i hiç böyle görmemişti.

 

Kulaklarında çınlıyan tek şey, karısının " Defol!" Diye bağırışlarıydı.

Artık farkındaydı. Çilem artık eskisi gibi olmayacaktı.

 

Belki de en çok ağrına giden şey de "Senden iğreniyorum!" Cümleleriydi. Savaş Efeoğlu kaybetmişti.

 

Yani Acar Soyman kaybetmişti.

 

Savaş ismini ona Reyyan ana vermişti. Başka bir ailenin çocuğuydu Savaş. Babasının hatasının bedelini ödemek üzere olan bir çocuktu. Annesinin ölümünden sonra iyice yanlızlaşan Savaş, bir kan davasından saklanabilmek için o ailenin bir parçası gibi yaşamıştı. Osman babanın ölen oğlunun kimliğini, odasını ismini... her seyini almıştı. Kimlikte Savaş Efeoğlu olabilirdi. Fakat o Acar soymandı.

 

Bu yüzden yaşını da büyütmek zorunda kalmıştı. Yaşından hep dört yaş daha büyük görünmek zorunda kalmıştı. İnsanlar ilk zamanlarda bundan şüphe etse de, gelişim geriliğinden dolayı küçük göründüğünü söyleyerek geçiştirmişlerdi. Zaten yirmilerine geldiğinde de artık çok belli etmiyordu. Bu sayede Acar yok olmuştu. Onun yerine Savaş Efeoğlu doğmuştu.

 

Esma hanımlar bile bilmez evlatlık olduğunu. Reyyan ananın kayıp kızının oğlu zannediliyordu çünkü. Onların da susması için böyle bir yalan uydurmuştu Reyyan ana. Bu sayede kimse kolay kolay itiraz edemezdi. Bu sayede de onu aileden bir olarak kabul ettiler.

 

Dışardan davulun sesi hoş gelirmiş derler. Haklılarmış. Hayatın kendisi bir

trajedi işte. Çilem kendini yapayalnız hissederken, Savaş'ın da yapayalnız olduğunu bilmiyordu. Belki de bir tek ben acı çekiyorum düşüncesi vardı kafasında. Fakat hayat, herkese farklı acılar tattırıyordu işte.

 

Şuan Savaş'ın yapabileceği tek şey beklemekti. Çilem'in sakinleşmesini ve eski Çilem'in geri dönmesini beklemekti.

 

Doktorlar, Çilem'i yine uyuturken Reyyan ana rahat bir soluk alarak, bir süre sonra sinirle Savaş'ın karşısına geçti. Savaş yine bir sorguya çekileceğini anlamıştı.

 

" Düş önüme!" Diyen Reyyan ana sesinden bile sinirli olduğunu gösteriyordu.

 

Arkadan Esma hanım ve kızlar endişeyle büyük anneyle torunu izlerken, Savaş tereddüt bile etmeden önden yürüyerek ilerledi. Reyyan ana boş bir koridora geçerken, etrafı kolaçan ederek tekrar torununa döndü.

 

" Söyle bakalım. Nedir bu kızın öfkesi ve niye burada?"

 

" Alev..."

 

Reyyan ana burnundan soluyarak birden gözlerini kapattı. Gerisini dinlemek istediğinden emin değildi artık.

 

" Ona her şeyi anlatmış?"

 

"Her şeyi anlatmış derken? Ne var ki neyi anlatmış?"

 

" Babasının ölümüne sebep olan adamın oğlu olduğumu öğrenmiş."

 

" Nasıl? Babası yaşıyor ama. Ne saçmalıyorsun sen."

 

" Hazar Yaman. Gerçek babası o."

 

Reyyan ana, iç çekerek eliyle ağzını kapatırken dehşetle torununa baktı.

" Yani Hazar ağanın kızı mı?"

 

Başını hüzünle sallayıp elini beline yaslayarak bıkkınca soluk verdi.

 

" Başka sebepler de var ama?"

 

"Ama?" Diye merakla tekrarlarken devam etti. "Ama biraz özel."

 

Reyyan ana sinirle sırıtarak yakasını tuttu. " Bu Alev denen kadın nasıl biri ki sizin özelinize kadar girebiliyor."

 

" Biraz karışık."

 

" Hıhı karışık. Toparlasan şaşarım zaten."

 

O da elini beline yaslayarak diğer eliyle başını tuttu. " Şimdi ne yapacaksın sen? Yanında bile durmanı istemiyor. Nasıl toparlayacaksın bu durumu?"

 

" Bilmiyorum babaanne bilmiyorum."

 

Alayla gülümseyerek teselli eder gibi bir kaç kere omzuna vurdu. " Çabuk bilsen iyi edersin. Yoksa bu kız bu gidişle iyice kötüleşecek. Hem kendisi, hem de bebeği zarar görmeden barıştır kendinle. Hem de hemen!"

 

Reyyan ana sinirle Çilem'in olduğu odaya doğru yürürken, Savaş ise koridorun ortasında çaresizce kalakalmıştı. Artık hiçbir şeyi geriye döndüremezdi. Ya toparlayacak ya da tamamen dağılacaklardı.

 

Bir süre koridorun ortasında durduktan sonra kendini toparlayarak tekrar Çilem'in yanına gitti. Önce uyanık mı diye kontrol etti. Sonra da uyuduğunu anladığında yani başına giderek usulca oturup yanında bekledi. O sırada Reyyan ana kızları sessiz sessiz odadan çıkartmaya çalışarak kapıyı ardında kapattı.

 

Çilem yediği iğne yüzünde bir süre uyanmazdı. Bu hem onu rahatlatmak için, hem de dinlenmesi içindi.

 

" Benden nefret edeceğini aklımın ucundan bile geçiremezdim. Sevgin o kadar güzel, o kadar narin ki, bunun bedelini ağır ödedim. Çok ağır ödedim. Senin inatçı tarafını ikimiz de iyi biliyoruz."

 

Karnına hafifçe dokunarak devam etti. "Artık ne seni, ne de bebeğimizi kaybedemem."

 

Başını usulca öperek devam etti.

" Seni kendime bağlamaya çalışırken, aşık olacağım aklımın ucundan bile geçmezdi Peri kızı."

 

Saatleer sonra, akşama doğru sadece Çilem ve Savaş kalacaktı. En azında sabah uyanana kadar.

 

Yaman ailesine de haber edilmişti fakat yanına gitmesine izin vermemişlerdi. Çünkü şuan çok öfkeliydi ve onların gelmesi onu daha çok kötüleştirebilirdi.

 

Yaman ailesi, Çilem'in her şeyi öğrendiğini öğrendiğinde karşısına çıkmaya cesaret edememişlerdi. Bir şey diyemeden eve geri dönmüşlerdi.

 

Gün böylece biterken, hastanede sadece Savaş ve Çilem vardı. Fakat sabaha doğru, Esra ve Gülsüm geleceklerdi uyanmadan. Bu sayede yine Savaş ile bir problem çıkmayacaktı. En azından onlar öyle zannediyordu.

 

Sabaha doğru Çilem çoktan kendine gelirken, Savaş da bir süre sonra ayılmıştı. İlk başta bir şaşkınlık yaşamıştı. Yine öfke patlaması yaşayacağını zannetti. Fakat hiç bir tepki yoktu. Sadece pencere kenarını izliyordu.

 

"Güzelim, uyanmışsın." Ona doğrularak konuşmaya devam etti. " Biraz daha iyi misin?"

 

Cevap yoktu tabii ki. Sadece pencere kenarını izlemeye devam etti.

 

" Güzelim..."

 

" Bana kantinden meyve suyu getirir misin?"

 

Savaş'a bakmadan sadece konuşuyordu. " Tabii ki!" Dedi heyecanla. Sonra devam etti. " Başka bir şey istiyorsan söyle onu da getireyim. "

 

" Yok. Başka bir şey istemiyorum."

 

" Tamam. Hemen geliyorum. Kahvaltıdan sonra içebilirsin."

 

Tam arkasını dönüp gidecekken tekrar durdurdu. " Bu arada, ceketini bana verir misin?"

 

Bu soru karşısında kafası karışırken, şaşkınca karısına baktı.

 

"Biraz üşüyorum da, onu da üstümü örterim."

 

Bu sakin tavrı onu daha çok heyecanlandırırken, hiç tereddüt etmeden üstüne örterek başında öpmeye çalıştı. Fakat Çilem başını geri çekerek buna izin vermedi. Bununla bir anlık hayal kırıklığına uğrasa da, zorlamadan ondan uzaklaşıp dışarı çıktı.

 

Asansöre doğru yürüyüp beklerken derin bir nefes aldı. " Toparlanacağız. Belli çabuk toparlanacağız. Şimdiden yumuşadı Meleğim."

 

Asansörün açılmasıyla heyecanla girerken, düğmeye basarak aşağı inmeyi bekledi. " Ona bir tost da alayım. Tost da seviyor."

 

Bu düşüncelerle her şeyin yoluna gideceğine inanan Savaş, neler beklediğinin farkında bile değildi.

 

Savaş uzun bir süre kantinde bekledikten sonra tekrar yukarı çıkarak koridorda büyük bir umutla yürümeye başladı. Koridordan tam dönüş yaparken, Gülsüm ve Esra'nın etraflarına bakınmasıyla bir an duraksadı.

 

Kafası karışmış halde yanlarına giderken, içinde kötü bir his oluştu. Bunlar neden dışardaydı diye kendi kendine sorgulamaya başladı birden.

 

" Niye dışarda bekliyorsunuz? İçeri geçsenize."

 

Esra yutkunarak abisinin yanına yaklaşarak, korku dolu ifadeyle aradaki gerginliği daha çok artrırmıştı.

 

" Abi, Çilem yenge nerede?"

 

O an Savaş'ın başına kaynar sular döküldü sanki. Olabilir miydi? Çilem sonsuza kadar gitmek için Savaş'ı kendinden uzaklaştırmış olabilir miydi? Bu yüzden kantine göndermiş olabilir miydi?

 

Ceketi neden istediğini şimdi kavrayabilmişti ve bu içindeki korkuyu daha çok arttırmıştı.

 

Çilem Efeoğlu, Savaş'ı sonsuza kadar terk mi etmişti yoksa?

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%