Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Hiç

@mavibirhayal22

Şefika'nın anlatımı.

Işıklı birer bahçedir hayal. Işıklar geceyi süsleyen yıldızlardır. O kadar kalabalık, o kadar ışıl ışıl ki, birisi kaybolursa, yerini hemen diğeri doldurur. Asla ışığın eksilmesine izin vermez. Gözlerin ışıklara her sataştığında kendini çok başka bir alemde bulursun. Asla oradan çıkmak istemez, ömrünün sonuna kadar orada kalmak istersin.

Seni sen yapan, büyük, küçük her hayalin o bahçede saklıdır. Hangisini görse gözlerin, hemen o hayalin içinde bulursun kendini. Bazen yediğin bir çikolatanın tadı sakldır o hayalde, yeniden yiyeceğin zaman alacağın haz. Bazen de bir parça huzur, bazen de mutluluktan akacak bir damla gözyaşı. Eksiği, fazlası, seni mutlu ve ya mutsuz eden her şey o hayaller bahçesinde saklıdır.

Ama bu bahçe herkes için aynı ışıltıya sahip olmaz. Kiminin bahçesi ışıl ışılken, kiminin bahçesi de zifiri karanlıktır. Hayalin aydınlığında kaybolmaktan korktuğu için hayal kurmaz. Oysa bir defa hayal kursa asla bırakmaz. Hayal umuttur aslında. Bir hayalin varsa, yaşamak için bir umudun da vardır. Yaşamaktan yorulan insan hayalini asmayı seçer zifiri karanlık gökyüzünde.

Enes'in anlattığı hikayeden sonra biraz daha konuşup dinlenmek için odaya geçtik. Enes kendi odasına Berk'te salona geçti. Eda ile ikimiz birbirimize baksakta, bir şey demedi. Gözleri yaşadığı tüm duyguları anlatıyordu aslında. Onu daha fazla yormamak için "Hadi uyuyalım. Uyku biraz da olsa iyi gelir" dedim. Küçük ölüm acılardan uzaklaştırır insanı. Bu gece onu yalnız bırakmamak için sarılarak onunla uyudum. Bir süre sora düzenli aldığı nefeslerden uyuduğunu anladım. Oysa bana bu gece yine uyku haramdı. Sahi en son ne zaman deliksiz uyudum ki ben?

Sabah sabah Eda'nın uyandırmasıyla gözlerimi araladım. Ne zaman uyuduğumu bilmiyordum, tek bildiğim İstanbul'un beni daha da yorgun bıraktığı. Bedenim değil, her geçen gün zihnim daha fazla yorgun düşüyor.

"Kuzum hadi uyan. Uyansana be, sen kaşındın o zaman." Gıdıklanmakla uyanmak pek tercihim değil ama olsundu. İkimizin de kahkahası odayı sarmıştı. Yorgun ruhum biraz da olsa dinlenmişti. "Kalk hadi bizi bekliyorlar kahvaltıya uykucu."

"Tamam kalkıyorum. Saat kaç?"

"8.15. Ben geçiyorum sende gel hemen." Kişisel ihtiyaçlarımı karşılayıp mutfağa indim. Eda ve Enes'in konuşmasını sessizce dinledim:

"Günaydın"

"Günaydın nasılsın? İyi uyuya bildiniz mi?"

"İyiyim. Çok sağol bizi dün kabul ettiğin, evini açtığın için. Şey birde siz uyurken ben kahvaltı hazırladım izinsiz biraz mutfak dolabını karıştırmış olabilirim kusura bakma." Eda güzel yemek yapar aslında. Yalnız yemeği sevmediği için de çoğu zaman dışarda yemeği tercih eder. Bugün kahvaltı hazırlayarak geçmişi geçmişte bırakmak istediğini anlayacak kadar tanıdım.

"Yok önemli değil Eda, burası da kendi eviniz misafir değilsiniz. Misafir dediğin 15 dakika olur. Rahat olun hadi sen Şefika'yı uyandır ben de Berk'i, çaylar soğumasın." 15 dakika mı dedi o, ben mi yanlış duydum? Yok canım bu kadar da benzerlik olmaz ki. Akraba olma ihtimalimiz kaç?

"Şefika'yı uyandırdım gelir birazdan." Geldim bile. "Yardım edilecek başka bir şey var mı?"

"Kahvaltıyı sen hazırladın zaten bir tek çayları masaya götürmek kaldı."

"Tamam ben hallederim." Mutfaktan çıkacakları zaman kapıda beni görmeleri ile biraz duraksalar da "Günaydın" dedikten sonra devam etmiştiler. Çalan kapı ile elinde sıcak simit ve poğaçalarla içeri giren Berk beklemiyordum açıkcası. Tek beklemeyen ben değilmişim, Eda'nın bakışlarından anlamıştım. Sessiz geçen kahvaltı sonrası "Şefika kalkalım mı?" Hıh ben unutmuşum.

"Tamam. Çantamı alayım çıkalım."

---------------

Enes ve Şefika evden çıktıkları zaman Berk bir süre sevdiğini izlemiş, verdiği karardan emin olmuştu. Bugün onu kendisi ile tanıştıracaktı.

"Eda çıkalım mı? Seni götürmek istediğim bir yer var." Eda ne kadar merak etse de, gergin duruşundan zorlandığını anlayarak bir şey dememiş, düşüncelere dalmıştı. Duran araba ile kendine gelmiş, etrafına baktığında aklına bile gelmeyecek yer ile şaşkınca Berk'e bakmıştı.

"Biliyorum, beni neden buraya getirdin diye soruyorsun kendine. Seni tanıştırmak istediğim birisi var. Eğer bir şeylere başlayacaksak arada sır olmadan başlayalım istedim. Benim tüm geçmişim burada." Diyerek Eda'ya bakmış, sonra arabadan inip kapısını açmıştı. Bir süre sessizce Berk'i takip etmiş, durduğu zaman arkasından bir adım kenara çıkarak mezarda yazılan isme baktı "Harun Demir" Başını kaldırıp Berk'e baktı soru dolu gözlerle.

"Tanıştırayım babam. Tek ailem. " Sonra mezara dönüp "Baba ilk defa sana yanımda sevdiğim kadınla geliyorum. Mutlusun şimdi. Oğlum geçmişi aştı diyorsun. Evet baba ben kalbimi buldum." Elinden tutup anlatmaya başladı Berk.

"5 yaşındaydım henüz. Annem ve babam arasında bir ayrım yapmazdım, ta ki ogüne kadar. Okuldan erken çıkmıştık. Babam kreşten izin almıştı. Anneme sürpriz yapacaktık. Ama en büyük sürpriz bize oldu. Eve geldiğimizde çok heyecanlıydım. Annemin doğum günü için sürpriz hazırlıyorduk. Her şeyi almıştık. Babam kapıyı açınca koşa koşa eve girmiş, çantamı salona bırakmak istemiştim. Annemi başka bir adamla o halde görünce donup kalmıştım. O zamanlar ne olduğunu anlamamıştım. O anı hatırlıyorum da babam öylece kalmış, elindekiler yere dökülmüştü. O ise babama bakıp "Görmen iyi oldu beni anlatma zahmetinden kurtadın." deyip adamın elini tutarak evden gitmişti.

Büyüdüğüm zaman anlamıştım olanları. Tüm kadınlardan nefret ettim. Kapattım kendimi her şeye. Güvenmedim hiçbir kadına. Nasıl güveneyim ki, o görüntüden sonra. Babam çok sevdi. Kendini sorguladı hep. "Ben yeterince sevemedim" diyordu. Dedem hiç sevmemişti onu. Hatta o gittiğinden sonra bana da nefretle bakmıştı. Dedemle aramda hiçbir zaman bir bağ olmadı. Babamı kaybettikten sonra vasim oldu.

Her onu dinlemediğimde cezalar verirdi. "O kadının oğlusun ona benziyorsun" dediği her an kendimden nefret ettim ben. Sana buraya gelmeden önce söylediğim kelimeler bu yüzdendi. Ben inanamadım. Bir kadının masum oluşuna. Para pul önemsememesine. Ben korktum. Ördüğüm duvarın yıkılmasından korktum. Şimdi anlıyorum ki ben o duvarı seni görünce yıkmışım. Şimdi ne desen kabulüm. Affetmesen anlarım. Ben eşşeğin tekiyim" Öyle bir sarıldı ki kadın tüm yaralarına merhem olmak istercesine. Geçmişini silemezdi biliyordu, ama geleceğine bir el olabilirdi. Şimdi anlatma sırası kadındaydı...

-------------------------

Enes'le birlikte evden çıkmıştık. Yol kenarı kalabalık insan dolu. Kimisi acele ediyor bir yere yetişmek için, kimisi kendinden kaçmaya çalışıyor. Kendi düşüncelerimden arabanın durmasıyla sıyrılmıştım. İki katlı bir binanın önünde durmuştuk. "Mavi Sahaf" yazıyordu üzerinde. Huzurun başlangıç noktası mavi. Bu yüzden değil midir: "Peygamber efendimiz üzülünce göğe, sevinince toprağa bakarmış. Yerde tevazu, gökte huzur varmış"

Birlikte içeri geçince kitap kokusuyla mest olmuştum. Ama sadece kitap kokusu değil içeri gül kokuyordu. Yüzümde bir tebessüm oluştu. Neden gül anlamıştım. Enes içeriyi tanıtıp çıkmıştı. İlk kat kitaplarla doluydu. İkinci kat ise küçük bir kafe gibi organize edilmişti. Bir taraf tüm duvar boydan boya tablolarla dolu, diger taraf ise sade ve elif ve vav çizilmiş bir duvardı.

Resimlerin yanında minderler konulmuş, 3 tane ney bırakılmıştı. Usulca yaklaşıp birisini elime aldım. Benim için en güzel anlardan birisiydi. Daldığım huzurdan kapının sesiyle çıkmıştım. Gelenleri bekletmemek için alt kata indim. Karşımda 5 öğrenci ve 50 yaşlarında bir adam vardı. Sanırım Enes'in anlattığı kişilerdi.

"Merhaba hoş geldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?"

"Merhaba Enes beye bakmıştık. Kendisi yok mu?"

"Enes beyin işi çıktığı için bugün ben ilgileniyorum. Siz Asaf bey olmalısınız." Başını evet anlamında sallayınca tebessüm ederek konuşmaya devam ettim "Bu taraftan buyurun lütfen. Enes istediğiniz eşyaları yukarı bırakmış. Tablolarımız ikinci katta. Rahat oturup anlatım yapabilirsiniz. Çay ve ya kahve isterseniz hazırlayabilirim"

"Enes burayı kimseye bırakmazdı. Nasıl size bırakmış anlamış değilim. İlk defa görüyorum sizi yeni mi çalışmaya başladınız?" Doğru ben kendimi tanıtmayı unuttum. Aklımı nerede bıraktığımı bazen çok merak ediyorum.

"Hayır burada çalışmıyorum, sadece bugün yardım için buradayım." Adam bir anda durup şaşkın şaşkın yüzüme baktı.

"Enes yardım istedi öyle mi?" Neden bu kadar şaşırdı acaba? Seni hiç tanımıyorum Enes, ama bir o kadar da tanıyorum. Nasıl bir ikileme düşürdün beni?

"Neden bu kadar şaşırdınız bilmiyorum. Ve evet bugün yardım için buradayım. İşi bittiği zaman kendisi gelecek buraya." Sanırım garip karşılaması gerilmeme sebep oldu.

"Kusura bakmayın. Burası Enes'e babasından yadigar. Şimdiye kadar ne bir yardımcı aldı, ne de kimseye yardım için izin verdi. Şaşırma sebebim bu. Yalnış anlamayın." Peki bana neden izin verdi? Ne yapmaya çalışıyorsun Enes?

"Anlıyorum sorun değil. İçeçek bir şey ister misiniz?" Hayır diyerek öğrencileri ile derse başlamıştı. ben de elime kahve alıp onlardan uzak bir masaya oturup anlatılanları dinledim. Ne kadar dinlesem de her defa sanki ilkmiş gibi heyecanlanıyorum. Ders bitince Asaf bey tabloların yanına ilerlemiş, bir bir anlamını yorumluyordu. "Hiç"e gelince durdu.

"Bakın çocuklar. Kendisinde en büyük anlamı taşıyan kelimedir "Hiç". Bazen bir bilinmezliğe düşersin. 'Nasılsın? Neden böylesin?' sorusuna tek cevabın vardır "Hiç". Bir makamdır hiç anlayana. Bilir misiniz hikayesini?" Hayır cevabını ögrenince başladı anlatmaya

"Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen bir HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl çömleği tutan dışındaki biçim değil içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir" der Hz. Mevlana.

Daha fazla para, daha fazla güç ve maddi olarak mevcutta sahip olduklarından daha fazlasını isteme hali, insanın kendi farkındalığına varmadığının göstergesi. Yaşadığımız hayat, sahip olduklarımız gerçekte büyük bir yanılsamadan ibaret. Hayatımızı algılarımıza göre şekillendiriyoruz. Hayallerimiz, çocukluktan itibaren içine sokulduğumuz kalıplarla oluşmuş. Mutluluğu maddiyatta arıyoruz. İçinde bulunduğumuz ortamlar da, bizi bu yöne sürüklüyor. Aslında gerçek mutluluk bizim içimizde, kafamızda yarattığımız şekillerde, duygularımızda. Mutluluğu yakalamak için ihtiyacımız olan ise kendi farkındalığımıza varmada.

İnsanın farkındalığına varması, evren içindeki küçüklüğünü ve acizliğini kavraması üzerine doğu ve batı felsefesinde bir çok düşünür, felsefeci ve bir çok manevi lider kafa yormuş, çalışmalar yapmış. Batı felsefesinde daha çok nihilist yaklaşımlar hakimken doğu felsesinde Tanrı'nın evrensel hakimiyetine ulaşılmış.

Manevi anlamda HİÇLİK, Tanrı'nın yüceliği ve bilgeliği karşısında, O'na hayranlık ve saygı duyarak, kendi küçüklüğünün farkındalığını yaşama hali olarak açıklanıyor. Hiçlik, büyük bir bilgeliktir. Hiçlikte bilginin getirdiği tevazu vardır. Hiçlikte kendini ve haddini bilme hali vardır. Hiçlikte gurur ve kibir yoktur.

Makam, zenginlik ve sağlık geçicidir. Önemli olan bunlara sahipken değerini ve sonu olduğunu bilmektir. Nasrettin Hoca'ya sormuşlar:

-Kimsin?

"Hiç" demiş Hoca, "Hiç kimseyim." Dudak büküp önemsemediklerini görünce, bu defa Hoca sormuş:

– Sen kimsin?

"Mutasarrıf" demiş adam kabara kabara.

"Sonra ne olacaksın?" diye sormuş gene Nasrettin Hoca.

– Herhalde vali olurum.

– Daha sonra?

– Vezir

– Daha daha sonra ne olacaksın?

– Bir ihtimal sadrazam olabilirim.

– Peki, ondan sonra?"

Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş: "Hiç."

– Daha niye kabarıyorsun be adam! Ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: "Hiçlik makamında!"

Hz Mevlana ise hiçlik makamında olduğunu şöyle anlatmış. "Sen benim bu alemde ünümü duymadın mı hiç ? Ben bir hiçim, hiç!"

Hiçlik kendinden vazgeçiştir. Seni yaratana koşulsuz şartsız kendini teslim etmektir. Kendinizi bir başkasından üstün görüyorsanız aşktan bahsetmeyin. Bu yola hiç girmeyin. Yolun uzunluğuna dikenine bakıp adım atmadan yorulacaksanız ne kendinizi kandırın, ne de bir başkasını." diyerek konuşmasını tamamlamıştı. Kaç defa dinlesem de her defasında daha çok içinde kaybolduğum hikayedir.

"Sizi de işinden ettik kızım. Umarım konuşmalardan rahatsızlık vermemişizdir." Böyle güzel şeylerden sıkılmak mı? Tebessüm ederek

"Olur mu öyle şey ne demek sıkılmak. Bazı kısımlarda müdahele etmemek için kendimi zor tuttum diyebilirim. Ben öğretmenim, aynı zamanda tasavvuf üzerine üniversitede ders veriyorum. O yüzden böyle güzel konuşmadan sıkılmam."

"Öyle mi. Şimdi anladım Enes'in burayı size bırakmasını. Hangi üniversitede çalışıyorsunuz?"

"Azerbaycan'da ders veriyorum. Tatil için buradayım. "

"Çok sevindim. Bu devirde tasavvufu derinden anlayan çok az kişi var. Herkes görünene odaklanmış, perdeyi aralamak zor gelir onlara." Haklıydı.

"Hocam nasılsınız? Bitti mi dersiniz?" Enes'in sesi ile ona dönmüştük.

"Bitti evladım. Sen nasılsın? "

"İyiyim hocam. Küçük bir işim vardı. Katılamadım size. Kusura bakmayın."

"Ne demek evladım. Çok mutlu oldum. Burayı böyle görünce." Ne demek istediğini ben anlamamıştım ama Enes anladığı için tebessüm etti. Bir şeyler döndüğü kesin, hadi hayırlısı.

"Bir dahaki sefere eşlik ederim inşeAllah. Buyurun bir çayımızı için"

"Yok evladım. Bir saat sonra dersim var. Anca yetişirim. Bize müsade."

"Müsade sizin hocam." diyerek yolcu etmişti. Bu sırada ben de bir kahve yapmıştım.

"Eline sağlık. Nasıl geçti diye sormuyorum. "

"Afiyet olsun. Bence de sorma, ben halimden gayet memnunum. Hatta bir daha olursa arada konuşmalara katılmayı düşünüyorum" deyince oda gülmeye başladı. Kahvemiz bitince

"Kalkalım mı? Bizimkiler aradı. Bizi bekliyorlar." Neylere bakarak

"Olur çıkalım ama bir söz alayım sonra çıkalım.

"Ne sözü?"

"Ney ügleyeceksin. Küçük bir konsere hayır demem." Tüm günü beleşe getirecek değilim tabi ki. Evet dinlediklerim kaybettiğim zaman değil, kazandığım zamandı ama yine de bir konsere hayır demem.

"Ben de zor bir şey isteyeceksin sandım. Konser borcum olsun. Hatta sana hediyem olsun" diyerek neylerin yanına adımladı. Eline neyi alıp kılıfına yerleştirerek bana döndü. "Bu mansur ney. Üfleyemem deme. Kalpten isteyince üflersin. Havaalanında kabul etmemiştin, şimdi geri çevirme" Ben nasıl geri çevireyim böyle güzel hediyeyi. Ney benim için sıradan bir hediye değil. Hayalim ilk neyimi hissederek alacağımdı. Konya sokaklarında kız neyimi aldım.

"Enes bir daha seminer falan var mı? Seve seve kabul ederim ama bir daha ki hediyem güzel bir tablo olsun" diyerek şakaya alınca o da gülmeye başladı. "Teşekkür ederim. Bu güzel hediye için." diyerek sahaftan çıkmış arabaya binmiştik. Bakalım bizimkiler nerede ne yaptılar?

--------------------

Merhaba hasta yazarınız sahalara geri dönme kararı aldı) Nasılsınız görüşmeyeli? Bölümü nasıl buldunuz? Size hediye olarak Eda ve Berk ekledim azıcık. Berk'i şimdi daha iyi anlama fırsatınız olmuştur. Neden kadınlara güvenmediğini Eda'ya anlattı. Bakalım Eda geçmişini nasıl anlatacak?

Gelelim asıl meseleye. Enes ve Şefika hakkında ne düşünüyorsunuz?

Şimdiye kadar sahaf için kimseden yardım istemeyen Enes, Şefika'ya nasıl bıraktı hiç düşünmeden?

Aklından ne geçebilir? Siz ne düşünüyorsunuz?

Yeni bölümde görüşürüz, sağlıcakla kalın. Yazarınız bir geçmiş olsun dileklerinizi alır)

 

Loading...
0%