Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Ön yargı

@mavibirhayal22

Eda'nın anlatımı.

Gecenin körkaranlığı diye bir ifade kullanırız. Gece başlı başına karanlık değil midir oysa? Güneş battığı anlarda çöker karanlık. Bir örtü misali kapanır gökyüzüne. Bazen o kadar koyu olur ki, güneş misali parlayan yıldızları da görünmez kılar. Kendi acılarının üzerine bir ışığın parlamasını istemez. Olduğu gibi kapkaranlık görünmeyi tercih eder.

Ama insan farklıdır. Karanlık bir örtüsü yoktur. Gecesi de, gündüzü de aynıdır. Canı yandığı zaman parlak bir gökyüzü bile dipsiz bir karanlık kuyu olur. Başını kaldırıp gökyüzüne baktığı zaman sadece kendi karanlığını görür. Üzerine doğan güneş buz tutmuş kalbini ısıtmaya yetmez. Sadece kalbi değil, ruhu da soğumuştur artık. Her şey bir son bulmuştur artık.

O kadar acizdir ki, o anda insan, kendi gücünün farkına varamaz. Biraz dikkatli olsa, son diye bir şey olmadığının farkına varır belki de. Çünkü her son yeni bir başlangıçtır. Nasıl yolun sonu yeni bir yola çıkıyorsa, bu da öyle. Bizim için belki de bir sondur. Ama insanın ruhu bunun farkındadır. Karanlığın biteceğini bilir. Yeniden bir güneş doğacaktır. Her geceyi sona kavuşturan güneş gibi.

Düştüğü yerde ruhu kalkar insanın. O da düşerse tutunacak bir dal hiç olmaz. Her şeye inat o kalkar ayağa. Tüm acıları silip atmak için tutar gözyaşının elinden. Bir çocuk gibi kaçmasından korkarcasına sımsıkı tutarak kaldırır. Birlikte çıktıkları zorlu yolda birbirlerinin elini sıkıca tutarak adımlarlar. Ve tüm acıları yıkar atar gözyaşı. Ruhu temizler önce tüm kirlerden. Çünkü ruhu temizlenmezse yüreği yarım kalır. Kirlerin içinde atacak bir adım bulamaz.

Sabah Şefika'nın aramasıyla uyanmak zorunda kalmıştım. Gittiğinden beri her sabah arayıp uyandırıyordu. Bu aralar fazla uykuya düşkün olmuştum. Sanırım geçmişe olan özlem beni uykuya yenik düşürüyordu. Şefika'ya da anlatamıyordum. Bu durumda canını sıkmak istemiyorum. Amcası yeni çıktı hastaneden. Bu düşüncelere dalmışken Mert'in aramasıyla evden çıkmıştım.

Aşağı indiğimde Mert arabanın içinde oturuyordu. Arabaya geçip "Günaydın Mert. Hayırdır Karadeniz'de gemilerin mi battı?" Başını kaldırıp yorgun gözlerle yüzüme baktı. İlk defa onu bu halde gördüm.

"Günaydın Eda. Sağol ben de iyiyim sen nasılsın? Çok uykusuzum ya." Ha derdi anlaşıldı. Baştan söylesene be, ben de bir şey oldu sandım.

"Hadi in aşağı ben kullanayım arabayı. Bu halinle de araba kullanma, bugün taksiyle idare ederim. İtiraz yok şimdi ben kullanıyorum geç yan koltuğa." itiraz istemeyen sesimle Mert yan koltuğa geçmiş arabayı ben kullanmıştım. Bir kaza vakasını daha kaldıracak gücüm yok.

Şirketin önünde arabadan inip aracı park etmiştim. Şakalaşarak şirkete girince Berk beyle karşılaştık. Bu aralar bu adamda bir şey var çözemediğim, sebebini bilmediğim. Bazen çok mutlu, bazen çok sinirli ortası yok. Şimdi de kızgın boğa gibi bakıyor. Başımla selam verip içeri geçtim. Mert'te benimle birlikte asansöre kadar gelmiş sonra geri dönmüştü.

Öğlene kadar dosyalar ve yeni projeyle ilgili bir kaç dosya ile ilgilenmiş zaman nasıl geçti anlamamıştım. Mert gelmiş birlikte yemeğe çıkmıştık. Şirkete geri dönünce Berk bey resmen köpürüyordu. Sebebini bilmiyorum ve bilmekte istemiyorum. İçimden bir ses canım yanacak diyor. İşin ilginç yanı her zaman da doğru söylüyor. Ne güzel moralim azıcık düzelmişdi. Birisi illa limon sıkacak.

Yarım saat sonra Sanem Berk beyin çağırdığını söyledi. Geç kaldı paşamız. Daha erken esip gürlemesi gerekirdi oysa. Hayde gazamız mübarek ola. Odaya girdiğim de resmen savaş alanı gibiydi. Dosyaların bir çoğu koltuğun üzerindeydi. Etrafı incelemeye ne kadar dalmışsam "İncelemeniz bittiyse bir yere oturun Eda hanım!" diyerek resmen aşağıladı. Ama ben lafın altında kalamam ki.

Dosyaları kaldırıp oturdum. "Buyurun Berk bey bir sorun mu var?" Birden fazla var gibi duruyor ama neyse.

"Sorun mu? Şu dosyalara bakarsanız her şeyin sorun olduğunu anlarsınız. Ama yok nerede siz anca arkadaşınızla eğlenin ya da sevgili mi demem gerek bilemedim. Ha Eda hanım ne diyeyim?" Ne diyor ya, ne sevgilisi? Sevgilim var da ben neden bilmiyorum? En son babalar duyardaki babaya benzedim iyice.

"Siz ne dediğinizin farkında mısınız? Ne arkadaşı? Ne sevgilisi? Benim haberim olmadan kim benim sevgilim söyleyin de bende bileyim." Ne kadar sakin duruyorsam içimde fırtına o kadar çok kopuyor. O fırtınayı salarsam burada yer yerinden oynar.

"Şoförünüzden bahsediyorum Eda hanım. Arkadaşlığınız sevgililiğe dönmüş buna bir lafımız yok, ama özel hayatınızı işinize karıştırmayın." Ne diyor bu adam ya? Bu nasıl iğrençlik böyle? Hem sen kim oluyorsun da benim özel hayatıma karışıyorsun. Daha fazla dayanamadım ayağa kalkarak açtım ağzımı yumdum gözümü. Yoksa bu adam iyice haddini aşacak.

"Kendinize gelip laflarınıza dikkat edin Berk bey. Birincisi ben özel hayatımla işimi birbirine katmam. İki Mert benim sevgilim değil kardeşim. Şimdi bir insanı yargılamadan önce sormayı deneyin. Hani o dağ evinde Mercan teyze yalnış anladı diye esip gürleyen siz şimdi aynı şeyi bana yapıyorsunuz öyle mi Berk bey? Bravo size, ayakta alkışlıyorum.

Şimdi iyi düşünüp taşının ve bir daha bir insanı yargılamadan dinlemeyi deneyin. Ha bu arada Mert benim sevgilim olsaydı eğer buna siz karışamazdınız da." Deyip lafını söylemesini beklemeden odadan ayrılıp kendi odama geçtim eşyalarımı almak için. Mert odada koltuğun üzerine bir şeyler bırakıyordu.

"Mert ne yapıyorsun burada?" Arkasını dönüp,

"Eda Şefika bunları sana göndermiş, kargodan alıp buraya getirdim." Yüzümün hali nasılsa endişelenip "Ne oldu neyin var?" diye sormaya başladı. Ulan Berk efendi benim gibi sakin birisini de delirttin ya helal sana. Kendimi koltuğa atıp olanları anlattım. Kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Ağlama sebebim Berk değildi, bir zamanlar babam olacak adamın vurduğu damgaydı. Bir süre sonra Mert konuşmaya başladı:

"Eda insanlar böyledir. anlamaz, dinlemez, kendilerince hüküm verirler. Gördüklerini kendilerince yorumlayıp doğru karar aldıklarını sanırlar. Bir insanın yanlışını görüp yüzüne vururlar, ama yardım etmeye çalışmazlar. Bak sana bir hikaye anlatayım ne demek istediğimi anlarsın.

Bir şehirde ünlü bir ressam varmış. Talebeleri de çokmuş. Bir gün talebelerinden biri hocasının yanına gelerek "Hocam ben kendime güveniyorum. Bana izin verin artık yanınızdan ayrılıp kendi işimi kurayım." hocası bakar talebeye ve şu cevabı verir: "Eğer kendine güveniyorsan bir resim yap ve şehir meydanına koy. Yanına da bir not ve kalem bırak." Talebesi hocayı dinleyip sorar, "Hocam notta ne yazayım?" Hoca tebessüm edip " Yanlış yerleri çarpı işareti ile işaretleyin" diye yaz der.

Öğrenci hocasının yanından ayrılır ve bir kaç gün resmin üzerinde çalışır. Ortaya çok güzel bir eser çıkar. Hocasının dediği gibi resmi şehir meydanına asar ve yanına notla kalemi bırakır. Bir kaç gün sonra aynı meydana gidip resme bakmak ister, ama resim çarpı işaretinden görünmüyordur. Talebe resmi alır üzgün şekilde hocasının yanına döner ve olanları anlatır. Hocası tebessüm eder ve talebesine "Evlat bir resim daha yap ve meydana bırak."

Öğrencisi hocasının dediğini yapar ve bir kaç gün uğraşarak çok güzel bir resim yapar. Resmi yine meydana bırakır ama bu sefer resmin yanına fırça ve boyalar bırakıp notu koyar. Notta ise şöyle yazılıdır "Resimde beğenmediğiniz yerleri boyalarla düzeltin." Notu bırakıp oradan ayrılır. Bir kaç gün sonra meydana gidip resme bakmak ister. Resim olduğu gibi duruyordur. Resmi alıp hocasının yanına gelir ve durumu hocasına anlatır.

Hocası yine tebessüm eder ve cevap verir: "Bak evlat insanoğlu böyledir. Güzel bir şey gördü mü hemen kendince yorum yapmaya kötülemeye bakar. Orada güzellikten bir iz bırakmaz. Ama değişmek, daha da güzel yapmak için hiç çaba harcamaz. Harcamak için uğraşmaz."

Hikaye bitince Mert durdu ve yüzüme bakarak "Demem o ki, insan düşünmez, gördüklerine hüküm verir o kadar. Biz de öyle değil miyiz? Etrafımızdaki insanın en küçük hatasını büyütür, ama yaptığı onca güzelliği görmeyiz. Fazla üzülüp kendini yıpratma" Mert'in konuşması çok iyi gelmiş kendimi toparlamamı sağlamıştı. Haklıydı, bir adamın, üstelik beni hiç tanımayan birinin lafı ile kendini yıpratacak birisi değilim. Ben o yaşadıklarımı atlattım, bunu mu atlatamayacağım?

İki arkadaş konuşmaya o kadar dalmıştı ki, kapının yanında duran adamı görmemiştiler. Berk yaptığı hatayı anlayınca Eda'nın yanına gitmiş, konuşmak istemiş, ama Eda'nın sözleriyle durmuş Mert'in anlattığı hikayeyle bir tokat yemiş, kırdığı kalbin ve yaptığı yalnışın farkına varmıştı.

İki gün sonra.

Şirketten girdiğim zaman Berk beyle karşılaştım. Yeniden eski tanıdığım Berk karşımda duruyordu. Şefika'yla konuşunca kafam iyice karıştı. Sanırım gerçekten kendimi bulmaya ihtiyacım var.

Şirkete girmeden taksi çevirip hocanın yanına gittim. Kapıdan içeri girdiğimde beni müzik karşıladı. Sanırım neden beni buraya gönderdiğini anladım.

Kapının önünde yere oturup dinledim. İlk defa kulağımla değil kalbimle duydum acı feryadı.. Neye ağladığımı bilmeden döküldü yaşlar. Sanki içimde biriken bir zehir varmış da ben onu akıtmak için an kolluyormuşum. Ördüğüm duvarlar dört yana savruldu. Güçlü, dimdik ayakta duran Eda yerle bir oldu. Pişman mıyım? Hayır.

Müzik durunca kendime geldim. Oturduğum yerden kalkıp "Merhaba hocam. Müsade var mı?" Diye sordum.

"Müsade senin kızım geç içeri. Hoş geldin." İkinci defa görüyor beni ama sanki yıllardır tanıyormuş gibi sıcacıktı. Şefika'nın neden burada huzur bulduğu belli. Bu kadar sıcaklık içinde kendini buraya ait hissetmemek mümkün değil.

"Ben neden geldim bilmiyorum, ama bir şeyler git dedi. Kendimi son anda burada buldum." Tebessümle baktı yüzüme.

"Neden kaçıyorsun?" Aniden gelen soruyla afallamıştım. Kendime bile sormadığım bir soruydu oysa. Sahi ben kendimden ne zamana kadar kaçacağım?

"Bilmiyorum. Kendimden kaçmak istiyorum aslında. Belki bir umut unuturum geçmişi. Yaşadıklarımı. Ama olmuyor. Ben kaçtıkca her şey üstüme geliyor. Bir an mutlu oluyorum, ama sonra her şey tepetaklak oluyor. Ben yoruldum artık." Geçmişi bırakmak için bir yerden başlamak gerekirmiş. Ben de tüm birikmişlikleri bırakmak istedim ilk defa.

"Kaçamazsın kızım. Her adımında seninle gelir geçmişin. Kurtulmak istiyorsan kaçmak yerine yüzleşmeyi dene. Geçmişini ben bilmem kızım, ne yaşadığını da bilemem. O yüzden ne desem boş. Seni sen tanırsın. Seni sen yapan geçmişin değil, seni ayakta tutan sevgin. İyi düşün kızım kaçmak mı? Yoksa düştüğün yerden yeniden kalkmak mı? Kaçarsan hiçbir şeyden kurtulamazsın. Kaçtığın ne varsa seninle gelir ve en mutlu anında karşında bulursun. Seçim senin kızım. Ve sakın yalnız olduğunu düşünme." Teşekkür edip oradan ayrıldım. Yüzüme bir tokat gibi çarptı kelimeleri. Ben kaçmadım. Kaçmış gibi yaptım sadece.

Ben bu güne kadar kaçmıştım. İlk öğrendiğim de kaçtım, onların gittiğini öğrendiğim de aramadım, Tolga'yı kaybettiğimde kaçtım. Ben acılarımdan kaçmaya çalıştım. Ben beni bıraktım. Yüzüme bir maske taktım, öyle de devam ettim. Kendimi kandırmayı seçtim.

Sadece çalıştım. Başka şehre gelsem bile benimle birlikteler. Ben onları İstanbul'da bıraktığımı düşündüm. Ben onları bırakmamışım meğer. Sımsıkı tutmuşum elinden. Şimdi farkediyorum babam aradığın da Miraç için değil de benim için aramasını istedim.

Hep aklımda sorularla kaldım. Nasıl bırakıp gittiler diye? Ama hiçbir zaman cevabını öğrenmek için onları aramadım. Öğreneceklerimden korktum hep. Kaçmak daha kolay geldi sanırım.

Eğer mutlu olmak istiyorsam kaçtığım yere dönüp yüzleşme zamanı. Benimle yüzleşme zamanı. Bıraktığım orada kendimi bulma zamanı. O boş evde yeniden kendim olma zamanı. Belki neden gittiklerine dair bir iz bırakmışlardır.

Sessizce oradan ayrılıp eve döndüm. Üzerimi değişip pasaportumu alıp evden çıktım. Geliyorum İstanbul bu sefer yıkılmaya değil yaramı sarmaya geliyorum...

--------------

Merhaba arkadaşlar nasılsınız? Ben geldim. Evet biliyorum bu defa bölüm kısa oldu😊 kusura bakmayın.

Ee nasıl buldunuz bölümü? Sizce Berk neden öyle davrandı? Neden o lafları söyledi?

Peki Eda ne yapacak? İstanbul'da onu ne bekliyor? Yorumlarınızı merakla bekliyorum.

Kalp 💙 bırakmayı unutmayın 😊

 

Loading...
0%