@mavibirhayal22
|
Her insan kendi kalbinin esiridir. Kimisinin kalbi sevgi doludur. Her zerresi çiçek bahçesi. Baharın vücut bulmuş halidir. Merhametin ev sahipliği yaptığı kalbin misafiri sevgidir, aşktır, saygıdır. Aldığı her nefeste huzur solur. Vücuda yayılan her kan damlası daha zinde tutar insanı. Tüm vücuda kalpten yayılan sevgi sirayet eder. Ne birine kin güder, ne de nefret eder. Kendine yasaklamıştır bir kere. Kimisinin kalbi ise cehennem ateşidir. Her yer yangın, ateş topu. Karanlık dört kapılı odasını sarmıştır bir defa. kurtuluş yoktur. Siyahlara bürünen evin sahibi intikamın misafirleri kin, öfke, kibir, egodur. Kendisinden başka kimseyi düşünmez o kalp. Her yanı simsiyahtır. Kendi karanlığı ona gün ışığı gibi yansır. Çoğu zaman düşünür insan kurtuluş yolunun olup olmadığını. cevabı hep yalnış yerde arar. Dedik ya cehennem ateşidir diye. Her sorduğu soruya kalbi değil, şeytan cevap verir. 'Benden kurtuluşun yok. Bir defa cehenneme geldin, bir daha çıkamazsın. Attığın her adım seni karanlığa sürükleyecek. Gün geldiğinde kendi karanlığında yok olacaksın.' Aldanır insan şeytanın katran karası sözlerine. Oysa bir defa Allah derse kalben kurtuluşa erecektir. Simsiyah evi masvami huzura boyanacktır. Bunun farkında değil insanoğlu ne yazık ki. Kendi boğulduğum karanlığımdan aydınlığa çıkma zamanı gelmişdi. Gözlerimi açtığım zaman beyaz tavanla karşılaşmam uzun sürmedi. Ne çok zaman geçdi gözümü beyaz tavana açmayalı. Ah küçük kız ne acılar çektin bu dört duvarın arasında. Kimsesiz, sessizce döktün gözyaşlarını sırf kardeşlerin hastalığını bilip de senin için üzülmesin diye. Üzerinden daha 5 ay geçmeden kimsesiz kaldın. Yeniden aynı acıların bin katını çektin öğrendiklerinin ağırlığı altında. Geçmişin tozlu sayfalarından açılan kapıyla sıyrılıp benden izinsiz akan gözyaşlarımı kuruladım. Sanırım kapalı alanda kaldığım için bayılmışım. Çok küçüktüm sabahtan akşama kadar dolabın içinde kapalı kaldığım zaman. Çocuk aklı işte bulamasınlar diye saklanmışdım. Gerçekten bulamadılar, ya da bulmak istemediler bilemem. "Geçmiş olsun hanımefendi iyi misiniz?" Değilim. Hastane odası iyi gelmedi bana. Geçmişim yeniden kendini hatırlatmak için gün yüzüne çıktı. Dayanamıyorum artık. "Teşekkür ederim iyiyim. Hastaneye siz getirdiniz sanırım." Ah ne büyük yalan şu 'iyiyim' kelimesi. Her harfine bnlerce acı ve bin yalan saklıdır. Görmeyi bilen anlar sadece o yalanı. "Evet ben getirdim. İyi olduğunuzu görmeden gitmek istemedim." "Yardımınız için teşekkür ederim. Zahmet verdim size de. Beklemişsiniz kusura bakmayın gece gece rahatsız ettim sizi." Mahcup olmuştum tanımadığım adama karşı. Bu zamana kadar beklemiş. Bir başkası olsa belki de orada bırakıp çekip gitmişdi, ya da bu saate kadar beklemezdi. "Önemli değil Eda hanım. İyiyseniz çıkalım." "Teşekkür ederim. Ben rahatsızlık vermeyeyim. Kendim giderim." "Peki siz bilirsiniz. Tekrar geçmiş olsun." "Sağolun." Hıh gitti adam. Aman yanımda kalacak değil ya. Buraya kadar getirmiş orada bırakmamış önemli olan o. Birden kapı çaldı, 'gir' diye seslendim içeri Mert girdi. Senin burada ne işin var acaba? "Eda nasılsın? İyi misin? Neyin varmış? Neden bayıldın?"Aha kesin Şefikayla bir akrabalığı var. İki saniyede taramalıya bağladı. Bir de kadınlara derler. "Mert biraz nefes al ve tek tek anlatacağım ama ilk önce hastaneden çıkalım hadi." Burada kaldığım her saniye boğuluyorum. Nefes almak bile güç. Ne kadar kaçarsam kaçayım her zaman peşimden gelecekler. Kaçmak yerine olduğum yerde bekliyorum ama yine de gitmiyorlar. "Tamam Eda." Çıkış işlemlerini halletmek istediğimiz de Faturayı şirketin ödemesi garibime gitti. Kendi başımın çaresine bakmaya alışan ben afalladım. Tek kelime etmeden arabaya binip yolları izlemeye başladım. Biliyorum Mert benden cevap bekliyor ama konuşacak halim yok. edeceğim tek kelime beni hıçkırıklara boğacak biliyorum. Yeteri kadar ağlayamadım çünkü. Beni kendimle yalnız bırakmayan telefon sesim oldu. Ee arayan kim tabi ki benim canım arkadaşım aramış. "Kuzum nerdesin sen ya, kaç kez aradım seni. Delirdim burada. Başına bir şey mi geldi?" "Kızım bir dur ya nefes al. Sırayla gel. Önce iyiyim sen nasılsın?" "Bırak şimdi iyiyi kötüyü nerdesin sen? Sesin niye tuhaf geliyor?" "Hastanedeydim..." Bombanın kırmızı pimi an itibariyle çekilmişdir. Benden kat kat fazla evhamlı olan arkadaşımı durdur durdura bilirsen. "Nee? Ne hastanesi? Ne oldu? İyi misin şimdi?" Ben demişdim değil mi? "Yavaş Şefika, iyiyim asansör durunca bayılmışım. Biliyorsun klostrofobim var benim." "Oh rahatladım. Neyseki iyisin. Başka bir şeyin yok degil mi?" Uzun süre inanmayacağı ve irdeleyeceği kesin. "Yok kuzum iyiyim. Asansöre benimle bir adam bindi o götürmüş hastaneye. Sağ olsun kendime gelinceye kadar beklemiş." "Allah'tan yalnız degilmişsin canım. İnsaflı biriymiş ki, orda bırakmamış. Şimdi neredesin?" İyi ki yalnız değildim. Şu an nasıl bir durumda olurdum hiç bilmiyorum. "Mert'le eve gidiyoruz." "Tamam kuzum eve varınca bana haber ver." Vermezsem her saat başı arayacağı da kesin. "Tamam canım. Öpüyorum." "Bende seni, bay." Yolda durumu Mert'e anlatmıştım. Zaten konuşmadan durumu az çok anlamışdı. Eve varınca halim olmayacağını iyi biliyordum. Kendimi iyi hissetmiyorum, ne kadar iyiyim desem de. Eve gelince direk kendimi yatağa bıraktım. Dinlenip kendime gelmeye ihtiyacım var. Yine kendimden kaçmak için uykunun kollarına sığınıyorum. Kendimi uykuya teslim ettim. Sabah kaçıncı kez telefon çalıyordu ama bir türlü gözlerimi açamıyorum. Dün yaşadığım beni derin bir boşluğa düşürdü. Uzun süre sonra yeniden geçmişe dönmem kendime büyük hasar vermeme neden oldu. karanlık bir çıkış noktası olarak geliyor şimdi. Ama telefonun sesi uyumama izin vermedi. En sonunda yataktan kalkıp telefona baktım Mert arıyordu. Sabahın köründe neden arıyor ki? "Alo." "Eda nerdesin? Aşağıda seni bekliyorum. Yoksa işe geç kalacağız." Bir de iş vardı değil mi? Kaçışın buraya kadar Eda. Hoş kaçamıyorsun da. Kaçmayı yıllar önce bırakıp savaşmadın mı? onların uçağa binişini izlediğin zaman dimdik kalkmadın mı ayağa? Şimdi bu yıkılmışlık neden? Hadi toparla kendini. "Ben işi hepten unutum Mert hemen hazırlanıp geliyorum." Telefonu kapatır kapatmaz hemen yataktan kalkıp dolabın karşısına geçtim. Buz mavisi dize kadar bir elbise giydim, saçımı dağınık örgü yaptım iki üç makyaj malzemesi alıp çantama atıp, ten rengi sitiletto ayakkabıyı alıp bütün eşyalarımı kontrol edip dışarı çıktım koşarak. "Günaydın Mert." "Günaydın Eda." Aymadı ama neyse. Sabah sabah hiç çekilesi havamda olmuyorum. Etrafımdaki herkesi kırıp geçmek huy haline geldi. "Hadi çabuk olalım işe geç kalacağız." "Tamam. Eda bin arabaya hadi son beş dakikan var." "Tamam." Arabaya bindiğim zaman hafif makyaj yapmak aklıma geldi. Ne kadar sevmesem de, güçlü görünmenin ilk kuralı güzel olmaktır. Bir an başımı kaldırdığım zaman gülen bir Mert'le karşılaşmayı beklemiyordum. Bana mı gülüyor o? "Ne gülüyorsun?" "Hiç." He canım ben de yedim sanki. "Gül gül seni de göreceğim ." İşe yetiştirmişdi Mert. Yakın olmanın avantajı diye buna derim. Benim için çok iyi olmuşdu. Hem Mertle de iyi anlaşdım. Burada tek arkadaşım oydu. Belki de kendini anlatmasaydı onunla da arama mesafe koyardım. Kendime bir kahve bir de tost aldım yemek salonundan. Asansörü görünce aklıma o gece geldi binsem mi, binmesem mi kararsız kaldım? Mecbur binmek zorunda kaldım. Odam 15. katda ve ben yürüyerek çıkamazdım. Hem vakit kaybı olur, hem de cenazem çıkar oraya. Odaya geçip kahveyi içtim. Kendimi tanıyorum işe odaklanıp öğlen yemek yemeyi unutacağım. Her zaman sabah bir tane de tost alıp masanın bir köşesine bırakırım. Oda da elimdeki projelerle uğraşırken çalan kapıyla 'gir' diye bağırdim, içeri Sanem girdi. Sabah sabah yine ne oldu acaba? Patron da geldi beni niye uğraştırıyorlar acaba? Kabül etmekle hata mı yaptım? "Ne oldu Sanem?" "Şey Berk bey odaya sizi çağırıyor." Hah patron efendi sonunda teşrif etmiş. Enver beyin torunu olduğuna emin olamadım. Nerede o sevecen adam, nerede bu buz kütlesi. Tanışmadan adamı yargıladım ama olsun. Bir hafta içinde hiç iyi şey duymadım hakkında. "Tamam Sanem. Sen çık ben geliyorum." "Tamam Eda hanım." Sanem odadan çıktıktan sonra işlerimi halledip Berk beyin odasına doğru yürümeye başladım. Azıcık beklesin ne olacak. Elimdeki işi yarım bırakmadan kalkamam ben. Aklım işde kaldığı için başka bir şeye odaklanamam. Kapıyı çalıp gir sesini bekledim ama ses yoktu. Bir daha çaldıktan sonra 'gir' diye ses geldi içeri girdim. Berk bey biraz sinirliydi projeler hepsi yerdeydi acaba ne oldu? Anlatılan doğru sanki. Bu bana da kan kusturur. "Merhaba. Berk bey bir şey mi oldu?" "Evet odu! Projeler hepsi berbat ve yarınki toplantıya yetişmesi gerek. Elimizde başka bir şey yok. Bu projelere niye hiç bakmadınız Eda hanım? Ne yaptınız geldiğinizden beri?" Yavaş gel be. Ne demek ne yaptın? Canım çıktı her şeye yetişeceğim diye. Patron değil misiniz hepiniz aynısınız. Hemen başlarsınız başkasını küçük görmeye. Unuttuğunuz şey ben sessiz kalmam. "Bu projeler hakında bir bilgim yok. Siz yokken oluşan toplantılardan fırsat bulup ilgilenemedim Berk Bey. Bağırıp çağırmak yerine detaylıca raporları inceleseniz ne yaptığımı görmüş olurdunuz. Ha vakit kaybı derseniz, sorsanız da anlatırdım. Ama görüyorum ki, siz dinlemeyi değil okumayı seviyorsunuz. Bunlar neden size geldi bilmiyorum. İlk önce bana gelmesi gerekirdi." "Ben de bilmiyorum neden bana geldiğini ama şimdi ne olacak?" Hah şöyle biraz da insan olun ya. İlla karşı tarafın sizin gibi sesini yükseltmesi mi gerek? "Elimde iki tane proje var iki tanesine de siz yardım ederseniz yarına kadar yetiştiririz Berk bey." "Tamam o zaman sen projeleri al ben de diğer işlerimi haledip geliyorum." "Tamam Berk bey." Anlaşacağımızı beklemiyordum ama çabuk orta yol bulduk. Helal bana. Kendi odama geçip, elimde olan dosyalarla toplantı odasına geçtim. Sakinleşmek için kendime kahve söyledim ama ayıp olmasın diye bir tane de despot efendiye söyledim. Bir kaç dakika geçmeden o da gelip yerine kuruldu. Hakkını yiyemem çizimleri iyi. Kahvemi bitirp dosyalara odaklandım. Projeler o kadar yordu ki bizi öğlen yemeği bile yemedik. Tam tersi aklımızdan çıkmıştı. Masamda olsam, tostu görürdüm ama şimdi onu da uuttum. Eski alışkanlığım olduğu için uzun süre yemek yemesem de canım pek istemiyor. Son projeyi de halletik ama bazı yerler kalmışdı. En fazla bir saatlik bir şeydi. Onu da yarın ben halledecektim. Saate bakınca işten çıkmam lazımdı, hatta yarım saat geçmişdi. Eşyaları toparlamaya başladım. Berk bey sandalyeye yayılmış gözlerini de kapatmış şekilde durmuşdu. Bu gün ikimiz de yorulmuştuk ama sonunda bitmişti. Tabi biten sadece dosyalar değildi. Sadece sunum gibi şeyler kaldı onların da hepsi benim başıma patladı neyse evde yaparım. Eşyaları kucağıma aldım tam çıkacakken. "Nereye gidiyorsun Eda?" Cehenneme gelmek ister misin? Ben niye ilk gün bu adama gıcık oldum? Ne güzel dün hastaneye götürmüş, yardım etmiş. Sakinleş azıcık. Unut duyduklarını. Toparla kendini. "Eşyaları odaya bırakacağım oradan da eve. Saat epey geçmiş." Ha şöyle sakince cevapla. "Sunum ne olacak? Yarına yetişmesi gerekiyor biliyorsun değil mi?" yok benim sakinlik iki saniye sürer anca. "Evet. Sunumu ben evde halledeceğim yarına yetişir merak etmeyin Berk Bey." bey lafının üzerine bilerek bastırdım. Halden anla azıcık be adam. Tükendim şurada. "Tamam o zaman." Kolundaki saate bakıp " Evet saat epey geçmiş yemek bile yemedik, eğer işin yoksa birlikte yemek yiyelim mi? Ben çok açım." Kesin bir kaç tahtası eksik. Az önceki adamla bu adam aynı kişi değil. "Teşekkür ederim benim evde biraz işlerim var. Başka zamana kalsa?" "Olur. O zaman çıkalım yoksa ben biraz daha kalırsam delireceğim." İkimizde gülmeye başladık. Odaya geçip çantamı alarak çıktım. Bu gün gerçekten çok yoruldum. Bir de Berk beyle tanışmak beni baya gerdi. Nasıl biri olduğunu hala çözemedim. Bir öyle bir böyle. Dakikası dakikasını tutmuyor. Sakin Eda fazla takma şu adamı. Eninde sonunda alışacaksın, ya da görmezden geleceksin. Baktın o da olmuyor geri dönersin İstanbula. Bu düşüncelerle işten çıkıp eve gitmeye başladım. Beni bekleyen sürprizden habersiz.
|
0% |