Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Anı

@mavibirhayal22

Eda'nın anlatımı

Geçmiş der susarız hep. Oysa geçmediğinin o kadar farkındayız ki, kendimizi kandırmaktan öteye gidemiyoruz. Yaşadığımız her ne varsa, geçmiş isimli karanlık bir kutuya hapsediyoruz. Gün ışığına hasret kalan, üzerine tonlarca kilit vurulmuş bir kutu. Yeniden nefes almak için an kollar hep. En ufak gün ışığı sızdı mı içeriye, vurulan kilitlerin hiçbir önemi kalmaz. Sana, tüm direnmelerine rağmen yeniden ortaya çıkar.

Geç olsa bile, farkına varırsın o zaman büyük bir hata yaptığının. Düşünmeden, doğruyu yalnışı tartmadan üzerini kapattığının farkına varırsın. Aslında kapatamadığını fark edersin. Üzerine kalın sisli bir örtü çekersin ama o örtünün altından hep sızan kan misali aklının en ücra köşesine sızan düşünceleri ne yaparsan yap engelleyemezsin.

Geçmişi geçmişte bıraktığını düşünmene rağmen geçmişin içinde boğulduğunun farkına bile varmazsın. Sessizce dalıp gidersin geçmişe doğru. Buğulu gözlerin neler yaşadığını ortaya serercesine bakar etrafına. Ne düşündüğünü bilemezsin çoğu zaman. Uykusuz gecelerin sağır eden çığlıklarını duyarsın. Derinden kopan bir feryat gibi böler sessizliği çığlıkların. Senden izin almadan akan yaşlar yıkar geçmişin kanlı izlerini.

Neye ağladığını, neden ağladığını bilmeden kendinden geçmiş gibi ağlarsın. Gözlerin geçmişe, kalbin ise ruhuna ağlar. Bölük pörçük uykular sarar dört bir yanını. Ah bir bilsen seni orada bile rahat bırakmayacaklarını. Zor da olsa kabullenir en sonunda insan, geçmişin asla geçmeyeceğini, bir gölge gibi hep takip edeceğini. Ne olursa olsun, ne kadar zaman geçerse geçsin, geçmeyeceğini farkeder. Ağır bir kabullenişle baş başa kalır insan. İşte o zaman anlar Zamanın hiçbir şeyin ilacı olmadığının ve hiçbir şeyin zamanla geçmeyeceğinin. Evet zaman hiçbir şeyin ilacı değildir. Sadece zamanla alışırsın. Geçti dediğin acıya karşılık bağışıklık kazanır ve ona sarılarak yaşamaya alışırsın.

"Balık yemiyor musun?" diye Berk bey sordu.

"Yiyorum aslında ama menüde benim yediğim balık yok. Sadece bir tür balık yiyorum o da sadece kuyruk kısmını. Çocukken onu da yemezdim. Annem başımın üstünde durur yemeyince masadan kalkmama izin vermezdi. Yerdim ama hemen lavaboya gider yediklerimi çıkarırdım." Bir damla sağ gözünden firar etti. Silmedi o damlayı yenisi gelecek biliyorum. Silerse ağlayacak. Ağlarsa konuşamayacak, kelimeler yerine hıçkırıkları firar edecek dudaklarından. Derin bir nefes alıp bekledi sakinleşmeyi.

"Şimdi yiyorum. Başımın üstünde durmuyor annem. Babam 'kızımı rahat bırak,' demiyor. Ben o yüzden tek bir balık yerim, annemin sık sık pişirdiği balık. Hep kuyruk kısmını koyardı önüme. Bahanemdi kılçıklı olması. Temizler öyle koyardı ama ben yine yemezdim. Bazen keşke o günlere dönsem de annemin elinden yesem, babama sarılsam diyorum." Ah be kuzum hala 7 yaşında o günde kaldın değil mi? Yıllar geçse de, son günü düşünüp kendine acı çektiriyorsun hep. Kendini af edemiyorsun. O gün son gün olduğunu bilseydin sıkı sıkı sarılacaktın ama bilemeden konuşmamıştın o gün. Sırf balık yedirdiği için küsmüştü küçücük kalbin. Bu yüzden af edemiyorsun değil mi kendini?

"Siz siz olun zamanın ve sevdiklerinizin kıymetini bilin," diyerek sildi akan yaşları. Gülümsedi ama ettiği tebessüm gözlerine ulaşmadı. "Ben elimi yüzümü yıkayıp geleyim," diye ayaklandı. Kaçıyordu. Konu her açıldığında olduğu gibi. Bir kere anlattı. Keşke anlatmasaydı dedim. Ama o zaman da tanıyamazdım. Güvenemezdim, koşulsuz şartsız kapılarımı açmazdım. 'Dost dostun yanına değil, yarasına gelir' demiş Hz. Şems-i Tebrizi. Haklıydı biz de yaramıza doğru adımladık hep.

"Güçlü. Ama bir o kadar da kırılgan. " Evet güçlüydü ama kendisiyle baş başa kalınca küçük bir kız çocuğu.

"Güçlüdür arkadaşım. Bir kere gördüm kırıldığı yeri. Ben taşıyamazdım."

"Herkesin bir yarası vardır. Bazen gösteremezsin bir başkasına, bazen de birisi çıkar o yarayı sarar senin haberin bile olmaz." Sustum. Sustu. Bazen susmak en büyük cevaptır suskunluk. Çoğu kişi duyamaz sessizliğin lisanını. Dilsiz derler çoğu zaman suskun insanlara. Oysa her şeyin o kadar çok farkındalar ki, susan insanlar, konuşmayı fuzüli bir çaba sayarlar.

Yemekler gelmiş, güzel sohbet başlamıştı. Şefika daha iyiydi. Toparlanmamıştı evet ama üzerine kalın bir örtü sermişti. Gözlerinden belli olan acısını saklamaya çalışsa da, farkındaydım. Kırık yanını göstermeyi sevmez oysaki. Yüzünden ne tebessümü eksik olur, ne de insanın içini sıcacık yapan şakaları. Kendisini böylece kamufle eder. Kaçabileceği yere kadar kaçmaya devam.

"Bir şey sorabilir miyim?" İkimiz de aynı anda "Olur" dedik.

"Şefika sen nerelisin? İsmin biraz farklı." Doğru ya bilmiyordu. Aksanı da iyi olunca söylemediği sürece fark edilmiyordu.

"Azerbaycan'lıyım. Söylemediğim zaman nereli olduğumu anlayan kimse çıkmadı diyemem. Karşındaki anladı. Onun sayesinde bu kadar iyi Türkçe'm." O an beklemediğim, cevaplamayı hiç istemediğim soru geldi.

"Siz nasıl tanıştınız?" Ortama bomba gibi düşen bir soruydu. İkimiz de yaralıydık o an. Şimdi iyi ki yaralanmışım yoksa tanıyamazdım diyorum. Yüzümde hafif tebessümle ben cevapladım sorusunu.

"Bir arkadaşım vardı bana hep bir sayfadan bahsederdi. Hiç merak edip bakmamıştım sayfaya. Arkadaşım paylaşımlar çok güzel insanın ruhuna işliyor diyordu hep. Bir gün sahilde oturuyordum bildirim geldi. Arkadaşım bir fotoğrafın altına etiketlemiş. Girdim sayfaya merak ettim. Baktım. Dondum kaldım. Kendimi buldum o mısralarda. Dayanamadım yorum yaptım. Cevap geleceğini beklemiyordum. Bir kaç dakika sonra özelden mesaj geldi. Ben hala aynı sayfada paylaşımlara bakıyordum. Gelen mesaj şuydu:

"Kim canını bu kadar yaktı bilmiyorum, ama açılan her yara bir gün mutlaka kapanır. Yeter ki sen iste. Kolay olmayacak. Daha çok yanacaksın, yandığın kadar da yakacaksın.. Sana el uzatanı itme, uzaklaştırma kendinden. O kadar kalın bir duvar örmüşsün ki, o eli görene kadar çok kırdın belki bilemezsin. Ama bir dene." Hiç beklemediğim bir cevaptı. Dayanamadım "Ne yapmalıyım?" diye sordum. "İlk adım: anlat ama hiç tanımadığın birine anlat. Etrafındaki insanlar belki yargılar, o yüzden tanımadığına anlat. Ya da bir kağıt kalem al eline yaz ve yırt at, ya da yak. Karar senin. Ha dersin ki, kime anlatayım? Merak etme bir dinleyen vardır. Ve bir duyan da vardır sessiz çığlıklarını."

"İyice merak ettim. Peki kim dinledi?" Şefika'ya bakıp tebessüm ettim. Canım ya o da aynı şekilde bana bakıyordu.

"İlk defa yaşadıklarımı tanımadığım birine anlattım. Yorum yapmadan dinledi. Sonunda bana 'Numaranı ver, benim hikayem öyle kısa değil.' dedi. İşte bizim hikayemiz de böyle başladı. 4 yıldır sırdaşım tek ailem. Ve biz ilk defa görüşüyoruz."

"Sen Konya'ya geleceksin de ben gelmeyceğim hiç olur mu?"

"Olmaz tabi hiç olur mu? Seni tanımasam benim için geldin sanacağım" Azıcık tanıdıysam buraya benim için gelmediğini biliyorum. Bir bahane oldum sadece. Bana ne kadar değer verse de, Konya onun için çok başka. Kelimeler yetmez aşkını anlatmaya. Konya der dolu dolu gözleri ile susar sadece.

"Aşk olsun ama ya Konya'nın bendeki yerini biliyorsun. Ben buraya gelmek için yengemle neler yaşadım biliyorsun." Bilmez miyim. Benimle az tartışmadı yengesi. "Kızım bir gün beni bırakıp yanına gelir," diye. O kadar kendimize dalmışım ki Berk beyi unutmuşum.

"Peki neden Konya bu kadar önemli senin için?" Hakkını yiyemem güzel soru.

"Benim için Konya aşk, huzur ve hüzün demek. Diyeceksin huzur ve hüzün mü? 'Aşkın tarihini hüznün rengiyle yazan şehir,' diye söylemiş çok sevdiğim yazar. Doğru söylemiş. Ben hep hüzün şehri derdim tarih olmazsa olmaz. " Hiç tarih olmazsa olur mu canım pehh.

"Ben Hz. Mevlana aşıklarındanım. Her kelimesinde kendimi kaybedip yeniden buluyorum. Aşk budur bence. Vakti zamanında dostlukları yanlış anlaşılmış ama Hz. Şems olmasaydı Hz. Mevlana gerçek aşkın sırrına erir miydi orası meçhul? Gerçek dostluğu onlardan öğrenmek gerek. Hz. Şems-i Tebrizi ilk defa Hz. Mevlana'yı bırakıp giderken ertesi sabah Hz. Mevlana koşar dağlara sorar 'Söyleyin dağlar Şems'im buradan geçti mi?' Eğilir bir avuç toprak alır koklar, 'Şems'imin kokusu sinmiştir' diye. Hz. Mevlana kaybeder kendini, toparlayamaz. Canı yanar oğlunun. Geçer babasının karşısına sorar:

"Baba annemi kaybettin ağlamadın, büyükbabamı kaybettin yıkılmadın, ustadını kaybettin toparlandın. Nedir bu halin? Neden Şems'in yokluğunda bu kadar yıkıldın?" Tebessüm eder Hz. Mevlana ve şu cevabı verir: "Ben Şems'te Peygamber efendimizin (s.a.s.) kokusunu alıyordum. Ben Şems'i değil Sevgiliyi kaybettim." Ben bu aşkı bildiğim halde nasıl gelmeyeyim?" Canım arkadaşım tasavvuftan bahsederken gözlerinin içi nasıl da parlıyor haberi yok. Beni de bu laflarıyla hayata döndürdü ya neyse.

"Çok güzel anlatıyorsun. Sen anlattıkca sanki Enes konuşuyor sandım. Geçen gece bir etkinliğe katıldık orada bir konuşmaya kulak misafiri olmuş. Şimdi düşünüyorum da acaba o kız sen misin? Enes'in söylediği konuşmayla şimdi söylediklerin çok yakın ve konuşurken gözlerin parlıyor." Bir dakika ya ne etkinliği? Ne konuşması? Ne oluyor ya? Enes kim?

"Enes kim? Ve Şefika'yla ne alakası?" Hiç beklemediğim cevap yanı başımdan geldi.

"Enes havaalanında bavulumun karıştığı kişi ve geçen gün şirketin önünde Berk'in yanında olan. Ha birde hocamın yanında karşılaştım"

"Neeeee?" Vay hayin bu kadar olay olmuş, bir de bana anlatmamış.

"Yavaş kızım ya kulağımın zarı patladı."

"Kafanın patlamadığına dua et sen. Sen ne diye bana anlatmıyorsun ve başka bir yerde karşılaşıyorsun ama benim haberim yok. Hatta o kadar sordum sana adam neden başını kaldırıp bakmıyor diye. Ama nerede Şefika hanım anlatmaz, kapalı kutu ya kendisi hıh." O kadar merak ettiğimi bildiği halde anlatmamıştı ya.

"Anlatamadım canım çünkü daha bu gün tanıştım ve bu projede hocamla birlikte bana yardımcı olacak. Gelelim o konuya öyle iki kelime ile anlatılacak kadar kısa değil. Madem sordun en kısa haliyle anlatayım o zaman." Önündeki sudan 3 yudum alıp başladı anlatmaya. Sanırım gerçekten kısa bir konu değil. "Biz müslümanız, İslam dinimiz. Dinimizin emir ve yasakları vardır. Bunlardan birisi de iffettir. Şimdiki dönemde namusu, iffeti sadece kadınlara sit sanıyorlar. Oysaki, ilk tesettür emri erkeklere inmiştir. Nur suresi 30 ayetinde: 'Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Bu onlar için daha arındırıcıdır. Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır' diye buyurulmuştur.

Erkekler karşı cinse, yani dinen onlara haram olan kişilere bakmaz. Gözlerine tesettür perdesini örter. Kadınlar da, el yüz ve ayakları hariç tüm bedenini örtecek ve vücut hatlarını belli etmeyen kiyafet giyinerek, yani tesettüre geçerek kendilerini haramdan sakınıyorlar. Şimdi tesettür modaya kurban gitmiş orası ayrı bir konu hiç girmeyeceğim, yoksa sabaha kadar burada kalırız. Ne diyordum hah tesettür giyerek ve karşı cinsle göz göze gelmekten sakınıp, onların yanında yüksek sesle konuşmayıp, kahkaha atmayıp dinimizin emrettiği gibi tesettüre geçiyorlar. Kuran-i Kerim'de açık bir şekilde doğru tesettür nasıl olmalı yer alıyor.

Enes başını kaldırmadan kendisini haramdan sakınıyor. Vakti zamanında Yusuf (a.s.) peygamber de kendisini sakınmıştır. Mısır azizi onu köle pazarından alıp kendisi büyütmüştür. Bildiği her şeyi de evladı gibi ona öğretmiştir. Yusuf (a.s.) peygamber buyudukçe güzelliği karşısında Mısır Azizi'nin karısı Züleyha kayıtsız kalamamış, bir müddet sonra baktığı her yerde onu görür olmuş. Dayanamayacağını anladığı zaman Yusuf (a.s.) peygambere isteğini açık şekilde kapalı kapılar ardında söylemiş. Allah'ın onu her zaman gördüğünü bilen Yusuf (a.s.) peygamber karşı çıkıp odadan kaçtığı zaman Züleyha gömleğini arkadan yırtarak engel olmuş. Şimdiki dönemde iffet denildiği zaman akla ilk gelecek kişi Yusuf (a.s.) peygamber olmalı. Ama ne yazık ki, suçlu kadınlar oluyor.

Oysaki, iffet sadece kadınlara mahsus değildir. Müslüman olan her bir erkek bunu bilmeli, ve kendisini haramdan sakınmalıdır. Tıpkı kadınların yaptığı gibi. Enes başını kaldırıp bakmaz, yüksek sesle konuşmaz, kadınlar ile yalnız kalmaz. Elinden geldiği kadar dinini yaşıyor ve emirlerine uyuyor. Biliyorum çoğu zaman kınanılmıştır, yobaz bile denilmiştir belki de. Pek tanımam kendisini ama gıpta ettim ona.

Ben kadınım belki de ondan daha kolay bir şekilde dinimin emirlerini yerine getirebilirim. Nefsime yenik düşüyorum. Elimden geldiği kadar çabalıyorum ama o elinden geldiğinin fazlasını yapıyor. Aslında müslümanım diyen herkesin yapması gereken şey tam olarakta bu. Kendisini haramdan sakınmak." Yusuf (a.s.) ve Züleyha'yı duymuştum ama bu kadar derinden bilmiyordum. Evde olsak onları da daha geniş anlatacağını biliyorum ama sadece tesettüre değinmek için küçük bir kısmını anlattı. Yıllardır tanışmamıza rağmen ona hiç benzemedim. Böyle konularda çok hassastır. Yeri geldiği zaman uzun uzun anlatmaktan da çekinmez, şimdi olduğu gibi

"Kalmanı sağlayan proje mi?" Başını salladı "Şimdilik bir şey demiyorum ama evde bana uzun uzun anlatacaksın. En başta da neden gıpta ettiğini. Hiç kaçışın yok." Kolay kolay bir şeye gıpta etmez, ne de kıskanmaz. Gördüğü başka bir şey var demek ki. Burada anlatamayacağı kadar derin olan ne merak ettim.

"Ona ne şüphe canım, kaçışım yok belli. Neyse kapatsak konuyu. Berk bey ben size kızgınım" Kapatalım bakalım dercesine başımı salladım. Duyduğum cümle ile iyice meraklandım. Niye acaba? Ne yaptı ki adam?

"Neden? Ve şu beyi kaldırmıştık diye hatırlıyorum." Buna da kesin bir şey oldu. Çift kişilik taşıdığına emin olma yolunda emin adımlarla yürüyorum yolun sonu yakın gibi hadi bakalım.

"Ha tamam bey yok. Kızgınlığıma gelirsek. Ben oralardan geleyim ama arkadaşımla doğru düzgün konuşamayayım. Çok çalıştırıyorsun şu kızı. Ben daha bunu Camii'ye götüremedim. Güya birlikte gezecektik ama ben yalnız dolaşıyorum. cık cık." Sorun bu muydu ilahi Şefika. Ben de bir şey oldu sandım. Konuya o kadar ciddi giriş yapıyor ki, şakayla gerçeği ayıramıyorsun.

"Azıcık korktum ya ne yaptım diye. Hanımları kızdırmak istemem. Şöyle yapalım haftasonu ben sizi dolaştırayım, hem azıcık kaçamak yapmış olurum." Şaka değil mi? Kesin ben rüya görüyorum.

"Olur neden olmasın. Arkadaşım yanımda olsun da başka bir şey istemem." Canım benim. Buraya geldikten sonra daha çok durgunlaştı farketmedim sanıyor. Üzüntüsünün sebebi o okuduğu el yazmadaki bir şey olmalı. Kendi yanlışını, acısını görmeseydi böyle yıkılmazdı. Nasıl toparlayacağımı bilmiyorum. Kendine bırakmak istiyorum, yıkıldığı yerden onu başkası kaldıramaz ama böyle de duramıyorum ki.

"Yalnız Enes duyduğunda canıma okuyacak. Ben hiç böyle yerlere gitmem. Genelde zorla götürür. Şimdi kendi isteğimle gittiğimi duyarsa şaşıracak."

"Ben de gitmeyi sevmiyorum ama Şefika öyle bir anlatır ki, dinlediğiniz zaman sıkılmak bir yana dursun hiç bitmesin istersin." Yaa yanakları kızardı benim canım utanır mıymış. Berk bey olmasa daha çok utandırırdım ama evde canıma okuyacağı için susuyorum.

--------------

Berk'in anlatımı.

Onları öyle gördüğü zaman kendi yaşadıkları geldi aklına. Ne kadar toparladım dese de, bir tek kendisi biliyor düştüğü yerden kalkamadığını. Herkesin bir geçmişi, bir yarası vardır. anlatmak istemediği, kelimelerin yetmeyeceği. O an yanında bir desteğe ihtiyaç duyarsın. Sessiz attığın çığlıkları duyacak, gözyaşlarını silecek, görünmez kollarla sarıp sarmalayacak birine ihtiyaç duyarsın.

Ben şanslıydım belki bana ilk eli babam uzattı. O eli bırakmayan, koşulsuz şartsız yanımda olan ise Enes oldu. Tek ailem. Tek desteğim. Babamdan geriye kalan dedem var ama hep uzak. Annem olacak o kadının cezasını bana yükledi. Sevmedi hiç. Babamı kaybettikten sonra vasim oldu. Söylediklerini yapmadığım için aldığım cezaları bilirim. Belki şu an her şey geride kaldı ama o yara hiç geçmedi. Geçmez de.

Her yüzüne baktığımda o günleri hatırlar daha da uzaklaşırım. Unutmak istediklerimi her gün yüzüme hiç acımadan vurması beni ondan uzaklaştıran en büyük etken oldu. Beni dedeme bağlayan tek bağ ne kadar sevmese de Enes. Sırf kendisinden farklı düşünüyor, sema ediyor diye ön yargıyla yaklaştı hep. Ama bir bilse ne kadar yanıldığını belki gerçek sevgiyi görür.

Şu an karşımda iki yaralı yürek var. Onlar bana zamanın, mekanın, ve ülkelerin bir önemi olmadığını gösterdi. Tam emin değilim ama sanırım ilk tanışmaların da Şefika Türkçe'yi iyi bilmiyordu. Bu tanışma onlara her yönden iyi geldi biliyorum. Görüyorum. Karşımda dimdik, her rüzgara ayakta göğüs gerecek iki kadın duruyor çünkü.

Her acı insana bir şeyler kazandırır. Onların acısı dostlukları oldu. Tek bir soru bile gözlerini yaşarttı. Soruyu sorduğum zaman Eda'nın ilk tepkisi gözlerini kapatıp sonra yaşlı gözlerle Şefika'ya baktı. Tek fark Şefika'nın gözlerindeki uçurumlardı. O uçurumlarda her şeyi yok ettiğiydi. Belki kendisini de attı o uçurumlardan ama kendisini toparlamayı, her şeyi geçmişe hapsettiğini görüyorum. Sayfasının ismi ne kadar acı çektiğini anlatıyor. O acıyı birbirlerinin gözlerinde görüp, birbirilerinin ruhuna sarılmayı başarmışlar.

"Şefika sayfanın ismi 'sessiz çığlıklar' değil mi?" bakışlarını Eda'dan çekip bana döndü. Sanki ilk defa duyduğu bir şey söylemişim gibi boş boş baktı yüzüme. Sonra hafif bir tebessümle cevap verdi.

"Hayır. İsmi "sukut_u.vaveyla" açıklama da sessiz çığlıklar diye yazılı. Benim çığlığım satırlara saklıydı. Herkes göremez başkasının çığlığını. O kadar kendimize, kendi acılarımıza odaklanmışız ki, bir başkasının gözündeki yaşları göremiyor, attığı çığlıkları duyamıyoruz. Belki bir başkasına yardımım dokunur, yalnız olmadığını, hep bir uzatılan el olduğunu göstermek istedim."

"Başarmışsın. Başkalarını bilemem ama karşımda oturana el uzatmışsın. Aslında kim kime el uzattı bilemem ama birbirinize yardım ettiğinizi görebiliyorum. Ben senin neden psikolok olmadığını düşünüyorum aslında." Sesinde çok farklı bir tını var. Konuşması hiç bitmesin istiyorsun. Saatlerce anlatsın da huzurun içinde kaybol istiyorsun.

"Psikolok olmayabilir ama öyle bir konuşur, seni öyle bir konuşturur ki haberin olmaz. Aslında susmak istersin. Anlatamazsın bir başkasına. Ama o öyle bir şey söyler ki neyi anlattığını bilmeden başlarsın konuşmaya. Bir bakmışsın her şey kendiliğinden çözülmüş. Anlatacak bir şey kalmamış." Doğru söyledi. Konuşurken geçmişte buldum kendimi. Bir soru sorsa hiç düşünmeden anlatırdım.

"Bakmayın Eda'nın abartması o. Hiç düşünmedim psikolok olmayı. Çocukluk hayalimdi öğretmen olmak. Dildeki ayrıntıları çok severdim sırf bu yüzden bu bölümü seçtim ama edebiyata aşık olarak bölümü bitirdim." Aşık olduğu gözlerindeki kıvılcımlardan okunuyor aslında.

İçimden bir ses Enes'le çok iyi anlaşacağını, yaralarını saracağını söylüyor. Umarım yanılmam. Kardeşim daha çok acı çekmez. Her ikisi de çok acı çekmiş belli. Enes'in yaşadıklarını biliyorum ama Şefika'yı bilmesem de, gözleri anlatıyor çoğu şeyi. Umarım şifa olmak yerine yara açmazsınız.

--------------

Merhaba arkadaşlar nasılsınız? Geldik bir bölümün daha sonuna? Ne düşünüyorsunuz?

Şefika ve Berk az da olsa geçmişlerine yol aldılar. Yaraları derin ama sarmayı başarırlar mı?

Berk Şefika ve Enes'i birbirine yakıştırdım. Siz ne düşünüyorsunuz?

En merak ettiğim şey iffet, namus ve tesettür hakkındaki düşünceleriniz. Sizce Şefika haklı mıydı?

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin sevgili okurlarım. Yeni bölümde görüşürüz 😊

 

Loading...
0%