Yeni Üyelik
88.
Bölüm

88. Bölüm

@maviay_63

Bir süre bu sarkı çalabilir. Tam da bu üçüncü sezonun havasına göre bir şarkı olmuş resmen.

 

Oya - Bora Sevme zamanı

 

1 hafta sonra

 

Etrafta koşuşturup duruyordum. Kızımı ve Savaş'ı arıyordum. Her yer o kadar ıssızdı ki istemsizce yutkunmak zorunda kaldım. Bir canavar çıkar korkusu vardı içimde.

 

Bahçeli evlerin duvarlarında bir yerde soluklanırken düzgün yolların bir labirent gibi olduğunu fark ettim. Sanki kaybolmuştum.

 

Etrafta yürümeye devam ederken birden Çilem diye seslenen bir ses geldi. O anın heyecanıyla arkamı dönerken bir duvarın ardından kapıya doğru yürüyen birini fark ettim. O an Savaş olduğunu anladım. Heyecanla kapının olduğu tarafa doğru koşarak heyecanla Savaş'a sarıldım.

 

"Seni çok özledim. Çok özledim sevgilim."

 

"Ben de seni çok özledim Peri kızı. Hem de çok özledim."

 

"Kızımız. O nerede?"

 

"Hemen arkamdaydı." Onun ardından ben de bakarken bana doğru koşan bir kız çocuğu gördüm. O an heyecanla kollarımı açarak ona karşılık verdim ve kucağıma alarak sıkıca sarıldım. Sonra da o gül kokusunu içime çekerek mutluluk göz yaşları dökmeye başladım. "Alya, nihayet sana kavuştum. Nihayet seni buldum benim güzel kızım."

 

O sırada Savaş kaybolmuştu. Korkuyla etrafa bakarken tekrar kızıma döndüm. Fakat o da yoktu. Birden bire herkes kaybolmuştu. Fakat buralarda olduklarını nedensiz bir şekilde biliyordum. Sanki bir yere saklanmışlardı da benim bulmamı istiyorlardı. Fakat ister istemez içime bir korku düşmüştü. Onları zarar görmeden bulmaya çalışacaktım.

 

Bir süre sonra soluk soluğa yataktan kalktım. Etrafıma baktığımda yatakta olduğumu anca kavrayabilmiştim. Hepsi bir rüyaydı. Her zaman ki rüyalardan. Gerçek olmayacak kadar güzel olanlardan. "Allah'ım neden? Neden ben yaşıyorum. Bu beden ne zaman üstümde hafifleyecek? Ne zaman bu hasret bitecek. Kızım için ayakta durmaya çalışıyorum ama artık dayanamıyorum. Ben hâlâ toparlanamamışken kızıma nasıl annelik yapacağım?"

 

Kızım için ayakta durmaya çalışacaktım. Fakat kendim için aynı şeyi söyleyemiyordum.

 

"Allah'ım bana öyle bir mucize yarat ki kızım için dolu dolu mutlu olabiliyim. Kendim için huzurlu olabileyim. Ben sende bir mucize istiyorum Allah'ım. Her şeyin yoluna gireceği bir mucize. Tüm acılarımın geçmese de hafifleyeceği bir mucize."

 

Hüzünle yüzümü kapatırken bıkkınca soluklanarak ayağa kalktım. Sonra banyoya girip elimi yüzümü yıkayarak

kendime gelmeye çalıştım.

 

Yaşamanın ızdırabı her geçen gün artıyordu. Kızımı bulsam belki hafifleyecekti. Fakat hâlâ onu da bulamamıştım.

 

Odaya geçerek saçımı başımı topladıktan sonra salona geçerek pencereleri açtım havalandırayım diye. Sonra mutfağa geçerek bize kahvaltı hazırlamaya koyuldum. Erken kalktım çünkü bugün Reyyan ana kahvaltıya, bize gelecekti. Zaten hemen yan kapı onun ve Emin'in eviydi. Komşu gibi bir şey olmuştuk.

 

Bu sabah daha bir enerjik olmam gerekiyordu. Çünkü Adana'daki kardeşim Ardanın düğününe gidecektik. Annemin oğlu olan kardeşime. Uzun süredir hoşlandığı bir kıza evlenme teklifi etmişti. O da okulu bitirdikten sonra evlenmek istemişti. O zamana kadar nişanlı kaldılar. Fakat nedendir bilmiyorum ama oranın bize iyi geleceğini hissediyorum. Hem benim için hem de Beren için. Kim bilir belki kaderindeki kişiyi orada bulur.

 

Emin konusuna gelirsek o konuda pek umutlu değilim artık. Çünkü Beren'in Emin'i tıpkı benim onu kardeş olarak gördüğüm gibi görüyordu. Fakat aralarında bir arkadaşlık var ister istemez. O da benim aracılığımla oldu sayılır.

 

"Oo! Krep yapmaya başlamışsın."

 

"Evet, babaanne krep sever."

 

"Ona Savaş'ı hatırlattığı içindir." Dedi tavayı çıkartırken. "Bana da onu hatırlatıyor." Dedim dalgınca. O ise omzumu sıvazlayarak diğer tarafa geçip ellerini yıkayıp dolaba yöneldi. Ben de kreplere bakmaya devam ettim. Bir süre sonra tekrar konuştu. "Çilem, bir çocuk var."

 

"Ee?" Dedim şüpheyle bir an da. Bu konuşmanın nereye varacağını tahmin ediyordum.

 

"Bak beş yıl geçti. Sen de artık..."

 

"Bu konuyu tekrar açmayalım Beren."

 

"Bak senden gerçekten hoşlanıyor. Bak Bora iyi bir insan. Hem o da senin gibi bir sanatçı. Birbirinizi daha iyi anlar..."

 

"Yeter! Sana kaç defa demem lazım! Ben istemiyorum. Ne Bora, ne Baran hiç kimseyi istemiyorum."

 

"Çilem bir adım at. Senin de bir hayat kurmaya hakkın var hiçbir şey sonsuza kadar süremez."

 

"Beren, Savaş Demir değil ondan soğuyayım." Birden bunu söylemenin pişmanlığı kalbime nüfus ederken bana çok kırılmış bakıyordu. "Haklısın, Demir kadar şerefsiz değildi."

 

Sinirle mutfaktan çıktığında ben de sinirle krep kaşığını lavaboya attım. İlk defa bu kadar gergin olmuştu aramız. Bir süre mutfakta turlayarak toparlanmasını bekledim. Gitsem yine bir tartışma yaşanabilirdi. Bu yüzden krepleri hazırlayarak masaya indirip öyle gittim yanına. Yanına gittiğimde balkonun demirliklerine yaslanmış manzarayı seyrediyordu. Dalgın duruyordu.

 

Biraz duraksadıktan sonra derin bir nefes alarak yanına gidip biraz yaklaştım. "Küs müyüz?"

 

"Hayır, biz asla küs olmayız." Dedi hüzünle gülümserken. "Beren özür dilerim. Ben sadece istemediğimi söylemek istedim. Beni buna zorlamayın artık ne olur."

 

"Aslında haklısın. Maalesef ki...Demir sırf eski sevgilisini unutmak için benimle evlenmek istemişti. Onu reddettiğimde de bir kaç günde nişanlandı. Hem de eliyle koymuş gibi bulmuştu. Sanki..."

 

"Sanki o anı bekliyor gibiydi. Değil mi?"

 

"Evet, sanki o anı bekliyordu." Tekrar manzarayı izlerken konuşmaya devam etti. "Hiç düşündün mü? Acaba sen Allah korusun ölseydin, Savaş başka biriyle evlenir miydi?"

 

"Evlenmezdi."

 

"Bunu bilemezsiniz Çilem. Bunu asla bilemezsin."

 

"Eğer öyle bir şey olsaydı, onu artık yanımda istemeyebilirim. Benden sonra başka bir kadını kalbine sığdırabiliyorsa aşkımız sandığımız kadar büyük değilmiş."

 

"Ya sadece tensel bir şey olsaydı?"

 

"Kalbine sığdıramadığın birine dokunabiliyorsan, aşkın anlamı sadece lafta vardır demektir."

 

"Çok imkansızlıklara inanıyorsun Çilem."

 

"Bazen inanmak gerekiyor Beren. Yoksa bu hayatın acıları çekilmiyor. İnanmak bazen gereklidir."

 

"Belki de." Dedi manzaraya dönerken. Ben de omzunu sıvazlayarak ona moral vermeye çalıştım. "Kimse Demir gibi değildir Beren. Güzel seven insanlar var. Sevgine değecek insanlar vardır. Belki de bir gün inanacaksın." Beren imalı bir şekilde bana bakarken gülümseyerek devam ettim. "Belki de seni yıllarca bekleyebilecek birileri vardır be Beren."

 

"Konu yavaş yavaş bana dönüyor. Kapatalım. Yoksa böyle aklı havada konuşmaya devam edeceğiz."

 

Beren omzumu sıvazlayarak giderken ben ise derin bir soluk alarak manzarayı seyrettim. Beren, eğer Emin annemin üzerinde yemin ettirmeseydi bunu sana söylerdim ama söyleyemiyorum. Söylesem beni mahveder. Ama acaba, Beren bunu duysa nasıl bir tepki verirdi? İlk başta biraz şok geçirir, uzaklaşırdı muhtemelen. Sonra da bir şeyler olurdu ya olurdu canım ne olacak.

 

Evet Çilem'ciğim. Sen bu parlak hayal gücünle içeri geç.

 

Bir kaç dakika sonra ben de içeri geçtiğimde zil çaldı. Beren kapıyı açarken ben de karşıdan Reyyan anaya baktım. "Hoş geldin Reyyan ana." Diyerek yanına gittim. Sonra da sarılıp öperek mutfağa geçtik. Emin gelmemişti. Reyyan ana da çok gelmesini istemiyordu. Zaten Emin de kendi işleriyle uğraşıyordu. Efeoğlu şirketinin İstanbul'daki şubesinde müdür olduğu için çok sık meşgul oluyordu.

 

Reyyan ana ile beraber yemek yedikten sonra önce onu Mardin'e götürmek için hava alanına götürdük. Emin de bizimle beraber uğurladıktan sonra tekrar bir toplantı için şirkete gitti. Biz de dört saat sonrakine gitmeden önce deniz kenarında bir yerde kahve içmeye gittik. Son bir saat kala hava alanına gidecektik.

 

Bir süre sonra Beren de önemli bir telefon göruşmesiyle uzaklaştığında ben de tek başıma deniz kenarını izledim. O an hüzünle gülümsedim. Savaş ile ilk defa göl kenarındaki bir kahvaltı restoranında oturduğumuz an aklıma geldi. O zaman tam anlamıyla karı koca değildik ama ruhlarımız birlikte olmuştu. Kalbimiz mühürlenmişti. Biz birbirimizi sonsuza kadar seveceğimize inandık. Hatta Savaş, on çocuklu bir aile olacağımızı düşünürdü. Şimdi ise ondan sadece bir kızı kaldı. Onu da hâlâ bulamadım. Ne kızımı bulabildim. Ne de toparlanabildim.

 

Yavaşça ayağa kalkarak hüzünle denize doğru yürüdüm. Beren ise hâlâ telefonla konuşuyordu. Önemli bir konuşmaydı anlaşılan.

 

Tekrar deniz kenarına bakarak derin bir nefes alıp ufka baktım ve gözümden süzülen yaşlara hakim olamadım. "Her yerde sen varsın Savaş. Gökyüzünde, denizde..." kalbime usulca dokunarak acıyla devam ettim. "Kalbimde. Her yerde sen varsın Savaş. Gözlerimdeki yaşlara hakim olamadım. Sanırım ben hâlâ atlatamamıştım.

 

Bir an gözlerimi açarken başımı tutarak yutkundum. Başım dönmeye başlamıştı. Gözlerimin önünde beliren derin karanlıkla kendimden geçerken bir süre sonra vücudumda buz gibi bir soğukluk hissettim. Sonra nefes alamamaya başladım. Dehşetle gözlerimi açarken koyu bir maviliğin içinde hapsolduğumu fark ettim. Boğuluyordum ve ben yüzme bilmiyordum.

 

Ağzımdan kabarcık çıktığında denize düştüğümü amca kavrayabilmiştim. İmdat diye bağıramıyordum da. Sesim çıkmıyordu. Boğazımı tutarak nefesimi tutmaya çalıştım. Acaba yolun sonunda mıydım? Artık ölüyor muydum? Ama kızımı da bulamadım. Yoksa o çoktan öldü de ben de onun yanına mı gidiyordum?

 

Sonra birden birinin suya girdiğini fark ettim. Saçları uzun, yüzü yaralı olan adamı zar zor görebiliyordum. Bana yaklaştığında dehşetle gözlerimi açtım. Bu...Bu Savaş idi. Bu nasıl olur. Bu imkansız. Ben gerçekten de ölmüştüm sanırım.

 

Savaş beni belimden tutarak kendine yaklaştırırken heyecanla sarılarak nefesimi bıraktım. O an gözlerim yeniden karardı ve bilincim tamamen kayboldu. Fakat son saniyesine kadar bırakmadım. Onu bırakırsam yine kaybedeceğimi biliyordum.

 

 

Loading...
0%