Yeni Üyelik
89.
Bölüm

89. Bölüm

@maviay_63

Gözlerimi açtığım o an kalbime baskı yapan birini fark ettim. Sonra birden ağzımdan su kusmaya başladım. Nefes nefese ellerimi yere yaslarken önüme gelen saçlarıma arkaya atarken derin bir nefes alıp kendime gelmeye çalıştım. Sonra o adam çıktı karşıma. Uzun saçlı ve maskeli olan o adam. Ömer Asaf denen adam. Ben rüya mı görmüştüm. Yine birini Savaş olarak mı görmüştüm.

 

"Siz?" Dedim hayretle. O sırada öksürmekten başlayarak tekrar nefes almaya çalıştım. O sırada Beren koşarak yanımda bitmişti. "Çilem! Nasıl oldu bu?"

 

"Sanırım biraz başım döndü." Hemen boynuma sarılarak saçımı sevdi. "İyisin. Şükür iyisin." Birden tekrar bana dönerek şüpheli bir şekilde bakmaya başladı. "Çilem? Yoksa sen intihar etmeye mi çalıştın?"

 

Bu konuda şüphelenmesi normaldi. Hâlâ psikolojik tedavi görüyordum. Benden her an her şeyi bekleyebilirlerdi.

 

"Hayır, gerçekten de başım döndü." Biraz şüpheli baksa da ikna olmuş gibi davrandı. Sonra da başımdan öperek tekrar sarıldı. Sonra da beni kurtaran adama dönerek minnettarlığını dile getirdi. Etrafta toplanan insanlar merakla olanları izlemeye devam ederken onun yüzü hakkındaki eleştirisini duydum. "Yüzünü gördün mü? Ne kadar da korkunç görünüyordu. Yazık bu yaşta yüzü mahvolmuş zavallının."

 

Bu ve bu gibi kelimeler söyleyerek karşımızdaki adamın kalbini kırıyorlardı. Fakat bir yandan da kahraman sıfatıyla övüp helal olsun tereddüt etmeden suya atladı diyerek telafi etmeye çalışıyorlardı sanki.

 

Beren kolumdan tutarak kalkmamı sağlarken ben ise titreyen ve üşüyen bedeni kollarımla sararak toparlanmaya çalıştım. O sırada Ömer Asaf yerde duran ceketini alarak omzuma örtmeye çalıştı. Tıpkı Savaş ile ilk karşılaştığımız gibi...

 

Adam endişeyle tekrar durumumu sorarken hayretle ona baktım. Savaş'ın sesine benzetmeye başlamıştım. Fakat sesi biraz daha kalındı.

 

"Maskeni çıkartabilir misin?" Birden çıkan sözüyle şaşırdı tabii adam. "Efendim anlamadım."

 

"Bir maskesini çıkartabilir misiniz? Sizi birine benzettim de." Heyecanla ve şüpheyle çıkan sesim Beren'i şaşırtırken heyecanla ona bakmaya devam ettim. O sırada İlyas bey de gelmişti. "Çilem, şükürler olsun iyisin."

 

Biraz endişeli bakışla ortama bakarken devam etti. "Bu arada yeğenimi tanıyorsun sanırım. Ömer Asaftan bahsetmiştim."

 

"Evet, söylemiştiniz." Hâlâ şüpheyle ona bakarken onun Savaş olduğuna dair bir şüphe oluştu içimde. "Tekrardan geçmiş olsun diyerek omzuma hafifçe dokunarak uzaklaşıp gitti. Ardından sadece baka kalırken İlyas bey bize dönerek onlarla gelmemizi teklif etti. "İsterseniz gelin bizimle. Hem kurulanır toparlanırsınız."

 

"Yok teşekkür ederiz. Biz eve gideriz."

 

"Emin misiniz?" Dedi bana dönerek. Başımı sallayarak "Evet, biz eve gidelim. Sağ olun."

 

"Siz bilirsiniz." Diyerek tekrar geçmiş olsun dileklerini iletip Ömer Asaf denen adamın peşinden gitti. Ben de ikisinin ardından bakakaldım sadece. Bir yanılsamamıydı bu? Yine bir halisinasyon mu görmüştüm? O Savaş değildi. Bu mümkün değil. O öldü. Ölmüştü. Maalesef...

 

"Hadi, eve gidelim. Biraz toparlan."

 

"Beren." Dedim bir an duraksayarak. Eğer ona Savaş'ı gördüm dersem beni yine bir tedaviye alabilirlerdi. Çünkü bir zamanlar Savaş'ı gördüğümü söyleyip durmuştum. Bu yüzden de cinnet geçirmeye başlamıştım.

 

"Gidelim hadi." Dedim sadece. Arabaya doğru geçip yola çıkarak eve doğru ilerledik. O sırada kafamda denize düşerken ki senaryo vardı. Savaş'ı görmüştüm ben. Hem de o adamın yaralı yüzünü taşıyordu. O Savaş olamazdı ama. Bu imkansızdı.

 

"Biraz daha iyi misin?" Beren'in sorusuyla kendime gelirken "Hıhım." Diyerek tekrar pencereden yola baktım. "Birden ne oldu anlamadım. Başım döndü ilk başta. Sonra kendimi denizin içinde buldum. Düştüğüme dair hiçbir şey hatırlamıyorum."

 

"Kahvaltıda çok bir şey yemedin ondandır. Krepleri yaptın ama bir olmadan fazla yemedin. Diğerlerine de dokunmadın." İmalı bakışlarıyla dikiz aynasından bana bakarken ben ise göz devirerek arkama yaslandım. "Yine başlama lütfen."

 

"Sana Savaş'ı hatırlatan her şeydrn vazgeçmen gerekiyor. Yoksa..."

 

"Yoksa daha mı kötü olurum?" Dedim imayla." Bir şey demedi. Yolu izleyerek sürmeye devam etti. Bir süre sonra da binanın otoparkına park ederek dışarı çıktı. Ben de ardında giderek binaya girdim ve eve geçtik.

 

Üstümü değiştirerek kuru giysilerimi giyerken Beren ise bir şeyler hazırlamıştı. "Bir şeyler ye. Bugünü de iptal ediyoruz. Adana'ya yarın gideriz."

 

"Hayır olmaz. Gidelim."

 

"Emin misin? Çünkü bugün az daha üzüntüden ya da açlıktan bayılmak üzereydin ve bu yüzden boğulacaktın." Sakin ama sert bir dille söyledi. Bunun sebebi de benim yemek yemememden kaynaklıydı. "Gidiyoruz. Böyle de annemiz daha çok endişelenir. Sen yanımda olursan hiçbir şey olmaz. Merak etme."

 

Hiçbir şey demedi. Elini beline yaslayarak imalı bakışlarıyla yüzümü süzdü. Sonra da bıkkınca soluklanarak mutfaktan çıktı. Çıkmadan önce de "Yemeğini ye yoksa çok fena olur." Demeyi ihmal etmedi. Ben ise sadece gülümsedim ardından. Sonra sofraya geçerek bu sefer gerçekten bir şeyler yemeye çalıştım. Yoksa uçak yolculuğuna kadar gerçekten kafayı yiyecektim. Ömer Asaf denen adamı resmen Savaş olarak görmüştüm. Bir de sarılmıştım. Allah senin belanı vermesin Çilem. Bir de sarıldın mı! İyi halt ettin. Kim bilir adam ne düşünecek. Sıkı sıkıya tuttu bırakmadı beni diye düşünecek.

 

Utançla yemeğimi yedikten sonra mutfağı toplayarak salona geçip biraz uzandım. Sonra da bir saat sonra çıkarak hava alanına gittik. Aradan geçen bir buçuk saatin ardından Adana'ya geldik. Hava istasyonunda annem ve Yaren karşılamıştı. İkimiz de sırayla anneme sarılarak hasret giderirken Yarenle de sarıldık. Aradan geçen beş yılın ardından birbirimize ısınmayı başarmıştık. Her halde benim o berbat hallerimi gördükten sonra bana karşı bir merhamet beslemişti. Yani ben öyle sonuçlandırdım.

 

Hava alanında ayrılarak konağa döndüğümüzde büyük bir müstakil bir konak bizi karşılamıştı. Mardindeki topraklı evlere benzemiyordu. Daha çok köşk gibiydi. Bize nazaran da avlusu değil bahçesi vardı.

 

"Tam zamanında geldiniz ikizler! Bu geceki kınaya yetişmeyeceksiniz diye ödüm koptu."

 

Arda kollarını açarak rahatlıkla yürürken Beren'e sonra da bana sarılarak saçımla oynamaya çalıştı. Tabii o an sinirlerim yerinden zıpladı. "Ya dursana! Çocukluğumdan ben! Olmuşun otuz, hâlâ benimle uğraşıyorsun."

 

"Abartma, abartma! Hâlâ yirmi dokuzuna bile girmedin."

 

"Haziran ayında giriyorum. Ama ne fark eder. Yirmi dokuzum işte. Üstelik...üstelik ben senin ablacım şapşal. Senden kaç yaş büyüğüm farkında mısın?"

 

"Tamam uzatma be kardeşim. Amma abarttın." Diyerek tekrar saçımı bozarken kolunu Beren'in omzuna yaslayarak konağa doğru yürüdü. "Hadi ablacığım biz gidelim. Gelir diğer ablamız da."

 

Beren bu halimize sırıtırken başını iki yana sallayarak Arda ile kol kola içeriye geçerek beni ortada mal gibi bırakmışlardı. "Yuh lan! Bu kadar da vefasızlık olmaz."

 

Annem ve Yaren de bu halime gülerken onlarla beraber biz de içeri geçerek odalarımıza yerleştik. Annem o adamın mirasını almıştı ama onun konağında kalmamıştı. Yeni bir konağa yerleşerek kendine ve çocuklarına yeni bir sayfa açmıştı. Bizim de onunla yaşamamızı istedi fakat ne biz eski bebekleriydik, ne de eski ailesi. Kan bağımız vardı ama biz büyümüştük. Biraz erken büyümüştük ve biz bize yeterdik. Adana yerleşseydim bile onun evinde yaşamazdım. O aşağılık adama ait olan hiçbir yerde yaşamazdım. Arda ve yarenin en nihayet hakları olduğu için bir şey diyemem.

 

"Ee gelin hanım nasıl?" Dedim kapı arkamdan kapanırken. "Keyfi gayet yerinde. Yarın için kuaföre gidilecek. Siz de ablalık yaparsınız."

 

"Tabii olur." Dedim. Sonra biraz oturup kahve içtikten sonra odalarımıza çekilerek biraz dinlendik. Akşama doğru da yemeğe indik. Sonra da bahçenin özel oturma köşesine geçerek sohpet edip anılarımızı anlattık. Sonra da uyumak için odalarımıza geçtik. Ben de odaya geçtikten sonra uzun bir süre pencereden gökyüzüne baktım. Hayatım gözlerimin önünden geçmiş gibi hissetmiştim. Mesela ben yanlız yaşayabileceğini hiç düşünmemiştim. Kendi başıma bir büyüğüm olmadan İstanbula gideceğimi ve orada yaşayacağımı tahmin edemezdim. Beren ile beraber yeni bir hayat kurmuştum. İkiz kardeşimle. Sanki yılları telafi etmek için bir İstanbul'a gitmiştik.

 

Hep ayaklarımın üzerine duracağım bir hayal kurarken şimdi ise bunu yaşıyordum. Mardin ve şanlıurfa'nın dışıma çıkmamış Çilem İstanbul'a sonra da Adana'ya gelmişti. Bu aklımın ucundan bile geçmezdi halbuki. Fakat bunun bedelini ailemi kaybetmekle ölüyordum sanırım. Ne kızım ortada vardı, ne da Savaş yaşıyordu.

 

Bunu düşünürken birden bugün aklıma geldi. Ömer Asaf. İlyas beyin yeğeni. I maskenin ardındaki adam Savaş'a çok benzemişti. Ya da ben boğulmaktan halisinasyon görmüştüm.

 

"Neyse Çilem. Artık uyuma vakti geldi. Yoksa kafayı yiyeceksin." Diyetrk bıkkınca yatağa geçtim. "Zaten iyi değilsin iyice kafayı yeme. Daha kızını bulacaksın. O yüzden aklını başında tutmaya çalış." Dedim acıyla gülerek. Tedavi gördüğüm günler aklıma geldi. Saçımın tamamının avucumda olduğu günleri hatırladım. O kadar çok canım yanıyordu ki o korkunç acıyı hiç hissetmemiştim.

 

O günlere bir daha geri dönemem. Hele de şimdi olmaz.

 

.......

 

Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra önce Adana'daki pazarını dolaştık. Gelini öğleden sonra birde alacağımız için biraz zaman geçirmek istedik. Hazırlıkları abiyelerimizdi önceden tamamdı. Sadece akşama dört saat kala biz hazırlanacaktık.

 

Beren ve Yaren ile takılarak elbiseleri bakıp zaman geçirdik. O sırada bir kaç çocuk koşuşturarak etrafta dolanıyordu. Bir çocuk hemen önümdeki bir adamla konuşarak bir şeyler sordu. Ben ise takılarak göz gezdirirken çocuklardan birinin arkadan adamaın ceketine el atan çocuğu fark ettim. O an da pür dikkat izlemeye başladım. Çocuk aldığı cevaba tamam teşekkür ederim diyerek uzaklaşırken diğer çocuk da ardından uzaklaştı. Kızlar kendi aralarında süs eşyalarına bakmaya devam ederken bende peşlerinden giderek yol soracakmış gibi yanıma çağırmaya karar verdim. "A pardon çocuklar. Size bir şey sorabilir miyim acaba?"

 

Çocuklar ilk başta ürkmüş gibi birbirine baktıktan sonra bana dönerek "Buyurun ne istediniz?" Dedi gayet güzel bir dille. Bir kaç adım yaklaşarak onların yanına gelirken şu falancanın yeri nerede biliyor musunuz? Dediğimde biraz düşünceli bir şekilde birbirine baktılar. Ben de tam o anda cüzdanı çalan kızın kolundan tutarak yete eğildim. O sırada dehşet korkuyla kaçmaya çalıştı benden. "Bırak kolumu. Ne yapıyorsun."

 

"Bırak arkadaşımı yoksa avazım çıktığı kadar bağırırım yoksa!"

 

"Bağır bakalım. O zaman kolunu tuttuğum arkadaşının çaldığı cüzdanı da açıklarsın o halde."

 

Çocuklar korkuyla birbirine bakarken ben ise elimi uzatarak cüzdanı istedim. Erkek olan çocuk arkadaşını bırakıp kaçamamıştı. Kız ise zayıf olduğu için elimden kaçamamıştı.

 

Canını yakmıyordum elbette. Ne kadar yanlış bir şey de yapsa o bir çocuk ve tek suç ailedeydi.

 

Kız son kez arkadaşına baktıktan sonra elini cebine atarak çaresizce elime verdi. "Şimdi söyleyin bakalım. Neden çaldınız?"

 

"Vaalahi açtık. Ondan."

 

"Bana yalan söylemeyin. Sakın. Doğru söyleyin. Üstünüz başınız gayet iyi."

 

"Bir abla bize verdi. Çocuklarının eskileri. Yeminle abla. Lütfen bırak artık kolumu." Bir an içim cız etti. Daha çok küçük bir çocuk gerçekten açlıktan mı çalmıştı. "Ekmek isteyebilirsiniz bir fırıncıdan. Rica etseniz verirler muhakkak."

 

"Tamam ben söylüyorum, kardeşim için çaldım. İlaç paramız yok. O yüzden çaldım. Çok kötü soğuk almış ve zatürre olmuş. Onun ilacı da çok pahalı. Onun için aldık."

 

Düşünceli bir şekilde ayağa kalkarak kıza baktıktan sonra çocuğa da dönerek "Burada kalın. Size ihtiyacınız olan parayı ben vereceğim." diyerek kızın kolunu bıraktım. O sırada çocuk hayretle "Gerçekten mi?" Dedi bir an da. "Evet, burada kalın. Adamın cüzdanını geri vereyim. Size döneceğin."

 

Çocuklar birbiriyle bakışından "Tamam mı?" dedim son kez. Hemen başlarını sallayarak " Tamam dediklerinde cüzdanı cebime atarak tekrar çarşıya döndüm. Cüzdanı çalınan adam hâlâ fark etmemişti anlaşılan. Ben de hemen çalındığı yerden biraz ileride kimse görmeden avucumun içinde yere bırarak hemen geri aldım. Sonra o adama doğru yürüyerek "Pardon? Cüzdanınızı düşürmüşsünüz." Dedim gayet sakince. Adam hayretle ceplerini yokladıktan sonra hızla elimden alıp etrafa bakmaya başladı. "Nerede buldunuz cüzdanımı?"

 

"Az önce şu lokumların olduğu bölgede düşmüştü. Yeni fark ettim. Hemen vereyim dedim."

 

"Sağolun, çok teşekkür ederim." Diyerek cüzdanını kontrol ederken bir para falan almadıklarını umdum. "Fakat..." Bana hayretle bakarken sinirle kaşlarını çattı. "Burada iki tane iki yüzlük yok. Yoksa..."

 

"Yoksa derken?" Dedim kinayeyle. Kahretsin Çocuklar kaşla göz arasında dört yüzü çalmıştı. "Bana doğruyu söyleyin? Siz mi çaldınız?"

 

"Ne! Hayır! Ben çalmadım." Adam sinirle kolumdan tutarak etrafta bağırmaya başladı birden. "Hırsız var! Paramı çaldılar!"

 

"Bağırma be!" Diyerek bileğini kavradığım gibi ters edip etkisiz hale getirdim. Adam o an acıyla bağırarak yardım isterken omzundan iterek kendimden uzaklaştırdım. "Derdin paraysa sana on katını veririm. Senin parana ihtiyacım var gibi mi görünüyor oradan. Senden zenginim ben!"

 

"Madem zenginsin niye dört yüz çaldın. Az önce içindeydi." Tam bir cevap verecektim ki karşıdan gelen bir sesle sessizliğe büründüm. Aslında herkes artık benimle beraber hayretle karşıdan gelen sesin sahibini de izliyordu. "O buralı değil. Mardin'in hanım ağası kendisi. Haddini bil de öyle konuş!"

 

Adam el pençe durur gibi olurken "Kusura bakmayın Ömer beyim. Bilmiyordum."

 

Adam ile beraber ben de hayret ederken yanına giderek ona dört yüzlük verdi. "Seni bir daha bu halde görmeyeyim. Yoksa gerisinden ben sorumlu değilim."

 

Adam baş üstüne ağam diyerek uaklaşırken, bizi izleyen insanlara da dönerek "İşlerinize bakın!" Diyerek ayar verdi. Herkes önüne dönerek işlerine döndüğünde ben ise sadece adama bakakalmıştım.

 

Bir kaç adım atarak yanımda biterken "iyi misin?" Dedi koluma hafifçe dokunmaya çalışarak. O an irkildim. Sıcak ve şefkatli bir şekilde dokunmaya çalışmıştı. Tıpkı Savaş gibi.

 

Bu hali bile bana Savaş'ı hatırlatamazdı. Bu kadarı da olamazdı ama!

 

"İyiyim." Dedikten sonra alayla gülümseyerek "Başını dertten hiç eksilmiyor. Ya boğuluyorsun ya magandanın birine denk geliyorsun."

 

Beren ve Yaren de benim gibi şaşkınca adama bakarken kollarımı bağlayarak

"Kimsin sen?" Dedim soğuk sesimle.

 

"Kimsin ve neden hep karşıma çıkıyorsun?"

 

Evet, artık bazı sorulara bir cevap bulmam lazımdı. Sanki beni takip ediyormuş gibi hep karşıma çıkıp duruyordu bu adam. Peki niye. Niye bunu yapıyordu? Şüphelerimde haklı mıydım? Yok hayır, mümkün değil. Bu imkansız. O Savaş olamayacak kadar gerçek dışıydı. Fakat kimdi?

 

 

Loading...
0%