Yeni Üyelik
81.
Bölüm

81. Bölüm

@maviay_63

 

Sevgi acıtır. Çok istesen de acıtır.

Ve biliyorsun ki acıtsa da istiyorsun. Çünkü sen de biliyorsun ki seni ayakta tutan şeydir sevgi.

Ama sevgisizlik... sevgisizlik öldürür. Hem de yavaş yavaş...

 

Tek düşünebildiğim yukarıda ağlayan kızımdı. Bu yüzden hemen kendime gelerek yukarı çıktım. Sanki bir kabus görmüş gibi titreye titreye ağlıyordu. Endişeyle kucağıma alıp koynuma yasladım ve sırtını pışpışlayarak sakinleşmesi için bir süre bekledim. Benim varlığımı hissedince biraz sakinleşmeye başladı. Fakat hâlâ ağlıyordu. Sırtını pışpışlayarak biraz dolandım. Bir süre daha huysuzlandıktan sonra yavaş yavaş sakinleşmeye başladı. En sonunda koynuma başını yaslayarak sessizce durdu. O an kalbim o kadar acıdı ki. Babası dışarda delirmek üzere, kızı burada her şeyden habersiz annesinin koynunda uyuyordu.

 

Bir süre bekledikten sonra pencere kenarındaki sallanan koltuğa oturarak derin bir nefes aldım. Bugün çok kötü geçmişti. Savaş'ı hiç bu kadar yıkık görmemiştim. Her defasında en yıkılmış halini gördüğümü zannederken daha kötü halini görüyordum.

 

Birbirimizden hep bir şey sakladık ve sakladığımız şey eninde sonunda Yılmaz'ın konusuna değiniyordu. Yılmaz'ın mutluluğu için bizim mutluluğumuzdan çalınıyordu.

 

Çaresizce sallanarak Savaş'ın gelmesini bekledim. Ama gelmedi. Onun yerine kızlar geldi. Gülsüm ve Esra. Yılmaz'ın bu hareketinden sonra bizim için endişelenmişlerdi. Ben sandalyede sallanmaya devam ederken kızlar salonun dağınıklığından korkup bana seslenmişler. Ama hiçbir şey duymamışım. O kadar dalmıştım ki geldiklerini duymamıştım. "Bu evin hali ne, ne oldu?"

 

Gülsüm birden dizine vururken ben de yavaşça kalkarak Alya'yı yatağa yatırmaya çalıştım. Sonra da odadan çıkarak salona indirdim kızları. Kızlar sabırla ne diyeceğimi beklerken ben ise Zara ile benim aramda bir mesele dedim. Bunu kimseye anlatamazdım. Anlatmamalıydım.

 

"Yılmaz ağabeyim Zara'yı baba evine götürdü. Nasıl bir mesele ki bunu yaptı." Esra'nın sitem dolu sesiyle başımı eğerken o da oturduğu koltuktan dizlerini döverek hayıflanmaya devam etti. "Reha ağabey onu vurur. Zaten şuan öfkeli. Az daha Yılmaz'a sıkacaktı da babası son an da durdurdu. Bir an iç çekerek gözlerine baktım. "Peki şimdi durumlar nasıl? Ne durumdalar?"

 

"En son Yılmaz'ı alıp gitmişlerdi. Babam çok kızmıştı ona. Polat ağabey Zara'yı geri getirmeye çalıştı ama Reha Ağabey izin vermedi. Neredeyse onu da dövecekti ama son anda tuttu. "

 

Esra'nın bu dedikleriyle derin bir iç çektim. Kalbim sıkışıyordu artık. Daha kötü olmaması için dua ediyorum sadece.

 

Bir süre daha kaldıktan sonra ikisi de gitti. Daha doğrusu ben gönderdim. Şuan sadece yanlız kalmak istiyordum. Gece boyunca olanları düşündüm. Bir de olacakları. Gece boyunca bekledim, bekledikçe düşündüm. Yılmaz'ın yanına gitmiştir ya da belki de çiftliğe. Sinirlendiğinde oraya giderdi.

 

Gece boyunca Alya yine hiç susmadı. Sürekli ağlıyordu. Benim huzursuzluğun mu hissediyordu da böyle yapıyordu hiç anlamamıştım. Ama beni daha çok endişelendiriyordu. En sonunda dayanamayıp Savaş'ı aradım. Cevap vermeyecek diye çok korkmuştum ama neyseki cevap verdi. İlk başta efendim? Dedi sert ama biraz daha sakinleşmiş haliyle. Biraz duraksadıktan sonra Alya'nın devam eden ağlama sesiyle devam ettim. "Savaş, Alya çok ağlıyor, sakinleştiremiyorum. Lütfen öfkeni bir kenara bırak da gel. Yoksa ağlamaktan bayılacak. Neyi var bilmiyorum da..."

 

"Ateşine baktın mı?" Dedi endişeyle. O an Alya'yı omzuma alarak pışpışlamaya çalıştım. "Hayır yok. kontrol ettim."

 

Telefon yatağın üstündeydi. Hopörlere seslenerek cevap verebiliyordum.

 

Yine konuşmaya çalışırken kapının açılmasıyla birden Savaş'ı karşımda buldum. Hemen yanıma gelerek Alya'yı yavaşça kucağına aldı. O an ağzım açık hayretle ona baktım. "Ne zaman geldin?" Dedim hayretle. Cevabımı duymamış gibi "Ne zamandandır böyle?" Dedi endişeyle. "Yarım saat oldu. Ne yaptıysam..."

 

Alya kucağında sakinleşmeye başladığında hayretle ona baktım. "Sustu. Sabahtan beri ne yaptıysam durmadı."

 

Sırtını sıvazlayarak pışpışlamaya devam ederken bir yandan da sallanan sandalyeye doğru yürüyerek biraz etrafı turladı. Alya tamamen sakinleştiğinde sandalyeye yavaşça oturarak sırtını sıvazlamaya devam etti. Bir yandan da pencerenin önünde gökyüzünü izliyordu. Ben de onun gibi bir köşede oturarak baba kızı izledim. Aklımın ucundan hiç çıkmayacak o baba kızı.

 

"Şimdi nasıl oldun?" Dedim endişeli bir ses tonuyla. O ise hiçbir cevap vermeden kızının kokusunu içine çekerek başından usulca öptü. Ben de biraz daha bekledim. Ne diyeceğini bekledim.

 

Çok geçmeden ayağa kalkarak Alya'yı yavaşça beşiğine bıraktı. Sonra gitmek için kapıya doğru yürüdü. Fakat hemen harekete geçip önüne geçerek anahtarla kapıyı kilitleyip çıkardım. O an bir anlığına sırıtırken aklına o bar gecesi gelmiş olmalıydı. Benim aklıma geldiğinde ister istemez sırıttım.

 

"Anahtarı ver." Dedi sakince. Yorgun çıkmıştı sesi. Başımı iki yana sallarken yavaş adımlarla bana yaklaşarak anahtarı almaya çalıştı. Ben ise hemen kenardan kaçarak anahtarı pencereye sarkıttım. O sırada gülmemek için kendini zar zor tutuyordu. Bu gözlerinden okunuyordu.

 

En sonunda anahtarı bıraktığımda dehşetle bakan gözlerle karşılaştım. "Sen!.." devam etmeden ağzını kapatarak işaret parmağımı iki dudağımın ortasına yaklaştırdım. "Şşt! Sessiz ol. Alya uyanacak yoksa. Ama tabii." Elimi çekerek devam ettim. "Uyanmasını istersen o ayrı."

 

Dişlerini sıkarak sinirle son kez pencerenin ardına baktı. Sonra yine burnundan soluyarak bana döndü. "Sen manyaksın, manyak!" O an Alya uykusunda huysuzlanmaya başladığında dilini ısırarak kapıya doğru yürüdü ve kapıyı bir süre zorlamanın ardından oradan da vazgeçti. Sinirle bana bakarken burnundan soluyarak tekrar denemeye çalıştı ama yine olmadı ve uzun uğraştan sonra en sonunda vazgeçerek kapıyı sinirle vurdu. Sonra da kapının eşiğinde oturmaya çalıştı. O sıra Alya biraz huysuzlanmış gibi olsa da uykusuna devam etti.

 

Savaş ise vazgeçmiş halde kafasını kapıya yasladı. Yarı hüzünlü yarı yorgundu. Ben de bu fırsatı değerlendirmeye çalışarak yavaşça yanına yaklaştım ve kapının kenarına çökerek durgunca onu izledim. Her şey bitmiş gibi bir bakışı vardı.

 

"Söylesene." Dedim konuya başlayarak. "Bu hikayede ikimizin suçu ne?"

Bir şey demedi başı kapıya yaslanmış halde önüne bakmaya devam ediyordu. "Ben o avluda kurbanlık koyun gibiydim. Siz de yaşayıp yaşamayacağıma hüküm veren kurt ve çoban gibiydiniz." Düşünceli halde bana döndüğünde devam ettim. "Ya kurt beni yiyecekti, ya da çoban... ikisinin yolu aynıydı."

 

Yüzümü eğerek acıyla yutkundum. "Ben çoban olanı seçtim. Belki insafa gelir de beni kesmekten vazgeçer diye." Hiçbir şey demedi. Sessizce oturmaya devam etti. Ben ise konuşmaya devam ettim. "Zara ile yaptığımız çok yanlıştı biliyorum. Ama çaresizdim. İlk başta seni kaybetmekten korktum." Yutkunarak gözlerine baktım. O ise düşünceli bir sekilde bakmaya başladı. "Sonra bu fikirden vazgeçtim. Her şeyi riske alarak sana söylemeye karar verdim." Gözlerine bakmayı keserek yüzümü eğdim. "Ama önce Zara'ya söyledim. Ah! Keşke söylemeseydim. Kendini öldürmekle tehdit etti. İlk başta ciddiye almadım. Ama sonra..." sonrasını merak eder gibi bakarken yutkunarak başımı tekrar eğip devam ettim. "Sonra gözümün önünde çekmeceden çıkardığı Reha ağabeyin çakılarından birini bileğine yaklaştırarak kesmeye çalıştı. Son an da elinden alabildim. Kan akmaya başlıyordu. Biraz daha geç kalsaydım damarlarını kesecekti." Savaş bir süre endişeyle ve şaşkınca bana bakarken kendimi doğrultarak ona döndüm. "Savaş, Zara'daki o delirme raddesini gördüm. Zara kara sevdaya tutulmuştu. Bunun çıkarı yoktu."

 

Hâlâ sessizliğini korurken konuşmaya devam ettim. "Tıpkı Yılmaz'ın tutulduğu gibi. İkisi de kara sevdaya tutulmuşlardı. Zara'dan sonra Yılmaz da aynı şeyi yapabilirdi Savaş. O da belki kendini öldürebilirdi."

 

Elini yere yaslayarak yavaşça bana yaklaştı. "Ve bunu benden saklamayı tercih ettin. Öyle mi?" Ben de ona yaklaşarak devam ettim. "Seninle konuşacaktım ama benden önce Yılmaz söyledi. Bu yüzden hiçbir şey söyleyemedim."

 

Gergin çenesini sıkarken biraz yutkundu. Tereddütte gibiydi. "Hani sana hep anlatmam gereken bir şey var dedim ya. İşte buydu. Bunu söylemek çok zordu. Ama çabaladım Savaş. Ama araya hep birileri girdi." Savaş düşünceli bir şekilde bana bakarken konuşmaya devam ettim. "Söylesene, eğer bütün bunları benden öğrenseydin nasıl bir tepki verirdin? Dürüst olsaydım sakin kalabilecek miydin? Dürüst ol."

 

Kafası karışık ve sinirli duruyordu. Kararsız kaldığından eminim. Kendimi doğrultarak ona döndüm. Sonra elini tutarak usulca öptüm. O an hiçbir şey yapamadı. Şaşkınca beni izledi sadece. "Peygamber efendimize bir adam gelir. Der ki ey resul, bana şu falancanın kızıyla evlenmem için dua et de onunla evlenebileyim. Resul hafifçe gülümseyerek, 'değil ben, bin melek bile senin için dua etse kaderin o istediğin kız değil ise sana nasip olmaz. Kaderindeki çoktan yazılmış. Onu hiçkimse değiştiremez.' Demiş."

 

Acıyla gülümseyerek başımı ona çevirdim. "Savaş, biz eninde sonunda evlenecektik. Yılmaz olsun, olmasın. Biz birbirimiz için yaratılmışız. Eninde sonunda seninle olacaktı." Huzurla gülümseyip bir an duraksadım. Savaş ise dalgınca beni izlemeye devam ediyordu. Ben de konuşmama devam ettim. "Çünkü benim hayallerimdeki kişi tam olarak sendin. Yılmaz değil. Senin kalbin..." göğsüne dokunurken bir an afallamış gibi elime baktı. "Senin ruhun, senin karakterin, yani sadece sen. Sana ait olan her şeyi, yani seni istemişim ben Savaş." Etkilenmsi gibi bakış atarken huzurla gülümsedim. "Gizli dualarımda hep seni istedim. Her genç kız gibi." Bir süre cevap vermesini beklerken o ise sadece bir süre durup sonra yavaşça ayağa kalkarak çekmeceleri karıştırdı ve bir süre sonra bir anahtar çıkardı. Ağzım açık kalakalmıştım. "Yedek anahtar mı vardı!"

 

"En son ki deneyimimden dolayı ders aldım diyelim."

 

Yanıma gelip çekilmemi beklerken ayağa kalkmayarak boykot etmeye çalıştım ama beni birden kucağına alarak yatağa bıraktı. Bir an tepkisiz kalmıştım. Çünkü bunu beklemiyordum. Savaş ise bu şaskınlığıma sırıtmış gibi olsa da gülmedi. Arkasına dönük olduğu için pek emin değilim.

 

Anahtarı yavaşça çevirip son kez Alya'nın uyanıp uyanmadığını kontrol ederek dışarı çıktı. Ben de hemen toparlanmaya çalışarak ayağa kalkıp peşinden gittim. Büyük adımlarına karşılık koşar adımlarla yürürken dış kapının kolunu tutarak durdurdum. "Keşke doğruları söylemek için de bu kadar inatçı olsaydın." Dedi bıkkın bir edayla.

 

"Gitme, bizi yanlız bırakma. Bir babaya bu yakışmazöyle değil mı? Tek başımıza mı bırakacaksın bizi?"

 

"Dönmem bir saatimi almaz."

 

"Geri döneceksin yani, öyle değil mi?" Gözlerini onaylar gibi kapatıp baş sallayarak tekrar bana baktı. "Geri döneceğim. Sadece biraz yanlız kalmak istiyorum."

 

"Peki benden hâlâ nefret ediyor musun?" Bunu hüzünlü söylemiştim. Sanırım bir an olsun inanmaya başlamıştım. Bir insandan hem nefret edebilir hem de sevebilirsin. Bu canımı acıtmaya başlıyordu.

 

Bileğimi tutarak avucumu açtı ve sonsuz işareti yaparak yutkunup bana döndü. "Sevgi acıtır. Acıttığı için de nefret edersin. Ama sevgi duyduğun kişiye değil. Sevgiden nefret edersin."

 

Yutkunarak gözlerine baktı. Hayal kırıklığı vardı. Hem kendine karşı hem bana karşı. "Sanırım bu hikayenin en başından beri birbirimize karşı dürüst olamadık ve bu canımızı acıtıyor."

 

Tekrar avucuma sonsuz işareti yaptıktan sonra avucunu avucumla kapatarak devam etti. "Öfkem sana değil, kaderin bize yaşattığı acı oyunda."

 

Acıyla yutkunurken başımdan usulca öperek hızla kapıyı açıp çıktı. Ben ise ardından bahçede hızla yürürken bakakalmıştım. Korumalar kapıyı açarken Savaş son kez bana bakarak korumalara bir şeyler söyleyip çıktı. O arabadan uzaklaşırken korumalar tekrar dışarıyı izleyerek kolaçan etmeye devam etti.

 

Ben ise kapıyı ardımdan kapatarak yere çöktüm. Sevgi acıtır. Bu sözleri öyle içten ve histerik söylüyordu ki, bize olan inancını yitirmiş gibi bakıyordu. Meselenin olay değil de, yalan olduğunu söylemişti. Ne o bana karşı dürüst olabildi, ne de ben ona karşı dürüst olabildim.

 

İçimde bir şey kopmuştu sanki. Göz yaşlarım kurumuştu. Sanki... sanki birileri gözlerimdeki yaşları koparmış geriye acı bırakmıştı.

 

Kalbime vurarak hıçkırarak başladım. Belki anlayabilmek için, belki canım yanarsa ağlarım diye düşündüm. Ama olmadı. Bir damla süzüldükten sonra hiçbir şey olmadı. Sessiz ve sedasızdı göz yaşlarım. Akmak istemiyordu. Sanki bunu hak etmiyorsun der gibi.

 

Kalbime vurmaya devam ederken bir mesaj sesi geldi. Çaresizce kalkarak salonda duran telefonumu aldım. Mesaj atan Aslı idi. Demir'in bugün nişanlandığını ve Beren'in ortalıkta olmadığını söyledi. O an gülmeye başladım. Sonra kendimi kahkaha atarken buldum. İkizlerin laneti dedikleri bu muydu? Beren Demir'in ayrılmıştı ama o da hâlâ seviyordu. Hâlâ onu unutamamıştı.

 

Telefonu sinirle fırlatarak başını avucuma alıp kendimi sardım. Artık bunun geçeceğine dair ümidim yoktu. Artık her şey geçecek demekten yorulmuştum. Geçecek dedikçe daha da zorlaşıyordu. Neden herkes gibi mutlu olamıyorduk. Neden huzurlu bir aile olamıyordu.

 

Bir süre daha yerde kalırken dışardan bir ses geldi. Bir silah sesi. Hemen ayağa kalkarak kapı deliğinden bakmaya çalıştım. Korumalardan biri yere yığılmıştı. Bir an çığlık atacakken ağzımı son an da kapattım. Korkuyla nefes alıp verirken hemen yerdeki telefonu alarak yukarı çıkmaya çalıştım. Birileri eve nişan almıştı. Kimdi ve neden yapıyordu bilmiyorum ama Alya'nin yanına gitmem lazımdı. Şuan neler olduğunu sorgulayacak durumda değildim. Merdivenin basamaklarını tökezlerken ağrıyan dizimle bir süre duraksarken derin bir nefes alıp tekrar yukarı çıkmaya çalıştım. Koridordan çıkar çıkmaz odama giderek Alya'yi kucağıma aldım. Bir yandan da Savas'ı aramaya çalışıyordum. Telefon bir süre çalarken pencereden ne olduğunu kontrol etmeye çalıştım. Korumalar tek tek yere devriliyordu. Sonra odamın kapısı açıldı. Bizim korumalardan biriydi. "Hanımın, buradan gitmemiz lazım. Hem de hemen."

 

Başımı onaylayarak hızla sallarken önden koşar adımlarla yürüyerek arka kapıdan çıkmaya çalıştık. O sırada Savaş'tan hâlâ ses yoktu. Koruma arabanın kapısını açarken hemen arabaya binerek Savaş'ı tekrar aradım. Ama cevap vermedi. "Şimdi cevap vermemenin sırası değil Savaş."

 

Telefonu en sonunda kapatarak bu sefer Polat ağabeyin aradım. O bana yetişirdi. "Alo, Polat ağabey. Hemen gelmen lazım."

 

"Ne...neler oluyor Çilem. İyi misiniz? Savaş'a bir şey mi oldu?"

 

"Hayır, bize..." yutkunurken arkama bakarak devam ettim."Evimizde bir kaç Koruma vuruldu. Neler olduğunu anlamadım. Savaş da cevap vermiyor."

 

"Tamam, hemen geliyorum. Ama önce, lütfen evden çıkabildim de bana."

 

"Çıktım Polat ağabey. Size doğru gidiyoruz sanırsam."

 

"Evet." Dedi birden arabayı süren koruma. Hemen Polat ağabeye dönerek. "Duydun." Dedim. O sıra Alya ağlamaya başlıyordu. Adrenalin ben de tavan yaparken Alya'nın ağlayışı daha çok geriyordu beni

 

"Hemen geliyoruz. Sakın durmayın. Biz de size doğru geliyoruz."

 

"Tamam." Diyerek Alya'yı sakinleştirmeye çalıştım. "Şşt, tamam güzelim. Tamam." Bir an Savaş aklıma gelirken acıyla yutkundum. "Baba da gelecek. Yine sana sarılacak tamam mı? Sakın korkma." Hemen sarılarak başından uzunca öperek derin bir nefes almaya çalıştım. Bir şey yok, bir şey yok. Ağlama ne olur."

 

Alya'ya yavaşça sallamaya başlarken araba birden fren yaptı. O an öne doğru savrulacaktım neredeyse. Endişeyle korumaya bakarken korumanın dehşet dolu bakışlarına sahip oldu. Ben de hemen baktığı yöne döndüm. Önümde sürüyle araba (tahmini altı yedi) ve önünde bir kaç adam ve üç kadın duruyordu. O an nefesim kesilmiş gibi bakakalmıştım adeta. Neler oluyordu hiçbir fikrim yoktu. Tanımadığım insanlardı bunlar. Sonra bu adamların ardından Tahir çıktı. Öne doğru yürüyerek eli cebinde sinirle bana doğru baktı. O an her şeyin bittiğini anlamıştım. Koruma belindeki silahı çıkartarak "Buradan çıkmayın." Diye ikaz ederek dışarı çıkmaya çalıştı. Ben dur demeye kalmadan çıkarak silah sıkıldı. O an koltuğun arkasına gizlenerek kızımı korumaya çalıştım. "Hayır, hayır hayır. Hayır hayır olmaz." Dehşetle Alya'ya baktım. Bari Savaş'ın yanında olsaydı. En azından bu kadar korktuğum kadar korkmazdım.

 

Kapıyı yavaşça açıp arkadan agaçlıklarin oradan kaybolmak için harekete geçmeye çalıştım. Fakat sıkılan üç el silahtan olduğum yerde durdum. Kızıma sıkı sıkı sarılarak nefes almaya çalıştı. Onu benden alacaklardı. Bunu dehşet güçlü bir hisle hissediyordu. "Sana acımakta çok büyük bir hata yaptım zavallı ay parçası." Babamın sözüydü. Ay parça. Mehir adımın anlamıydı. Fakat bunu Tahir'in demesi tiksinmeme sebep olmuştu. Sonra kızıma daha sıkı sarıldım ve son gücümle tekrar kaçmaya çalıştım. Lakin tekrar silahlar patladı. Ama durmadım. Çünkü durursam kızımı benden koparacaklardı. Beni öldürüp onu da alacaklardı. Sonra onu da öldüreceklerdi muhtemelen.

 

Hızla ormanlık gibi duran agaçlıkların oraya doğru koşarken omzumdaki sıyrığı yeni fark ettim. Adrenalin ve korku bir araya gelirken o acıyı hissedemiştim. Fakat tek derdim kızımı kurtarmaktı. Onu buradan çıkarmalıydım. Onu Savaş'a götürmeliydim.

 

Arkamdaki ayak sesleri çoğalırken kolumdaki acı da artıyordu. Bu yüzden en sonunda çalılıklara gizlenerek kızıma sıkıca sarılıp pışpışlamaya çalıştım. Kolumdaki kana baktıkça daha da korkuyordum ama güçlü olmak zorundaydım. Kızımı taşıdığım için kolumu zorluyordum ama onu bırakamıyordum. Bırakamazdım. Bırakırsam işte o zaman kaybedecektim.

 

Bir süre adamların ayak sesleri gelirken Tahir ise bağırıyordu. Çıkmam için tehditler savurup silah sıkıyordu. O an Alya silah sesinden uyanarak yine ağlamaya başlamıştı. Birden iç çekerek tekrar pışpışlamaya çalıştım. Ama olmadı. Şimdi bizi bulmuşlardı. Bu sefer gerçekten de yakalanmıştık.

Tekrar kalkarak kaçmaya çalıştığımda tekrar silah patladı. O an durdum. Çünkü kızımın hayatını tehlikeye atamazdım. Kolumdan sıyırmışlardı. Gerçekten de vuruyorlardı bana. Blöf falan değil.

 

"Sonun geldi küçük gelin. Artık burası senin son yerin."

 

Yurkunarak öfkeyle Tahir'e dönerken kızıma daha sıkı sarıldım. "Senden korkmuyorum Tahir. Kimseden korkmuyorum." Titreyen bedenim ve acıyan koluma rağmen dik durdum. Durmak zorundaydım.

 

Tahir bu cesaret gösterimi beğenmiş gibi sırıtırken arkadan bir ses daha geldi. Bir adamın sesi. "Onunla sonra oynarsın Tahir. Önce bebeği almamız lazım."

 

Bir an sesin kime ait olduğunu anlamamıştım. Zayıf uzun boylu bir tipi olan adam cebindeki elini çıkartarak bana doğru yürüyüp Alya'yı almaya çalıştı. "Bana sadece bebek lazım." Dedi sadece. Ben ise dehşetle bebeğime daha çok sarıldım. "Kızımdan uzak dur! Çek o ellerini!"

 

Birden arkamda beliren iki adam kolumdan tutarak beni hareketsiz bırakmıştı. Korkuyla onlara bakarken kızımı kucağimdan sertçe alarak bir kaç adım uzaklaştı. "Hayır! Hayır! Bir anneye bunu reva görme. Ne olur."

 

Adam Alya'yı kucağına alırken aklımı kaybetmiş gibi bağırmaya başladım. "Hayır!..hayır bırak onu! Bırak kızımı onu bana ver! Kızımı bana ver!"

 

Ben çırpındıkça korumalar daha sıkı tutuyordu. Alya ise sanki ne olduğunu hissetmiş gibi daha çok ağlıyordu. "Bırakın, bırakın beni! Kızımı ver! Kızımı ver bana!"

 

Parlayam fener ışığında duran yeşil gözlü adam Alya'nın yüzüne bakarak alayla gülümseyip bana döndü. "Bir anne olarak sana bunu yaşatmak istemezdim ama senin kocan. Bu bedeli ödemek zorunda. Ki ödedi de. O çoktan öldü."

 

"Ne? Hayır, hayır! Yalan söylüyorsun! Yalan söylüyorsun! Kızımı bana ver çabuk!" Çırpınışlarım daha çok artarken uzun boylu adam çenemi tutarak sabit tuttu. Hâlâ çırpınsam bile pek hareket edemedim. "Ben kimin biliyor musun?"

 

Sadece kızıma odaklanırken ve Savaş'ın öldüğüne dair dehşet bir korku yaşarken bu halimi hiç umursamadan cevabını verdi. "Karasol aşiretindenim. Kocanın düşmanı olan ailenin oğluyum."

 

Dehşetle ona bakarken büyük bir zevkle devam etti. "Ben İzzet Karasol. Kocanın Kan davasında saklandığı aşiretin torunuyum. Babamın katilinin oğluna nefes aldırmamak için yemin etmiş İzzet Karasol'um."

 

Çenemi savurur gibi bırakırken şaşkınlığımı gizleyememiştim. Savaş'ı sırf kan davasından sakladığı aile idi. Tahir o adamın arkasından sinsice gülerek bana bakarken ben ise durumu yeni idrak etmiş gibi tekrar çırpınmaya başladım. "Alya! Kızımı bana ver! Kızımı geri ver! Senin hiç Allahtan korkun yok mu!" Adam beni dinlemeden yürümeye devam ediyordu. O yürüdükçe kalbime silah sıkıyorlardı sanki. O her adım attıkça ölüme daha çok yaklaşıyordum sanki.

 

"Hayır! Alya!.. Alya! Hayır! İzzet Karasol! Kızımı bana geri ver! Kızımı benden öylece alamazsın! Bırak beni! Bırak. Kızım...Kızımı verin bana hayır!"

Diye bağırıp duruyordum ama beni dinlemiyordu. Adam evime ateş getirmek için gelmişti.

 

Gözlerimden süzülen yaşlarla görüntü buğulanıyordu. Ama bağırmaya devam ettim. Canımdan can gidiyordu. Göz göre göre kızımı benden çalıyorlardı ve ben hiçbir şey yapamıyıyordum. Elim kolum bağlıydı.

 

Bir anne daha önce hiç bu kadar çaresiz kalmış mıydı. Gözünün önünde bebeğini alıyorlar ama sen sadece bağırıp ağlıyorsun.

 

Ağh... Bu ne bitmez tükenmez çileydi böyle...

 

Tam heyecanından bıraktığımın farkındayım ama kabul edin böyle çok güzel oluyor.💞🌸🦋

 

Loading...
0%