@maviay_63
|
Filistin'e yapılan s*ykırımı unutmayın.
Şifa hastanesine yapılan katliamı ve kadınlara tec*vüz ettiklerini unutmayın. Bu zulmü unutmayın. 🙏🙏❤️🩹❄️💧❄️
Burada çoğu kadın okurlarım kendini onlar yerine koysun bir an. Sizce bu savaşın neresi doğru (ki bu bir savaş değil.) Bunu okuyan beyler kendi kardeşlerinin, annesinin eşlerinin yerine koysun bir an. Bunun neresi savaş!
Yazar olmak sadece hikaye yazmak değildir, sadece hayal kurmak değildir. Yazar olmak toplumu uyandırmaktır, topluma gerçekleri anlatmaktır. Lütfen hikayelerinizi paylaşınca f!listini de hatırlatın. Zulmü duyurun.🇦🇪🇹🇷🇦🇪🇹🇷🇦🇪🇹🇷🇦🇪🇹🇷🇦🇪🇹🇷🇦🇪
❄️Bu devrin Tolstoylara, Dostayevskilere, Oğuz altaylarına, Namık Kemaline, Mehmet Akif Ersoylarına ihtiyacı var ve bu da biz yeni, gelecek yazarların, gelecek okurların, genç nesillerin elindedir. Fantastik, Romantizm vb. Okumak güzeldir, okuyalım da.❄️
Fakat bizim uyanmaya da ihtiyacımız var. Bizim insan olmaya ve gerçek dünyaya gözlerimizi açmaya da ihtiyacımız var. Vicdanımızı geri kazanmaya da ihtiyacımız var.
Doğu türkistanı, Filistini ve de Arakanlıları unutma.
Unutma ki aynı insandan geldik. Aynı Ademden, aynı Havvadan geldik. Biz farklı değiliz. Oluşturduğumuz kültürler farklı. Kendi kendimize oluşturduğumuz dünya farklı. Kısacası farklılığı biz yarattık.
Farklı olsak da kimse kimsenin haklarını gasp etmeye de hakkı yoktur. Olamaz da.
Anlayışlı ve vicdanlı okurlarıma şimdiden teşekkür ederim.☘️🦋☘️🦋☘️🦋☘️🦋☘️🦋☘️🦋
Q Dünden kalmış bulaşıkları toparlayarak temizlemeye koyuldum. Savaş da hâla uyuyordu tabii. Gece yine ateşi çıkmıştı. Fakat sonra tekrar düşmüştü.
"Acaba gerçekten uyuyor mu, yoksa sırf kovmamam için uyuma numarası mı yapıyor?" dedim kendi kendime. Şahsen beklerim ondan. Çünkü son derece gürültülü bir şekilde bulaşık yıkıyordum.
"Bunu anlamanın tek bir yolu var." Bulaşıkları bitirdikten sonra kaynaması için ocağa koyduğum demliği kontrol ettikten sonra ocağı kapattım. Neyseki hâla ısınmamıştı. Bu yüzden bilerek elimi alıp son kez uyuduğunu kontrol ederek yere attım. O an, ani gürültüyle yatağından fırladığında dehşetle bakakalmıştı bana. Ben ise kollarım bağlı bir şekilde ona baktım. Tek kaşım havada, imalı bir şekilde onu izledim. "Demek uyanabildin Acar Soyman."
" Numara mıydı!"
" Numara mıydı? Demek gerçekten uyumuyordun." Alayla göz devirerek devam ettim. "O kadar gürültüden uyanamadım, bir de bunu deneyeyim dedim."
Bıkkınca iç çekerek tekrar yatağa uzandı. " Yüreğime indirdin!"
" Beter ol!" Diyerek demlikleri kaldırıp tekrar tezgaha koyarak onu hemem kovmak için yanına gittim. " Hadi, çok bile kaldın. Çık dışarı." Kolundan çekiştirerek dışarı çıkartmak için çekmeye çalıştım, fakat ben onu kaldıramadan o beni kendine çekti. "Madem hâla benden nefret ediyorsun, dün neden beni içeri aldın?"
Sinirle göz devirdim. Bir de sırıtmıyor mu, sanki keyfimden içeri aldım. "Senin beynin gitti herhalde. Hani hastalandın ya! Ateşin çıktı... Bıraksaydım yarına sağ kalamazdın." Tekrar onu çekiştirerek çıkartmaya çalışırken tekrar kolumdan tutarak kendine çekti. "Bıraksaydın. Hem benden daha çabuk kurtulurdun." Gözlerimi kısarak sinirle nefes aldım. "Çocuğumu babasız bırakmaya niyetim yok. Yoksa çoktan kafana kurşunu yemişti!"
Bu konuşmam onu sadece güldürmüştü. Bu beni daha çok sinir etti tabii. " Şimdi çık git hadi! Daha fazla burada kalamazsın." Umursamaz tavrıyla ayağa kalkarak üstündeki kıyafete baktı. "Bari üstümü değiştirseydim. Bu halde mi çıkayım!"
" İyi! Kıyafetlerin orada! Üstüne değiştir ve çık!" Uzun bir süre düşünceli bir şekilde bana baktıktan sonra koltuktaki kıyafetlerini alarak üstünü değiştirmeye başladı. Ben de mutfağa geçerek demliğe yeniden su doldurdum. Sonra da ocağa yerleştirerek kahvaltıyı hazırlamak için dolaba göz atmaya çalıştım. O sıra Savaş ise dolabın kapısına kollarını yaslamış bana bakıyordu. O an dişlerimi sıkarak sinirle ona baktığımda, o da hiç umursamayan tavrıyla pişkin pişkin bana bakıyordu.
"Eee? Ne yiyoruz kahvaltıda?" Pişkin pişkin sırıtmaz mı bir de. Çıldırtacak cinstendi yemin ederim.
" Sen hâla burada mısın?"
" Evet." Dedi tatlı bir sesle. Gülmemek için dişlerimi sıktım resmen.
Sakın gülme Çilem. Yoksa yüz alır. Valla bak. İyice yüzsüzleşti bu.
" Bence ben çirkinleşmeden, güzel güzel git. Yoksa çok fena olur."
En sonunda bıkkınca soluk vererek, teslim olmuş gibi elini kaldırıp geri geri yürüdü. Sonra da ceketini ve telefonunu alıp çıktı. Ben de rahat bir nefes alarak kahvaltıyı hazırlamaya devam ettim.
Sofrayı hazırlayıp kahvaltıyı yaptıktan sonra, Aslı ile olan randevumuza gittim. Miras için dava açmıştım. Dedem denen o adam biraz rahat nefes almasın artık. Belki çok umurunda da olmaz ama kendi hakkımı alayım da ne halleri varsa görsünler.
Aslı güzel bir dava dosyası açarak mahkemeye vermişti. Şimdi tek yapmamız gereken beklemekti. Zaten Ekrem ve Menekşe Yaman'ın kızı olarak nüfuslarda kayıtlı olduğum için, pek bir sıkıntı çıkmaz diye düşünüyorum.
Adalet binasından ayrıldıktan sonra öğlene doğru oradan ayrılarak Yaman konağına gittim. Babamın odasını görmek istiyordum. Orada belki bulacağım çok şey vardır diye düşünüyorum.
Ben avluya girdikten sonra annemlerle karşılaşırken, üstümüze kapıyı çarparken iyiydi der gibi "Niye geldin?" diye sorgu suale çekildiğimde, umursamaz tavrımla göz devirerek yanlarından geçtim. Hiç bir cevap verme lüksünde bulunmadım. Bulunmak istemiyordum çünkü. Yanlarında geçtikten sonra içeriye girerek merdivenlerden yukarı çıktım. Babamın odasına.
Koyu kahverengi tonlarındaki kapının önüne gelip derin bir soluk aldığımda, içime bir ürperti girmişti. İlk defa bu odaya giriyordum çünkü. Yıllarca bana, bizlere yasak olan bu oda artık yasak olmayacaktı. Çünkü her şeyi öğrenmiştim artık. Saklanacak hiç bir şey kalmamıştı.
Kapının kolunu aşağı indirdiğimde, tahmin ettiğim gibi yine kapalıydı. Hayriye abla ve diğerleri çoktan gelmiş, bana bakarken elimi uzatarak anahtarı istedim. Hayriye abla önce Menekşe hanıma bakar gibi olsa da, onun da izin vereceğini anlamış vaziyete anahtarı abiyesinin üstündeki kemerde asılı anahtarlığı çıkardı. Bir kaç anahtar da bulunan kemerinden Hazar Yaman'ın anahtarını hemencecik buluvermişti.
Bu şaşkınlığımı bir kenara bırakıp anahtarı elinden aldıktan sonra, kapıyı açarak içeri girdim. Bir an girerken nefesim titremişti birden. Sanırım buna hazır değildim. Bu yüzden bir adım gerilemiştim. Fakat derim bir nefes alarak tekrar ilerledim.
Odaya bakarken içimdeki hüzünle zar zor nefes almaya çalıştım. Yıllar sonra ilk defa giriyordum içeri. En son küçükken, Meryem denen küçük gelinin ölümüyle beraber gelmiştik buraya. Onunla beraber yatardım. Başımı sağa çevirdiğimde küçük yatağım bile hala kenarda duruyordu. O zamanlar ondan ayrı yatmak istemiyordum. Çok korkuyordum ve kendimi onun yanında güvende hissediyordum. O da hiç itiraz etmezdi. Bazı yağmurlu gecelerde şimşek sesinden korktuğum için daha çok yanında tutuyordu.
Yavaş adımlarla yürüyerek yatağın kenarına geçtim. En sevdiğim peluş ayıcığım da yani başındaydı. Bu peluş oyuncak için çok ağlamıştım kayboldu diye. Demek bulmuşlardı.
Peluş ayıyı elime alıp burnumu çekerek süzülen göz yaşlarımı sildim. Babamın bana doğum günü hediyesiydi. Yatağa oturarak ayıcığa baktım. Sanırım o zamanlar hayatımda sahip olduğum en güzel şeydi benim için.
Burnumu çekerek ayakkabılarımı çıkartıp yatağa uzandım. sonra da derin bir iç çektim. "Seni çok özledim baba. Keşke şuan yanımda olsaydım. Keşke..." karnıma sarılarak daha çok ağlamaya başladım. " Keşke torununu görebilseydin. Keşke."
Gozlerimi acıyla kapatarak dudaklarımı içe doğru kenetledim. " Bu hayatta tek güzel şey sendin benim için." Onu özlüyordum. Hem de anlatamadığım kadar çok. İçimdeki boşluk bazen dolarken, bazen de tekrar dolup taşıyordu.
Yarım saat kadar sadece uzandım. Her şeyi daha çok kabullenecek. Daha çok anlayarak. Sonra ayağa kalkarak etrafa bakmaya başladım. Kıyafetleri ve kişisel eşyaları hala yerli yerindeydi. Bu odaya hiç dokunulmamıştı. Her şey eskiden nasılsa hâla öyleydi.
Bir süre etrafı kolaxan ettikten sonra kenarda duran namazlığı fark ettim. Hatırlıyordum. Kanser olduğunu öğrendikten sonra kendini ibadete adamıştı. Gideceği yeri biliyordu hem de yirmili yaşlarında. Gencecik yaşında kanser olmuştu. Fakat ölümden korkmuyordu. Beni yanlız bırakmaktan korkuyordu. Çünkü biliyordu, eğer o giderse Sefer Yaman bana sahip çıkmazdı. Aksine beni yok etmek isteyecekti. Bana olan nefreti tam olarak ne bilmiyordum ama Mavi'yi sevmiyordu. Ani evliliklerinden dolayı bir nefret beslemiş olabilir.
Beni yanında oturttuğunu hatırlıyorum. Elini açmış dua ediyordu. Benim de dua etmemi istiyordu. Duası bittikten sonra bana dönerek ciddi bir şekilde konuşuyordu. Belki küçüktüm ama ne demek istediğini tahmin ediyordum.
" Bak kızım. Hayat, tıpkı şuradaki bir gölge gibidir. Çok kısa. Göz açıp kapayıncaya kadar hayat bitecek. Sakın gençliğini aldanıp hatıralar yapma, yaparsan da tövbe et, hatalarını düzeltmek için çabala. Beni yaratan belki de bu dünyadan geri almak isteyecek. Belki de bir hayat daha verecek. Bilemem. Fakat bu dünyanın bir yalandan ibaret olduğunu kahraman gerekiyor. Hiç bir şey yapmasan bile her gün dua et. Rabbinden iste. Çünkü kalpler Rabbini andıkça huzur bulur."
Ben hüzünle başımı eğdigimde başımı öperek sıkıca sarılmıştı. " Sen çok özel bir kızsın. Rabbim sana ihtiyacım olduğunu bildiği için seni bana verdi."
" Seni de bana verdi o zaman." Gülerek daha sıkı sarılıp " Evet, beni de sana vermiş." Diyerek kucağına alarak yanağımdan makas alarak tekrar sarıldı.
Acıyla gülümsedim bir an. Bir zamanlar burada bir hayat ve bir hayal kurarken şimdi ise bir kişi eksilmiştik. Gerçekten de hayat bir yalandan ibaretti. Son yirmi üç yılım göz açıp kapayıncaya kadar bitmişti. Hepsi yarı rüya yarı kabus gibiydi. Geriye acılar ve koca sessizlik kalmıştı. Kopan kıyamet bir harebe, acılar bir hiçe dönüşmüştü.
Elimdeki ayıcığa sarılarak iç çekerek hıçkıriklar içinde ağlamaya başladım. Canım çok yanıyordu. Çığlık atmak, bağırıp çağırarak her tarafı yıkmak istiyordum. Nefes alamıyordum. Babamı istiyordum. Onu şimdi yanımda istiyordum. Ona çok ihtiyacın vardı.
Ağzımı kapatarak hıçkırıklarımı susturmaya çalıştım. Hiç kimsenin ağladığımı görmesine dayanamazdım. Bu yenilgi demekti benin için.
Göz yaşlarımı silerek derin bir nefes aldım. En azından bugün olmazdı. Bugün bunu yapamazdım. Bu yüzden bir an önce toparlanarak babama ait bazı şeyleri almaya başladım. Günlüklerini ve bir kaç fotoğrafını buldum. En son da namazlığını aldım. O an aklımdan geçenler tekrar yankılanmıştı sanki.
"Benim için geldin. İyi ki de geldin. Sonsuza kadar kavuşacağını bir yerde yeniden buluşacağız. O zamana kadar sonsuzluğa inan olur mu kızım. Bedenler öylece yitip giderken, ruhlar sonsuza kadar yaşayacak. Kalbini diri tut. Daha çok yolun var."
Her şeyi aldıktan sonra kapıya doğru yürüyerek kapının kolunu çektim. O an onlar sanki beni dikizliyorlarmış gibi bekliyorlardı. Bu hallerine göz devirerek çantamdan ayıcığı ve resimlerimi gösterdim. " Bana ait bazı şeyleri alıyorum."
Hep birden baş sallamakla yetindiler. "İyi." Diyerek tekrar çantama koyup kenara geçerek merdivenlere doğru yürüdüm. Kimse pek arkamdan gelmese de sonradan kendilerine gelmiş gibi arkamdan gelmeye başlamışlardı. Bu hallerini hiç umursamadan merdivenlerden aşağıya inerek direk kapıya yöneldim. Oradan da avluya çıkarak dış kapıya doğru ilerledim. Fakat tam dış kapıyı alacaktım ki duvardaki kutu aklıma gelmişti. Kapıyı tekrar geri iterken, yavaşça o duvara doğru yürüdüm. Babamın benim için yıllarca saklı tuttuğu kutuyu almak için artık daha fazla bekleyemem. Zamanı gelmişti.
Duvara doğru yürüyerek siyah taşı yerinden oynatarak çıkarttım. Bir an yutkunarak duraksadım. Bir şey beni durdurdu. Sanırım korkuyordum. Ama devam etmem gerekiyordu. Bunu yapmam gerekiyordu.
Taşı içinden çıkartarak içinde küf tutmuş kutuyu alarak üstündeki tozu üstün körü sildim.
Menekşe hanım ve yengem şaşkınlıkla beni izliyorlardı. Neye uğradıklarını şaşırmışlardı.
Onlar " Bu kutu da ne böyle?" Derken ben ise cevap vermeden avludan dışarıya çıkarak arabaya bindim.
Kutuyu kenara indirip arabayı çalıştırarak yola çıktım. Eteğimdeki taşlar tek tek dökülüyor, döküldükçe de daha da hissizleşiyordum. Sanki bu anları bekliyor gibiydim. Sanki en başından beri yıkılmamak için güç topluyormuşum.
Acıyla gülümseyip direksiyona öfkeyle vurdum. Hem defalarca kez. Bazen hissizlesen duygularım acı ve öfkeye karışık değişiyordu. Çok yalnız hissediyordum. Hem de hiç hissetmediğim kadar çok yalnız hissediyordum.
Bir süre sonra eve vararak hemen içeri girip kutuyu açtım. Kutuda iki zarf ve kaset vardı. Sinirle gözlerimi yumdum. Bu kaset makinesinin bulmamın zamanı gerçekten gelmişti artık. Bu kasetlerden her ne varsa önemli olduğu belliydi. Hiç kullanmadığım yukarı katına çıkarak odaları aramaya koyuldum. Bu kasetler için bir makine olmalıydı. Odaları iyice baktıktan sonra nihayet bulmuştum. Televizyon da üst kata indirilmişti. İkisini de hemen aşağı indirerek kurmaya başladım. Kurarken de merakla ne çıkacağını bekledim. Muhtemelen benim ve onun videolarıdır diye geçirdim aklımdan. Ama tam olarak ne olduğunu hâla bilmiyordum. Fakat bu uzun sürmeyecekti.
Derin bir nefes aldım. Duvardaki kutuda neyin saklı olduğunu artık öğrenecektim. 1 numaralı kaseti yerine yerleştirdikten sonra kumandayı elime alarak açmaya başladım. Bundan sonra iki tane daha kaset vardı. Hepsinin düzenli bir sırası vardı. Ben de buna uyarak yapacaktım.
Televizyon açıldığında tahmin ettiğim gibi onun görüntüsü çıkmıştı. Benim gibi derin bir nefes alarak üstünü başına çeki düzen verdi. Sonra acıyla ekrana gülümsedi. Onu görünce kalbim titremişti adeta. Sanki kanlı canlı karşımdaydı. Onun videolarını hiç görememiştim. Sadece hareketsiz resimler ve bir anıdan ibaretti. Ekrana dokunarak derin bir iç çektim. Gözlerimden istemsizce süzülen göz yaşlarımı durduramıyordum.
" Baba..."
" Merhaba sevgili kızım? Şuan beni kaçıncı yaşında dinliyorsun bilmiyorum. Acaba senin büyüdüğünü görecek miyim onu da bilmiyorum." Bir an kameranın kenarına bakarak konuşmuştu. Sanırım beni izliyordum yani çocukluğumu.
" Öncelikle şunu bilmeni istiyorum ki seni çok ama çok seviyorum. Sen benim bu karanlık dünyada en büyük mucizemsin. Şuana kadar ayakta durmamın tek nedenisin."
Elimle ağzımı kapatarak hıçkırığıımı kesmeye çalıştım. Buna rağmen devam etmeye çalıştım.
" Bir kaç gün önce bana kanser teşhisi konuldu. Dediklerine göre kanserin üçüncü evresindeyim. Yani sonucu evresini bir evre kaldı. Senin yanında ne kadar kalırım bilmiyorum. Fakat öğrenmen gereken şeyler."
Boynunu eğerek biraz düşünceli bir halde durdu. Sonra bikkinca soluklanarak konuşmaya devam etti. "Bir ikizin olduğunu zaten biliyorsun. Ya da muhakkak söylerler. Öldüğünü de söylerler."
Biraz tereddütte kalır gibi dursa da devam etti. " Annen bizi bırakmak zorunda kaldığında hâla sağdı."
Sonra yine duraksadı. Sanki bir şeyin farkına yeni varmıştı. " Annene kızma olur mu? Onu buna mecbur eden çok şey vardı. Beni terk ettiğini söylemeden iki gün önce çok ağlamıştı. Kötü bir şeyler olacağını hissetmiştim o an. Fakat onu durduramadım."
" Bana bunu deme. Bana bunu deme. Affedemem."
" Annenden bir kaç yıl sonra da ikiz kardeşini kaybettik. O an her şey üst üste geldi. Acar denen bir çocuğun, yani senin arkadaşın olan çocuğun evine gitmiş bilmeden. Oradan ayrılıklarken ev boş kalmıştı. Kapı da hep acıktı. Hira da bilmeden girmiş. Sanırım beni aramak için gitmişti. Bense uyuduğunu zannettiğim için soba için çalı çırpı toplamaya gitmiştim. Yarım saatimi almamıştı geri dönmem. Fakat Hira evin içinde yanmıştı."
Göz yaşlarına hakim olmaya çalışarak devam etti. " O gün dünya başıma yıkıldı sanki. İçeri girdim. Onu deli gibi aradım. Fakat bulamadım. Bir tek yukarı kat kalmıştı. Oraya girmeye çalıştım hemen fakat, fakat merdivenlere adımı atamadan koca tahta önümü kesmişti. Onun üstüne bir tane daha düşerken isyan ettim. Allah'ım Neden! O daha çok küçük, merhamet et ona! Benim canımı al, onu bana bağışla... dedim. Kızlarımın yaşamasına izin ver. Diye yalvardım fakat olmadı. Gözümü karartarak yanan odunları çıplak elle kenara çekmeye çalıştım. Fakat o an senin sesini duydum. Yeni uyanmış ağlıyordun. Beni çağırıyordun. Ben ise çaresizce olduğum yerde kalakalmıştım. Sen ise yanan eve yaklaşıyordun. Bir süre dururken yine bana seslendin. O an ev iyice yıkılıyordu. Bir anda yanına düşen ateş parçasıyla Çaresizce dışarı çıktım. Seni de kaybetmenin eşiğinden dönüyordum çünkü. Bu yüzden yanına gelerek seni oradan uzaklaştırmaya çalıştım."
Başını hüzünle eğerek konuşmaya devam etti. " Hayatımın en zor günüydü. Hayatımda hiç bu kadar çaresiz kalmamıştım."
Yutkunurak gözlerini yumdu. Sonra yine devam etmeye çalıştı. " O sıra Reha da gelmişti. Önceden çağırmıştım. O sıra o da korkuyla alel acele yanımıza geldiğinde, ben de tekrar içeri girmeye çalıştım. Fakat ev bir anda yıkılarak daha çok yanmıştı. Ben ise o anki dehşetle tekrar içeri girmeye çalıştım. Artık öldüğünü biliyordum belki ama duramadım. O an hiç bir şey düşünmeyecek haldeydim. Fakat Reha son anda engel olmuştu. Ben ne kadar çırpınsam da gitmeme izin vermedi. "
Yine başını eğerek biraz hüzünlendi. Sonra da gözünden süzülen yaşları silerek devam etti. " O gün ondan hiçbir şey kalmamıştı. En azından ben öyle zannediyordum."
Dikkatle ekrana yaklaşarak göz yaşlarımı silmeye çalıştım. Ne demek istemişti şimdi? "Bugün kardeşinin yaşadığını öğrendim. Gizemli bir mektup geçti elime. Hira'nın yaşadığını yazıyordu. Onu kaçırdıklarını söylediler."
Kaşlarını çatarak ciddiyetle devam etti. " Yangın günü onu çoktan kaçırdığını, ve evi ateşe verdiğini söyledi. Öldüğünü zannetmemi sağlayarak rahatça kaçırabileceğini düşünmüş. "
Alayla sırıtarak sinirle konuşmaya devam etti. " Vicdana gelmiş herhalde. Fakat mevzu bu değil. Mevzu bunun için ömrüm yeter mi bunu bilmemem. Çok güçsüzüm. Bu yüzden bu videoyu çekmeye karar verdim. Eğer ki bu videoya ulaşırsın kardeşini bulmanı istiyorum. Çünkü kardeşin yaşıyor olabilir."
Hüzünle gülümsedikten sonra ekran kararmıştı. Kapanan televizyonun ekranında kendi yansımamı görürken şaşkınca kaşlarımı kaldırdım. Hüzünle gözlerimin içine bakarken, kalbim teklemeye başlamıştı. Yer ayaklarımın altından bir sabun gibi kaymaya başlıyordu sanki. Bu...Bu gerçek miydi?
Daralan nefesimle daha hızlı nefes alıp vermeye basladım. Sonra masaya geçerek hızlı nefes alış verişime devam ettim. Titreyen ellerimle başımı tuttum. Sanki içimde bir şey taşmıştı artık. Birileri benim hayatımla oynadığı yetmiyormuş gibi kardeşimin de hayatıyla oynamış ve bu yüzden ikiz kardeşimi yıllarca ölü bildim. Sonra ikiz kardeşimin erkek değil kız olduğunu öğrendim. Şimdi ise kardeşimin yaşıyor olabileceğini öğrendim.
Gözüm karardı bir an. Artık kan beynime sıçramıştı. Öfkeden Masanın üstünde ne varsa hepsini devirdim. Acıyla çığlık atıp hıçkırıklar içinde ağlamaya başladım. Haftalardır o kadar çok dolmuştum ki artık bardağı taşıran son damla olmuştu. Çok çaresiz ve umutsuzdum. Acı ve korku tüm bedenimi sarmış yerini çaresizliğe bırakmıştı. Fakat buna bebeğim dayanamadı. Birden tutan sancımla artık ağlamayı kesmiştim. Acının yerine korku sarmıştı kalbime.
" Özür dilerim bebeğim. Seni unuttum. Özür dilerim, özür dilerim."
Bu özürlerim hiç bir fayda vermemişti. Sancım her geçen dakika daha çok artıyordu.
Kısık nefesler alırken artık daha fazla dayanamadım. Bu yüzden hemen Aslı'yı aramaya karar verdim. Hemen telefonu alarak ismine girip aramaya çalıştım. Kızlara zar zor problemimi anlattığımda endişeli ses tonuyla "Korkma tamam mı şimdi biz geliyoruz. Bak arabaya bindik bile." Dedi aceleyle. Ben ise telofonu kapatarak dayanılmaz sancımla ayağa kalkmaya çalıştım. Artık bunun için ağlıyordum bu sefer. Acı katlanılmaz haldeyken bir yandan da bebeğimin korkusu sarmıştı beni.
Hemen kendimi yatağa atarak ecel terleri dökmeye başladım. " Ne olur bırakma beni! Ne olur. "
Acım daha çok artarken artık bayılmanın raddesindeydim. Artık ağlayarak yalvarıyordum. " Allah'ım ne olur. Bana bunu yaşatma ne olur. Ben ölürüm, ben ölürüm Allah'ım ne olur onu benden alma."
Hıçkırıklar içinde ağlarken yüzümü kapatarak iç çekmeye başladım. Bu katlanılmaz acı beni delirtiyordu. Sallanarak acının diqneceği anı bekliyordum fakat olmuyordu. Olmuyordu.
Aradan ne kadar süre geçmişti bilmiyorum ama bir süre sonra dışardan bir arabanın sesini duyabiliyordum. Rahat bir nefes alarak sancıyı arttıran karnıma sarılarak kısık nefesler almaya çalıştım. " Çok zamansız geldin be bebeğim. Keşke şimdi kucağımda olsaydın da bu kadar çekmeseydik seninle."
Aslı kapıyı vurarak açmamı beklerken ben ise plan son gücümle kalkmaya çalıştım. Artık karnımda hissettiğim acı bambaşka bir evreye gidiyordu. Sanki biraz daha kalsa patlayacak gibiydi.
Duvarlara tutunarak zar zor kapının önüne geldim. Sonra tüm gücümle sürgüyü ittim. Fakat o an bir anda bükülen dizlerimle yere düşmeme ramak kalırken, kızlar son anda kollarımdan tutarak hemen arabaya koymaya çalıştılar. Beren bir yandan da söyleniyordu. "Allah bildiği gibi yapsın seni Savaş! Kız senin yüzünden kahrından ölecek!"
Beren sinirle söylenirken Aslı da hemen kapıyı açarak beni içeri almaya çalıştı. Sakince arabaya koyduktan sonra Aslı arabayı hemen çalıştırırken, Beren ise hemen yanıma geçerek derin derin nefesler almamı söyleyerek sakinleştirmeye çalıştı.
" Tatlım dayan olur mu? On beş dakikaya oradayız. Sadece on beş dakika."
Aslı arabayı son hız sürerken, ben ise karnımdan hançerlemiş gibi acı veren sancımla daha çok mücadele etmeye çalışıyordum.
Son nokta vuruşunu yapar gibi karnımdan hissettiğim dayanılmaz acıyla bilincimi birden kaybettim. Sadece zifiri karanlığa gömülmüştüm. Gerisi, gerisi yoktu işte.
......
Boğazımda hissettiğim kurulukla öksürmeye çalıştım birden. Ne olduğunu anlamamıştım. Gözlerimi bir hastane odasında açmıştım. Neler olduğunu kavramaya çalıştım. " Ne oldu bana? Neredeyim ben?"
"Uyandı!" Diye heyecanla yanımda biten kızın Beren olduğunu sonradan anladım. Beren elimi tutup öperek derin bir iç çekti. Ağlamasına ramak kalmıştı sanki.
" Ne oldu? Bebeğim, ona bir şey olmadı değil mi?" Beren ve Aslı omzumdan tutarak tekrar yatırmaya çalıştı. Sonra kolumdaki serumu hemen düzeltmeye çalışarak teskin etmeye başladılar. "Korkma korkma, bebeğin de sen de gayet iyisiniz."
Rahat bir nefes alırken tekrar yatağa uzanıp ürkekçe karnıma sarıldım. " Doktor bir şey dedi mi? Durumu nasıl?"
" Kötü bir şey yok canım. Korkma. Sadece stresten dolayı fazla kasılmışsın. Bu yüzden de karnına vurulmuş. "
"Doğru söylüyorsun değil mi Beren, kötü bir şey yok."
" Yok. Yemin ederim iyi o. Sadece artık stresten gerçekten uzak durman gerektiğini söyledi doktor. "
Hüzünle karnıma daha çok sarılarak iç çektim. Yine strese girdiğimi gören Beren ise karnımı gıdıklamaya çalışarak sakinleştirmeye çalıştı. "Teyzesinin gülü. Biz bu annenle ne yapacağız böyle. Hep üzülüyor hep üzülüyor. Annene söyle seni üzmesin tamam mı? Yoksa Teyzem sana kızar de. Bak bakalim seni üzecek mi!"
Sinirle gülerek omzundan vurdum. "Saçma saçma konuşma Beren."
" Sana ne aa! Ben yeğenimle konuşuyorum. Değil mi bir tanem." Göz devirerek gülmekle yetindim. o sırada Aslı da yanımıza gelerek Beren gibi karnımı sevmeye başladı. " Oo teyzesinin bir tanesi o. Bu anneni ne yapacağız biz. Bizim yüreğimize indirmekten başka bir şey yapmıyor kendisi."
Aslı'nın da cümleleriyle gülmeye devam ederken, birden bire ağlamaya başladım. Şuan yaşadığım durumu ve öğrendiklerimi öğrenince kendimi büyük bir çıkmazın içinde buluverdim.
" Ne oldu canım. Seni üzen şey ne oldu böyle?" Berem bana sıkıca sarıldığında, Beren'e daha çok sarılarak iç çekip cevap verdim. "Benim...benim kardeşim yaşıyormuş. Yıllarca..." Hıçkırıklar içinde yine ağlamaya başlarken, zar zor cevap vermeye çalıştım. " Yıllarca ölü olarak bildim ikizim meverse yaşıyormuş. Bir yerlerde benden habersiz, ailesinden habersiz yaşıyormuş. Kim bilir benim gibi büyük acılar çekti belki de."
Beren bana daha çok sarılarak omzumu sıvazlarken kimse şaşkınlığını gizleyemiyordu. İkisi birden " Ne!" Diyerek büyük bir tepki verse de hemen toparlanıp beni sakinleştirmeye çalıştılar.
Ben hâla ağlamaya devam ederken, Beren de göz yaşlarımı silerek moral vermeye çalıştı. "Ağlama. Şimdi ağlamanın sırası değil. İyileşip buradan çıkman ve toparlanmanın sırası. Kardeşini bulmak istiyorsan güçlü olmak zorundasın. Ama önce..." karnıma şefkatle dokunarak konuşmaya devam etti. "Bebeğini sağlıkla doğurman gerekiyor. O zamana kadar ağlayabilirsin, acı çekebilirsin fakat üzülme. Umutla yaşamak zorundasın. Her şey iyi olacak. Sana söz veriyorum ikimiz de senin yanındayız. "
Aslı hemen " Evet! Kesinlikle! Eğer bu doğruysa kardeşini bulmak için elimden geleni yapacağız. Sen yeter ki üzülme." Diye atıldığında içimde bir umut filizlenmişti sanki. O kadar çok motivasyon ediyorlardı ki insanı. Her şeyi başarabilecek gücü veriyorlardı.
Beren omzumdan tutup gülümseyerek tam gaz konuşmaya devam etti. "Kardeşin her neredeyse, onu bulacağız. Ama önce bebeğine odaklanman gerekiyor. Üzülmeni kesinlikle yasaklıyoruz sana. Ha ağlayacaksan da omzumuzda ağlayabilirsin." Göz kırparak gülümserken ben de hüzünle derin bir nefes aldım. " İyi ki varsınız."
Aslı ve Beren tekrar bana sarılarak "Sen de iyi ki varsın." Dedi huzurla.
Sanırım bu kızlar hayatımın en büyük şansıydı.
" Bu arada." Diyerek benden uzaklaştıklarında Aslı, Beren'e dönerek konuşalım mı der gibi bakmıştı birden. Ben ise " Ne?" Dedim merakla. Sonra tekrar " Bu arada ne?" Diye sordum.
Beren derin bir nefes alarak bana döndü. " Madem Savaş ile uzun bir süre konuşmayacaksın, o zamana kadar yalnız kalmanı istemiyoruz artık."
" Gerek yok." Dememle lafı ağzıma tıkamışlardı. " İtiraz kabul etmiyoruz. Konu burada kapandı. Değil mi Beren'ciğim."
" Evet. Konu kapanmıştır. Hem ne güzel ev arkadaşı oluruz."
" Yani evimi gasp ediyorsunuz öyle mi?" Diyerek kinayeyle cevap verdim.
" Merak etme tatlım, doğuma kadar kalacağız. En azından ne halde olduğundan haberimiz olur. Yine bir sancı falan çekersen mazallah! Bebek bu sefer gidici olur haberin olsun!"
Endişeyle yutkunarak Aslı'ya bakarken, Beren kolundan cimdikleyerek kızdı. "Korkutmasana kızı! Zaten zar zor ayakta duruyor."
" Oha! Cimdiklemedin, etimi kopardın etimi!"
Beren hemen ağzını kapatarak sinirle susturmaya çalıştı. " Şşt bağırmasına tüm hastaneyi başımıza mı toplayacaksın sen!"
" Acıttın ama!" Yine ağzını kapatarak özür dilerken ben ise sırıtıp göz devirerek tekrar yatağa uzandım. "Ne zaman çıkıyoruz buradan?"
" Serumun bitsin çıkarız." " Hım. Peki Savaş, o geldi mi?" Bir an şaşkınlıkla bana bakarlarken uzun bir süre cevap vermediler. " Onu aramadınız mı?"
" Cevap vermedi. Ulaşamadık." " Hım. Anladım." Dedim dalgın bakışlarla. O sıra hemen Beren araya girdi. " Herhalde önemli bir toplantısı var. Ya da şebeke çekmiyor..."
" Umurumda değil Beren. İnsan bebeği için gelir en azından. Zaten benim için gelmesini istemiyorum. Ne hali varsa görsün." Kızlar birbirine tereddütle bakarken, Aslı araya girdi bu sefer. "Savaş ile ne yaşadınız böyle. Bir haftadan fazla oldu konuşmuyorsun onunla."
" Hiç bir şey. Sadece yaşadıklarımızın koca birer yalan olduğunu öğrendim o kadar."
" Nasıl yani? Ne yaptı ki?" Diye merakla sorduğunda sadece baş salladım. " boş ver Beren. Biraz özel gibi. Bu yüzden boşver."
Başka bir şey sormadılar. Her şeyi olduğu gibi kabul etmişlerdi. Bir süre kaldıktan sonra hemen çıkarak arabaya bindik. Yol boyunca da akşam ne yapacağımıza dair planlar kurarak bir market alışverişine girerek tekrar yola çıktık. Fakat bir süre sonra evin önünde durduğumuzda, Savaş'ın arabasının kapının önünde fark etmemizla birbirimize bakakakldık.
" Anlaşılan enişte gelebilmiş eve."
Aslı söylenerek çıktığında, ben ve Beren de ardından çıkarak eve doğru yürümeye başladık. Kapı açık kaldığından endişelenmiş olabilirdi. Bu yüzden birden içeri dalmıştır.
İçeri girdiğimizde kasetlerin ve makinesinin yerde parçalanmış halde bulmuştum. O an dehşetle göz bebeklerim büyürken, hemen yanında Savaş'ın olması ayrıca bir şaşırmıştı beni. "Savaş? Burada ne yapıyorsun?" Diyebildim sadece.
Olabilir miydi? Bu kasetleri Savaş mı kırmıştı? Tam önünde duran oydu.
Tam onu artık samimi bulmaya başlarken, yeni tereddütlerle beni bir girdapa sürüklüyordu. Lütfen bunu yapmamış ol.
|
0% |