Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Tevafuk

@mavibirhayal22

Enes'in anlatımı

 

Aşk nedir? Nasıl anlarsın aşık olduğunu? Nefes alamaz gibi mi olursun? Yemekten, içmekten mi kesilirsin? Kalbin başka mı atar? Elin ayağın bir birine mi dolanır? Nedir değişen? Sen mi değişirsin, yoksa hayatın mı değişir? Cevap çok basit değil mi? Herkes cevabı bilir aslında ama cevap vermekten korkar. Kendisini en yalın haliyle anlatır bir başkasına çünkü. Aşk öyle kuvvetlidir ki, yalana dolana, sis perdesine ihtiyaç duymaz. Maskesiz, en yalın haliyle içinde çağlayan duyguları dışa yansıtır.

Bu yüzden korkar insanoğlu aşık olmaktan. Büyülü bir kapının anahtarı haline gelir sevmek. Oysa kendilerinden kaçıyorlardır da, haberleri yoktur. Kimisine aralanır sır perdesi. Yanar aşkın narında. Kimsesiz kalır kalabalıklar içinde. Yanar aldığı her nefeste. Yok olur gözlerini her kapattığında. Bile bile yürür ateşe. Dilinde dualar, yüzünde tebessüm, başı önünde adım adım yeniden dirilmek için yürür. Bilir aşık bir defa aşkın narında yanarsa, ölmeden ölümü tadarak yeniden dirilir benliğini öldürerek.

Benim için Konya çok önemli. Belki de aşkı, dostluğu en güzel anlatan kişilerden ikisi burada yaşamış.Birlikte attıkları her adımda yanmış ama yine de ah etmemişler. 'Hz. Mevlana der ki: Yorulacaksan, sıkılacaksan, keşkelere sığınacaksan, söze ama diye başlayacaksan girme aşk yoluna. Aşk der ki: yolumdaysan başım fedadır yoluna, ama bil ki, senin de başını isterim yoluma. Kahır, kapris gelecekse senden amenna. Ama ayağına diken batarsa, vahlanma. Aşk, bilek gücü değil, yürektir. Yüreğin yetmiyorsa, düşme yoluma.'

Ben aşkı ilk babamdan öğrendim. İlk öğretmenim, bana bildiği her şeyi öğreten oldu. Düştüğüm her kuyudan beni Allah (c.c.) yolunda yürüyerek kaldırdı. Babamdan öğrendiklerimi hocam daha da derinleştirdi. Şimdi kendisi Konya'da yaşıyor. Berk davet edince kıramadım ya da kırmak istemedim. Beni buraya her zaman çeken bir kuvvet olmuştur. Aldığım her davetde hiç düşünmeden kabul etmem de bu yüzden. Uçaktan yeni inmiştim. Tam valizi aldım çıkacağım bir ses duydum. Karışan bir bavul ve hüzne bulanan bir kadın. Kendinden vazgeçerek dokundu ney'e. Ah aşk değil midir kendinden vazgeçmek.

----------------------------

"'Ey sevgili sende bulduklarım değil, sensiz kaybettiklerimdir önemli' olan diye inlemektir aşk. Kimsenin göremediği bir semada kimsenin dokunamadığı bir yıldızı bağrına basmaktır aşk. Bulut bulut savrulmaktır yağmur mevsimlerine aşk. Titretmektir cihanı bir ah çekişiyle. Ve sonra başladığın yerde bulduklarındır aşk. Senden sana kalanları toplarken, sensizliği en deriniyle yaşamak. Özlemektir aşk. Beklemektir aşk. Gelmektir aşk. En çokta gitmesini bilmektir aşk. Ne adres aramak, ne adres sormak, bizzat adresin kendisi olmaktır aşk. Aşk vazgeçiştir sevgili. Serden, yoldan, her şeyden vazgeçmesini bilmek. Ve aşk avuçlarımızda kalan güneş tozlarıdır. Ve aşk her mevsimi gamlı bir hazan gibi yaşamaktır.

(Sinan Yağmur)"

----------------------------

Aksanından belli olmasa da, Türkiye'de yaşamadığını anladım. Hiçbir şeyi merak etmeyen ben bir damla gözyaşı ile merak eder oldum. Ah Enes ah, yanacağını bile bile merak etme. Merak demişken beni bekleyerek ağaç olan bir adet Berk'i unutmamak gerek. Hızlı adımlarla dışarı çıktığım da yanılmadığımı anlamam uzun sürmedi. Bir ay önce ayrılmış olsak bile, sanki yıllardır görüşmemiş gibi sarıldık. Budur kardeşlik.

"Oo Enes bey hiç gelmeseydiniz." Hah ne demiştim ben, kurtul kurtula bilirsen Berk'in dilinden.

"Sana da selam Berk. İyiyim kardeşim sen nasılsın?" Her zamanki, konuşmamız yine başlamış bulunuyor. Selam sabah etmeyen arkadaşıma inat her defa hatırlatmaktan bıkmam.

"Geç onları uçak 15 dakikadır indi neredesin?" iyi baba olur ha sorgu memuru gibi.

"Bir bayanla bavullar karıştı onun için geç kaldım. Oldu mu annecim?"

"Oldu oğluşum." Yüzümü buruşturdum.

"Yapma şunu diyorum ama nerede? Lafımı dinlesen dişimi kıracağım. "

Sonunda eve gelmiştim. İlk defa kalmama rağmen kendi evim gibi hissediyorum. Bu Berk'ten kaynaklı biliyorum. Çocukluğumuz birlikte geçti. Her düştüğümüzde bir birimizin elinden tuttuk. Kardeş olmak için kan bağına gerek yok, biz birlikte bunu qayet iyi anladık. Bu düşünceler içerisinde gözlerim kapanmış.

Sabah mutfaktan gelen seslerle uyandım. Her zamanki gibi kardeşim mutfağı yıkıyor. Biraz daha geç kalsam mutfak diye bir şey kalmayacak. Bir insan nasıl bu kadar beceriksiz olur örneğinin bir numarası diyebilirim. Ne kadar birlikte yaşasak da, hiç bana çekmemiş orası kesin.

"Ooo günaydın Berk efendi. Hayırdır kaçıncı dünya savaşı çıkmış?" Birkaç dakika daha geç gelsem yanacakmış ortalık. Bir aydır ne yiyor? Daha doğrusu nerede yemek yiyor?

"Ne savaşı oğlum kahvaltı hazırlayayım dedim ama gördüğün gibi." Eliyle mutfağı gösterdi. Görmesem daha iyiydi ama neyse.

"Tamam tamam ben hallederim hadi git üzerini değiş savaştan çıkmış gibisin." Kısa süre içinde mutfağı halletmiş, kahvaltı yapmıştık şimdi Konya sokaklarını gezme zamanı.

"Nereye gidiyoruz kardeşim?" Aklın değil ruhun götürdüğü yere. Ama önce uğramam gereken yer var.

"Benim çok sevdiğim bir hocam var kardeşim onun yanına gidiyoruz. Sonrası sen işe ben dergaha." Dedesine verdiği sözü en kısa zamanda tutmak için sıkı çalışan bir arkadaşım var. Geldiğim gün sabah beni bırakıp erken çıkmıştı. Ben de ruhumu dinlemişdim. Hiiçbir şey düşünmeden dolanmıştım sokakları. Sessiz, kimsesiz, gölge gibi. Ta ki, Meracel bahreyn'e gelinceye kadar.

Büyük Alim ve Mutasavvıf Hz. Muhammed Mevlana Celaleddin ile Hz. Muhammed Şemseddin-i Tebrizi 30 Kasım 1244 günü Konya'da ilk olarak burada buluşmuşlar. Hz. Mevlana ile Hz. Şemş'in ilk defa buluşup görüştükleri bu yer Kuran-ı Kerim'in Rahman Süresinin 19. Ayetinden alınan "İki denizin buluştuğu yer" anlamına gelen "Merace'l-Bahreyn" olarak adlandırılmıştır.

Konya Büyükşehir Belediyesi ise bu büyük buluşmanın Konya iklimine katmış olduğu önemden ötürü bu kandili burada hizmete sunmuştur. Her sene Şeb-i Arus 'Hz. Mevlana'yı Anma' törenleri sırasında bu kandil yakılarak Konya'dan başlayarak temsilen tüm Dünya'ya Hz. Mevlana ve Hz. Şemş'in ışığı saçılıyormuş. Alaaddin Bulvarı eski belediye binası karşısında bulunan Meracel-Bahreyn benim gibi bir çok başka insanların da dikkatini çekiyor.

İlk defa burada anlatmışdı babam onların tanışma anını. Hiç unutmam 8 yaşımda babamın doğum günü hediyesi beni aşkla tanıştırmak oldu. Babasının elini sıkı sıkı tutmuş küçük çocuk köşe başında, sanki bir an elini bıraksa babası onu burada bırakıp gidecekmiş gibi. Hem hayran hayran etrafını izliyor, hem de ürkek bakışları sık sık babasını buluyor.

Geçmiş

"Şimdi beni iyi dinle oğlum. Ama kulaklarınla değil, kalbinle dinle. Burası iki aşık ve maşukun buluşma yeri. Hangisi aşık, hangisi maşuk bilemezsin. O kadar birbirlerini tamamlıyorlar ki, ayırmak mümkün değil. Hani sana anlatmıştım ya Hz. Şems-i Tebrizi isimli yüce zatı, hatırlıyor musun?" İlgi ile babasını dinleyen küçük çocuk hızlıca başını evet anlamında salladı. Tek bir kelime ederse anın büyüsünü bozacakmış gibi hissediyordu. "Hz. Şems-i Tebrizi yıllarca yolunda başını feda edecek maşukunu aramaktaydı. En nihayetinde gayipten işittiği sesle Konya'ya doğru yola çıktı. Günler haftalar sonra geldiği Konya şehrinde sabırla bekledi.

O sırada Hz. Mevlana Celaleddin Rumi talebeleri ile birlikte Meram bağlarına gitmiş. Ertesi gün onlar geldiği zaman Hz. Şems-i Tebrizi hanın önende bir peykeye oturup sabırla bekliyormuş. Katırla önünden geçtiği zaman atın yularını tutarak sormuş: "Ey dünya ve mana nakitlerinin sarrafı! Muhammed Hazretleri (s.a.s.) mi büyüktür, yoksa Bayezid-i Bistami mi?" Diye sormuş.

Hz. Mevlana, "Muhammed Mustafa (s.a.s.) bütün peygamberlerin ve velilerin büyüğüdür." Diye cevap verince Hz. Şems, "Peki ama o, 'Seni tesbih ederim Allah'ım, biz seni lâyıkıyla bilemedik.' dediği halde Bayezid, 'Benim şanım ne yücedir, ben sultanların sultanıyım.' diyor." Demiş.

Bunun üzerine Hz. Mevlana, "Bayezid'in susuzluğu az olduğundan bir yudum su ile kandı, idrak bardağı hemen doluverdi; halbuki Muhammed'in (s.a.s.) susuzluğu arttıkça artıyordu. Onun göğsü Allah tarafından açılmıştı. Sürekli susuzluğunu dile getiriyor, her gün Allah'a daha çok yakın olmak istiyordu." diye cevap vermiş.

Hz. Şems bu cevabı duyunca Allah diyerek kendinden geçmiş, bir müddet sonra da yaya olarak medreseye gitmişlerdir.' Onların ilk buluştukları yer burası oğlum." Küçük çocuk babasını dinlerken ne demek istediğini anlayamamıştı. Yeteri kadar bilmiyordu, kalbi aşk diye atmıyordu henüz.

Günümüz.

Gözümün önünde canlanan geçmiş beni yürüdüğüm her yerde adım adım takip ediyor. Mutlu yanım hüzün yanımı ağırlıyor. Bir yanımı meşalenin yanında, o anın içine tutsak bırakarak ayrıldım. Hocamın yanına gelince ilk şaşırdı. Ama çok sevindiğini biliyorum. Öğrencisiyken çok ilgilendi, çok destek oldu.

Hocamla konuşmayı özlemişim. Ne kadar telefonla konuşsakta, yüz yüze konuşma gibi olmuyor hiçbir zaman. Uzun uzun dertleştik. O arada Berk'e telefon gelmiş yanımızdan ayrılmıştı. Tam kapıdan çıkarken iki kadın geliyordu çarpmamak için düşecektim az kalsın. Neyseki bir şey olmadı.

Şu an çok sevdiğim iki aşığın sokaklarında dolaştığı şehirdeyim. Babam uzun uzun anlatırdı aralarındaki bağı. Küçük bir çocukken imrenirdim böyle dostluğa. Sanki hiçbir zaman böyle bir bağ kuramayacakmışım gibi gelirdi. Düşünsenize sizi kendinizi bulmanız için bir gece geldiği gibi sessiz sedasız bırakıp giden bir dostunuz var. Onu aramaktan usanmayacağınızı bildiğiniz halde gelecek her haberi sabırsızlıkla bekliyorsunuz. Yalan olduğunu bildiğiniz halde gelen her habere bahşişler dağıtıyorsunuz. Sırf cümlenin içinde ismini duymanız bile yeterli oluyor.

Mektuplar yazıyorsunuz dönüp dolaşıp geri geleceğini bildiğiniz. İçinizde bir umut belki okur diye. Sayfalara sığamayacak içinizde kopan fırtınalar bir kaç satıra sığacak şekilde uğurlanır. Ne gideceği yer belli, ne okunacağı. Yine de bekliyorsunuz. Aylar sonra gelen bir haberle bu defa vuslat bekleyişi. Bir yanınız gelecek diyor, diğer yanınız ya gelmezse diye fısıldıyor. Kaldığınız ikilem haftalarca sizi yok ediyor. Ve sonunda geliyor canpareniz. Bir yanınız yine gideceğini bile bile yaşıyor mutluluğun buruk sevincini.

Sizin için hiç düşünmeden başını yolunuza seren bir dost. Ne yaşadıkları zaman anlaşıldılar, ne de yaşadığımız zaman. Yüz yıllar önce de dil uzatıldı dostluklarına, şimdi de bilip bilmeden konuşuyorlar. Ne yazık ki, yıllar sonra da yaftalamaya devam edecekler. İlk durağım tabi ki Hz. Mevlana'nın dergahı olup şimdi müze yapılan dergahtayım. Huzur kokuyor. Bıraksalar yıllarca kalırım ama fazla kalamam daha o sokakları onların izlerini arayarak dolaşacağım.

Müzeden çıkarken hocam aradı akşam ki gösteride ney üfleyen neyzen arkadaş hastalanmış yerine benim çıkmamı istedi. Kıramadım çok emeği vardı hocamın. Dergahtan çıkıp gösterinin yapıldığı alana gittim. hazırlanmam gerekti. Daha hangi eserlerin üfleneceğini bilmiyorum. Yıllar önce ilk defa ney'le tanıştığım zaman babam fısıldadı: 'Ney çalınmaz evlat, ney üflenir. İçinde kopan fırtınaları, dingin denizleri kendinden geçercesine üflersin. O ayrılığının acısı ile feryad eder üflediğin her nefeste, sen seni paramparça edenlerin ağırlığıyla feryat edersin. İki nefes, iki ruh birleşir. İşte o zaman ney üflenir, çalınmaz.'

Genç adam kendi düşüncelerine dalmış, geçmişi perde perde gözlerinin önünde dolanırken genç kadın ilk defa varlığıyla kuşandığı huzurun etkisinde gösterinin başlamasını bekliyor sabırsızca. Ne tuhaf değil mi varlığından habersiz olduğunuz, hiç tanımadığınız insanlarla aynı hisleri paylaşmak? Birinin acılarını kendi acınız gibi tüm benliğinizde hiss etmek? Onun sessiz haykırışlarına gözyaşlarınız ile yanındayım demek? Ne zor değil mi birisini tüm ruhunuz ile hissetmek?

---------------------------

Sonunda Eda'yı ikna edip semazen gösterisine götürmeyi başardım. Gösterinin başlama saati geldiğinde bir adam çıkıp Sema'nın tarihinden, Hz. Mevlana'nın hayatında ne gibi yer aldığından bahsetti. İşim gereği bunları biliyordum. Hatta anlattığı kısımlar da boşluklar da vardı ama neyse. Güzel yerlere dokundu diye bilirim. Konuşma bittikten sonra sahne ışıkları loşlaştı, bir adam sahnede elinde ney "Çağırayım ey dost seni" isimli parçayı üflemeye başladı. dayanamdım kapadım gözlerimi. kendimi o kadar kaybetmişim ki sema gözterisini tamamen unutmuşum. Eser bitince daldığım alemden gerçek dünyaya tepe taklak çakıldım. Eda'nın "Nihayet uyandın" sesiyle kendime geldim.

"Nihayet uyandın. Beni buraya getiren sen uyuyan da sen nasıl iş arkadaş anlamadım?"

"Ne uyuması? Ne diyorsun?"

"Kızım ne ara dönsem gözlerin kapalı semayı da izleyemedin."

"Kuzum ben uyumuyordum ki eserin haykırışlarına dalmışım, bitince kendime geldim. Hem gösteriyi izlememiş olabilirim ama kendi alemimde sema etmiş olabilirim." Ne zaman Ney dinlesem kendimi başka bir alemde sema ederken bulurum. Çoğu zaman sema izleyemem de.

"Madem bu kadar aşıksın buradayken yazalım bir kursa öğren inceliklerini." Ah kuzum o incelik dediklerin bir kalıptan ibaret.

"Kızım bizim orada da sema yapılıyor hatta kurs bile var. Eğer kursa yazılırsam teknikleri öğrenirim, doğru ama onu aşkla değil tekniğe uygun yaparım. Bu da beni sema etmekten uzaklaştırır. Ben bunu istemiyorum. Kendimce sema ediyorum. Tamam belki hiçbir tekniği bilmiyorum ama bunu aşkla yapmıyorum anlamına gelmiyor. Hatta bak ne diyeceğim:

"Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi, birgün Konya'nın kuyumcular çarşısından geçerken, bir kuyumcu dükkanından gelen çekiç seslerinden çok etkilendi. Her çekiç vuruluşunda çıkan seslerin: "Allah, Allah" dediğini gördü. Bu sesler, eşi bulunmaz bir haz ve dükkânın sahibine karşı kalbinde büyük bir muhabbet hasıl etti. Olduğu yerde sema etmeye başladı. Bunu gören kuyumcu Selahaddin Ferudin çıraklarına - tüm altınlar bitinceye kadar çekiçleri vurmaya devam edin - diye söyler. Böylece Hz. Mevlana uzun süre sema eder. Ta ki altınlar bitinceye kadar. Bu olayın ardından Selahaddin Ferudin yani Zerkubi lakabıyla tanınan ve 10 yıl Hz. Mevlana'nın önde gelen talebelerinden olan birisi haline gelir. Hz. Mevlana o kadar değer verip, bildiği şeyleri ona aktarır ki, ölümünden sonra yerine onun geçmesini ister. Ama bu isteği gerçekleşemez. Selahaddin Zerkub vefat eder." İşte aşkla yapılan sema oydu.

Bak sema yapılan yer daire şeklindedir. Bu kainatı simgeler. Bir semazen kıyafetinin parçaları, bir düşman gibi kapkara olan nefsi temsil eden. Bundan dolayı insanın bütün bedenini kaplar büyüklükte olan ve semaya başlarken çıkarılan (arınılan) hırka. Ölünce başucuna dikilen mezar taşını temsil eden külah (sikke). İçine giyilen gömlek, onun üstüne giyilen uzun kollu yelek (destegül), bele bağlanan kemer (Elif-i nemed, Elfi nemed); dar paçalı pantolon; son yüzyıllarda kullanılmaya başlanan ve dönüşü (çark) kolaylaştıran tabanı köselesiz yumuşak deriden yapılmış mes ve sema ederken daire şeklinde açılmasıyla gözlerden gönle mesajlar ileten tennure. Bu da 'Ölmeden önce öldüm ve sana geldim ey Rabbim' mesajını içerir ve beyaz olması sebebiyle de kefeni temsil eder. Şimdi bazı semazenler kırmızı tennure giyer. Bunu bazı tasavvufçular Hz. Mevlana'nın güneş batarken gözlerini ebediyete yumuşu, güneşin doğduğu ve battığı an kırmızı oluşu ve Hz. Mevlana güneşinin batışı ile pekiştirir. Aslına bakarsan ölmeden önce ölümü anlatan semayı gerçek benliğinden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.

Dikkat ettiysen sema başlarken semazen sağ ayağının baş parmağı ile sol ayağının baş parmağını kapatır. Bu Ateşbaz efendiye selam demek. Onu anlatırsam uzun olur. ama en kısa zamanda anlatacağım söz. Semazen dört kere döner ve selam verir. Bu ise dört mertebeye işaredir. Ama ben bunları yapmam. Açarım neyi dönerim etrafımda. Soyutlanırım her şeyden. Kendimden. Bulutların üzerinde semada yürür gibi ruhum benliğimden uzaklaşır. Gerçek sema kendi benliğini unutup ruhun semada süzülüşüdür. Bunu kaybetmek istemiyorum İşte gerçek sema bu. Semanın hakkını böyle yapılan sema verir. Tüm teknikleri ve ya hareketleri düşünerek adım atarsan gerçekten yapacağın semayı unutursun. Ben bunu istemiyorum canım."

İki kız daha doğrusu Şefika konuşmaya o kadar dalmıştı ki yanı başında duran - donup kalan - adamdan haberi yoktu. Oysa adam onun ilk sesini duyduğu zaman adımları durdu. Gideceği yeri unuttu. Hatırlıyordu bu sesi. Sonra bir bir parçalar birleşti evet oydu. Havaalanında neyi eline alıp ağlayan kadın. Ne diyordu arkadaşına "Sema kendi benliğini unutup ruhun semada süzülüşüdür. Bunu kaybetmek istemiyorum." Ne güzel anlatıyordu semayı.

----------------------------------

O an adam unuttu her şeyi ve ilk kez kadının yüzüne baktı. Günah işlediğini bildiği için hemen çekti gözlerini ama çok geçti. Bir kez görmüştü sema derken yüzünde oluşan o tebessümü. Sahi bu kadın gerçek mi? İlk defa semayı bu kadar güzel anlatan biriyle karşı karşıya geldi adam. Kalbinde bir yerlere dokundu kadın. Belki de kapatdığı kapıları izni olmadan açmıştı kadın. Adamın haberi yok...

Kolundan çekilmesiyle gerçek dünyaya döndü Enes. Ne zamandır orada öylece dikildiğini farketmedi bile. Zaman ve mekan durmuştu onun için. Kalbinde yıllardır varlığını kendinden bile gizlediği kapıların sonuna kadar açılışını izledi öylece. Dili suskun kalırken ruhu avaz avaz bağırdı gerçekleri. Oysa sağır kaldı adam kendi ruhuna.

"Efendim Berk."

"Hayırdır kardeşim durdun. Ne oldu?" Ona bakan meraklı bakışları gördüğü zaman farkına vardı hala ayakta durduğunun. Sessizce geçip oturdu onun için ayrılan yere.

"Tanıdık bir ses duydum Berk"

"Kim?"

"Tanımıyorum."

"Tanıdık dedin." İlk defa bocaladığının farkında değildi. Ama her halini bilen arkadaşı ondaki değişimin farkına varmış, merakla bekliyordu vereceği cevabı.

"Hani anlattım ya sana bavullar karıştı, kadın neyi eline alınca ağladı diye." Soru sorarcasına bekledi arkadaşının cevabını.

"Ee"

"E si o kadın tam yanında oturuyor. Arkadaşıyla konuşmasına kulak misafiri oldum. Semayı ama gerçek semayı anlattı, hem de hocalardan farklı bir şekilde. Aşkla. Huzurla."

"Oo Enes bey hayırdır." Daha kendisi bile farkında değildi ne olduğunun. Nasıl kelimelere döksün ki?

"Dalga geçme Berk öyle bir şey değil."

Bu konuşmalardan habersiz genç kadın arkadaşıyla konuşuyordu. İçine dolan huzuru yüzüne yayılan tebessümle pekiştirircesine gülümsüyordu.

"Ya sen gösteriyi izleyemeyeceksin o zaman, ney dinlerken yine kendi dünyana çekileceksin."

"Haklısın canım. bana pamuk lazım kulaklarımı tıkarsam semaya odaklanabilirim."

"Evde nasıl izliyorsun peki?" Gözünün önünde canlanan anılarla yüzündeki tebessüm daha da genişledi.

"Şöyle ki, televizyonun sesini kapatıyorum. O zaman semaya odaklanabiliyorum."

"Maalesef canım burada ses kapanmıyor."

"Ne yazık ki biliyorum. Bir şekilde odaklanacağım canım."

"Hah başladı. Bak gözlerini kaparsan çimdik atarım ona göre." İkisi de sessizce kahkaha atdı. Gösteriyi izleyen insanları rahatsız etmemek için sessizce konuşuyorlardı.

"İyi fikir."

Genç kadın gösteriye odaklandı ama ondan farklı olarak adam kadının söylediklerine odaklandı. Çünkü ilk defa bir kadından böyle cümleler duyuyordu. İlk defa bir kadın aşktan bahsediyordu. Kendine yasakladığı cümleleri bir kadın tüm tabularını yıkmak istercesine haykırıyordu. Dinledi adam ruhunda kopan fırtınaları. Ve bekledi sessizce ruhunun dinginliğini. Yeniden kadınla karşılaşacağını bilmeden tüm kelimeleri kalbine kazıdı.

 

Loading...
0%