@mavibirhayal22
|
Eda'nın anlatımı. Geçmiş. ------------ Her zaman bir rüyanın içindedir insan. Bazen tatlı bir rüya, bazen de bir kabusu yaşar. Ama uyanamaz. Ah zalim hayat, uyanmak istemediği tatlı uykudan tepetaklak bir kabusun içine çakılmasını sağlar. Kısacıkta olsa sana tatlı anı gösterir. 'Bu sana acının fragmanı olsun' der gibi. Küçük bir çocuk gibi kanarsın önce. Artık benden mutlusu yok dercesine adım atarsın. Attığın adımlar yere basmaz sanki. Bulutların üzerinde yürüyormuşsun hissi sarar dört bir yanını. Yüzünde kocaman bir gülümseme, gözlerinde mutluluk ışıltısı. Tam olarak yaşadığın an hayatın toz pembe anı. Ee dedik ya bir fragman diye. Asıl film daha başlamadı. Sıkı tutun demek için de geç kaldık. Çıktığın bulutların üzerinden inme vakti gelip çatmıştır artık. Ee rüyalar uzun sürmezmiş. Asıl gerçekle tanışma zamanı. Belki de geç kaldın. Öyle bir tokat yersin ki, hayattan, sen daha tokatın nereden, kimden geldiğini anlamadan kendini yerin dibinde sürünürken bulursun. Ben buraya nasıl geldim sorusunu soramadan sırtına yediğin hançerlerin ağırlığı biner üzerine. Her biri farklı boyutlarda, farklı derinlikte. Ama en acı vereni ise sana en yakın, en sevdiğin kişiden yediğindir. Onun bir tarifi de yoktur. Kelimelerin tükenir tam o an. Ağzını açıp avazın çıktığı kadar bağırmak istersin ama nafile. Ağzından çıkan tek kelime iki harflik bir ah'tır. Sadece kısa bir ah'a sığdırırsın koca acılarını. O an "Ben bunları nasıl kaldıracağım? Nasıl bu acılarla yaşayacağım?" diye sorular döner beyninin içinde. Yerinden doğrulamayacağını düşündüğün zaman bir bakmışsın ki, her şeye inat dimdik dayanmışsındır hayatın önünde. Yıkılmadan, ayakların büdremeden, başın dik dayanmışsındır her şeye inat. Nereden mi biliyorum? Çıktığım bulutların üzerinden tepetaklak çakıldım yerin yedi kat dibine. Yediğim hangi hançer daha çok canımı yaktı inan ki bilmiyorum. Bildiğim tek şey düştüğüm yerden kalktığım zaman yaşadıklarım. Bugün üniversiteden çıkıp eve kadar yürümek istedim. Aslında çok ayakta durmak, kendimi yormak yasak ama içimde yürü diyen bir ses var. Temiz hava çok iyi gelmişti. Deniz kenarına yakın evimiz olduğu için hava sıcak olsa da denizden gelen bir esinti vardı. Yürürken mağazanın vitrininde çok güzel elbise vardı iki tane. İçeri geçip elbiselerin bedenlerini söyleyip kabine girdim. İkisi de güzeldi en iyisi ikisini de almak. Birini kardeşime vereyim o da çok sevinecek nasılsa aynı beden giyiyoruz. Elbiseleri alıp taxsiye binip evin adresini verdikten sonra yolu izlemeye başladım. O kadar yolu eve kadar yürüyemezdim. Hastanelik olmam an meselesi olurdu yoksa. Bugün canım çok sıkkındı ama ben kimseye hissettirmemek için mutlu ve gülücükler saçtım o da yalan. İçimden bir ses kötü bir şey olacak diye fısıldıyordu. Eve varınca taxsi borcunu ödedikten sonra evin zilini çaldım ama kimse açmadı bir daha çaldım ama yine açmadılar. Ben de yedek anahtar olduğunu hatırlayınca çantamdan anahtarı çıkarıp kapıyı açtım. İçerde sesler geliyordu odaya girince annem, babam ve kardeşim vardı ama niye kimse bana kapıyı açmadı? Niye herkes bu kadar stresli ve sanki bir şey olmuştu. "Anne, baba bir şey mi oldu?" Alacağım cevaptan korkuyordum aslında. Sanki sormasam bir şey olmayacak gibi geliyor. "Yok kızım hiçbir şey yok sen ne zaman geldin?" Beni neden geçiştiriyorsun anne? Söylemek bu kadar mı zor? Bakışların çığlık çığlık bağırırken sen neden susuyorsun? "Şimdi, zile bastım kapıyı açan olmadığı için çantamdaki anahtarı hatırladım onunla açtım." "Hım, biz zili duymamışız kızım hadi herkes sofraya. Sende üstünü değiştir gel." Bu kadar mı önemli bir konuydu da zili duymadınız? Hiçbir şey soramadım. Cevabını alamayacağım sorular sormayı bırakalı yıllar oluyor. Şimdi sorsam da alamayacağım cevabın ağırlığı var üzerimde. "Tamam anne." Odama çıktım sessizce, evdekiler çok tuhaf davranıyordu yakında çıkar kokusu. Her zamanki Miraç tutamaz kendini. Üstümü değiştirip aşağıya indim. Sofrada bir ben bir de Miraç eksikti. Benden kaçıyor gibi. Geldiğim zaman da yüzüme bakmadı. "Anne Miraç nerede?" "Arkadaşları ile geziyor kızım." Yalan söylemeyi beceremiyorsun anne. "Hım tamam annem." Zoraki biten yemekten sonra odama çıkmıştım. Yorulmuştum bugün. Uyumak için uzanacağım zaman gözüme çarpan torbalarla yerimden kalkıp Esimin odasına geçtim. Yatağa uzanıp telefonla uğraşıyordu süslü cadı. Ben mi büyüğüm, o mu belli değil. Değil onun yaşında, şimdi bile o kadar makyaj yapmam ben. "Ne yapıyorsun?" "Hiçç telefonla oynuyorum, sen? Elindeki poşet ne?" Heh şimdi dikkatini çekebilmiştim. ''Hım bakalım neymiş." Elimdeki poşetlerden elbiseleri çıkarınca gözleri parladı. Ee yarın arkadaşının doğum günü de var. tam yerine oturdu elbiseler. "Nasıl? Okuldan çıktım biraz yürürken bu elbiseleri gördüm ve denedim çok güzel ikisini de aldım. Biri sana biri bana ama sen seç diye sana getirdim." "Abla ikisi de çok güzel ya." "Evet hadi seç." "Bence kırmızı olsun benim." "Tamam hadi dene." "Sende dene bakalım nasıl olacak." Elbiseyi görünce çok sevinmişti. Onun beğeneceğini biliyordum. Elbiseyi giyince üstünde çok güzel duruyordu. Kolumdan tutup beni aşağıya sürükledi. Aşağıda annem ve babam vardı ve tabiki Miraç vardı. Kızgın bir boğa gibi etrafa saldırmaya hazır. "Bu ne? Sakın böyle dışarı çıkmayı düşünmeyin. İkinizin de bacaklarını kırarım." Her zaman ki Miraç olduğunu belirtiyordu. Oldu canım başka bir arzun da var mı? İstersen evden hiç çıkmayalım. Odaya da kapat tam olsun. İlla delirtecek. sonra sakinleşecek beyefendi. "Kızlar hayırdır nereye böyle?" "Eda ablam elbise almış onu denedik. Nasıl olmuş?" Birden telefon çalınca Esim telefona koştu ve birden çığlığı bastı. Bir akşam da sakin geçsin ne olur? "Ne oldu Esim?" "Doğum günü bugün ve ben evdeyim." Hey Allahım ben de bir şey oldu sandım. Yok yok kesin uzaydan geldim ben. Ben mi farklıyım, bunlar mı farklı? Bir anlasam. "Tamam. O zaman otur saçını ve makyajını da yapayım git." "Sen de gelir misin?" Ne olur beni bir kaç yıl uyandırmayın da uyuyayım. Belki ayağa kalkarım. "Ben gelmesem olmaz mı?" İlaç saatim yaklaşıyor. Orada alamam ilacı. Yığılıp kalırım bir yerde yoksa. "Hadi ama ya. Kırma beni ne olur." Ah bir hayır diye bilsem. "Tamam o zaman hızlı olalım." "Tamam. Çok teşekkür ederim abla." İkimiz de hızlıca makyaj ve saçlarımızı yapıp hazırlanmıştık. Şimdi ise Miraç bizi gideceğimiz yere kadar götürüyordu. O da gelmek istese de biz izin vermedik geri eve gönderdik. İkimiz de gülerek içeri girdik. İçerisi baya gürültülü ve organizasyon çok güzeldi. Kaldıramadığım kalabalığın ortasında kaldım. Alış Eda, kimse bilmesin diyen sendin. Esim direk Berat'ın yanına gitti, ben de onun yanlarına gidip selam verdim. Karşıdan tatlı bir çocuk geliyordu yanımıza. "Selam millet. Nasıl eğleniyor musunuz?" Herkes 'evet' diye bağırmıştı. Tamam anladık eğleniyorsunuz ama ne bu coşku? "Sen Esim'in neyi oluyorsun?" Esim direk cevap vermek için ortaya atıldı. Tersleyeceğimi biliyor tabi. "Eda benim ablam Tolga abi." "Tanıştığıma memnun oldum Eda hanım." "Ben de Tolga bey." Herkes eğlenirken benim dayanacak gücüm kalmamıştı artık. Hem üniversite, hem de burası yeni ayağa kalkan beni tüketiyordu. Sessizce restoranın ikinci katındaki terasa çıktım. Biraz temiz hava iyi gelir belki. Yanıma birisi geldiğinde kafamı o tarafa çevirdim, Tolgaymış. Hiçbir şey olmamış gibi etrafı izlemeye devam ettim. Konuşacak halim de kalmamıştı. "Biraz canın sıkılmış gibi?" Ona yoruldum, bayılmak üzereyim desek daha doğru olurdu. "Evet. Çok gürültülü ve ortama ayak uyduramadım." Yine yalan aferin Eda böyle devam et bakalım. "Istersen dışarı çıkalım az ileride sahil var temiz hava alırız ne dersin?" Tam evet diyecekken Esim koluma yapıştı. "Ne oldu Esim?" "Abla bize şarkı söyle lütfen.." Hay ben böyle işin. Kimse bilmesin diye diretirsen olacağı bu. "Evet Eda abla." "Sen şarkı mı söylüyorsun?" "Evet ama ben burada çekinirim Esim başka zaman." "Abla lütfen hem bu gün Berat'ın doğum günü kırma onu." "Tamam." Ayağa kalkıp sahneye çıkıp ilk ses deneme yaptım. Herkes bana baktı biraz utansam da kendimi şarkıya bıraktım. Ben kuşlardan da küçüktüm, bir gece vaktiydi Aşk tuttu elimden benim Geçtim düşler sokağından, bir gece vaktiydi Ceplerimde hacı yatmazlar Yağmur yağsa, uykum kaçsa Bir kuş konsa badi parmağıma Ağlardım bir başıma Sevdadandır, sevdadandır Sevdadandır dedi annem, aldırma Aldırma, gel yanıma Kaç mevsim aşk pazarında geçti yalanlarla Düş sattım aldanmışlara Aklım kaçıverdi elimden bir gece vaktiydi Sevdiğim başka sevenim başka. Şarkı bitince kapattığım gözlerimi alkış sesleriyle açmıştım. Yorgundum ama iyi gelmişti. Tabi utansam da, kendimi daha iyi hissediyordum. Karşımda bana şaşkın şaşkın bakan grup olmasa daha iyi hissedecektim ama olmadı. "Öyle bakmayın bana." "Tamam. Abla çok güzel söyledin." "Evet Eda çok güzel söyledin." "Teşekkür ederim hepinize senin de doğum günün kutlu olsun." "Teşekkür ederim Eda abla." Her kes eğlenmeye devam ediyordu, benim canım sıkılmaya başlayınca yine Tolga gelmişti yanıma. "Ne yapıyorsun Eda?" "Sence?" "Pardon. O zaman kalk hadi." "Nereye gidiyoruz?" "Gidince görürsün." Kalablık ortamları sevmeyen adam kardeşinin ısrarına dayanamayarak o gün kutlamaya gelmişti. Oysa onun kutlama anlayışı evinde bir kaç değer verdiği kişilerle kutlamaktı. Kardeşini kıramadığı için mekanın bir köşesinde bir yarım saat oturup gidecekti. Ta ki, kapıdan içeri giren kızı görünceye kadar. O an varlığından haberi olmadığı kalbi ben burdayım dercesine hızlı atmaya başlamıştı. Yakışıklı olmasına rağmen diğer kızlardan farklı olarak ona mesafeli davranan kıza hayran olmaya başlamıştı. Onun için farklıydı diğer kızlardan. Bir süre sonra canı sıkılan kızı oradan götürmek, onunla sessiz sakin sahilde sohbet etmek isterken, şarkı söylemesine kapılıp gitmişti. Gözlerini kapatıp şarkıyı adeta yaşayarak söylüyordu. Ah kendisi de farketmeden kıskanmıştı kızı. Başka birisine aşkını ilan ediyor gibiydi o an. Ama yine de hayran hayran izlemekten kendini alamamıştı. Şarkı bittiğinde onunla konuşması gerektiğini anlamıştı. Sorgulamasına izin vermeden kendi sığınağına götürmüştü. Onun için eski bir lünapark değil orası. Kendine anlatamadıklarını fısıldadığı, düştüğü anlarda dayanağı olan bir yerdi. Ailesi ile birlikte geldiği son yerdi burası. Nasıl bir başkasını anılarına dahil etsindi ki? Ama ilk defa birisini getirmişti. Bu yerin özelliğinden haberi olmayan genç kız kendini tutamayarak kahkahasını serbest bıraktı. Ah bir bilse adamın göğüs kafesinde nasıl bir zelzele yaşattığını. "Büyümedim diyorsun ha." Büyüyemedim demek isterdi oysa. "Büyümeyi istemedim diyelim. Gel hadi seni sığınağıma götürüyorum. Burası terkedilmiş ama ben çok severim kimse uğramaz sessiz sakin bir yer." "Çok güzel bir yermiş. İnsanlar yeni bir yer bulunca hemen elindekini gözden çıkarır. Hiçbir şey olmamış gibi. Hiç yaşanmamış gibi." Neden bu kadar üzgünsün be peri kızı? "Kim yaktı canını bu kadar?" Dayanamadı sordu. Cevabını bilmek istemediği bir soruydu oysa. "Bir bilsem. Aslında ben kimim onu bile bilmiyorum. Baksana buraya sessiz ama çığlıkları çok fazla. Kulakları sağır edecek. Ama hiçkimse farkında değil. Herkes kapatmış kulaklarını sadece gördükleriyle yetinmeye çalışıyor. Ne zamana kadar üç maymunu oynamaya devam edecekler? Ne zamana kadar sırtından vurmak için an kollayacaklar? Ben yoruldum Tolga. Çok yoruldum. Anlatamamaktan. Anlaşılmamaktan. Bak karşında beş yaşında bir kız çocuğu var. Ne yaşadı o kız bilmiyorum ama canım çok yanıyor. Ben kendimi anlamıyorum bir başkası ne anlasın ki. Ne diye anlasın? Ne diye yanımda olsun ki?" Ah be peri kızı sen ne yaşadın böyle dolacak kadar? O an dayanamadı adam kollarında küçücük kalan kız çocuğunu sarıp sarmaladı tüm acısını almak istercesine. "Kusura bakma Tolga bir an ne oldu bilmiyorum. Sanırım patlama noktasına gelmişim. Teşekkür ederim dinlediğin ve sığınağına kabul ettiğin için." geri çekildiği zaman kısık çıkan sesiyle konuşmuştu. "Ne demek peri kızı. Ama bir daha anlaşılmamak lafı yok. Ne zaman istersen buradayım." Tolga'yla konuşmak iyi gelmişti. Biraz oturup mekana geri döndük. Artık eve gitme zamanı gelmişti. Esim'i alıp mekandan çıktım. Miraç almaya gelecekti ama ortada yok. Aradım açmadı. Taksiye bindiğimiz zaman içimdeki sıkıntı yine kendini belli etmişti. Ne olduğunu bilmiyorum ama bir kaç gündür herkes çok tuhaf davranıyor. Hele Miraç çok farklı. Gözlerindeki anlamı bir anlasam her şey düzelecek ama anlayamıyorum. Kendini kapattı. Sürekli kavga etmeye beni terslemeye başladı. Ergenlik desem değil ben de geçtim o dönemden başka bir şey var ama ne? Evin önünde taksiden indik. Evden sesler geliyordu. İkimiz de telaşlanıp eve girdik. Miraç salonun ortasında durmuş "Bunca yıl nasıl sakladınız? Bilmeye hakkı var. Daha ne kadar susup bizi dışlamaya devam edeceksiniz? Onun hakkı değil mi gerçekleri bilmek, ailesini bulmak? Yapmayın.. Ben kardeşimin yüzüne bakamıyorum. Taşıyamıyorum bu yükü. Yapamıyorum anlayın.. Gözünün içine bakamıyorum be anlayacak diye. Ona harcadığınız kadar bize harcayın. Onu koruduğunuz kadar bizi koruyun be." "Neee? Kim.. Kimden bahsediyorsunuz siz? Miraç kimin yüzüne bakamıyorsun?" Ah keşke lal olsaydı dilim. Kelimeler kaybolsaydı o an. Kulaklarım sağır kalsaydı da duymasaydı bu kelimeleri. Keşke. --------------------- Merhaba arkadaşlar nasılsınız? Yeni bölüm sonu. Biraz geçmiş diyelim. Böylece Eda'nın az da olsa ne yaşadığını, Neden İstanbuldan kaçmak istediğini biraz da olsa anlamış olduk. Devamı olacak elbette. Ee nasıl buldunuz? Eda ve Tolga hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Miraç ne öğrendi? Kimin yüzüne bakamıyor? Ve son olarak Eda'nın hastalığı ne?
|
0% |