Yeni Üyelik
77.
Bölüm

77. Bölüm

@maviay_63

Arkadaşlar yeni editim de instagram hesabımda yanındadır. Spoiler içeren videolar da vardır. Ona göre dikkat edin.

 

İki hafta sonra

 

Bugün buradaki son günümüzdü. Misafir ziyaretleri burada gerçekleşti hep. Bu kadar uzun kalmamızın nedeni kızımızin planlanandan erken doğmasaydı. Ciğerlerinde bir takım sıkıntı olduğunu fark etmişler. Ama birbkaç güne toparlanmıştı. Ne olur ne olmaz diye iki hafta kadar tutmuşlardı bizi. O zamanda o kadının bebeğine de süt verdim. Savaş ilk başta biraz kızsa da o da bebeğin ağlayışına dayanamamıştım. Bir hafta boyunca böyle idare ettikten sonra artık kadın kendisi emzirmeye başladı. Anlaşılan aldığı özel gıdalar işe yaramıştı. Bu sayede artık kendisi emziriyordu.

 

Ama bu bir hafta boyunca bana çok minnettar olduğunu söyledi durdu. Bu sayede bebeği daha sağlıklıydı.

 

"Müsait misin?" Kapıdan gelen kadın sesi durmama sebep olurken çantamı bırakarak kadına döndüm. "Tabii buyur." Dedim tekli koltuğu göstererek. Ben de yatağa oturdum.

 

"Bugün senin gittiğini öğrendim."

 

"Evet, bugün gideceğiz. Artık bu kadar yeter."

 

"Bir daha karşılaşır mıyız?"Kadın benim gibi yirmilerinde genç bir kadındı. Fazla toy ve çaresiz bakıyordu. Ağzında bir bakla vardı ama ne?

 

"Bir sorun mu var?" Dedim şüpheyle. Sesi korkarak çıkıyordu. "Kızımın amcaları buraya geliyor. Onu benden koparmak için."

 

"Bir dakika, koparmak için derken. Bunu neden..." diye devam ettirmeden o devam etti. "Çünkü beni gelinleri olarak hiç istemediler. Bin bir zorluklarla evlendik biz kocamla. Ama o öldüğünde bebeği benden istediler. Beni de anne evine göndereceklermiş. Hem de Bebegimden cok uzağa giderek"

 

"Şimdi neredeler?" Dedim endişeyle. "Bunca zaman almadılar şimdi mi alacaklar?" Dedim bir anlık şüpheyle. "Hastanede cesaret edemiyorlar. Polis falan gelir diye korkuyorlar. Ya da..."

 

"Ya da?" Diye devam ettirmeye çalıştım. "Ya da sizin de bu hastanede olduğunuzu duymuş olabilirler."

 

Elini sıkarak başını eğip tekrar bana döndü. "Senin eşin sanırım ağaların başı olmalı. Böyle bir duyum aldım." Yutkunarak devam etmeye çalıştı. "Bu yüzden korkmuş da olabilirler."

 

Elimle çenemi avuştururken bu mümkün dedim düşünceli bir şekilde. Sonra ayağa kalkarak çantamı hazırlamaya devam ettim. Diğer yandan da kadınla konuşuyordum. "Eşyalarını topla bizimle beraber çıkıyorsun. Bu konuyu ağalar konuşarak halledebilir."

 

"Gerçekten yaparlar mı?"

 

"Yaparlar. Her ne kadar sert olsalar da bir annenin evladından kopmasına gönülleri razı gelmez. Yani öyle umuyorum."

 

Kadın hemen ayağa kalkarken dışarı çıkarak kendi odasına doğru yürümeye başladı. Ben de eşyaları toparlayarak çantaları hazırladım ve diğer eşyaları alıp minik kızımı da kundağa sararak yavaşça kucağıma aldım. "Benim güzel kızım. Daha doğalı iki hafta oldu başımız beladan eksik olmuyor maşallah." Dedim sinirle gülerek.

 

Demek ki onu rüyamda görmemin sebebi buydu. Benden yardım istiyordu. Benim onu kurtaracağını umut ediyordu hep.

 

Düşünceli bir şekilde son kez kızımı emzirmeye düşündüm. Yoksa huysuzlanabilirdi. Süt verirken bir yandan da sehpadaki telefonuma ulaşarak Savaş'ı aradım. Bir çözüm bulacaktır. Zaten kızcağızın da bir annesi vardı. Başka da hiç kimsesi yoktu. Annesinin kaderini almış zavallım. Kızın adı Elçin. Burada yaşayan fakir bir ailenin kızıydı.

 

Hattan ses gelince kendime gelerek karşılık verdi. "Alo Sevgilim. Sana bir şey söylemem lazım."

 

"Ne oldu? Kızımıza mı bir şey oldu?"

 

"Hayır hayır. Korkma. Başka bir şey." İlk başta rahat bir nefes alırken Peki ne oldu dedi devam ederek.

 

"Hani şu süt annelik yaptığım bebek varya."

 

"Ee? Ne olmuş ona?" Dedi şüpheyle. "Amcaları buraya geliyormuş. Bebeği annesinden almak istiyorlarmış."

 

Bir süre telefondan ses gelmedi. Sonra bıkkın bir nefes alarak karşılık verdi. "Neden bunlar hep senin başına geliyor?" Bir an gülümseyerek hak verdim. Halbuki sakin sakin konağa gidip dinlenecektik. "Bir çözüm bulursun değil mi?"

 

"Amcaları niye almaya çalışıyor annesinden. Anlamadım."

 

"Sanırım bu kız, yani Elçin kocasıyla ailelerin rızası olmadan evlenmiş. Baba da ölünce bebek ortada kalmış. Anneye de bırakmak istemiyorlar."

 

"Sıkar o biraz." Dedi sinirle. Sonra devam etti. "İkiniz de inin. Seni eve götürürüm. Bizimkiler de kıza geçici bir ev bulur. Ağalarla bu konuyu konuşacağım. Kalabalık olunca kötü niyetliler bile izin vermeye cesaret edemez. Bebek daha yeni doğdu."

 

"Tamam, birazdan aşağı iniyoruz zaten."

 

"Ya da dur. Ben geliyorum. Ne olur ne olmaz."

 

Savaş bunu dedikten sonra telefonu kapattığında bıkkınca nefes vererek kızımı kontrol etmeye çalıştım. Bir süre sonra doymuş gibi yüzünü çevirdihinde hemen kendimi düzelterek güzel kızımı omzuma alıp sırtını sıvazladım. Sonra da telefonumu da alarak dışarı çıktım. O sırada Elçin de çıkmıştı. Bebeğine sıkıca sarılıyordu. Onunla beraber annesi de elinde bebek çantasıyla çıktı. Elçin de sırt çantası ve ek çantasıyla çıkmıştı. Ayşe teyze o sıra bana merhametle bakıyordu. Yani Elçinin annesi. "Ne iyi bir kızsın. Allah senden razı olsun kızım. Biz polise de gitsek onlar bizim elimizden alırlar. Elleri çok güçlü. Her yere uzanıyor bunların eli "

 

"Maalesef sizi çok iyi anlıyorum ninecim. Ne kadar buranın polisi, savcısı olsa da bazı ağaların eli çok güçlü. Anlaşılan bu bebeğin babası güçlü bir ailenin oğlu."

 

"Biraz öyle." Dedi Elçin tahminlerimi doğrularken. Kız ne kadar Polis dese de eninde sonunda Savaş için buraya gelemediklerini itiraf etmişti. Çok açığa vurmak istemeseler bile biliyorlardı.

 

Ben de biliyordum ki, baş ağaya kafa tutmak, tüm ağaları karşına almaktır. Düşmanı bir iken yüz olurdu bunların. Kısacası tüm Mardin düşman kesilirdi bunlara. Ve buralar bir gerçek vardır. Mardin olsun, Urfa olsun, Diyarbakır vb. Bölgeler ağalardan sorulur. Heryer de adamları vardır. Sen onları tanımazsın ama buralıysan onlar seni tanır. Senin anneni babanı, kimlerden olduğunu. İnsanlar son çareyi ağalara sığınmaktan bulur genellikle. Ne kadar berdel, töresi varsa da, kendi aralarında bir adalet divanında gibi bir tartışmaları da olur. İş yerleri onlara sorulur mesela. Hele de küçük ilçelerde destursuz burada fabrika bile açamazsın buralı değilsen. Oranın insanları orayı mahfedebilir. Bu yüzden ağalara sığınırlar korunmak için. Daha çok şeyler var da ben bilmiyorum. Ama öyledir işte. Sen tanımazsın ama onlar iki saniyede nenenden tut yedi sülalenin bulurlar. İnsanlar mafya hayranı ama ağaları tanımıyorlar. Hatta bir kadının kocasından gördüğü şiddetten dolayı ağalara sığındığını duydum. Onlar da bir müddet yanlarında tuttu kocası adam olana kadar.

 

"Buyrun, hadi gidelim." Savaş ve Polat ağabeyleri gelmesiyle yürürken Savaş kızını yavaşça kucağımdan alarak başından öpüp derince kokladı.

 

"Prensesin uyanmış mı! Bugün babaannene gideceğiz. Senin için bir sürü hazırlık yaptı." Polat ağabey hadi gidelim diyerek Savaş ile beraber yürürken, ben ise beni unutmasının şaşkınlığıyla biraz bozuldum. Ama pek bozuntuya vermemeye çalışarak onlarla yürümeye başladım. Savaş bir süre sonra bebeğin üstünü iyice örterek asansöre binerken, biz de ardımızdan bindik. o an da nihayet Elçinlere dönmüştü. "Kusura bakmayın. Kızımı görünce her şeyi unutuyorum."

 

Ayşe teyze gülümseyerek "Sorun değil." Dedi yarı hüzünle. Kendi torununun babasız kalmasına içerlemişti belki de.

O sırada Savaş'ın bunu fark etmediğini düşünüyordum. Ne zaman kızını görse aklı başından gidiyordu resmen. Bu yüzden fark etmemesi normal

 

"Size bir ev ayarladık. Bir kaç gün orada kalırsınız. Adamlarımız da sizin korumalığınızı üstlenecek. Ağalarla da bu konuyu Polatla beraber konuaşacağız. Bir çözüm muhakkak bulurlar."

 

"Allah razı olsun sizden. Meğer ne kadar iyi insanlar mışsınız?" Dedi düşünceli bir şekilde. Sanki bir hüzün vardı içinde. "Hemen hemen herkes kocamın ailesinden korkar. Etrafıma nüfuslu kimse de yoktu bana yardım edebilsin."

 

"Artık bunları dert etmeyin. Bebeğinizle ilgilenmenizi bakın. Ona zarar gelmesine kimse izin vermeyecek. En başta ben." Dedi ciddi bir ifadeyle, ve bu sözleriyle bugün kalbimi değil ruhumu feth etti. Daha küçük bir kızken ettiğim duaları hatırladım. Gelecekteki eşimin güçlü biri olmasını dilemiştim hep. Kaderimde olan yazılmış zaten. En azından güçlü olsun. Her şeyi güce yetebilir bir adam olsun istemiştim. Şimdi düşünüyorum da Savaş Efeoğluların gerçek oğlu değildi. Benim duam ile güçlü nüfuslu birimi olmuştur diye düşünmeden edemedim.

 

Her ne kadar çok küçük olsam da geleceğin duası yıllar önce kabul olur aslında. Zaten kaderine yazılan, kaderine yazılan duayla kabul olmuştur zaten.

 

Asansör durduktan sonra dışarı çıkarak arabalara geçtik. Kızı ve annesini Polat abi götürürken ben ve Savaş da konağa döndük. fakar konağa girmeden önce sokaklarda kazanların kaynatıldığını fark etmiştim. Kurbanlar kesilmiş, fakir fukara kim varsa yemek dağıtıyorlardı ve Savaş bunu kırk gün yapacaktı. Doğumdan bir kaç gün sonra avluda halayla, çalgıcı çengili bir kutlama da yapmıştı. Bir kız evlat için fazla abarttığını düşünenseler de Savaş için önemli değildi. Bir bebeği vardı. Onun için önemli olan buydu.

 

Bebeğimle avluya girip salona girdiğimde insanların hazırlık telaşı gözler önüne seriliyordu. Muhtemelen yine misafirler gelecekti. Bu sefer daha az diye umuyorum. Mutfakta yemek kokusu ve tatlı kokuları silerken lohusa şerbetinin kokusu da geliyordu. Reyyan ana geldiğimi fark ettiğinde hemen yanıma gelerek oturmamı istedi. Kucağındaki tatlı meleğimin battaniyenin çekerek huzurlu uyuyuşunu izledi. "Benim bir tanem. Ne güzelsin sen öyle. Oy kurban olurum sana."

 

Kucağına almak için yavaşça elini uzatırken ben de yavaşça bırakarak onun eline verdim. Reyyan ana torununu severken bir yandan da hâla isim koyup koymadığımızı sordu. Savaş ile biraz karasızdık. İki isim bulduk ama sonra fikrimiz değişti. Karasız kaldık biraz.

 

"Hâlâ karar veremedik." Dedim sadece. "Ama artık isim verin, iki hafta geçti." Dedi azarlarcasına. Haklıydı da, sürekli bebek diyecek değiliz. "Haklısın." Dedim düşünceli bir şekilde. "Bu gece konuşuruz."

 

"İyi bakalım." Diyerek tekrar kucağıma verirken "Bu arada, ben düşünüyorum da, adını Sevda koyun derim. Çok güzel bir isim. Ne dersiniz?"

 

"Savaş ile konuşayım öyle netleştiririz olur mu babaanne. Ama aklımda bulundururum. Tamam mı."

 

"Tabi kızım. Ben söyledim sadece. Yine sen bilirsin tabii." Gülümseyerek bebeğime bakarken, kocaman gözlerini izledim. O kadar masum ve o kadar güzeldi ki, hayatımda sahip olduğum en güzel kızdı. Ela gözleri tıpkı benim gibi melun melun bakıyordu.

 

"Ela gözlü prensesim. Benim tatlı bebeğim. Hadi biz odaya gidelim baba gelecek." Diyerek odamıza doğru çıktım. Bir süre sonra odaya geçtiğimde uzun süredir getirdikleri beşiğin içine koydum. Biraz da beşiği üstünde salladım. O huzurlu bir şekilde uyurken ben de çantamda bulundurduğum romanımı kaldığım yerden okumaya devam ettim. Ödül almış bir kitaptı. Uçurtma avcısı adlı hikaye çok çarpıcı ve güzeldi. İnsanın ruhunu etkiliyordu.

 

Bir süre okumaya devam ederken Savaş geldi kapıyı tıklayarak. Sanırım benim üremesi istemedi. O kadar dalmıştım ki kitaba dünyadan bir haber gibi duruyordum.

 

"Prenses uyumuş mu?" Dedi tatlı edasıyla. Bir yandan da yani başına geldiği kızına bakıyordu. Bir süre onu izlerken kitabı kapatıp konuşmaya karar verdim. Reyyan ananın dediği gibi artık bir karara varmalıyız.

 

"Savaş." Diye başladım. Bir anlık bana bakarken devam ettim. "Artık kızımızı bir isim koyma zamanı geldi. Uzun süre oldu. Yani artık bir karar vermeliyiz."

 

"Haklısın." Dedi derin bir nefes alarak. "Aklında var mı bir şeyler?"

 

"Duru ismi güzel gibi ama bilemedim."

 

"Duru." Dedi düşünceli bir şekilde. "Bilemiyorum. Emin değilim."

 

"Alya veya Suna?" Dedim devam ederek. O ise yine uyanan bebeğini gülümseyerek kucağına alıp kura yapalım dedi. "Sen hiç söylemedin kız ismini. Neden?"

 

"Ben de kararsızım çünkü." Dedi düşünceli bir şekilde. Sonra da Ela gözlü prensesiyle oynayarak kucağında sallamaya başladı. O sırada kapı çaldı. Gelen Serpil idi. Elinde bir kase lohusa şerbetiyle gelmişti. Teşekkür ederek onu alırken arkasını dönerek gitti. Ben de koltukta oturarak şerbeti kaşıklamaya başladım. Hastane zamanında da ara ara getiriyorlardı. Tadı ne çok tatlı ne çok tatsızdı. Farklıydı.

 

Bir süre sonra bir telefonla Savaş odadan ayrılmıştı. Ben de güzel kızımı doyurmaya koyuldum. Sonra da bana tatlı tatlı baktıktan sonra etrafı izlemeye başladı. Şimdilik sakin huzurluydu. Geceler boyu uyutmamasına rağmen sabahki sakinlikleri beni şaşırtıyordu. Sabah etrafa merakla bakmaktan olsa gerek pek ağlamıyordu. Belki beni ara ara görmesinden de olabilir.

 

O bir süre böyle sakin kalırken ben de sıkılmıştım. Bu yüzden bebeğime kucağıma alarak dama çıktım. Üstündeki bebeklik battaniyemi de üstüne iyice sardım. Malum kış geliyordu. Havalar arada sert esiyordu. O sırada Savaş da damda bir adamla konuşuyordu. Benim geldiğimi fark ettiğinde son konuşmasını yaparak onu göndermişti.

 

"Güzelim, bir sorun mu var?"

 

"Yok canım. Öyle bir hava alalım dedim." Gülümseyerek kızını kucağına alıp iyi yapmışsınız Dedi. O sırada merdivenlerden çıkan Aslı alayla sırıtarak "Oo! Çifte kumrular. Size de günaydın diyecektim de gün çoktan aymış size." Dedi alayla kucağındaki bebeğini göstererek.

 

"Öyle öyle de, sen hayırdır. Erkencisin."

Karşımıza gelerek çantasından bir şey çıkartarak bana uzattı. "Müvekkilim için geldim. Tabii aklı bebeğinde olduğu için unutmuş." Beni bir güzel fırçalarken dediklerimi yeni hatırlamıştım. Miras dosyasındaki değişiklik için dün konuşmuştuk. Bugün hastaneye gelmesi için. Son günde doktor artık dilediğiniz zaman çıkabilirsiniz dediğinde ben tabii bunu ona haber etmeyi unuttum.

 

"Ben seni aramayı unutmuşum." Dedim dudak ısırarak. "Unutmuşsun ya unutmuşsun. Oradan buraya kaç kilometre geldim biliyor musun?"

 

Başımı kaşıyarak eğerken Tuncay gelmişti birden. Asya ise sesini duyunca bir an yutkunarak gözlerini kapattı. Beren bir anda ağzından kaçırmış, sarhoş olduğu anınher şeyini anlatmak zorunda kalmıştı. Hem de bir hafta önce. Aslı da artık onunla eskisi gibi konuşamıyordu. Biz toplu grup halinde olduğumuz zamanlarda Tuncay karşılaştığı için ister istemez konuşup arkadaş olmuştu. Arada bir ortaklaşa gelip Savaş ve bana yardıma da geliyorlarlardı. Böyle böyle çok yakından olmasa da arkadaş olmuşlardı.

 

"Naber Aslı? Nasılsın?"

 

Bana bakarak "İyiyim Tuncay, sen nasılsın." Dedi ürkek bir ses tonuyla. Ondan hoşlandığını öğrendiğinden beri ondan uzaklaşmak için her yolu denemişti. Ama bir yandan da belli etmemeye çalışıyordu. "İyiyim Tuncay, sen?"

 

"Seni gördüm daha iyi oldum Türkan Hanım."

 

Aslı bana dönerek büyük imalı bakışlarıyla gözlerini belertirken gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum. Tuncay Beren'e fena kızacak o kesin. Güya Beren ile anlaşma yapmışlardı söylemeyecek diye. Fakat birden ağzından küçük bir kısmını kaçırması ve Aslı'nın tehditle devam etmesini söyletmesiyle her şey sarpa sarmıştı.

 

Aslı'nın sinirli bakışları altında kaldığımda hemen kendimi toparlayarak bebeğimi de alarak Aslı ile içeri geçeceğimi söyledim. Aslı da hiç bir şey demeden ardımdan gelirken ikisine de hoşçakalın diyerek ardımdan yürümeye devam etti. İçeri geçer geçmez hemen karnımdan cimdikleyerek biraz kızdı tabii. "Gülme bak çok fena olur."

 

O bunu dedikçe daha çok gülesim geldi. Ama odaya kadar kendimi tutmaya çalıştım çünkü herkes bize bakardı yoksa.

 

Yürümeye devam ederek odaya çıkar çıkmaz kahkahalarla bebeğimi pışpışlayarak yavaşça beşiği indirip sallamaya başladım. Bir yandan da gülmeye devam ediyordum.

 

"Allah'tan gülme dedim. Bak hâlâ gülüyor."

 

"Tuncay'a acıyorum her şeyden habersiz fakirim."

 

Biraz düşünceli bir şekilde bana bakarak koltuğa oturdu. "İlk başlarda soğuk nevale idim ama, bu aralar çok tuhaf hissettiriyor." Gülmeyi keserek sadece bebeğime baktım. Sonra da gülümseyerek ona döndüm."

 

"O itirafta bulunursa ne yapacaksın. Bu konuda kararlı gibi ve bej bunu ona söylemediğim için fena bozulacak bana." Bir an yüzümü ekşitirken, içimdeki vicdan azabını da engelleyemiyordum.

 

Aslı düşünceli bir şekilde yanıma gelerek elimden tutup derin bir nefes aldığında bir tuhaf baktım. "Çilem." Dedi endişeyle. "Ne oldu? Diye endişeyle sorarken hüzünle "Korkarım ben de ona aşık oldum." Dedim. Ağzım açık kalmıştı. Bu dedikleri gerçek mi diye sorguluyorum şuan.

 

"Sen...az önce ne dedin? Ben yanlış mı duydum?"

 

"Hayır, ben Tuncay'a aşık oldum.."

 

"Hangi Tuncay?" Dedim hâla şaşkınken. "Kaç tane Tuncay olacak mal!"

 

"Ha sınıf arkadaşın var değil mi? O Tuncay!" Dedim bilerek sırıtırken. Kendimi durduramıyordum.

 

En sonunda kolumdan cimdikleyerek buna son vermemi söylemeye çalıştı. Ben de boğazını temizleyerek "Peki peki anladım. Bizim Savaş'ınkini diyorsun."

 

Kafama hafifçe iterek "Duyan da sevgilisi sanacak. Savaş'ınki nedir yahu." Dedi alayla.

 

Bu sefer ben kafasını iterek "Tek takıldığın konu o mu?" Dedim sinirle. O ise bir şey demeden omuz silkti. "Kıskanma raddesinin bu noktaya geleceği aklımın ucundan geçmezdi. Arkadaşını bile kıskanacak kapasite var sende."

 

"Her neyse. Ben birazdan gidiyorum. Sana durumu söylemek için gelmiştim. Sen biraz dosyaları kontrol et. Sonra yine konuşuruz." Diyerek oradan ayrıldı. Ben de dosyaları inceleyerek mirasın belli bir hissesini dediğim gibi Ahmet ve Reha abime, Rüyaya ve Zara'ya belli bir hisse verdiğini açıkladı. Normalde kızlara miras hakkı vermiyordu Sefer Yaman. Ama artık onun dediği olmayacaktı. Rüyanın yardımı sayesinde kardeşime kavuşmuş sayılırdım ve en az onun kadar Zara'nın da hakkı vardı. Beren ile ortak bir kararla yüzdeliğin bir kısmını pay ederek onlara verdik. Zaten büyük annemin amacı da buydu büyük ihtimal. Hazar babama güvendiği için mirası ona emanet etmişti. Yüzde yirmilik hissesi bile yetiyordu ikimize. Neredeyse altmış milyondan fazla bir karımız vardı. Bu bize ölene kadar yeterdi.

 

Bir süre sonra akşam yemeği için aşağıya çağrıldım. Bu evde ilk akşam yemeğimizdi. Kırkımız çıkana kadar burada kalmaya karar verdik. Hem ben yanlız olmam, hem Savaş işe giderken aklı ben de kalmazdı.

 

Kucağındaki bebeğinle aşağıya indiğimde Osman babamın yüzünde güller açmış gibi "Gel gelinim gel. Torununu da bir göreyim. Özlemişim." Diyerek kucağına aldı. O sırada ben de masaya geçerek Efeoğulları ile beraber yemeye başladım. O sırada Savaş da bir anlık hüzünle onlara bakıyordu. Babasını düşündüğünden emindim. Belki de onunla kızım böyle olabilirlerdi diyordur içinden.

 

Elini tutarak kendine getirdiğinde acı bir gülümseme ile elimi öptü. Sonra yemeğine döndü. Bir süre onu izledikten sonra ben de yemeye döndüm. O sırada Yılmaz da elindeki peçeteyle ağzını silerek hızla "Müsadenizle." Deyip dışarı çıktı. İnsanlar arkasından bakakalırken Savaş ise yemeye devam etti. Anlaşılan o ne olduğunu biliyordu.

 

Herkes biraz gerilirken yine de yemeye devam etti. Bir süre sonra Osman baba da kızımı Serpil'e vererek o da yemeye başladı. Yemekten sonra diğerleri de kızımızla oynamaya başlarken ben ise huzurla seyrettim sadece. Hani finallerde olur ya, sonsuza kadar mutlu yaşadılar diye. Tıpkı onun gibi bir şey.

 

Kızımın acıktığını ve uykusunun geldiğini anlayınca artık müsaade isteyerek Savaş ile beraber yukarı çıktım. Bebeğimi doyurduktan sonra da yatağa hafifçe indirerek bir süre onu izlemek istedim. Bir mucizeye bakıyordum. Bana verilen en güzel hediyeye. Bir can benim parçamdı. Ben ve Savaş'ın parçasıydı. Birbirimize sonsuza kadar ait olduğumuzun mührü gibiydi.

 

Savaş da üstünü değiştirdikten sonra yanıma usulca gelerek başını yastığa uzatıp benim gibi kızına baktı. Sonra biraz yaklaşarak beni ve bebeğini kendine yaklaştırıp sanki bizi sarmalayabilirmiş gibi sardı. Tabii kızımızın huzurlu uykusunu bölmemek için elinden geldiğince dikkatli davranıyordu.

 

İşte şuan hem kalbimizin, hem de ruhlarımızı bir araya geldiği bir andı. Biz çok güzel bir aile olmuştuk. Hem de tahmin edemediğim kadar güzel bir aile.

 

2 hafta önce

 

Emin'e hanım tanınmamak için başına tamamen kapattığı örtüyü çıkartırken sinirli bir şekilde büyücü kardeşlere bakıyordu. Kardeşler biraz ürkmüş halde el pençe "Hoş geldiniz hanımım." Derken Emin'e hanım ise burnunda soluyordu. Etraf derme çatma ve eski çağların ortamını andırıyordu. Köyün küçük bir yerinde yaşayan kardeşler neler olduğunu anlayamamıştı.

 

"Hani Savaş Efeoğlu, sevdiği kadınla evlenmezse asla bir çocuğu olmayacaktı."

 

"Evet doğru hanımım. Sevdiği kadınla bir çocuğu olabilir sadece."

 

"O zaman bu bebek neyin nesi!" Dedi hiddetlenerek. Kardeşler korkuyla ellerini avuştururken etrafın gerilimi ve ürkütücülüğü artıyordu. Bir belaya bulaşmışlardı.

 

"Hanımım, vallaha doğruyu söyledik. Biz ne gördüysek onu söyledik."

 

O an dışardan erkek sesi gelmişti. "Madem öyle neden mutlu bir aile tablosu görüyoruz." Bunu diyen Yılmaz Efeoğlundan başka kimse değildi. Sinirle içeri girerken Emin'e hanımın yanına gelerek konuşmaya devam etti. "Zara ile ben evlendim. Bu kız başkasından peydahlayacak değil ya!"

 

Kadınlar hayretle Yılmaz ağaya bakarken Yılmaz ağa ise birden masaya vurarak daha çok öfkelenmeye başlamıştı. "Bunların bir zırvalık olduğunu sana söylemiştim Emine Hanım. Bunların bir grup dolandırıcı."

 

Kardeşinden üç yaş büyük duran kadın bir adım öne geçerek sinirle Yılmaz'a baktı. "Sana dedim ben, onun kaderindeki imtihanı değil. Aşık olduğu kadınla evlenecek. Ne yaparsan yap bu gerçekleşecek dedim. Çocukken gördüğü kızla evlenecek dedik."

 

Yılmaz çocukken maç olayını anlattığında kardeşler onun kaderi olacağını söylemişti. Emin'e hanım bir dönem küçük Savaş'ın ilk kez birinden hoşlandığını öğrendiği sırada kadınlara geleceğin ne olduğunu sormuştu. Emine hanım ara sıra bu kadınlara uğrardı. Bu kadınların etrafında olmak bile çok sakıncalıydı halbuki. Büyücüler tehlikeliydi. Ama Emin'e hanım hiç umursamadı. Onlardan geleceği sordu. Onlar Savaş'ın baş ağa olacağını ve efeoğullarının Osman beyden sonra o olacağını söylemişlerdi. Bu durum Emine hanımın moralini bozmuştu. Öz oğlu dururken başkasına kalacaktı her şey diye düşünmeye başlamıştı.

 

Bu yüzden daha küçükken Yılmaz'ın aklına girmişti. Savaş'ın çocukluk aşkı ile evleneceğini bu kadınlardan duyduktan sonra Yılmaz'ın kaderi olduğuna inandırmaya çalıştı ve inandırdı da. Efeoğluları olmasa hiçbir şeye sahip olmayacağını ve ona ait olan her şeyin aslında kendisine ait olduğuna inandırmıştı. Bu yüzden gün geçtikçe inanmıştı. Savaş'ın çocukluk aşkı diye bildiği kızın kendi kaderi olduğunu kendine inandırmıştı ve ona olan her şeyin aslında kendisine ait olduğunu büyüdükçe daha çok inanmıştı. Ama bilmediği bir şey vardı. Çocukken Zara bildiği kız aslında Çilem idi ve kadınların dediği kehanet gerçekleşmişti. O çocukluk aşkıyla, ilk aşkıyla evlenmişti.

 

Yılmaz ise araftaydı. Hiçbir şey planlandığı gibi gitmiyordu. Eğer Savaş çocuk sahibi olamazsa baş ağa da olmayacaktı ve Yılmaz, kendisinin olmasını düşündüğü makama erişecekti. Babasının da en gözdesi olacaktı. Fakat bütün bunları düşünürken Emine hanımın onun aklını zehirlediğini fark edemiyordu. Öz kardeşi olmazsa da, kardeşi kardeşe düşman ediyordu. Hem de yıllarca.

 

Yılmaz sinirlerine hakim olmaya çalışarak konuşmasına devam etti. "Yine bakın. Ne olup olmadığını öğrenmek istiyorum."

 

Kadınlar malzemeleri hazırlayarak orta masaya indirirken biraz tedirginleşmişlerdi. Durumlar git gide daha çok sarpa sarıyordu çünkü. En küçük ve sessiz olan kadın taşın içinde korkunç bir şey görmüş gibi nihayet Yılmaz'a bakmıştı.

 

"Dur artık. Amacın ne ise dur. Bu aileye kara bulutlarla saracaksın. Savaş ağaya olan kıskançlığın onu da ailesini de mahvedecek. Dur!"

 

Birden ablası onu kolundan tutarak geri çekmeye başladı. Çünkü ona saldırmaya kalkıyordu artık. Sanki içine bir şey kaçmış gibiydi. Herkes korkuyla küçük kardeşe bakarken o ise konuşmaya devam etti. "Biz zaten lanetlenmişiz. Sen de lanetlendim sen de! Hiç mi kork muyorsunuz? Bu bir oyun değil. Burada gördüklerimizin yarısını bile görseniz haftalarca uyku girmez gözünüze. Allah'ım ne olur bizi affet. Biz çok günah işledik. Ne olur bize yardım et ne olur."

 

Kadını kötü olduğunu anlayan ablası artık gitmelerini rica ederek kardeşini odaya alıp sakinleştirmeye çalıştı. Yaz ise bu söyledikleriyle dehşete düşmüştü. Yavaştan yavaştan korkmaya başlamıştı. Niyeti sadece babasının gözdesi olmaktı. Savaş'a zarar vermek gibi bir niyeti yoktu.

 

Kadın odanın ardından kardeşini sakinleştirmek için uğraşmaya devam ederken Yılmaz daha fazla kalamamıştım. Hızla ayağa kalkarak dışarı çıktı.

 

Emine hanım da korkmuştu. İşler iyice karışıyorsun. Eğer o kadının dediği gerçekse geleceğe dair daha çok endişe duymaya başladı.

 

Asiye sakinleştiğinde ablası onu koltuğa uzatarak kapıyı kapatmak için öne geçmeye çalıştı. Fakat Emin'e hanım hâlâ orada duruyordu. Olayların duyulmasını bekliyordu.

 

"Siz niye hâlâ gitmediniz?" Dedi bir anlık endişeyle. Emine hanım sabit yüz ifadesiyle çantasından bir torba altın çıkartarak masaya indirdi. "Söyle, kardeşin ne gördü? Ne oldu?"

 

Torbayı eline alırken düşünceli bir ifadeyle kardeşine baktı. Sonra masaya oturarak tekrar tasa bir şeyler koydu. O an iç çekerek titreyen elini kalbine yasladı. "Ne oldu Süreyya, çatlama insanı da."

 

"Bir feryad duyuyorum. Bir annenin feryadı. Kan görüyorum. Her yeri sarmış." Endişeyle Emine hanıma dönerek devam etti. "Kara bulutlar çöküyor. Her ne yapıyorsanız durun. Yoksa ortada efeoğlu diye bir şey kalmayacak."

 

Emine hanım yutkunarak ardına baktı. Yılmaz bu ailenin sonunu getirebilir mi? Gerçekten de sınırını bilmeyecek miydi?

 

Emine hanım huzursuzca ayağa kalkıp dışarı çıkarak gökyüzüne baktı. Yaptığı şeyin ne kadar felaket bir şey olduğunu yeni fark etmişti. Belki de kendi ailesine bir canavar yaratmıştı.

 

 

 

Loading...
0%