Yeni Üyelik
80.
Bölüm

80. Bölüm

@maviay_63

Evet canlar yeni editlerim için instagram hesabımı takip edebilirsiniz. Son gelişmeleri oradan da öğrenebilirsiniz ve yeni editim şuan yayındadır.💞🌸

 

Spoiler içeren videolar var dikkatinize...

 

 

Beren'in söylediklerini bir süre hazmetmeye çalıştım. O sıra benden önce Aslı öfkesini belli etmişti. "Alçak! Bunu sana hangi cürretle yapabildi. Ne zannediyor kendini! Yetim bir kız olduğumuz için istediğini yapabileceğini mi!" Bir an gözleri dolarken şaşkınlıkla bakakaldım. Beren ise hiçbir tepki vermedi. Ellerini öne doğru birleştirmiş halıya bakıyordu. Düşünceli ve durgunca.

 

Aslı söylenerek öfkelenmeye devam ederken ben ise onun sakinleşmesini bekledim. Ona dokunmanın onu daha çok öfkelendireceğini biliyordum. Fakat Aslı'nın gerginliğini Alya dayanamadı. Birden huysuzlanarak ağlamaya başladı. Yüzümü Aslı'dan çekerek Alya ile ilgilenmeye çalıştım. Kucağıma alarak pışpışlayıp durmasını bekledim. O sırada Aslı da derin bir soluk alarak Beren'in karşısındaki koltuğa oturup sakinleşmeye çalıştı. O sırada Alya'yı sakinleştirmek için biraz sallamaya çalıştım. Ortamdaki sessizlikle nihayet huzur bulup durduğunda hâla kucağımdayken Beren'e döndüm. "Beren, peki bunu nereden öğrendin?"

 

Masadaki telefonu eline alarak bir kaç tuşa basıp bana göstererek bu videodan dedi husursuzca. Acı dolu bakışları kalbime ok gibi saplanmıştı. Bunu kardeşime yapmamalıydı.

 

Telefonda Özge diye sayıklayıp duruyordu. Arkadaşları onu zar zor tutuyordu resmen. Sarhoşluktan dengesini kaybedecekti neredeyse. Bu yüzden bir koltukta oturtarak kendine gelmesini beklediler. O sırada Beren telefonu kapatarak koltuğa oturup derin bir nefes almaya çalıştı. "Onun sevgisi, aşkı..." gözünden süzülen yaşıyla yutkunurken bu kadar sakin olması beni korkutuyordu.

 

"Her şeye rağmen iyi görünüyorsun." Dedim birden. Sonra Alya'yı koltuğa yavaşça indirerek Beren'in yanına gittim. Çünkü iyi göründüğünü söylesem de ağlayacak gibi duruyordu.

Maalesef ona sarılmaya çalıştığımda hıçkırıklar içinde ağlamaya başladım. Dokunsam ağlayacak tabiri tam da şuan ona göreydi. Bunca zaman içinde tutmuştu her şeyi.

 

"O kadar inandırıcıydı ki. O kadar büyülü zamanlardı ki, bir an...bir an onun beni sevdiğine inandım ben Çilem. Onun sevgisine kandım." Hıçkırıklar içinde ağlamaya devam ederken ben de sırtını sıvazlayarak daha çok sarıldım. Benimle beraber Aslı da sarılarak hüzünle başını yasladı bize. O an acıyla gülümsedim ister istemez. Biz ikiz değil üçüz olmalıymışız.

 

"İçim acıyor abla." Bana abla dediğinde şaşkınlıkla gözlerimi açtım. Bana ilk defa abla demişti. Ondan iki saat büyüktüm. Bir ara abla de diye dalga geçtim ama itiraz etmişti. İkiziz ikiz diye geçiştirmişti. Bunu diyorsa gerçekten çok kötü bir haldeydi. "Biliyorum." Dedim saçlarını severken. "Ne kadar çok can yaktığını maalesef ki tahmin edebiliyorum." Savaş başka bir kadına aşık olsaydı üzüntüden ölürdüm herhalde. Buna dayanamazdım ben.

 

O sırada dışardan Demir'in sesi gelmeye başlamıştı. Demir'in sesini duyar duymaz hepimiz hayretle birbirimize bakarak hemen pencereye baktık. Demir arabasının önünde Beren'i çağırıyordu çıkması için. Fakat Beren sinirli görünüyordu. Burnundan soluyarak ayağa kalkıp dışarı çıktı. O an da Demir bir kaç adım atarak Beren'i izledi. Beren ise kapının eşiğinde sinirli bakışlarla onu izliyordu. "Ne işin var burada?" Dedi bir anlık sinirle. "Bu kadar kolay değil Beren. Değil güzelim."

 

"Bana güzelim falan deme! Ben senin hiçbir şeyin değilim!"

 

"Tamam yanlış yaptım. Özge'yi unutamamıştım o zamanlar. Ama seninle iyileşmeye başlıyordum. Seninle kendimi iyi hissediyordum Beren."

 

" Ben artık hiç iyi hissetmiyorum ama. Artık canım aciyor anlıyor musun? Beni mahvettin. Ben senin deneme tahtan değilim. Seversem evlenirim sevmezsem ayrılırım diyebileceğin biri değilim! Benim de duygularım da var. Benim de bir hayatım var Demir!"

 

"Çok pişmanım ama zaten sevgili olmamızı da hiç istemedin ki."

 

"Neyseki, yoksa gönül eğlendirir daha rahat ayrılırdın."

 

"Hayır! Beren hayır. Ben sana bunu asla yapmam."

 

"Yani beni hiç aldatmadın? Özgeyi unutmak için değildi bütün bunlar?"

 

"İlk zamanlar öyleydi, ama sonra..." Beren'e doğru bir kaç adım atarak devam etti. "Ama sonra sana aşık oldum Beren. Hem de çok aşık oldum."

Beren sinirle gülerek bize döndü. "Duydunuz mu? Sonradan aşık olmuş."

Aslı ile ona sanki delirmiş gibi bakarken bir anda yüzünü asıp tekrar Demir'e baktı. "O yüzden mi beni Özge ile aldattın!" Aslı ile birden "Ne!" Diyerek tepki verirken Beren Demir'e bakmaya devam ediyordu. "Söyle! Bu da mı yalan!" Aslı ellerini şaklatarak elini beline alırken ben de şoke olmuştum. "Sorhoştum Beren. O an aklım gitti..."

 

"Onunla birlikte olduğunu kabul ediyorsun yani. Hem de düğünümüze haftalar kala!" Demir tepkisizdi. Haklı buluyordu anlaşılan. "Bunu da bana Özge söyledi. İlk başta inanmadım. Ama...ama o videodan sonra artık her şey bitti!" Sinirle göğsünden vurarak yanımıza doğru yürüyerek içeri girdi ve kapıyı suratına çarptı. Yaşanan her saniye gözlerimin önünden geçti ve korkunçtu. Demir'in Beren'i aldatmasına mı şaşırayım yoksa Beren'in delirmediğine mi? Çok büyük bir acıydı bu ve betona çarpmış gibi hissettim.

 

Beren diz çökerek sessizce ağlamaya başlarken zar zor ağzını kapattı. Demir ise kapının ardında Beren'e sesleniyordu. Özür dileyip onu affetmesini isteyip duruyordu. Fakat Beren artık gemileri yakmıştı.

 

Çaresizce biz de yere çökerken onu sakinleştirmeye çalışıyorduk. Ama Beren iç çekerek ağlamaya devam ederken acıyla gözlerini yumdu. "Ben bunları hak etmedim."

 

"Biliyorum." Dedim acıyla sarılarak. Aslı da benim gibi sarılırken bir süre sonra Demir'in sesi kesilmişti. Sonra Beren'in ağlamaları da kesildi. Sessizdi ve derin bir boşluğa bakıyordu.

 

Yarım saatin ardından bizim ısrarlarımızla ayağa kalkıp odasına geçti. Aslı ve biz de bir süre salonda oturduk. Ne yapacağımızı, ne diyeceğimizi bilmiyorduk. Bir süre sonra Mavi de endişeyle telefonla aramaya başladı bizi. Aslı ile göz göze gelirken yutkunarak telefona cevap vermeye çalıştım. Beren ve Demir'i bekliyor olmalılardı.

 

Mavi neredesiniz kızım dediğinde hâlâ Berenlerde olduğumuzu söyledim. Sabahtan beri bizi bekliyorlarmış.

 

Ben de bu durumu saklayamadım. Beren'in yüzüğü attığını söyledim. İlk başta ne diye tepki verirken soru yağmuruna tutmaya başladı. Beren'in anlatması daha iyi diye düşündüm. O yüzden Beren'in sana anlatması daha iyi dedim sadece.

 

Aradan geçen yarım saatin ardından Mavi kapıya gelmişti bile. Endişeyle Beren'i sorarken biz de oda da olduğunu söyledik. O da hemen odasına giderek durumunu sordu.

 

Ben de yanlarına giderken Beren'in yerine Aslı konuşarak aldatıldığını ve en başından beri onu kandırdığını huzursuzca söyledi. Mavi yüzünü kendine çevirerek ciddi bir ifadeyle baktıktan sonra yanaklarını avuçlayarak gözlerine baktı. "Hiç üzülme kızım. Yol yakınken bir yanlıştan dönmüşsün."

 

"Biliyorum." Dedi burnunu çekerken. Sonra ciddi bir ifadeyle kafasını kaldırarak annesine baktı. "Artık bitti. Hem de sonsuza kadar. Artık Demir diye biri yok benim hayatımda."Mavi hüzünle baktıktan sonra ona usulca sarılıp saçını severek gözlerini yumdu."Geçecek güzel kızım. Bu acı da son bulacak. Sana söz veriyorum."

 

Beren de annesine sarılırken göz yaşlarını yine tutamadı. Hâlâ bu kadar sakin kalabilmesi bile enteresandır benim için. "Hem biliyor musun? O Hep annesi ne derse onu yapıyordu."

 

Bir an gelinliği gözü ilişirken birden ayağa kalkarak gelinliği almaya başladı. Ne olduğunu anladığımızda yapmaması için durdurmaya çalıştık. Fakat dinlemedi. Hızla gelinliği alarak çekmeceden bir makas çıkardı ve ardından hemen gelindiğini kesmeye başladı. Mavi ve ben hep bir ağızdan yapa desek de Beren kararlıydı. Makasla eteklerinde gövdesine kadar parçalamaya başladığında hiçbirimiz bir şey yapamadık. O kadar kötü görünüyordu ki dokunsam ağlayacak gibiydi. Bir süre sonra Mavi dayanamayarak kolundan gövdesine kadar tutup sakinleşmesi için biraz bekledi. O an da gerçekten de göz yaşlarına boğulmuştu.

 

İstemsizce ben de ağlamaya başlamıştım. Ağlaması daha çok canımı yakmıştı. Sessizce ağlarken gözyaşlarımı silerek onun yanına gidip Mavi gibi sarılmaya başladım. "Bunun için üzgünüm. İlk an da bu kadar ısrar etmeseydim burada kalmazdın. Demirle de karşılaşmazdın. Özür dilerim."

 

Mavi diğer eliyle saçlarımı okşayarak beni teskin etmeye çalıştı. "Hayır böyle düşünme. Olacağı varmış. Senin suçun yok kızım. Bunların olacağını bilemezdin." Dolan göz yaşlarımı silmeye çalışarak tekrar Beren'e döndü.

"Sen de artık ağlama güzel kızım. Her şey geçecek. Ben yanındayım, kardeşin yanında." Son sözünü söylerken elimi tutuyordu. Sonra Beren'in başından öperek ona usulca sarıldı. Bunu atlatacaktı. Ama zaman alacaktı.

 

🦋🦋🦋

1 hafta sonra

 

Bir gün olur da birisi sizi sevdiğini söylerse iki kere düşünün. Sevmek için mi seviyorsun sevilmek için mi? Diye. Sevmek için seviyorsan aşıksındır, o seni sevmese de ya da kavuşamazsanız da kalbinizde izi kalır. Fakat eğer sevilmek için seviyorsan geride sadece acı kalabilir bazen...

 

Masumiyet, niyetlerle başlar...

 

Bu son bir hafta içinde iki aile arasında büyük bir kavga kopmuştu. Bu çocuk oyuncağı mı, madem evlenmeyecektiniz ne diye bu kadar mücadele ettiniz diye bir ton laf da yemiştiler. En sonunda Beren dayanamadı. Ona gelinliğinden tut yatak odasına kadar her şeyi kendisi beğenen, hiçbirini onun seçmesine izin vermeyen eski kaynanasını iki çift laf ederek oğlusunun bir hain olduğunu ve onu aldattığını söyleyerek uzun süreli bir şok yaşatmıştı. Kadının az daha kalbine iniyordu. Tabii bu son konuşmadan sonra iki taraf da toparlanamadı. İki düşman aile olmuştuk. Efeoğlularından tut Yaman ailesine kadar herkes birbirlerine kin kusuyordu. İşin traji komik tarafı Soylu ailesi erkektir yapmış bir hata diyerek üstünü örtmeye çalıştı. Oğullarına laf gelmesin diye suçu Beren'in üstüne bile atmaya çalıştılar. Ama Demir buna izin vermedi. En azından o konuda biraz da olsa onuru vardı.

 

O sırada Savaş'a söyleyeceklerim de yarıda kalmıştı. Hiçbir şey söyleyemedim. Zaten üç gün sonra da doğum günü olduğu için daha çok ertelemek durumunda kaldım. Onun doğum gününü zehir edemezdim. Bu yüzden şimdilik doğum günü hediyesi düşünüyorum. Ne kadar vicdan azabı çeksem de.

 

Önümde duran tablonun son rütüşlerini yaparken Savaş'ın kumral saçlarını uyacak tonda bir renk ayarlamaya çalışıyordum. Doğum gününe kadar bu resmi tamamlamam lazımdı. Beren için bir yandan da endişeliydim. Fakat her şeye rağmen resim yapmak kafamı dağıtıyordu. Toparlıyordu beni.

 

Resimle uğraşmaya devam ederken dışardan bir ses geldi. İlk başta kim olduğunu öğrenmek için ayağa kalkarak pencereye doğru yürüdüm.

 

Gelen Yılmazdı. Hem de bu saatte. Saat hâlâ ikiydi hem de. Dört beş civarı gelirlerdi normalde. Belki de işi çıkmıştır.

 

Ardından kimse gelmediğinde rahat bir nefes alarak resmime geri döndüm. Fakat o sıra Yılmaz'ın düşünceli olduğunu yeni fark ettim. Savaş'ın heyecanıyla buna pek dikkat etmemiştim. Sanki... bir şey fark etmiş gibi düşünüyordu. Bir aydınlanma yaşamış gibi.

 

Bu düşünceyle bir süre dururken yine kapı sesini duydum. Bu yüzden hemen kendime gelerek tekrar pencereye baktım. Gelen Savaş idi. O an hemen toparlanarak tabloyu bir yere kaldırmaya çalıştım. O sırada hemen başka bir tablo çıkarttım. Orman manzaralı bir porte çıkarttım. Yarıda kalmış bir portreydi. Her ihtimale karşı bunu da kenarda tutuyordum. Savaş sürprizi öğrenmesin diye.

 

Tabloyu sağlam bir yere sakladıkları sonra kızımın yanına giderek biraz ilgilenmeye başladım. Yeni ayılmaya başlıyordu. Öğlen uykusu ona yetmişti anlaşılan.

 

O sırada kapı çalarak açılmıştı. Gelen Savaş idi. "Erkencisiniz bugün." Dedim hayretle. "Erkencisiniz derken? Başka kim geldi?" Alya'yı kucağına alırken. "Senden önce Yılmaz geldi ya." Dedim saşkınca. Onu görmemesi beni şaşırtmıştı. Gerçi beş dakika sonra o belirmişti

 

"Ben bir bakayım ona, ama önce..." Yanıma gelerek yarıda bıraktığı sözünü Alya'nın yanağında öperek devam etti. "Birazcık enerji depolamam lazım." Diyerek kızının yanağından öpüp hafifçe sarıldı ve karşı koltuğa geçerek oynamaya başladı. O sırada tabloyu yeni fark etmişti. "Demek yine başladın resme. Bu sefer tablo çalışıyorsun anlaşılan." Kızıyla oynamaya devam ederken "Evet, kafam biraz daha rahat ettiği için bir şeyler yapmak istedim."

Çoğunlukla kara kalem yaptığım için sulu boya resmini ilk defa görüyordum.

 

Kızıyla oynarken iyi yapmışsın diyerek havaya hafifçe fırlatıp indirdi. "Peki sen niye erken geldin?" Dedim üstün körü.

 

"Kızımı özledim. Baktım işler de şimdilik sakin bunu kızımla değerlendireyim dedi." Dedi kızını yanağından öperken. Sonra ayağa kalkarak başımdan öpüp kızıyla beraber dışarı çıktı. Ben ise sadece tabloya baktım. Tablodaki resim bana bir şeyi hatırlatmıştı sanki. İlk başta bir yerde gördüğümü zannettim ama şimdi hatırlamıştım. Bu rüyamda gördüğüm ormanlardan biriydi. Aslında ormandan çok bol ağaçlı bir kırsal alandı. Bu rüyada Savaş bir ormanda beni arıyordu. Ama bir yandan da benim kim olduğumu bilmiyordu.

 

Uğradığım şokun etkisiyle nefesimi tutarak Savaş'ın oturduğu koltuğa oturdum. "Ben şimdi rüyamda gördüğüm yeri mi çizmiştim?"

 

Bu yaşadığım şey dehşet tuhaf gelmişti. Acaba hâlâ rüyada mıyım diye sorgulamaya başladım. Az önce yaşadıklarım çok hızlı geçmişti. Bir geçitin açılıp kapanması gibi. Ürkütücüydü...

 

Aradan geçen iki saatin ardından diğer erkekler de gelmişti. Akşam yemeğinden sonra Savaş ve kızımız Alya ile oturmuş aileyle beraber vakit geçiriyorduk. O sırada Savaş'a ev dekorasyonu için aldığım aile heykelini göstermeye çalıştım.

 

Masaya indirirken Savaş'ın kucağında uyuya kalan kızını hafifçe pışpışlayarak heykele baktı. O sırada onun kucağından alarak odadaki beşiğe yerleştirdim. Saplı beşiğin üstüne de sarı yazmayı örterek hava alması için kenarları biraz açtım. Yüzüne örterse havasızlıktan boğulur korkusuyla beşiğin ortasındaki kaldıraç sopanın üstünden örtüm. Sonra tekrar içeri geçerek son günümüzü geçirmeye devam ettik. Evet, yarın artık kendi evimize dönüyorduk. Kızımızın kırkı çıkana kadar yanlız kalmamı istemiyorlardı. Zaten Reyyan ana da beni germiyordu. Aksine bana çok yardımcı oluyordu ve daha çok kalmamızı istiyordu. Ama artık kendi evimize gitmeliydik. Yarın da gidecektik.

 

Ailelerle sohbete dalarken Zara ve Yılmaz'ın yokluğu daha çok belli olmaya başlamıştı. Yemekten sonra görünmemişlerdi. Yılmaz da bugün farklı bir şey de vardı. Gergin ve düşünceliydi.

 

İçeri geçtiğimde Savaş heykeli inceliyordu. Yanına giderek onunla beraber heykele baktım. "Heykeli beğendin mi?"

 

"Heykel sanatına bayağı ilgin var."

 

"Yani bir sanatçıyım. Normal değil mi?"

 

"Evet, odamız bir sanat müzesi olduğundan beri biliyorum." Göz devirerek tekrar heykele döndüm. "Bir aile biblosu planım var. İnsanlar çerçeveletir ama ben temsili bir heykel yapmayı da tercih ediyorum. Çok daha güzel geliyor bana."

 

"Anne, baba ve bebekleri." Bana dönerken gülümseyerek devam etti. "Tıpkı kar kürendeki anne baba ve çocukları gibi." Huzurla gülümsedim. "Sanırım bizim için anlamlı şeyler hep olacak."

 

O sırada, o da bana gülümserken ailenin sohbetini dinledik. Artık mutlu sona yaklaşmış gibiydim ama neden içimde bir korku vardı. Neden durduk yere endişeleniyordum. Belki de Savaş'a anlatacaklarımı bu kadar geciktirdiğim için olmalı.

 

Bu düşüncelerle biraz dalgın olmaya başlarken ailedeki herkes yavaş yavaş dağılmaya başlıyordu. Önce Reyyan ana sonra Osman babalar ve Esma hanım. Polat ağabeyler ve Esra da çok sonradan gitti. Geriye ben ve Savaş kalmıştık. Hazır Alya da uyuyorken işler romantik bir noktaya gelmeye başlamıştı.

 

Birbirimize bir aydır hasret kaldığımızı o zaman anlamıştık, derken Yılmaz ve Zara geldi. Biraz gergin duruyorlardı. Özellikle Zara. Yılmaz ise bana bakarak sinirlenmeye başlamış gibiydi. Neden sinirlenmiş bu? Yoksa...

 

Yılmaz karşıdaki koltukta otururken Zara endişeyle Yılmaz'ı oradan kaldırmaya çalışıyordu. "Yılmaz hadi bir odamıza gidelim. Lütfen hadi."

 

"Bana bir açıklama borçlu. Bu odada ki herkes!" Savaş bir an kafası karışık halde bana bakarken tekrar Yılmaz'a döndü. "Hayırdır, ne açıklaması bu Yılmaz?"

 

"Karın biliyor ne açıklaması olduğunu."

Birden tüm gözler bana döndüğünde istemsizce yutkundum. Öğrenmiş miydi? Yoksa başka bir şey mi?

 

Zara son bir çırpınışla Yılmaz'ı çıkartmaya çalışırken Yılmaz öfkeyle kolunu Zara'dan savurarak bize bağırmaya başladı. "Bana Zara diye yutturduğun kuzeninden bahsediyorum!"

 

Savaş bir an serseme dönmüş gibi Yılmaz'a dönerken ne olduğunu anlamadan yanına giderek yakasına yapıştı. O an dizlerimin bağı çözülmüştü. Savaş bunu öğrenmişti. Hem de hiç planlamadığım bir an da. Birden, aniden...

 

Her defasında ben ertelerken Yılmaz söylemişti.

 

"Ne diyorsun lan sen! O benim karım lan!" Yılmaz öfkeyle Savaş'a bakarken "Biliyordun değil mi?" Dedi delirmiş gibi. "Ne diyorsun oğlum sen! Kafayımı yedin lan!" Birden bana dönerek sinirle konuşmaya başladı. "Çilem! Ne diyor bu Yılmaz! Bir şey söyle!" Acıyla yutkunurken "Doğruyu söylüyor." Dedim çaresizce. Ne kadar saklayabilirdim ki.

 

Savaş birden bana bakakalırken Yılmaz'ın yakasını bırakarak kalakaldı. Ben de hemen yanına giderek göz yaşları içinde açıklama yapmaya çalıştım. "Savaş sana soyleyecektin. Yemin ederim söyleyecektim. Ben de bunu sonradan öğrendim."

 

"Benim hikayemi duyduktan sonra anlamamış olamazsın. Zara nereden biliyor peki bunları?"

 

"Yılmaz bunu için üzgünüm ama.." demeden Savaş birden kollarımı tutarak öfkeyle yüzüme baktı. "Bunu yapmadım de! Sana bunu yaşatmadım de!" Çaresizce gözlerine baktım. Ayakta zor duruyordu. Çıldırmak üzere gibi bakıyordu.

 

Çaresiz bakışlarına son vererek yanaklarını avuçlamaya çalıştım. Bir yandan da gözlerimdeki yaşlara hakim olmaya çalışıyordum. "Savaş, çok özür dilerim. Seni kaybetmek istemedim. İlk zamanlar..." Acıyla yutkunurken tekrar ederek devam etmeye çalıştım. "İlk zamanlar buradan gideceğimi düşündüğüm için bu konuyu açamadım. Ama sana aşık olduktan sonra..." Ona daha çok yaklaşıp sakinleşmesini umut ederek devam ettim. "Her şey sarpa sardı. Savaş, bunu söyleyemedim."

 

Birden kolumu bırakırken ardında Yılmaz konuşmaya başladı. "Benim neden Zara ile evlenmeme izin verdin? Neden!" Yılmaz'ın bu sorusuyla beyninden vurulmuşa dönmüş gibi bakan Zara kocasını izlerken Yılmaz devam etti. "Benim karım olacak kadın senin karın oldu! O berdel günü..." Yılmaz lafını tamamlayamadan birden yüzüne yumruğu yemişti. O an Zara'nın çığlıkları ve Savaş'ın öfkesi ortamı iyice germişti. Ben de hemen ardından giderek ikisine ayırmaya çalıştım. O sırada Yılmaz kanayan burnunu umursamadan alayla Savaş'a baktı. "Suçlu sen ve karın. Vurulan ben ha! Demek senin de adaletin timsali olamayacağın zamanlar olacakmış."

 

Savaş hâlâ öfkeyle bakarken Zara ile birbirinin yakalarına yapışan bu adamları ayırmaya çalıştık. "Savaş lütfen sakin ol. Ne olur."

 

"Sakın. Sakın o cümleni tamamlama. Seni öldürürüm. O gün Zara diye kafayı yiyen sendin. Sırf sen istediğini al diye kendi kaderime razı geldim. Şimdi ise..." yakasına daha sıkı sarılarak dişlerinin arasında konuşmaya devam etti. "Şimdi ise bunun suçlusunu ne bende ne de karımda ara. Seni buradan vurmuyorsam babamın hatırı için, babaannemin hatırı için."

 

"Onların hatırı için." Bana bakarak tekrar ona döndü. "Vay be! Ne hatırlı bir insansın. Benim olanı alarak..." Savaş yine yüzüne vurup sözünü keserek daha da şiddetle vurmaya başladı. "Sus lan! Sus! Sus!" Kulaklarıma yankılanan acı dolu sesi kalbime bir ok gibi saplanmıştı. Ona ihanet etmiş gibi hissettim.

 

Omzuna dokunmak üzereyken tekrar yumruk atarak bu sefer yakasını bırakmıştı. Yılmaz da en sonunda ona karşılık vererek vurmaya başlamıştı. Evv ahalisi de bunu çoktan duymuştu. Savaş ve Yılmaz'a artık yaklaşamaz olmuştuk. O sırada Polat ve Osman baba hemen araya girerek onları tutmaya başladı. "Durun lan durun! Ne oluyor size! Gece gece hemde." Ardından Polat ağabey araya girerek Savaş'a sinirle baktı. "Kafayı mı yediniz!"

 

"Sakın! Benim ailemden değilsin! Benim kardeşim falan değilsin!"

 

"Oğlum ne diyorsun sen. Demeyin öyle! Allah aşkına ne oldu size? Biri bir şey söylesin." Aceleyle aşağıya inen Reyyan ana ve Esma hanımlar da salona geçerken Savaş Polat ağabeyin zar zor tutmasıyla sinirlerine hakim olmaya çalışıyordu. "Çilem! Alya'yı al çıkıyoruz."

 

"Oğlum ne dersin! Kafayı mı yedin!" Savaş Reyyan anayı dinlemeden sinirle bana dönerken konuşmaya devam etti. "Çilem Dedim! Çabuk Alya'yı da al gidiyoruz buradan!"

 

Savaş bu söylediklerinden sonra daha fazla durmadan diğer yöne doğru yürüyerek merdivenlerden yukarı çıktı. herkes ardından baka kalırken hemen ben de ardından giderek ona sakinleştirmeye çalıştım. Fakat bir işe yaramadı. Alya'yı kucağına aldığı gibi bana dönerek eşyalarını topla dedi sert bir ses tonuyla.

 

Bir şey demeden hızla çantamı ve valizimi hazırladım. O sırada Savaş bana dönerek. "Bu evde sana ait hiçbir şey kalmayacak." Dedi yine o sert ses tonuyla. Hemen Başımla onaylayarak tamam dedim. Şuan patlamaya hazır bombaydı. Savaş Alya'nın huysuzlanmasıyla sakinleştirmeye çalışırken ben de kıyafetlerimizi ve diğer eşyalarımı toplayarak Savaş'a hazır olduğumu söyledim. O da sanki beni duymamış gibi cevap vermeden dışarı çıktı. Bir yandan da Alya'yı sakinleştirmeye çalışıyordu. Çaresizce ardından yürüyerek aşağı indim. O sırada bibloyu da masadan alarak çantama ekleyip yürümeye devam ettim. Sonra Savaş gelen korumalara elimdeki valizi almamı söyleyerek yürümeye devam etti. Ben ise benden alınan valizin hafifliğiyle daha hızlı yürüdüm. Bizim ardımızdan gelen ev ahalisi da sorgu suallerle peşimize takılmıştı. Reyyan ana endişeyle neler olduğunu sorarken Savaş tek bir kelime bile etmeden Alya'yı kucağıma vererek kapıyı açtı. Reyyan ana omzumu tutarak sinirle Savaş'a döndüğünde "Sana ne oluyor dedim Savaş." Dedi sinirle. O an ikisi arasında çaresizce kalmıştım. Reyyan anaya gerçekler söylenemezdi ama Savaş konuşsa söylerdi.

 

"Evimize gidiyoruz." Diye Reyyan anaya bakarak Çilem içeri dedi. Ben de hemen içeri girdim. Sakin kalana kadar konuşmayacaktım. Yoksa ikinci kıyamet kopabilirdi.

 

Arabaya geçerek gitmeyi bekledim. O sırada Osman baba Savaş'tan bir açıklama yapmasını emretti. "Savaş aç kapıyı. Ne oldu oğlum. Kendinize gelin. Nereye böyle." Savaş tek bir kelime etmeden arabayı sürmeye başladı. Ben ise sessiz sedasız olacakları bekledim.

 

O sıra Alya huysuzlanmaya başlamıştı. El mecbur kucağımda pışpışlayarak emzirmeye çalıştım. O sırada Savaş hâla yola bakıyordu. Üstüme örtü örterken Alya'nın sakinleşmesini bekledim. Alya bir süre sonra nihayet sakinleştiğinde ben de rahat bir nefes aldım. Sonra hemen pışpışlayarak uyumasını umut ettim. Ve nihayet çok geçmeden uyuduğunda evimize de varmıştık. Savaş frene basıp hızla arabadan inerken ben de yavaş hareket etmeye çalışarak dışarı çıktım. Savaş ise hâlâ burnundan soluyarak bana bakarken yürü diyerek önüne geçmemi bekledi. Ben de yavaş yavaş yürüyerek kapıya doğru yürüdüm. O sırada korumalar kapıyı açarken Savaş bahçedekilerin dışarı çıkmalarını söyledi. Onlar da çıkarken Savaş hâlâ yürümeye devam etmemi söyledi. Derin bir soluk alarak yürümeye devam ettim. Sonra anahtarları çıkartarak kapının kilitin çevirirken ben ise ne olacağını bekledim. Fırtına öncesi sessizlikti. Ürkütücü bir sessizlik.

 

İçeri girer girmez hemen yukarı çıkarak Alya'yı önceden aldığımız beşiğe usulca indirerek pembe işlemeli yazmayı örttüm. Sonra hemen yatağa oturarak biraz soluklandım. Bunu çok önceden söylemeliydim. Ondan gerçekleri bu kadar uzun süre saklamamalıydım. Ama yapamadım. Her şeye cesaret etmeye başlayan ben buna cesaret edemedi.

 

Derken birden aşağıdan bir ses geldi. Bir kırılma sesi. Korkuyla ayağa kalkıp odadan çıkarak aşağı indim. Savaş vestiyerin üstündeki vazoları paramparça etmişti. Benim geldiğimi görünce hızla yanıma gelerek beni duvarla kendi arasında bıraktı. O an duvara sertçe yumruk atarak gözlerime baktı. Ben de onun gibi gözlerine baktım. Gözlerindeki hayal kırıklığını ve onun bu denli öfkesini ilk defa görüyordum. "Bana bunu nasıl yapabildin hım?" Hızla yanaklarını avuçlayarak konuşmaya başladım. Beni dinlemeliydi. "Hani geçen haftalar sana bir şey itiraf edeceğimi söylemiştim ya." Sinirle gülerek "Evet, ağaların önünde beni boşadığın günü diyorsun." Dedi sinirle. "Evet, beni neredeyse bir yıldır kandırdığını için yapmıştım bunu."

 

Tek kaşını kaldırarak sinirle bana bakarken yüzüme yaklaşıp devam etti. "Çilem, şuan ki konumuz o değil. Yılmaz ve sen..."

 

Birden dilini ısırarak duvara hızla vurarak geri çekildi. Sonra sağa sola dönerek salonda volta atmaya başladı. "Yılmaz'ın aradağı kız sen olamazsın. Hayır bu olamaz!" Diye bağırarak birden ortadaki cam sehpayı yumruk atarak paramparça etmişti."Allah kahretsin bu olamaz." Nefes nefese yere çökerken korkuyla yanına giderek eline bakmaya çalıştım. Kanlı elini hızla tutarak acıyla ona baktım. Yıkık bir adam vardı karşımda. Elindeki kan daha çok artarken, eteğimin ucuyla tutarak yarasını durdurmaya çalıştım. "Hastaneye gitmemiz lazım Savaş. Telefon, telefon nerede?"

 

"Bu gerçek olamaz. Değil mi?" Hâlâ acıyla bakarken caresiz ve bitkin görünüyordu. "Ben de senin gibi ilk duyduğumda yıkılmıştım. Çok özür dilerim. Çok özür dilerim sevgilim." Bir elimle kanamasını durdurmaya çalışırken, diğer elimle anaklarını avuçlayıp acıyla iç çektim. "Bunun olmasını istemezdim."

 

"Ona da bana da bunu yaşatmaya hakkınız yoktu Çilem!" Diye bağırdı birden kolumu tutarken. "Bunu neden yaptın? Neden? Yılmaz'ı neden Zara ile..."

 

"Çünkü Zara, Yılmaz'a aşıktı. Hem de çok aşık. Onu deli gibi seviyordu. Savaş..." yanaklarını yine avuçlarken konuşmaya devam ettim. "Savaş ben buna mecburdum. Buna mecburdum." Çaresizce iç çekerek konuşmaya devam ettim. "Zara kendini öldürmek üzereydi. Kendi canına kıyacaktı Savaş."

 

Hızla elimi iterek zar zor ayağa kalktı. Eteğimin ucuna sardığım elini çekerek benden uzaklaşıp ayağa kalktı. "Hayır. Hayır! Hayır! Allah kahretsin." Birden yine bağırırken tekli koltuğa sert bir tekme attı. Tekmenin etkisiyle koltuk bir kaç santim kayarken Savaş ise kararan gözleriyle yere baktı. "Hayır! Allah kahretsin!"

 

Alya'nın sesi duymaması mı şaşırayım, yoksa hâla ayakta durabildiğime mi bilememiştim.

 

Hızla ayağa kalkarak yanına gittim. Yine yanaklarını avuçlamaya çalışırken beni kendinden uzaklaştırarak sinirle kollarımı tuttu. "Senden nefret ediyorum Peri kızı! Bana bunu yaşattığın için senden nefret ediyorum!" O an beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Savaş benden nefret ediyordu. Benden soğumuştu bir an da.

 

Acıyla Savaş'a bakarken hızla kollarımı savurur gibi bırakarak çekmeceye yöneldi. O an söyledikleri canımı yakmıştı. Kanayan elini çekmeceden çıkardığı gazlı bezle sararak son kez bana bakıp hızla dışarı çıktı. Ben de ayakta durmaya çalışarak peşinden gitmeye çalıştım. Fakat birden durarak hızla bana döndü. "Sakın! Peşimden gelme. Uzun bir süre seni görmek istemiyorum. Anladın mı beni!"

 

Son sözüyle gözümden süzülen yaşı hissettiğimde tepkisiz ve çaresizdim. Artık bitmişti. Savaş beni asla affetmeyecekti. Artık beni silmişti. Savaş...Benden nefret ediyordu.

 

Gözüm kapıda Savaş'ın gidişini izledim. Bir yandan da eteğimin cebindeki telefonun sesi geliyordu. Acıyla yutkunurken telefonu elime alarak ezbere açıp kulağıma yaklaştırdım. Sessiz ve tepkisizdim. Karşıdakinin konuşmasını bekledim. Ben konuşamıyordum.

 

Arayan Polat ağabey idi. Sesim uzun süre Alo demesiyle çıkınca huzursuzca soluklanarak Yılmaz dedi önce. "Allah belasını versin!" Dedim bir an. Polat ağabey biraz şaşırmış gibi "Sana ne oluyor." Dedi birden bire. "Yoksa Zara'yı baba evine götürdüğünü öğrendin mi?" Dedi dehşetle. O an büyüyen göz bebeklerimle gözümü kapıdan çevirdim. "Sen...sen ne dedin?"

 

Bıkkınca soluk vererek daha açık konuştu. "Yılmaz, Zara'yı baba evinin kapısına bıraktı."

 

"Ne!" Dedim birden bağırarak. Yılmaz bir bombanın pimini çekmişti ve durmuyordu. Yollarımıza mayın tarlası ekiyordu.

 

 

Loading...
0%