Yeni Üyelik
65.
Bölüm

65. Bölüm

@maviay_63

Bilincim yavaş yavaş açılırken yine eski odaya geldiğimi fark ettim. Kendime gelir gelmez yerimden zıplayarak birden etrafıma bakmaya başladım. Tekrar bu odaya dönmüştüm. Birden kanlar içinde yerde olduğum an aklıma geldi.

 

" Bebeğim? Bebeğim!"

Vücuduma bulaşmış kanla dehşetle ayağa kalktım. Sadece kolumda serumla ve hastane aletlerinin etrafımdaydı ve bu beni daha da korkutuyordu.

 

Bir anda dehşetle ağzımı kapatıp şokla ne yapacağımı şaşırdım. Çok geçmeden hemen kendime gelerek serumu çıkartıp hızla kapıya doğru yürüyüp açmaya çalıştım. Bebeğimin durumunu ögrenmem gerekiyordu. Fakat kapı kilitliydi. "Hayır, hayır! Açın kapıyı! Beni daha fazla tutamazsınız burada! Kapıyı açın! Bebeğimin durumunu öğrenmem gerek açın!"

 

Öfkeyle vurmaya başlayarak aklımı kaybedercesine kapıya vurmaya başladım. Yatakta kanlar içinde uyanmıştım ve bir tedavi için hastaneye bile götürmemişlerdi beni.

 

Bağıra çağıra kapıya vurduktan sonra çok geçmeden kapı açılmıştı. Hışımla açılan kapının ardından Tahir çıkmıştı. " Ne oldu bana? Düşük yapmadım değil mı ben." Titreyen bedenime inat ayakta durmaya çalıştım. " Bebeğim! Bebeğim nasıl cevap ver bana!" Diyerek hiddetle yakasını tuttum. Adam hiçbir şey demeden küstahça bana baktı sadece

 

 

 

" Sana diyorum! Bebeğim yaşıyor mu, yaşamıyor mu? Bana cevap ver aşağılık herif!"

 

" Bebeğin yaşıyor mu bilmiyorum ama, çok yakında senin yaşayacağını zannetmiyorum."

 

Öfkeyle yakasını savurarak göğsüne yumruk atıp bağırmaya başladım. Bebeğimin yaşayıp yaşamadığını bilmiyordum ve resmen bir cehennemin içindeydim.

 

" Seni öldüreceğim! Seni buna pişman edeceğim!"

Adam bir kaç adım geri gittikten sonra sinirlenerek kollarımdan tutup geriye doğru savurdu. Dengemi kazanmak için bir kaç sendelemeyle ayakta durmaya çalışırken adam yanıma gelerek öfkeyle boğazımı sıkmaya başladı.

 

 

 

" Aklını başına al ve ölene kadar uslu dur. Bebeğini kaybettin ama sıra sana da gelecek merak etme."

 

" Savaş Seni yaşatmayacak. Seni buna pişman edecek." Bunu dememle daha çok sıkarken ben de nefes almak için kolunu vurmaya çalıştım. Ama nefessizlikten iyice güç kaybediyordum.

 

"Ondan önce ben onu pişman edeceğim merak etme." Diyerek kenara savurdu beni. Nefes nefese öksürmeye başlarken adam burnunu çekerek cebindeki kolyeyi önüme atarak elini cebine attı. "Kara haklıydı. Seni ormana atmamız lazımdı. Belki daha çabuk geberirdin." Tahir bunları söyler söylemez dışarı çıkarak kapıyı hızla çarptı. Ben ise yere çökerek huzursuzca ce donuk bir suratla karnıma dokundum. "Hayır, hayır bebeğim ölmüş olamaz. Olamaz. Bu imkansız. İmkansız bu."

 

Bir süre öylece durduktan sonra hızla tekrar kalkarak kapıyı açmaya çalıştım. " Bırakın beni! Rahat bırakın artık beni! Çıkarın beni! Çıkarın!"

 

 

 

Böyle dakikalarca yalvarırcasına bağırdım. Fakat boşuna çabaydı. Hiç kimseden ses yoktu. Artık ölüm saatimi bekliyordum resmen.

 

Çaresizce yine yere çökerek kapıya yaslandım. Her şeyi geçtim, bu belirsizlik beni daha çok mahvediyordu. Bebeğimin yaşayıp yaşamadığını bilmiyordum. Onu hissedemiyordum da. Belki psikolojikmen böyle hissediyordum ama bu duygu beni mahvediyordu.

 

Dolan gözlerimi bir süre akıtırken, artık toparlanmam gerektiğinin farkındayım. Bu yüzden en sonunda göz yaşlarımı silerek deliler gibi etrafimda dolandım durdum. Burdan bir an önce çıkmam gerekiyordu. Bebeğim yaşıyor ise onu da kendimi mi de bir an önce kurtarmam gerekiyordu. Üzülüp ağlamam hiçbir işe yaramayacaktı çünkü. Bu yüzden pencerenin önüne geçerek ne yapabileceğime baktım. İşte o an birinci katta olduğumu fark ettim. Belki biraz kumaş bağlayarak sarkabilirim. Neyseki oda arka bahçeye bakıyordu. Korumaların görüs alanından tamamen uzak.

 

 

 

Nihayet harekete geçmek için yatağa geçiçektim ki birden kapı çaldı. Kapının çalınmasıyla durarak yatağa oturdum. Tekrar kapı çaldığında "Gir." Diyerek girmesini bekledim. İçeri bir koruma, elinde yemekle gelmişti. Yutkunarak normal davranmaya çalıştım. Anlaması imkansız belki ama ister istemez endişeleniyordum.

 

Koruma yemeği masaya indirdi ve kenarına da ilaç indirerek bunları iki öğün yememi söyledi. Sonra da başka bir şey demeden çıkıp gitti.

 

Adamın gitmesiyle masadaki tabağı elime alarak yatağa oturup yemeye çalıştım. O kadar güçsüz ve açtım ki biraz daha ayakta dursam düşecektim. Ara ara bebeğimin öldüğünü düşüncesi beni yiyip bitirirken yine de güçlü durmaya çalışıyordum. Savaş beni bulacaktı, değil mi...

 

İlaçları biraz kontrol ettim. Ne de olsa bana ilaç diye zehir de yedirebilirler.

Biraz kontrol ettikten sonra benim kullandığım ilaçların aynısı olduğunu anladım. Doktorun bana ara ara verdiği ilaçların aynısıydı. Rengi de aynıydı. O zaman bu ilaçlar doğru demek ki. Bu da demek oluyor ki bebeğim yaşıyordu. Bir an umutlanmayın başladı. Belki de bunun için vermiştir bana.

 

Bir süre sonra tabağı kenara indirerek hemen işe koyulmaya başladım. Dolapların içinde nevresim örtü var mı diye arayıp kolaçan ederek bir kaç örtü çıkardım. Sonra uçlarına düğüm yaparak sıklığını kontrol ettim. Sonra da pencereden son kez etrafa bakarak bir ucunu yatağa diğer ucunu pencereden aşağı sarktım. Son kez sıklığını kontrol ederek derin bir nefes aldım. Tam pencerenin üstüne çıkacaktım ki, kenardaki hilal şeklindeki kolyeyi fark ettim. Kolyeyi alarak bir süre duraksadım. Şimdi hatırlamaya başlıyordum. Babamın bana hediye ettiği kolyeydi bu. Kenara fırlatırken fark etmemiştim. Ama şimdi yeni fark edebildim.

 

" Senden geriye bu mu kaldı baba?" Dolan gözlerimi silerek tekrar pencere kenarına geçtim. "Keşke benim yanımda olsaydın." Diye içerlenerek fazla beklemeden kolyeyi cebime attım ce hemen pencereye çıkmaya başladım. Sonra yavaşça kendimi aşağı sarkarak kumaşa tutuna tutuna inmeye çalıştım.

 

Nihayet indikten sonra bir süre soluklanarak hemen toparlanıp etrafı kolaçan etmeye başladım. Kapının önünde kimse yok gibiydi. Yavaş yavaş ilerleyerek kimsenin olmadığını iyice anlayarak kapının önüne çıktım. Hemen kendimi dışarı atarken, arkadan sesler gelmişti. Korkarım yokluğum fark edilmişti. Hemen koşmaya başladım. Etraf ormanlık ve ıssızdı resmen. Ana cadde yolunu bulana kadar ilerlemek zorundaydım.

 

Nefes nefese koşmaya devam ederken, bir araba ile karşılaştım. Arabada kim olduğunu bilmeden korkuyla baktım bir an. Saklanmalıydım, ama belki de bana yardım eden birileri olabilir diye düşündüm. Fakat arabadan hışımla çıkan Kara'dan başkası değildi. Onu karşımda görür görmez çaresizce tekrar kaçmaya başladım. Kara arkadan silah patlatmaya başlarken ben ise duramadım. Ormanın içinde saklanmaya çalıştım. Bir yandan arkadan silah patlatmaya devam ederken, ben ise çaresizce koşmaya devam ettim. Başka çarem yoktu çünkü. Onların eline düşmem bu sefer kesin ölüm fermanımdı.

 

Korkuyla koşmaya devam ederken sesler azalmıştı. Artık gözden kaybolmuştu. Bunun rahatlığıyla derin bir nefes alarak biraz soluklanmaya çalıştım. Bir süre sonra da yine yürümeye devam ettim. Tam bu sefer oldu, kurtuldum diye düşünürken birden karşıma çıkarak silahı bana doğrulttu. Bu sefer kaçışım yoktu. Kara gözünü karartmış görünüyordu. En ufak hareketinde vuracaktı belli.

 

" Şuan beynini patlayabilirim biliyor musun? Ama can çekişirken ölmeni daha çok istiyorum. Sana huzur haram."

 

Silahla kolumdan iterek tekrar eve doğru ilerlememi istedi. Ben de el mecbur yürüyerek kendi ayaklarımla o eve yürüyerek geri döndüm. Saniyeler sonra kapının önüne geçerken yavaşlamam ile daha fazla bekleyemeden kolumdan tutarak hızla bahçeye doğru ilerledi. Hiddetle kolumu bırakmasını söylesem de beni unursamıyordu. Sadece ilerliyordu.

 

" Bırak beni kendim yürürüm ben! Bırak dedim!" Hızla kaçtığım yere arka bahçeye doğru yürüyerek sarkıtığım örtüye baktı. "Demek böyle kaçtın ha?"

 

Öfkeyle bana dönerken ben ise öfkeyle devam ettim. " Seni fazla rahat ettirdik anlaşılan. Biraz da burada takıl o zaman." Diyerek beni sürüklemeye devam etti. Sonra arka bahçedeki kapalı kapıyı açarak beni içeri bir çöp gibi fırlattı. O an korkuyla etrafıma bakmaya başlarken, birden kapıyı suratıma çarparak kilitledi. Ben ise neye uğradığımı şaşırmış halde hızla kapıya doğru ilerledim.

 

" Kara! Çıkar beni buradan! Sana çıkar dedim. Ne olur! Çıkar beni!"

 

" Biraz çocukluğunu hatırlarsın belki! Hem senin gibi bir kadın için küçük bir oda ve temiz bir yatak çoktu bile!"

 

Birden göz bebeklerimle dehşetle daha çok büyümüştü. Dedemin sözlerine ne kadar da çok benziyordu böyle. O da bana güzel olan hiç bir şeyi layık görmezdi. Sırf bu yüzden ben bile artık kendimi güzel şeylere layık görmez hale gelmiştim. Bir süre sonra anca toparlanarak korkuyla etrafıma bakmaya başladım. Burası rutubetli ve berbat kokuyordu. Üstelik soğuktu da. Tıpkı...tıpkı o günkü gibi.

 

" Kara! Kara çıkar beni buradan! Ne olur! Hamileyim ben hiç mi vicdanın kalmadı! Kara!"

 

"Bilmiyormuş gibi konuşma! Vazgeç artık! Bebeğin çoktan öldü. Aptallar gibi umut etmeyi bırak. Sen kaldın sadece."

 

" Allah senin belanı versin Kara! Yalancı pislik! Çıkar beni buradan adı herif çıkar!" Bir yandan da gözlerim dolmaya başlamıştı. Bunu duymak bile canımı açıtmıştı. Ben burada çocuğumun ölmüş ihtimalini aklımdan silmeye çalışırken bu adam canımı acıtmaktan hiç geri durmuyordu.

 

" Siz ben de vicdan falan bırakmadınız! Benim çocukluğumu, gençliğimi her şeyimi çaldınız. Siz benim hayatımı çaldınız!"

 

" Babanın ben öldürmedim Kara çıkar beni buradan! Çıkar artık beni!"

 

" Madem seni öldüremiyorum, ben de süründürürüm."

 

" Kendimi geçtim, daha doğmamış sabiye de mi insafın yok senin! Allah'tan kork! Alah'tan kork Kara!"

 

" Aradığın vicdanı bende arama kül kedisi. Ben sadece öldürmek için yaşıyorum."

 

Ayak sesleri uzaklaştıkça kesildiğinde gittiğini anlamıştı. O an da korkum daha da artmıştı. " Kara! Kara! Çıkart beni buradan ne olur! Çıkar beni!.." hıçkırıklar içinde ağlayarak birden yere çöktüm. Artık yapayalnız kalmıştım. Fakat gözümün önünden geçiyordu travmalarım. Bir de rüyamda gördüğüm akreplerin düşüncesi beni korkutuyordu. Ya gerçekten karşıma çıkarsa, ya bu sefer beni zehirlerse?

 

Bir süre sonra çaresizce köşede bulduğum tahta kasayı kapının dibine ittim ve oturup bacaklarımı karnıma çekerek sakin kalmaya çalıştım. Tabii sakin kalabilirsem.

 

O gün kü kadar çok korkuyordum. Artık soğuktan titremeye bile başlıyordum. Her ne kadar yirmi üç yaşından yetişkin bir kız olsam da hâla o günkü küçük kız kadar korkuyordum. Karanlık üstüme üstüme geliyordu sanki. Dolan gözlerimi sinirle kapatarak hıçkırıklar içinde ağlamaya başladım artık. Çok korkuyordum. Sanki biri karanlığın içinden çıkıp beni alacak gibiydi. Kenardaki pencereden az biraz ışık yansımış olsa da uzun sürmeyecekti. Akşam olmasına belki de bir kaç saat kalmıştı çünkü.

 

" Savaş nerdesin? Korkuyorum artık. Dayanamıyorum, dayanamıyorum." Başımı iki yana sallayarak ağlamaya devam ettim. "Ben artık dayanamıyorum."

 

Karnıma sarılarak moral vermeye çalıştım. Umutsuzca umut etmeye çalıştım. " Geçecek değil mi? Geçecek bebeğim. Bu da geçecek. Bu da bitecek meleğim. Baba gelecek. Baba bizi kurtarmaya gelecek. Söz veriyorum gelecek. Birazcık daha sabret. Sakın bizi terk etme olur mu? Bizim sana çok ihtiyacımız var. Özellikle benim. Senin için dayanmaya çalışıyorum. Ne olur bırakma bizi. Lütfen..."

 

Ne kadar acıydı böyle. İlk travmam çocukken oluşmuştu, şimdi de karnımda bebeğimle bunu yaşıyordum yine. Belki de ölmüş bebeğimle.

 

Bu düşünceyi artık aklımdan atamıyorum. Bebeğimi hissetmeye çalışıyorum ama hiç bir şey olmuyordu. Kaybetmiştim...

 

"Allah'ım ne olur bana acı. Ne olur bana acı. Bana yardım et Allah'ım. Bu sınavı bana çok ağır geliyor. Ne olur yükümü hafiflet, ne olur bana yardım et. Yine senden başka sığınacak kimsem kalmadı. Yine tek başıma kaldım. Ne olur bana da bebeğime de yardım et ne olur.

 

Yüzümü kapatarak ağlayama devam ettim. İyice umutsuzluğa kapılmak üzereydim. Üstümdeki kanlı kıyafetim iyice kokmaya başlaması cabasıydı. Bu beni daha çok tüketiyordu. Bu manzara beni daha çok öldürüyordu.

 

Artık çaresizlikle başımı kapıya yaslayarak gözlerimi kapatıp beklemeye başladım. Karanlık çoktan basmış, cır cır böcekleri melodisini mırıldıyordu artık. Fakat bir süre sonra tekrar ayak sesleri gelmişti. Bir an ürperdim. Gece gece her şey çıkabilirdi. Hem de bu ucra yerlerde malum kişiler görünebilirdi belki de.

 

Bir süre sessizleşirken nas felak süresini okuyarak kalbimi tuta tuta bekledim. Sonra kapının kilidi çevrildi birden. O an oradan uzaklaşarak korkuyla beklemeye koyuldum. Gece daha da ürkutücüydü burası.

 

Kapı açılırken kim olduğunu ilk başta anlamadım, fakat korumalardan biri olduğunu fark edince rahat bir nefes alabildim. Onlar en azından bir şeyleri yüzüme fırlatmazlardı.

 

" Akşam yemeğin." Diyerek uzattığında tereddüt ettim. Korkuyla bakmakla yetindim. Her ne kadar bu adamların çalışanı da olsa bir erkek ve bana zarar vermemesi için hiç bir engel yok. Hele de beni öldürmek isteyen bir patron var ise.

 

Adam korktuğumu anlayınca tabağı az önce üstünden kalktığım tahtanın üstüne indirerek tekrar dışarı çıktı. Kapıyı kapatmak için kolunu tutarken bir an duraksayarak bana döndü. "Bacım, benden sana zarar gelmez. Ben de emir kuluyum. "

 

"Emir kulu?" Dedim alayla gülerek. "Doğru itlerin kulu olmuşsun. Allah'tan korksaydın ondan başka kimseye kulluk etmezdin."

 

" Ekmek parası yapacak bir şey yok."

 

" Onurunuz ve karakteriniz ekmeğiniz olmuş sizin belli zaten. Her şeyi geçtim Allah'ın huzurunda nasıl hesap vereceksiniz onu bilmiyorum işte."

 

Adam daha fazla bir şey demeden kapıyı suratıma kapatarak kilitledi. Ben ise tahta kasanın kenarına oturarak rahat bir soluk aldım.

 

Çaresizlikle yine yemeğimi yemek için dizlerimin üstüne alarak besmeleyle yemeye koyuldum. Böyle ücra bir yerde besmelesiz hareket bile edilmezdi. Hele de hamile ve lahusalı insanlar için daha dikkatli olunması gereken bir yerdi. Tabii ben aklımda kurdukça daha çok korkuyordum. Belki hiçbir şey olmayacak ama yine de korkar insan. Bu yüzden dualar okuyarak korunduğumu düşünüp rahatlamaya çalıştım. Hemen yemekten sonra da daha fazla korkmamak için Savaş ile geçen tüm anılarımızı düşünmeye başladım. İlk karsılaşmamızdaki heyecanı, berdel sırasında ortaya çıkışını ve anlaşmamızı, sonra evlilik boyunca yaşadığımız güzel şeyleri. Aslında bunu düşününce ne kadar da saf olduğumu fark ettim. Bana aşık numarası yaptığı halde bile anlamıyordum her ne kadar beni etkilemek için söylese de içinden geldiğini gibi davranıyor gibi geliyordu hep. Belki o da bunun farkında değildi. Sonra sarhoşken ilk itirafını, sonra onu reddedişimi. O an kafama vurmak istedim. Bu kadar duygusal miydim ben? Diye söylendim kendi kendime. Ama normal karşılıyorum. Kendime güzel bir çiçeğin verilmesini bile layık görmezken onu kabul etmem çok zordu.

 

Başımı iki yana sallarken birden ses geldi. Sesin nereden geldiğini anlamak için nefesimi tuttum adeta. Kedi miyavlaması duyduğumda rahat bir nefes alarak tekrar duvara yaslandım. Sesi kedi çıkarmıştı anlaşılan.

 

Tekrar dikkatimi toparlayarak eski anıları hatırlamaya devam ettim. Sonra bir şarkı aklıma geldi. Hüzünle gülümseyerek mırıldandım. " Fikrimin ince gülü kalbimin sen bülbülü, fikrimin ince gülü kalbimin şen bülbülü. O günki gördüm senii yaktın ah yaktın beni, o günkü gördüm senii yaktın ah yaktın beni."

 

Gülümseyerek başımı duvara yaslarken ne zaman daldığımı bile anlamamıştım. Başım yere düşerken fark etmiştim uyuya kaldığımı. Ama hâla akşamdı. Sanırım bir kaç dakika sürmüştü uykum.

 

Tekrar dizlerimi karnıma çekerek dua okuya okuya uyumaya çalıştım. Hâla korkuyordum ama Rabbimin yanımda olduğunu hissetmek belki de güçlü hissettiriyordu. Yanlız değildim. Her zaman olduğu gibi.

 

Tatlı uykunun mahurluğuna dalmaya başlıyordum yavaş yavaş. Ama bir yandan da korku vardı içimde. İçim ürperiyordu ama bir şekilde uyumayı başarmıştım.

 

.....

 

Gözlerimi ışığın parıldamasiyla açarken bir süre hareket edemedim. Boynum tutulmuş gibiydi. Bir süre öylece dururken burnuma bir yanık kokusu gelmeye başlamıştı. Sanki bir şey yanıyordu. Bu koku artarken artık kendime gelerek ayağa kalktım. Sonra kapıdan duman gelmeye başlıyordu.

Bu olabilir miydi? Beni diri diri içerde yakmayı mı planlıyordu.

 

"İmdat! Yardım edin bana! İçerde kaldım yardım edin!" Ben kapıyı yumruklamaya devam ederken birden kısa pencereden bir ateş fırlatmışlardı.

 

Hemen pencerenin olduğu tarafa geçerek ateşi söndürmeye çalıştım. Ateş neyseki sönmüştü. Rahat birnefes alarak pencereyi kapatmak üzereydim ki birden kapı açıldı. Dehşetle kapıya dönerken Kara elinde bidonla etrafa benzin dökmeye başladı.

 

Hemen ordan kaçmaya çalıştım. Ama dışarı çıkmadan kolumdan tutarak dökmeye devam etti. Ben ise koluna sertçe vurarak kurtulmaya çalıştım. Fakat direnemedi başka bir adam kolumdan tutarak beni önden uzaklaştırdı.

 

" Ne yaptığını zannediyorsun sen manyak! Bırakın beni!"

 

Bidonu bir köşeye fırlatarak bana döndü. "Seni sağ bırakmayacağım. Savaş'a bu zevki yasatmayacağım. Ne sana ne de ona huzur yok! Burada yavaş yavaş yanacaksın. Yana yana canını teslim ederken ben de zevkle cenazene geleceğim ben sen hiç merak etme. Ne amcam, ne de babaannemi beklemeyeceğim. Seni burada öldürerek konuyu sonsuza kadar bitireceğim."

 

"Hayır! Yeter artık! Delirmişsin sen!"

 

Adam bunu söylememe memnun olmuş gibi gülümseyerek dışarı çıktı. "Kara! Bırak beni! Delirmişsin sen! Senin tedavi edilmen gerek!"

 

Adamlar beni kenara fırlatırken çizilen bileğimi acıyla üflemeye çalıştım.

 

" Yolun sonuna geldin Peri kızı." Diye dalga geçerek kibritle ateşi yakıp benzine döktü. Ben dur diyemeden ortalık birden alev aldım. Hemen kapıyı kapatarak ordan uzaklaştı. Ayak sesleri tamamen kesildiğinde ben ise kapıya doğru yürüyerek zorlamaya çalıştım.

 

" Hayır, olmaz. Hayır böyle bitemez."

 

Alevler artmaya başlarken ben ise daha çok kapıldım. Buradan çıkmam lazımdı. Hem de hemen.

 

Kapıyı kırmak için sopa gibi bir şey arayarak kapıyı kırmaya çalıştı. O sırada yangın artmaya başlamıştı. Boğazıma kadar nüfus eden duman artık öksürmeme sebep oluyordu.

 

Hemen kıyafetimi yırtarak ağzımı ve hüznümü kapatmaya çalıştım. Böyle çaresizce bekleyemezdim. Fakat bu çok uzun sürmedi, ateşin artması ve dumanın yoğunlağı iyice güçsüzleştirmisti beni. En sonunda yere çökerek ölümün beni kucaklamasını beklemekten başka bir şey gelmiyordu elimden.

 

" Allah'ım bana yardım et. Ne olur."

 

Yavaş yavaş gözlerim kapanırken artık yere çökmüştüm. Artık bitmişti, bundan sonrası yoktu. Bu dünyayla olan yolculuğum son bulmuştu. Belki de bu yüzden bebeğimi kaybetmiştim. Evet, artık bebeğimin yaşadığına dair ümidim de kalmamıştı. Belki de bu yüzden benden önce gitmişti. Şimdi de yanına gelmem için bekliyordur.

 

Son kez soluk alarak Savaş'ı düşündüm. Belki de onu bir daha göremeyeceksin. Yanıma gelmesini bekleyecektim. Onun için endişelendim sadece. Dayanabilir miyďi bilmiyorum.

 

" Hoşça kal Savaş." Dedim acıyla. Sonra da içimden kelime-i şehadet getirerek gözlerimi usulca yumdum. Artık daha güvenli kollarda olacaktım.

 

 

Loading...
0%