Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Kayboluş

@mavibirhayal22

Merhaba arkadaşlar nasılsınız? Bir değişiklik yaparak bu defa bölüm başında konuşacağım. Eda ve onun geçmişi ile başbaşa bırakıyorum sizi. Ailesi ile ilgili aklınızda oluşan sorulara bir cevap vermek için geldim.

Eda büyük bir yıkımla karşılaşıp ayakta durmayı öğrendi. Neden hayatına kimseyi almadığının da bir cevabı bu aslında. Bakalım sizler ne düşünüyorsunuz. Bölüm sonunda fikirlerinizi bekliyorum. Seviliyorsunuz.

------------

Eda'nın anlatımı.

Bu hayatta herkesin bir yaşam döngüsü vardır. Kimisi kısır döngü der ismine, kimisi de yaşam. Kimisinin hayatı çok kısa, kimisininki de upuzun yıllar. Ama dönüp baktığın zaman ikisinin ömrü de aynı uzunluğa sahiptir. Büyük ihtimalle kafayı yediğimi düşünebilirsiniz. Eh bu satıralara bakarsak haklısınız. Bir de buz dağının görünmeyen tarafına bakalım mı?

Hayat yaşadığın andan ibarettir. Bunu ne uzun yıllar, ne de kısa günler belirler. Ömrünün uzun ve kısalığı geçirdiğin değerli anlarda saklıdır. Öyle güzel anlar yaşarsın ki, sana uzun yıllar gibi gelir. Mutlusun, huzurlusun, yüzünde gören herkesi kıskandıracak bir gülümseme, kalbinde her atışında sevgiyi haykıran bir mutluluk var. O kimine göre kısacık olan anda saklıdır hepsi. Ama senin için değişmeyeceğin yıllara bedeldir.

Bazı insanlar içinse değeri yoktur anın. Onlar için kısacıktır mutluluklar. Değerini bilmez, bilmedikleri için de gizli kalan güzelliğin farkında olmazlar. Hem ölmekten korkar, hem de koşa koşa ölüme giderler. Kalpleri her geçen an ölür, farkında olmazlar. Kalp sevmezse ölür. Her atışında karanlığa bulanır. Son zerresi karardığı zaman ölüm kapıdadır. Yaşam ve ölüm arasındaki o ince çizgi son bulmuştur artık.

Bu yüzden ne anın kiymetini bilirler, ne de yaşamın. Son bulan her gün onlar için bir kaç saatten ibarettir. Biriktirdikleri güzel anlar bir elin parmağını geçmeyecek kadardır. Neden mi? Çünkü mutlu olmayı bilmez, küçük şeylerden tatmin olmazlar. Mutluluğu büyük şeylerde aradıkları gibi, yaşamı da büyük şeylerde görürler. Oysa her şey küçük şeylerde saklıdır. Tıpkı kalbin küçük, ama büyük bir bedeni ayakta tuttuğu gibi.

Takside telefonu kurcalarken biletlere girmiştim, 2 saate İstanbul'a uçan uçak varmış. Yüzleşmem gerek yeniden başlamak için. Taksiciye havaalanına gitmesini söylemiştim. Camdan bakınca Konya'dan ayrılmakla hata mı yapıyorum acaba diye düşündüm. Kafamdaki sorular beni hep kararsız bırakıyordu. Kafamı kaldırdığım zaman havaalanına gelmiştim. Taksi borcunu ödeyip bütün işlemleri halettikten sonra uçağa bindim. Yerime oturup telefonu kapattım, en zoruda buydu kimseye söylemeden ortadan kaybolmak. Kulaklığı kulağıma taktım ve şarkıya kendimi verdim.

Verdiğin acıdan değil zaten içesim varmış

Uyku tutmuyor değil sabahı göresim varmış

Suç sende değil çekip gidesim varmış

Kal demek kolay değil elin havada kalmış

Gidiyorum yolcu et unutacağız elbet

Bu şehir bu sonbahar artık sana emanet

Gidiyorum yolcu et unutacağız elbet

O günler o ilk bahar hiç yaşanmadı farz et

Verdiğin acıdan değil zaten içesim varmış

Uyku tutmuyor değil sabahı göresim varmış

Suç sende değil çekip gidesim varmış

Kal demek kolay değil elin havada kalmış

Gidiyorum yolcu et unutacağız elbet

Bu şehir bu sonbahar artık sana emanet

Gidiyorum yolcu et unutacağız elbet

O günler o ilk bahar hiç yaşanmadı farz et.

Verdiğin acıdan değil benim gidesim varmiş.

Şarkı bitince kendime gelmiştim. Başka bir şarkı dinleyemedim. Kendi zayıflığımı en yalın haliyle anlatan bir şarkıydı. Nasıl başkasına sığınayım ki, yüzleşmek varken. Uçaktan inmiştim. Taksiye binip tüm geçmişimi arkamda bıraktığım eve gitmeye başladım. Sanki içimdeki o ses o eve gitmememi söylüyordu. O acıları yine tekrar yaşayacaksın diyordu. Belki de kafamdaki sesi sustura bilsem acılarım asla susmuycaktı. Eve gelmiştim. Girsem mi girmesem mi kararsızdım ama buraya geldiysem sonuçlara katlanacaktım. Yıllar önce kaçarak çıktığım bu evden şimdi kendimi bularak çıkma zamanı.

Evin kapısını açmıştım kendimle verdiğim savaşı kazanarak. İçeride sadece havasızlık ve toz vardı. Sanki eve o yıldan sonra kimse gelmemişti. Gelmiş olsalar bile anlamayacak kadar yabancıyım. Kapıyı kapatıp salonun girişine gelince aklıma geldi ve ayaklarım ilk günki gibi taşımadı ve yere çoktüm. Avazım çıktığı kadar bağırdım, ogün çıkmayan sesim şimdi avaz avaz bağırıyordu. Gözlerimde akan yaşlar tüm acıları silip atmak istercesine birbiri ardınca dökülüyordu.

Bu acılar bitmez. Kalbimden silemem, asla silmem. Bana büyük bir ders oldu. Ben onlarsız bir gün düşünmezken acı bir şekilde onlarsız yaşamayı öğrendim. O acılar yüzünden hasta oldum, kaç kez intihar etmeye çalıştım. Tolga olmasaydı kendimi çoktan öldürmüştüm belki. Onun sayesinde hem hastalıktan kurtuldum, hem de kendi ayaklarım üzerinde durdum. Ben ailemi ve Tolgayı özledim...

4 yıl önce.

"Sen benim ablam değilsin. Sen sadece annemlerin yurttan bebekken aldığı birisisin. Onun için hep senin üstüne düşüyorlar ve bizi düşünmüyorlar. Hepsi senin yüzünden hepsi, keşke hiç karşımıza çıkmasaydın." Ben kabus görüyorum değil mi? Karşımdaki kişi Esim değil, bir hayal. O bana bu sözleri söylemez.

Duyduğum kelimelerle ayakta duracak halim yoktu. Ayaklarım artık beni taşımaz olmuştu. Bu duyduklarım yalandı, ne annem, ne de babam bana bunu yapmazdı. Esim yalan söylüyor arkamı döndüğüm de Miraç, annem ve babam vardı. Gözlerinin içine bakıyordum, birisi çıkıp yalan desin diye. Ama sanki suskunluk orucuna yatmış gibi sessizlerdi. Babam ilk kez ağlamıştı, kızarık gözleri ele veriyordu onu. Annemin gözlerinden yaşlar akıyordu. Miraç ise yere çökmüş kafasını duvara vuruyordu.

"Nasıl ben sizin kızınız değilim? Siz benim ailem değilsiniz? Siz ne dediğinizin farkında mısınız? Ne demek bana daha çok para harcıyorlar?" Şimdiye kadar hiçbir zaman ayrım yapadılar ki. Kimin neye ihttiyacı varsa denilmeden karşıladılar. Sevgilerini eşit payladılar. Bu sözler nereden peki? Ben bunları hakedecek ne yaptım?

"Evet sana daha çok para harcıyorlar. Sen sen baba parasıyla yaşayan asalağın tekisin." Kapıyı çarpıp çıktım. Koşmaya başladım her şeye inat. Nereye gittiğimi bilmeden koştum. Ailem değiller. Bunca zaman kandırdılar...

Önüme bakmadan, kimseyi duymadan koştum. Ne arkamdan edilen küfürler, ne de iyi misiniz seslerini duydum. Ne kadar koştuğumu bilmeden kendimi sığınakta buldum. Bu nasıl bir gece? Ne yaptım ben onlara? Neden bu kadar önyargıyla yaklaşıyorlar? Suç mu evlatlık olmak? Suç mu okumak? Ben mi istedim böyle olmasını? Hiçbir şeyden haberim yoktu ki benim.

Hıçkırıklarımın arasından zar zor "peri kızı" kelimesini duydum.

Başımı kaldırıp Tolga'ya baktım. Bu halimi görünce endişelenip yanıma oturup sarıldı. Daha fazla ağlamaya başladım. Her şeyi anlatınca "Sen asalak falan değilsin. Ha oraya gitmek istemiyorsan sana bir iş bulurum. Bak ne diyeceğim bugünkü mekanda şarkı söylemeye ne dersin? Şarkıcı arıyorlar." Şaşırmıştım ama bir asalak olmadığımı göstermek istediğim için çalışmam lazım. Silkelen kalk ayağa Eda. Bu geca sıfırdan başlama zamanı. Kendi ayaklarının üstünde durma zamanı.

"Tamam Tolga, ama benim bir sorunum daha var." Her şeyimiz tamam da bir tükürük hokkamız eksikti zaten.

"Ne, söyle peri kızı."

"Ben nerede kalacağım? Bütün eşyalarım evde ve ben o eşyaları ne almak istiyorum ne de gitmek istiyorum. Kitaplarım orada." Onların aldığı bir şey istemiyorum. Tek isteğim kitaplarım. Kendi ayaklarımın üzerinde duracaksam, okumam gerek.

"Ben onları hallederim peri kızı. İyiysen beraber gidelim şarkını söyle paranı al, sonra bana geçeriz ne dersin?" Başka bir seçeneğim yok ki. Bugünüm, yarınım yok. Sanki kısacık bir anın içinde hapsolup kaldım. Ne çıkabiliyorum, ne de başka bir ana geçe.

"Olur."

"O zaman hadi kalk peri kızı." Barın önüne gelmiştik. Tolga'nın elini sıkmaya başladım, o da bana destek vermek için elimi tutup yüzüme baktı. Güven veren bir gülümseme vardı yüzünde. Adamla konuşup anlaştıktan sonra sahneye çıkacaktım ve içimde bir şey mutlu olacağımı söylüyordu. En ön tarafa Tolga oturmuştu beni izlemek için. Ses deneme yaptıktan sonra sarkıya bıraktım kendimi.

Hayat o kadar acımasızki sevgilim.

Verdiği her şeyi geri alır da sonu gelmez.

O gün gelir yüzleşirsin geçmişinle.

Sokaklar dile gelir, söylemezler yanlış nerede.

Hadi beni kurtar beni bu hayattan.

Gel, kurtar beni bu azaptan.

Hadi kurtar beni yine eskisi gibi.

Bir baba sevgisi gibi.

Ağır ve yavaş.

Günah o kadar acımasız ki sevgilim.

Nefes alıp verirken azap çeker ruhun bile.

O gün gelir yüzleşirsin geçmişinle.

Sokaklar dile gelir söylemezler yanlış nerede.

Hadi kurtar beni bu hayattan.

Gel kurtar beni bu azaptan.

Hadi kurtar beni yine eskisi gibi.

Bir baba sevgisi gibi.

Yine eskisi gibi.

Bir baba şefkati gibi.

Ağır ve yavaş.

Gel, kurtar beni bu azaptan.

Söylerken gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Akan her yaşta babamın sevgisi de akıp gidiyormş gibi. Her satırlarda ailemi kaybediyormuşum gebi. Kendimi o kadar kasmıştım ki vücudumu hissetmiyor, ayakta duracak gücüm kalmamıştı. Tolga bunu farketse de elimle işaret yaptım ve şarkıya devam etim.

Tolga'nın anlatımı.

Canımı sıkan bir şey vardı. Evde duvarlar üstüme geliyordu, en iyisi gizli sığınağıma gitmekti. Luna parka girdim gizli yerime tam adım atacakken ağlama sesi geliyordu. Bir an şok olsam da içeri adım attım. Eda'ydı, burada ne işi var? Yanına geçip oturdum. 'Yine ne oldu peri kızı?' ağlaması dinmiyordu. Kendime çektim ona sıkıca sarıldım. Saçına öpücük kondurdum birazda olsa sakinleşmişti. Kendine geldiği zaman olan biteni anlatınca ben bile inanmadım.

Belki yalan söylüyorlar diyecektim ama onun gözlerindeki her şey gerçekti. Ona barda şarkı soylemesini teklif edince kabul etti. Bana kalsa çalışmasına gerek yoktu. Kendi şirketimizden aldığım maaş yeter de artar. Ama ona söylesem asla bunu kabul etmezdi. Ben de kafede söylemesini teklif ettim. Bir şarkıcıya ihtiyaçları yoktu, Eda için onlarla konuşup alacağı maaşı benim ödeyeceğimi ama onun bunu bilmemesini söyledim. Neyseki uzatmadılar daha fazla. Kafasını dağıtmak için bugün başladı.

Şarkılar bitince parasını aldıktan sonra arabaya binip dağ manzaralı yere gelmiştik. Hava kararmış yeşillik ve yıldızlar.. Burası benim ikinci huzur bulduğum yerdi. Eda arabadan inip kendini yere bırakıp gök yüzündeki yıldızlara bakmaya başladı. Hala gözündeki yaşlar devam ediyordu. Bu kadar ağlaması hiç iyi değildi. Kaç saattir yemek yememişti, ne kadar ısrar etsem de yemedi belki biraz hava alırsa iyi gelir.

"Eda."

"Efendim."

"Bak bunu yemezsen bende yemiyorum hadi beni kırmada ye ne olur." En son duygu sömürüsü yapmaya başladım. Neden biliyorum ama çok farklı bir hiss var içimde. Yapma Tolga sen babanın isteği üzere evlilik yapacaksın. Başkası olmaz, olamaz. Bir söz verdin, tut.

"Sen ye Tolga benim hiç iştahım yok lütfen zorlama."

"Bende sana küstüm ve yemek yiyene kadar seninle konuşmuyorum, ne de yemiyorum hıh."

"Tamam yiyeceğim küsme." İşe yarayacağını biliyordum. İkimzde aldığım yemekleri oturarak yedik. Yemekten sonra uzanıp gökyüzündeki yıldızları seyretmeye başladık.

"Bak sana ne anlatacağım." diyerek söze başladım. Kafasında kurup durmasını istemiyorum. "Yıldızlar parlarken orta büyüklükte bir yıldız varmış. Etrafına ışıklar saçan bu yıldız mutluymuş. Hayata olumlu bakar, gezegenleri izler, onlardaki canlıları seyredermiş. Etrafına mutluluk saçan bu yıldız, birgün göktaşı çarpması ile küçük parçalara ayrılmış. Dağılmış, parçalanmış, kırılmış, gamzelerini kaybetmiş. O artık parlak koca bir yıldız değilmiş.

Arkadaşları ne derlerse boş. Bir şey yapamazlarmış. Gülümsetemezlermiş. Göktaşından süzülen göz yaşları soğuk damlalar halini alıp buz tutmuş. Kalbi soğumuş, hissedemez olmuş.

Geçmişinde, benliğinde, kaybettiklerinde, kazanabileceklerinde tutuklu kalmış. Yıldızlar dokunmazlar, dokunulamazlar, uzaktırlar. Parlarlar, hissederler, bunu kaybettiler mi onlar artık yıldız olamazlar.

Pes etmiş, hüzünlü, sefil dolanan bir kuyruklu yıldız varmış, artık durmak, seyretmek, huzur istermiş ama onu kimse durduramazmış. Ne kadar durmak istese de duramazmış. Bir gün karşısına bizim hüzünlü küçük yıldız çıkmış ve çarpışmışlar tek beden olmuşlar. Alevlenmişler parlamaya başlamışlar. Sakinleşmişler küçük yıldız parlamış, kuyruklu yıldız ise sonunda durmuştur. Büyük koca şekilde parlayan yıldız olmuşlar.

Gel zaman git zaman etrafta biriken küçük parçalarla büyüyüp gezegen olmuşlar. Eskiden güneşi yansıtan bir araç iken şimdi ise içinde bir sürü kadife gül biriktiren gezegen olmuşlar. Etrafta olan yıldızlara mutluluk saçmışlar. Umut her zaman vardır ne kadar küçülsen de, ne kadar hızlı gitsen de. Ne kadar ağlasan da, ne kadar pes etsen de yaşamdır. Birgün döktüğün gözyaşlarıyla oluşan topraklar, filiz verip kırmızı güller açtırır elbet...

Sözün özü küçük hanım: Bu hayatta hem yıkılırsın hem de ayağa kalkarsın. Eğer yıkılmazsan ayakların üstünde asla duramazsın. Çünkü düz yoldan, inişli çıkışlı yol seni hedefe daha çabuk ulaştırır. Yara alarak büyürsün. Yara almadan sadece yürümeyi öğrenirsin, yaşamayı değil. Hadi kalkalım hava soğumaya başladı, bir de hasta olma." Önce yüzüme bakmış, daha sonra başını ağır ağır sallayarak onaylamıştı. Kendince ne kadar haklı olup olmadığımı tartarak söylediklerimi düşünüyordu.

Sessiz geçen bir araba yolculuğunun sonunda eve gelmiştik. Eda uyumuştu onu uyandırmadan kucağıma alıp eve taşıdım. Kendi yatağıma uzatıp üstünü örttüm. Rahatlamak için duş alıp elime bir bardak kahve alarak terasa çıktım.

Niye bu hayat saf ve masumlara oynuyor? Suç mu evlatlık almak? Suç mu onu diğer çocuklarından ayrı tutmak? Hayatın ne göstereceğini asla bilemeyiz. Belki çok güzel bir hayatın olur, belki berbat bir hayatın... Bu hayata sakın teslim olma eğer olursan o zaman yaşama..

 

Loading...
0%