@maviay_63
|
Bir süre sonra kendime gelirken beynim durmuş gibiydi. Nerede olduğumu anlamadım ilk başta. Sonradan öglene doğru uyuduğumuzu hatırladım. Gerçekten cok vakitsiz uyumuşum. Başım allak bullak oldu resmen.
Gerinerek biraz etrafa bakarken, banyodan da sesler geliyordu. Benimkisi de duş alıyordu anlaşılan. Aldırmadan biraz daha yatakta kaldıktan sonra karnıma sarılarak ayağa kalkıp hava almak için balkona çıktım. O sıra kapı açılma sesi geldi bu sefer. Savaş, kıyafetlerini çoktan giymiş banyodan çıkarak saçlarını kuruluyordu.
"Sanırım hâla akşam olmadı?" Dedim gökyüzüne bakarken. O da havluyu bir kenara bırakarak yanıma geldi. Derin bir nefes alarak gözlerimi yumarken belimden sarılarak başımdan usulca öptü. "Akşam olmasını mı isterdin?"
"Yoo, ondan değil. Sadece uzun süredir uyuduğumuzu zannediyordum."
Şakağımdan usulca öperken "Hım." Diye cevap vererek "Acıktın mı?" Dedi ardından.
" Evet, Koca bir tavuğu bile yiyebilirim." Dedim heyecanla. " Ooo! O kadar yani!" Diyerek güldü o da. Ben de çocuk gibi başımı sallayarak cevap verdim. "Hıhım. Sanırım kızımız çok iştahlı." O sırada boynuna sarılırken o da beliren gamzesiyle gülümseyerek yanağımdan öptü. "Madem benim bebeklerim acıkmış. Hadi bakalım aşağı inelim o zaman"
Belime sarılarak içeri geçti. Ben de onunla beraber yürümeye devam ettim. Fakat birden durarak bir şey unuttuğunu hatırlayıp elimi bırakarak yatağın kenarına doğru geçti. Beklemek için kapıya doğru geçerken arkadan birden bir ses geldi. Ardından Savaş'ın sesi geldi.
Ben hemen arkamı dönerek ne olduğunu anlamaya çalıştığımda, Savaş iki büklüm halde ayağını tutuyordu. Hemen yanına giderken " Bu sehpanın ne işi var burada!" Diye sinirle söylenmeye başlamıştı. Yanına giderek onun gibi ayağına bakmaya çalıştım."Ne oldu?" Dedim şaşkınca.
"Ayağımı çarptım galiba."dedi sesi gitmiş gibi.
" Bir dizine bakayım, morarmasın." İç çekerek bir süre gözlerini yumdu. Sonra "Geçti mi?" Diye sorduğumda derin bir nefes alarak eğildiği yerden doğruldu. "Geçti geçti." Diyerek derin bir nefes aldı. Sonra da ayağa kalkarak sinirle sehpaya tekme attı. O sırada yine ayağını çarparken kısıkça küfür atarak elimi tutmaya çalıştı.
"Aşağı inelim yoksa sinir krizi geçireceğim." Dedi dişlerini sıkarken. Ben de daha fazla gerilmesin diye ikiletmeden onunlar beraber yürümeye başladım. Sonra dışarı çıkarak koridora doğru yürüdük. " Aslında bu kadar sakar da değildin sen. Ne oldu birden bire hiç anlamadım."
"Ne bileyim ben, sakarlığım denk geldi herhalde." Diye hayıflandı kendiliğinden.
" Herhalde." Dedim dudak büzerek. Saniyeler sonra şağı indiğimizde bizimkiler hâla sofrayı hazırlıyordu. Kimse de pek yoktu. Herhalde şu muhteşem üçlü çoktan gitmiş olmalılardı. Neyseki...
Savaş da yemek hazır olana kadar avluda olacağını söyleyerek dışarı çıkmak istedi. Ben de kapıda onunla ayrılarak avluya çıktım mahalleye bakmak için. Buralar bana eskileri hatırlatıyordu. Çocukluğumu, mahallelerde koşuşturduğum güzel anları hatırlatıyordu.
Bir süre daha geçmişi düşünerek mahalleyi derin bir seyre daldım. Ben böyle seyre dalarken aşağıdan birden çat diye bir ses geldi. Endişeyle hemen avlunun olduğu tarafa geçerek ne olduğuna baktım. Aşağıya baktığımda Emin ve Savaş yeni geldiğini tahmin ettiğim büyük çömleklere çarparak hepsini paramparça etmişti adeta. Kendileri de yerde dağılmış haldelerdi.
Hemen aşağı inip yanlarına gittim. Savaş başını ovarken, Emin de söylene söylene aynı şekilde başını ovuyordu.
" Ben biliyordum ya, biliyordum." Savaş, Emin gibi başını ovarken " Neyi biliyordun Emin?" Diye sordu söylenerek.
Emin bir şey demeye kalmadan içerdekiler de benim gibi hemen avluya inmişti. Ne oldu ne bitti diye sorgularken bizimkiler birbinden destek almaya çalışarak zar zor ayağa kalkmaya çalışıyordu.
Birbirlerinden destek alarak kalkarken de Reyyan ana dizlerini dövdü hayıflanarak. "Ah hep o kadınlar yüzünden bütün bunlar. Ben biliyordum böyle olacağını."
Savaş ile Emin ayağa kalkarken, Emin tekrar bir ah vah edip Savaş'ın bastığı zavallı ayağını çekmeye çalıştı. " Savaş ağabey, beni bıraksan mı artık ayaktayız gördüğün gibi."
İç çekerek yüzünü yere eğip devam etti. "Benden yaşattıklarımın intikamını mı alıyorsun anlamadım gitti." Savaş göz devirerek "Yine ne saçmalıyorsun?" Diyerek başını ovarken, Emin sinirle "Ayağını ne zaman çekeceksin diyorum. Gavura basar gibi basıyorsun da!" Diye bağırdı.
Savaş, Emin'in ayağına bastığını fark edince, yavaşça çekerek sinirle başını ovmaya devam etti. Emin ise hayıflanarak kırık çömleklere göz attı. "O değil de biz bu çarpışmayı nasıl becerdik yav!"
Bu sefer sinirle kırık çömleklere tekme atarak söylenmeye başladı. "Çömlekleri ne diye üst üste dizerler ki, akıl var mizan var!" Reyyan ana birden kollarını düğümleyerek sinirle " Ben yaptım oğlum. Bir maruzatı mi var?" Deri sinirle. Emin başını kaşıyarak bahçup bir şekilde kalırken "Yok, sinirden şey ettim ben babaanne."
Reyyan ana birden yumuşamış gibi kollarını çözerek cevap verdi." Nereden bileyim iki koca adam çömlekleri görmeyip de çarpacak. Bir de kafasında kıracak."
Savaş başını tutarak ayakta dururken, kızlar da başları için buz getiriyordu. O sırada Emin kamelyada oturarak getirdikleri buzu kafasına bastırdı. Onunlar beraber Savaş da buzu alarak Emin gibi kamelyaya oturup kafasına bastırdı.
Ben Savaş'ın yanına oturarak durumunu kontrol etmeye çalışırken, Emin'e hanım da kendi oğlunun durumunu kontrol etti. Esra ve diğerleri ise gülmemek için zor tutuyordu kendini. Daha çok Emin'in söylenmelerine gülüyorlardı.
" Emin, oğlum sen bir gün benim cenazemi çıkartacaksın buradan. Ben artık eminim. Dikkat etsene!"
"Yahu ne bileyim! İki dakika dışarı çıktım. İşim çıktı diye. Geldim baktım çömlekler eğik yerleştirilmiş, biraz düzelteyim dedim. Derken üstündeki birden kafama düştü. Sen de nereden çıktın anlamadım ki."
Savaş elini yumruk yaparak Emin'e doğrulturken kendini zor tutmaya çalıştı. Esra ise kıkırdayarak Emin uğraşıp "Valla helal olsun, ben bu kadar uğraşsam kendimi de Savaş ağqabeyimi de bu hale getiremezdim." Dedi dalga geçircesine.
" Esra zaten sinirlerim tepemde, Gülme!"
Esra kıkırtıyla kendini zar zor tutarken Emin hayıflanarak söylendi birden. "Hep o kadınlar yüzünden. Onlar buraya geldi geleli başıma gelmeyen sey kalmadı."
Hepimiz hayretle ona bakarken "Başka ne oldu?" Diye sorduk endişeyle.
" Ne olmadı ki! Bu muhteşem üçlü, çıkarken şanstan avluda rastladım. Kafama taş düşseydi de avluya çıkmasaydım. Onlarla mahalleye kadar yürümek zorunda kaldım. "Büyümüşsün, adam olmuşsun, yakışıklı olmuşsun falan filan derken ağzıma s... neyse siz anladınız. Yol boyunca Kara kedi mi karşıma çıkmadı tıslayarak. Bir de bana tip tip bakıyor kedi. Saldırıya geçecekti neredeyse. Zar zor kurtuldum. Yolda yürürken de çocuklarla top oynayayım dedim, birinin camını kırdım."
Emin devam edemeden Esra girdi araya. " Ee? Ne olmuş bunda? Her top oynayan muhakkak bir evin camını kırmıştı. Sen de sakarsin zaten."
Emin sinirle gülerek devam etti. " Sen öyle de, top içeri girer girmez içerden de kırılma sesi geldi."
Esra birden sırıtırken ağzını kapattı. Onun ardından diğerleri de gülmeye başladı. O sırada Savaş, Emin'e hak verir gibi devam etti. "Ben de az önce banyoda iken kolumu çarptım ayna çatladı."
" Ne! Ayna mı kırıldı! Bana niye söylemedin?" Dedim hayretle. O sırada Emin buzu başına daha çok bastırarak hiddetle devam etti konuşmasına. "Seninki yine hiçbir şey! Ben çocuklara rezil oldum çocuklara! Kadın görmeden oradan tüydüm hemen."
Emin hiddetle Reyyan anaya dönerek konuşmasına devam etti. "Babaanne, bir daha ki sefere o kadınlar gelirse söyle! Söyle ki bu eve hiç uğramayayım. Ben bir süre çiftlikte kalırım. Derda mı ju niyo didi niyo(Derdim bir degil iki değil.)"
Savaş atlayarak devam etti."E vıllah dây, mariji vaj ki vaktera ma neri. (He vallah Baanne, bize söyle ki o zaman gelmeyelim.)"
Esra kıkırdayarak kollarını düğüm yaptı. " Valla iyi ki odamdan çıkmamışım. Yoksa bana da çarparlardı mazallah. Hele o boncuk boncuk gözleriyle insanı çiğ çiğ yerler yeminle."
Reyyan ana kollarını düğüm yaparak başını iki yana salladı hayıflanarak. "ah boşuna nazarcı demiyorlar bunlara. Mübarek nasıl bir göz var ise onlarda, baktıkları sağ kalmıyor."
Reyyan ana efkarla nefes alırken "Hadi içeri girin de biraz uzanın." Diyerek çocukları içeri almaya çalıştı. Biz de ardından yürüyerek içeri girdik. O sırada ne olur ne olmaz diye ikilinin kollarından tutuyorduk. Mazallah birden bayılır mayılırlar iyice kötü olmasın durumları. Zaten olmuş ne olmuşsa.
"Biraz daha iyi misin?" Dedim yürümeye devam ederken. Savaş gözlerini kısıp açarak hafifçe başını salladı. " Biraz daha iyiyim. Sanırım..."
" Ama ben berbat haldeyim. Hem de en kötüsünden. " Emin önden söylenirken Savaş arkadan ensesine vurarak "Söylenme de yürü!" Diye azarladı birden. Ben ise bu hallerine bıyık altından sadece güldüm. Bu ikisi kadar bir ikili daha yoktur. O kesin.
İçeri geçip koltuğa uzanırlarken, Reyyan ana içerde elinde tuttuğu bir avuç tuzla Savaş ve Emin'in üstünde gezdirerek dua okumaya başladı. Gözü beni kestirince bana da bir uğradı. "Sana da okuyayım. Ne olur ne olmaz. Hamileyken daha kötü olmasın durumun."
Başımı mahsunca sallayarak " Olur." Dedikten sonra benim de üstümde gezdirdi. İşi bittikten sonra da" Ben bunu yakayım." Diyerek mutfağa gitti. Bazıları batıl inanç diyor bazıları gerçek. Artık ne kadarı doğru Allah bilir.
Son gelişmeler için durumlarını sorarken, onlar ise sadece uzanmak ister gibi bir tavır sergiliyorlar.
"Biraz daha iyi misiniz?" Dedik endişeyle. Yüzlerini ekşiterek onaylar gibi başlarını salladılar. Aynı anda yapmaları biraz komik gelse de gülmemeye çalıştım.
Reyyan ana mutfaktan geldikten sonra sofraya çağırarak sandalyeye oturup bizi bekledi. Savaş ve Emin kafalarında tuttukları buzlarla ayağa kalkarak bizimle beraber masaya geçtiler. Bir süre sonra da buzları kızlara vererek yemeği başladılar. Emin ekmeğini alarak tavaya bandırırken Savaş ise çorba içti bir süre. Çok fazla iştahı yoktu anlaşılan.
Yemek arasından bir süre sonra salona geçerek ailecek çaylarımızı yudumlamaya başladık. Uzun zaman sonra ilk defa ailecek böyle huzurlu bir ortam olmustu. Hele de Alev'in beni öldürmeye kalkışmasından sonra rahat bir nefes alamamıştık diyebilirim.
Salonda oturmaya devam ederken, az önce salondan ayrılan babaanne elinde siyah bir kutuyla geldi. Herkes ne olacağını merakla beklerken, yanımdaki tekli koltuğa oturarak kutuyu bana uzattı. Ben şaşkınca etrafıma bakarken, tekrar babaanneye döndüm. " Bana mı?" Dedim hayretle. "Evet kızım sana. Çam sakızı çoban armağanı. Torunumun annesine."
Ayağa kalkmaya çalışırken "Aman kızım ne gerek var." Diyerek oturtmaya çalıştı. Ben de oturduğum yerden elinden öperek teşekkür ettim. Sonra kutuyu açarak içindeki altın kaplamalı mücevher bilekliğe cıkardım hayretle.
" Ne gerek vardı babaanne." dedim hayretle. " Ne zahmet ettiniz."
"Zahmet olur mu kızım. Benim adetimdir. Hem torunum gelinlerisiniz. Herkese nasip olmuyor ne de olsa." Dedi keyifle gururlanarak.
Gülümseyerek omzuna dokunurken Yılmaz dizlerinde tutarak yavaşça kalktı. " Ben odama geçiyorum. Size iyi geceler."Diyerek de salondan ayrıldı. Herkes şaşkın bir şekilde birbirine bakarken, Reyyan ana durumu dahil oldu. "İşleri yoluna gitmemiştir herhalde. O yüzdendir bu siniri. Öğlen de moralsizdi." Dedi geçiştirerek.
" Ben bir bakayım." Diyerek Zara da ayrılırken, ortam bir tık daha gerilmişti. Esma hanımlar da neye uğradığını şaşırmıştı. Herkes derin bir sessizliğe boğulmuştu adeta. Yılmaz'ın bu tavrı çok tuhaftı. Neye kızmış olabilirdi ki?
" Neyse çocuklar, ben de artık odama geçeyim diyorum. Erken ama uyusam iyi olur." Diyerek gitti Osm baba. Ardından Emine hanım da gitti. Biz gençler, Reyyan ana ve Esma hanım kalmıştı.
Savaş hemen olaya müdahil olarak omzumdan tutarak avluya gitmek istedi. Hava almam iyi gelir gibisinden mazeret uydurdu. Çünkü etraf gerilmişti. Ben de hiç itiraz etmeden karnımı tutarak Savaş'ın desteğiyle ayağa kalktım. Ardımķzdan Polat abiler ve bizim Emin ve Esra da geldi. Kamelyaya geçerek kızlardan çayları tazelerken dama getirmelerini istedik. O sırada eve yeni gelmiş bir kız çayları servis ediyordu. Kız çok konuşkan bir tipti. Çayları dağıtırken bile konudan konuya giriyordu. Ben ve Gülsüm için de ayriyetten tebrik etti. Renkli bir kişiliği vardı.
Hepimize teker teker ikram ederken bir yandan yine konuşmaya devam ediyordu. Ama son çayı Emin'e vermek için tepsiyi uzatırken bir üstüne dökmesin mi. Emin yerinden sıçradı hemen. Birden bağırırken "Allah! Yandım anam!" Diye ağıtlar yakarak bacağını serinletmeye çalıştı. O sırada masada fark ettiği suyu hemen dizine dökerek çok geçmeden rahat bir nefes aldı. Sonra hemen içeriye üstünü değiştirmeye gitti. Biz ise o gittikten sonra gülmemeye çalıştık. Daha çok halini üzülmüş gibi yaptık. Tepkisi birazcık komik olabilir.
Emin bir süre ortalıkta görünmezken, kızcağız da büyük mahcubiyetle defalarca özür diledi. Görünmez kaza olduğunu sorun olmadığıni söyleyerek gönderirken onun ardından Serpil onun adına özür dileyerek idare etmemizi rica etti. İlk iş günüydü. Biraz heyecanlanlanmış olabilir. Biz de sorun yok diyerek durumu yatıştırdık. Kötü bir talihsizlikti sadece...yani sanırım.
Emin üstünü değiştirerek tekrar gelirken, biz ise gülmemek için dudaklarımızı ısırıyorduk adeta. Emin ise bunun farkında olduğu için çatık kaşlarıyla " Gülmeyin." Dedi sinirle. Onun o lafında sonra etraf kahkahalara boğuldu birden. Emin ise göz devirerek iyice sinirlenmişti bu duruma. Hiç gülmeden, sinirle bize bakmaya devam ediyordu. Biz ise kendimizi toparlayamıyorduk. Gülsüm ağzını kapatarak gülmesini durdurmaya çalışırken, ben ise yüzümü öne eğerek içten içe kıkırdadım.
" Nazar oğlum nazar. Geçer bu da korkma."
" Nedense en çok bana geliyor ne geliyorsa. Sanki buranın kurbanlık koyunu benim."
"Hakket kurbanlık konusu açılmışken. Kurban Bayramı da yaklaşıyor." Yine kıkırtılar yaklaşırken Emin daha çok burnundan soluyordu. Konuya denk geldiği için konu daha çok karışmıştı.
" Vay be! Vay be! İyice madara edin beni aferim."
" Müstahaktır sana oğlum. Sen o çömleklere ne diye karışıyorsun sanki. Hâla başım ağrıyor zaten."
" Demek öyle ha? Vay be! Ama merak etme Savaş bqey, benim de ahım çıkar sana."
"Abartma lan. Sanki ne dedik. Günah keçisi de biz olduk iyi mi." Emin, Savaş'in bu cevabıni pek aldırmadan yeni gelmiş çayını yudumlamaya başladı. O sırada da düşünceli düşünceli söylendi. " Ah be! Ne olurdu sanki o kadınlar gibi bende de göz olsaydı. Düşmanlarımı alt ederdim oracıkta. Hep bana mı işliyor bu adalet."
Yine yudumlarken, Savaş sadece göz devirerek arkasına yaslandı. Bir süre sonra artık kendi aramızda konuşmaya başladık. Gülsüm kocasıyla, ben de kendi kocamla sohpete daldım. O sırada Esra ve Emin de başka sohpet dalmıştı bizim gibi.
"Kolun nasıl oldu?" Savaş'ın sorusuyla sirkelenirken ona döndüm. "Biraz daha iyi. Arada bir ağrıyor o kadar."
Kolumdaki sargıya dokunurken hafifçe severek başımdan öptü. "Çok yaraların var Peri kızı, çok."
Çenemi tutarak kendine çevirdi. "Ve sen yaralandıkça, ben de daha çok yaralanıyorum." Hüzünle ona bakarken yüzümün çevresine bakarak devam etti. "Keşke bütün acılarını kendi üstüme alabilseydim. Bu sayede hiç acı çekmezdin."
"Benim acım bana yeter Peri oğlan, herkes kendi yükünü taşıyabilir sadece" Göz devirerek sinirli bir imâyla bakmaya başladı. Ben ise gülümseyip elini tuttum."Öyle bakma, başka bir şey bulamadım. Peri oğlan karizmatik durdu bence."
" Kalabalığın içinde söyleme yeter." Dedi bıkkınca. Bunu demesiyle kıkırdayarak omzuna başımı yasladım. Sonra etrafta cırcır böceklerin sesiyle bir sessizlik hakim oldu. Sadece cırcır böceklerinin o muhteşem sesi vardı kulaklarımızda. Bir de yıldızlar, geceyi bu kadar güzel aydınlatan yıldızlar vardı.
Herkes huzurlu ve sakin bir şekilde gökyüzünün ve akşamın tadını çıkarıyordu. Hayat hiç olmadığı kadar huzurluydu bize.
Bu sessizliğin tatlı edasında kahveler de gelmişti. Bu sefer Serpil kahveleri dağıtıyordu. Her ihtimale karşı kendisi gelmek istemişti anlaşılan.
Herkese kahveleri dağıtırken, beni es geçmesini istedim. Benim yerime Savaş'a uzattı. Savaş da teşekkür ederek kahveyi aldı. Emin hâla moralsiz halde bu sefer kahvesini yudumlarken, birden ne olduğunu anlamadan Savaş kahveyi üstüne döktü. Sonra birden bire yerinden fırladı hemen. Emin gibi "Yandım lan!" Diyerek tam küfredecekti ki Polat abi susturarak "Sakın!" Dedi o telaşı arasında. "Kadinlar var oğlum, sakin ol." Savaş lanet ederek kahveyi bırakırken, Emin ise kırkırdayarak kahvesini keyifle yudumlamaya devam etti. Savaş onca telaşın içinde Emin'in sırıttığını fark edince, gözlerini kısarak sinirle işaret parmağını salladı. "Sen!"
" Ee, alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste"
Savaş sinirle göz devirerek, bu sefer o içeri girmeye çalıştı. Ben de telaşla kalkarak ardından gitmeye çalıştım. Zar zor adımlayarak yukarı çıktığımda banyoya girmişti. Kapıyı tıklatarak iyi misin diye sorduğumda iyi olduğunu soğuk duş alacağını söyledi. "
Ben de yatağa oturarak çıkmasını bekledim. Arada bir iyi misin diye soruyordum. Bir süre sonra üstünde bornozla dışarı çıktı. Ben ise yatakta ayaklarımı uzatmış, Serpil'in az önce getirdiği meyveyi yiyordum.
Savaş bu halimi görünce kollarını bağlamış bir şekilde tek kaşı havada bana bakıyordu. " Ne oldu?" Dedim meyve yemeğe devam ederek.
"Keyfin yerinde bakıyorum."
"Olmasın mı?" Dedim küçük çocuklar gibi. Bu cevabımla sırıttı tabii. Yanıma gelerek başımdan öpüp tabaktan meyve aldı. Soyulmuş elma ve şeftali vardı. Biraz da çilek.
"Olsun tabii olsun. Ama ben yanarken bu kadar gamsızlık şaşırttı sadece. "Durumun nasıl? Biraz daha iyi misin?"
"İyiyim iyiyim. Emin'in kalbi nasıl temizse. Anında ahı tuttu."
" Sen de çocuğun üstüne çok gidiyorsun ama, fark etmedim zannetme."
"Bilmiyorum artık." Bir elma dilimi daha alırken, içerden bir bağırma sesi geldi. Neye uğradığımızı şaşırmış halde kulak kesilirken, tam kalkacaktı ki bornozlu olduğunu yeni fark etti. Bir an duraksadıktan sonra hemen kalkarak gardroptan kıyafet çıkarmaya başladı. Ben ise yavaşça kalkarak daha çok şiddetlenen bağırış sesleriyle hemen gidişatı çıktım. Ses Yılmazların odasından geliyordu. Hummalı bir kavga vardı sanki.
Benim gibi herkes kapılarına toplanırken neler olduğunu anlamaya çalıştı. Kapı ağzına açıktı. Yılmaz ise Zara'ya bağırıp duruyordu. " Sana kahveyi şekersiz içtiğimi söyledim! Bu ne böyle. Doğru yapamayacaksan kızlara sorsaydın öyle getirseydin!"
Osman baba sinirle " Neler oluyor burada!" Diyerek hiddetlenirken Savaş ise ıslak saçlarıyla sonradan gelmişti.
"Kırk yılın başı vır kahve yap dedim, onu da şekerli getirmiş." Zara'ya dönerek sinirle devam etti. " Bunca zamandır buradasın şekersiz içtiğimi bilmiyor musun sen!"
" Bağırma kıza! Kendi kahveni kendini yap o zaman!" Osman babanın azarıyla susan Yılmaz burnundan soluyordu. Zara desen yarı ağlamaklı yarı sinirli oradan ayrılarak dışarı çıktı. Ben sinirle yanına giderek işaret parmağımı ona doğru salladım. "Bir daha kuzenime böyle sudan sebeplerden bağırırsan, sonu çok kötü olur."
" Sen karışma Çilem. Bu ben ve karım arasında. Seni alakadar etmez."
Savaş Yılmaz'ın karşısına geçerek sinirle yakasını tuttu. "Sen değil miydin Zara için yıllarca ölüp ölüp dirilen. Ele geçince mi kıymetsiz oldu. Seven adam böyle mi yapar lan!"
Polat ağabey hızla araya girerek sakinleştirmeye çalışırken ben ise Yılmaz'ın bu haline dehşetle izledim. Bu adam gerçekten böyle biri mi? Üstelik kalbindeki Zara için benim üstüme kuma bile getirmeyi düşünüyordu. Bu adam kendini her geçen gün daha çok açığa çıkarıyordu resmen.
" Kahveyi şekersiz içtiğimi bilsin bir zahmet. Kızlara sorsaydı hiç olmazsa. Onu da mo yapamıyor."
"O senin hizmetin değil, karın. Baba ocağında kimseye hizmet etmemiş sana mı hizmet edecek. Buraya geldi seninle aile olmaya, köle olmaya değil. Üstelik sen zaten nazik olsan istediğini yapar kızcağız ne diye bağırıp kalbini kırıyorsun!"
" Savaş!" Savaş sinirle sırıtarak "Savaş derken?" Dedi hayretle. Ona ilk defa ismiyle hitap ediyordu anlaşılan. Ben diye söze girecekti ki Osman baba dahil oldu araya. "Eeh ayrılın yeter Savaş sen kapının önünde dur." Savaş sinirle bakmaya devam ederken Osman babanın tekrar etmesiyle ondan uzaklaştı. Bu sefer Osman baba karşısına geçerek, yakasını düzeltip konuşmaya devam etti. "Sen hiç, annene bir kahve için bağırdığımı gördün mü?"
Yılmaz boynunu bükerek "Yok." Dedi mahçupça. Osman baba başını sallayarak devam etti. "Burada elemanlar çok, bir şey istiyorsan onlardan isteyebilirsin. Savaş'ın dediği gibi, kızcağız buraya senin için geldi. Karın olmaya geldi." Yakasını Savaş gi i sertçe tutarak sinirle devam etti. "Hizmetin değil." Tekrar elini gevşeter elini arkaya bağladı. " Anlaşılan bugün sinirlerin bozuk. Ama sinirinden karından çıkarma. Ortalık durulsun gönlünü al. Bir daha böyle saçma sapan konular için ortalığı ayağa kaldırma. Anlaşıldı mı?"
Yılmaz burnundan soluyarak tamam diyerek başını salladı. Bir süre sonra da herkes etrafta dağılırken ben de Zara'nın yanına gitti. Damda kamelyada oturmuş ağlıyordu. Kimse yanına gidemiyordu. Ama ben gittim. Ne kadar onunla artık bir mesafem olsa da vicdansız olmak istemiyorum. Hele de biri acı çekerken.
Sakince yanında otururken göz yaşları arasında dalgınca konuştu. "Onu ilk gördüğümde ne kadar aşık olduğumu sen görmüştün. Şimdi..." Yine sessizleşerek İç çekti. Ben ise dişlerimi sıkarak cevap verdi. " Biliyorum, hatta bunun için benimle düşman olmaya bile hazırdın. "
Acıyla gözlerini yumarak elimi tutmaya çalıştı. Elimi usulca çektim. "Önemli değil. Artık bir önemi yok çünkü."
Başını eğerek hüzünle göz yaşlarını sildi yine. " Özür diler. Aşk gözümü kör etmişti. Her sizi gördüğünde sürekli Savaş'ı kendiyle kıyaslıyor. Savaş'ı kıskanıyor."
Çatık kaşlarımla ona dönerken devam etti. " Ailenin en gözde çifti olduğunuz için bizim ilişkimizi çok hor görmeye başladı."
Sinirle sırıtarak gözlerimi yumdum. "Eşinin problemleri var farkındasın değil mi?"
" Farkındayım ama, yapabileceğim bir şey yok. "
"İlişki uzmanına gidebilirsiniz. Problemlerinizi çözmekte yardımcı psikiyatris."
" Asla kabul etmez. İyice bilenir bana."
" Peki ne yapmayı düşünüyorsun?"
" Bilmiyorum." Diyerek bir süre daha ağladı. Bana sarılırken göz devirerek el mecbur karşılık verdim. Savaş'tan başka kimseyle bir samimiyetim yoktu artık. Ama kimseye karşı da acı çekerken vicdansız olamıyorum. Ne kafama vurmak istesem de yapmam gerekenin bu olduğunun farkındayım.
Bir süre daha oturduktan sonra beraber içeri geçerek odalarımıza geçtik. Savaş odada koltukta uzanmış gelmemi bekliyordu.
"Konuştunuz mu?" Dedi ciddi bir yüz ifadesiyle.
" Evet, konuştuk" Diyerek yatağa geçerek yavaşça uzandım. Ardımdan o da yani başıma gelerek bana döndü. "Ne konuştunuz?" Gülümseyerek "Kuzenler arasında." Dedim. O da çok üstelemedi. Örtüyü üstüme örterek yanıma uzandı. "O Yılmaz'ı bir elime geçireyim. Yapacağımı biliyorum ben."
" Anlaşılan bir şeylere canı sıkılmış." Yanıma yaklaşarak cevap verdi. " Ne olursa olsun bu karısına bağıracağı anlamına gelmez. " Elimi açıp avucuma sonsuz işareti yaparak devam etti. "Birbirlerine karşı anlayışlı olmazlarsa ikisi için de Bumin ömür çok zor geçer."
Sonsuz işaretine decam ederken gülümseyerek pabucumun baktım. " Ne yapıyorsun sen? Bazen koluma da yapıyorsun bunu."
Gülümseyerek avucumu öperek saçımı kulağımın arkasına aldı. " Annem de bazen yapardı bana. Sonsuza kadar beraber olmak için. 'Bedenler kavuşmasa da, ruhlar elbet bir gün kavuşacak.' Derdi." Acıyla gülümseyerek devam etti. " Sanki o günleri görmüş gibiydi."
Bir an hüzünlenirken boynuna sarılarak boynundan öptüm. " Bunu için çok üzgünüm Peri oğlan. Keşke onu geri getirebilecek gücüm olsa."
Gülümseyerek o da yanağımdan öperek belimden daha sıkı sarıldı. " Sen varsın ya, hiçbir şeyi dert etmiyorum. Merak etme Peri kızı."
Hüzünle gülümsedim sadece. Onu özlediğiniz farkındaydım. Tıpkı benim babamı özlediğim gibi. Birimiz baba hasreti yaşarken, birimiz anne hasreti yaşıyorduk. Sahi, babası hapishanede midir? Diye sorgulamaya başladım kendi kendime.
" Babanın hiç gördün mü?" Diye sordum merakla. O ise huzursuzlaşmıştı. "Hayır Peri kızı. Bu konuyu da bir daha açma. Tamam mı?" Dedi gerilerek. Ben de "Tamam." Diyerek çok uzatmadım. Bugün daha fazla gerilemeye gerek yoktu bence.
Konu dağıldıktan sonra karnıma dokunarak kızımızı konuşmaya başladı. Daha çok beni şikayet ediyordu. Ben ise sadece göz devirdim. Bu çocukluk hallerinden hiç vazgeçmeyecek.
Tam uyumak için daha rahat uzanmıştık ki kapı çalmıştı. " Bu saatte kim ki bu?" Diye sorgulayarak ayağa kalkıp kim o dedi şüpheyle. Cevap gelirken Osman babaya ait olduğunu anlamıştık. Savaş "Sen uyu ben birazdan geliyorum." Diyerek dışarı çıkıp kapıyı ardından kapattı. Ben de o gelene kadar bir süre bekledim. Fakat bayağı gelmeyince, uyumaya karar verdim. Tam uyuyacaktım ki, babamın hilal şeklindeki kolyesi aklıma gelmişti. Bu yüzden kalkarak komidindeki çantama uzandım. En son her şeyi çantama koyduklarını söylemişlerdi.
Bir süre karıştırdıktan sonra Beren'in verdiği kolye ile beraber mıknatıs gibi birbirlerini yapıştığını fark ettim. İkisini ayırmak için hafif bükerek tekrar birleştirdim. Uzun bir süre şaşkınca bakakaldım sadece. Üstelik bunlarda mıknatıs olduğunu bile bilmiyordum halbuki.
Dehşetle bakmaya devam ederek dolunay şeklindeki gri ayın hilal ile uyumlu kabzası olduğunu fark ettim. "Bu onun parçası." Dedim şüpheyle. "İkisi bir arada..." bir an sessizleştim. Sonra aklıma Mavi ile konuşmamız geldi. İlk o an şüphe etmiştim ve şüphelerim doğru çıkmıştı. Bu o kolyenin diğer yarısı.
"Bu olabilir miydi? Beren...benim ikiz kardeşim mi? Ama bu nasıl mümkün olur?" Dedim itiraz ederek. " Bu imkansız. Bu kadar tesadüf nasıl olur? Yani üniversite hayatım boyunca ikiz kardeşimle miydim ben? Bu... bu mümkün değil." Dedim ağzımı kapatırken. Dolan gözlerime hakim olamamıştım. Kalbime bir ok saplanmıştı sanki. Ne kadar acı bir şeydi böyle. Üstelik bizi birbirimize benzetiyorlardı da. Her gören kardeş olduğumuzu bile zannediyordu.
" Allah'ım bu nasıl olur? Öz kardeşim burnumun dibinde miydi yani?"
Sevgili okurlarım, sizden ricam F*listin hakkında konuşmayı kesmeyin. Boykota devam edin ve olabildiğince yayın. İnsanlığımızın yitirildiği bir dönemde yaşıyoruz artık.
Bunca acıyı kimse kaldıramaz. Bu kabul edilebilecek bir durum değil. Daha sütten bile kesilmemiş bebeklerin b*sları kesilirken, diri diri y*kılırken bizim susmamız ne vicdana, ne de başka bir şeye sığar. Hayvan hakları diye sesimizi yükseltirken insanların da bir canı olduğunu nasıl unutabiliyoruz. Bebekler ve hayvanlar dünyanın en masum canlılarıyken, en çok da onlar k*tlediliyor. Onlar öldürülüyor ve açlıktan ölüyorlar.
Burda Hayvan hakları için sesini yükseltenler,😠f*listinde diri diri yanan, açlıktan ölen hayvanlar hakkında gıkını bile çıkartmıyor. Buna ne dendiğini benden daha iyi biliyorsunuz.
Lütfen susmayın. Elimizde kalan tek şey şerefimiz, onu da sessizliğimizle kaybetmek üzereyiz.
Ne f*listini, ne d*ğu türkistanı, ne de arakan gibi zulme uğramış yerleri unutmayın. Birbirimize sahip çıkmazsak kimse bize sahip çıkmaz. Bunu pek çoğumuz iyi biliyor. Elinizden bir şey gelmese de çocuklarınıza mücadele etmeyi aşılayın. Savaşçı ruhlu yetiştirin. Yetiştirin ki utanç dolu bir devir daha yaşamayalım artık. Ki onlar da yetiştiriyor. Onlar bizden nefret etmeyi öğretiyor çocuklarına. Tıpkı nesiller boyunca yaptıkları gibi.
Bizim ise elimiz armut topluyor. Maalesef bunu bu s*ykırımla beraber gördük.
Unutmayın, Su uyur, düşman uyumaz.
|
0% |