@mavibirhayal22
|
Şefika'nın anlatımı. Karanlıktır gece, tıpkı insanın içinde oluşan karamsarlık gibi. Ne zaman güneş doğacak, sabah olacak bilemezsin. Beklersin çaresiz ve sabırsız bir şekilde. Bir annenin evladını beklediği gibi. Çoğu zaman uykusuz geçen gecelerinin nedenini arar durursun. Bulamazsın. Biraz dikkatli dinlersen ruhunu bulursun oysa. Kaçmak daha kolay gelir. Doğru bildiğin yanlışlar çalar ilk önce kapını. Açmak istemezsin. Açtığın an yüzüne sert bir tokat indireceklerini bilirsin. Bir korkak gibi saklanırsın kapının ardında. Hiç açmayacak, o kapıdan çıkmayacak gibi Daha sonra sırtına inen hain bıçaklar çıkagelecektir aniden. Sana hiç sormadan, paldır küldür dalacaklar içeri. Önce seni nefessiz bırakacak bir acı saplanır göğsünün tam ortasına. Tam karşında sana gülümseyerek dost elini uzatan birisi indirecek hain bıçağı. Gecenin kör karanlığına inat ruhuna saplanan bıçağı tutan eli göreceksin. En acısı da canını yakan bıçak değil, o el olacak. Yine de tutarsın o eli. Seni asla yarı yolda bırakmayacak gibi. Ve en sonunda acı çıka gelir mutluluğun elinden tutarak. Önce kendisi görünür. Arkasına saklar mutluluğu sana büyük bir sürpriz yapmak istercesine. Seni kendinle baş başa bırakmak istemezcesine oturur yanı başına. Sarıp sarmalar seni, kimsenin göremeyeceği bir şekilde. Ne tutunacak başka bir dalın, ne de sığınacak bir limanın kalmamıştır artık. Sen de sımsıkı sarılırısın ona. Seni hiç yalnız bırakmaz soğuk gecelerde. Unutur yanında getirdiği mutluluğu. O kadar senin için sana ağlar ki, yanında olanları görmez. Tam her şey bitti dediğin an çıkar ortaya arkada saklanan mutluluk. Şaşırır kalırsın öylece. Hayal ve gerçeklik arasında gidip gelirsin. İnanamazsın varlığına. Bir rüyanın içinde gibi yaşarsın bir süre. Her an rüyadan uyanacak, kaybedecekmişsin gibi. O kadar uzak gelir ki, sana alışamazsın varlığına. Kendinden olabildiğince uzak tutarsın. Bilirsin çünkü gerçek olmadığını anladığın an yıkımın çok daha ağır olacak. Bu defa seni sarıp sarmalayacak bir acı da kalmayacak. Tam da bu yüzden kaybedersin elini sımsıkı tutmak isteyen mutluluğu. Ve böylece bir güzellik başlamadan son bulur. Sabah Eda'yı işe gönderip soluğu dergahta aldım. Ne olduğunu bilmiyorum ama beni buraya çeken başka bir şey var. Tüm yüklerimden arınıyormuş hissi veren bir huzur var. Akan gözyaşlarımın sanki tüm günahlarımı yıkadığı hissi var. Her aldığım nefeste boğazıma ilmek ilmek işleyen bir yumru var. Her attığım adımda 'Adım adım yanarak gel bana' diye fısıldayan bir ses var. Dün geldiğim zaman bir el yazma dikkatimi çekti. İyi ki Arapça ve Farsça öğrenmiştim de el yazmanın bizde olmadığını anladım. Bazı el yazmaların ya nüshası yarım, ya da tamamen yok sadece bilgisi var. Bu yüzden ilk satırlardan bizde olmadığını anlamıştım. Nasıl anlamam ki, ilk defa yanıyorum bu ateşte. İlk sayfasındaki yazıları elimdeki not defterine yazarak oradan ayrıldım. Hocama gönderdim. eğer doğru çevirdiysem bu benim burada kalış biletim. Yaklaşık bir saat sonra hocamdan cevap gelmiş ve tüm el yazmanın kopyasını istedi. Bu da Konya'da kalışım demek. Hocam bir ay dedi ama ben kendimi sınırlandırırsam hiçbir şey yapamam. Bunu hocam da bildiği için şakaya vurdu. Ama bir sorunum var. Sorun şu ki ben bir çok kelimenin anlamını bilmiyorum. Daha doğrusu eski Osmanlıcada farklı anlama gelen bir çok kelime var. Bana yardım edecek kişiyi de çok iyi tanıyorum. Otuduğum kafeden ayrılıp hocamın yanına gittim. Kapıdan içeri girdiğim zaman etrafımı saran ses beni benden aldı. Kimin uflediğini bilmiyorum ama kalbindeki tüm acıyı notalara döküyordu. Bu yüzden denilmiyor mu 'Ney çalınmaz üflenir' diye? Belki notalar bellidir, hangi notaya parmaklarının sıra ile dokunacağı da bellidir. Ama belli olmayan tek şey neyzenin içindeki acıyı nasıl dışa yansıtacağı. Bazı neyzenler sadece üflemek maksadı ile alır eline ney'i, bazıları ise eline aldığı ney'in onu yakmasına izin vererek inler durur. Çöktüm o an olduğum yere. Kapandı gözlerim. Ağladım. Neye ağladığımı bilmeden hıçkırarak ağladım hem de. Hiçbir şeyi düşünmeden. Düşünmek istemeden. Biliyorum eğer düşünürsem kendime fısıldadığım yalanlarımın sesi yankılanacak dört duvar arasında. Burada son bulur kaçtıklarım. Oysa kaçarken aldığım yaralar hala kabuk bağlamadı. Bazen oluk oluk, bazen de ince bir sızıntı halinde kanar durur. Yanmaz canım. Kendimi karanlık bir kutuya hapsettiğim için hissetmem acıyı. Kolaydır kaçmak kimine göre. Oysa ben kaçarken aldım en büyük yarayı. Ne zaman eser bitti bilmiyorum ama bir ses "Hanımefendi iyi misiniz?" diyordu. Cevap veremedim. İyi miydim onu da bilmiyorum. Hiç sormadım ki, kendime. Hep erteledim. Alacağım cevaptan korktum her zaman. İyi olmadığımı içten içe bilsem de, kendimi kandırarark iyiyim dedim herkese. Ama kendime yalan söyleyemeyeceğimi bildiğim için sormadım. O an bir ses ağla dök içini diyordu. Ben de içimdeki sesi dinledim. Haykırırcasına ağladım. Biraz toparlandığım zaman hocamın "Bırak evlat ağlasın, döksün içini ihtiyacı var buna." diyen sesini duydum. Kaldırdım başımı baktım hocama. Sustu. Sustum.. Döktüm içimi sessiz çığlıklarımla. Bazen lisana ihtiyaç duymaz insan. Karşındaki insan seni senden daha iyi tanır. Söylediğin sözleri değil, söylemediklerini duyar. "Hocam ben çıkayım sizi rahatsız etmeyeyim." dedi birisi. kendimi toparlayıp, "Şey ben rahatsız ettim sizi. Asıl siz kusura bakmayın." Bir dakika bu havaalanındaki çocuk değil miydi? "Ne rahatsızlığı gönlünüze dokunduysam ne mutlu bana." hafif bir tebessümle söylemişti bunu. Ah bir bilseydi her daim kor olan bir ateşi harladığını hala tebessüm eder miydi? Hala kendisini mutlu sanır mıydı? "Gönül han değil dergahtır. Paldır küldür girilip çıkılmaz günahtır - demiş Hz. Mevlana. Evet çocuklar kalbe girmek zor çıkması daha da zor. Kırılan kalbin tamiri olmaz. Kırmayın. Kırıldığınız yeri de unutmayın." Kırmamak için kırılmayı öğrendik. Bir başkasının gözyaşları olmamak için kendi göz pınarlarımızı kuruttuk. "Unutmak iyidir hocam. Bazı şeyler unutulunca iyi." dedi kısık sesle. "Her kalbin bir yarası ve her yaranın da bir acısı var. Bazı eserler o yarayı daha da kanatır. 'Ben başkalarının önünde ağlamam' diyenlerden değilim. Yandığım zaman acılarımı dışa vurarım. Ördüğüm duvarlar hocamla tanışıp gerçek aşkı görünce yok oldu. Ve ben o duvarların altında kendi benliğimi kaybettim.. 'Şimdi ördüğün duvar yok mu?' dersen var derim ama o duvarlar yerini değişti." Evet eskiden sulugözdüm. Her şeye ağlayan bir yapım vardı. Aslında hala öyleyim. Ama şimdi beni tanıyanların önünde ağlamam. Anlamak yerine yargılamayı seçtikleri için duvarlar ördüm tanıdığım kişilere karşı. Çok azı o duvarı hiçe saydı. "İlk ağladığını hatırlıyor musun?" Hatırlamaz mıyım? Aldatıldığını yeni öğrenmiş bir kızdım. Meğer benimle birlikteyken bile bir başkasıyla ilişki yaşıyormuş. Asıl amacı para olmuş. Şimdi düşünüyorum da, gerçirdiğim kaza aslında kurtuluşum olmuş. "Nasıl unuturum hocam. Üniversitenin bahçesi. Elimde bir kitap ve ağlayan bir kız." Bir sonbahar, hüzün kokar her yan. Buruk bir sevinci yaşıyordu gönlüm. Hem yalanlardan kurtulup yeni bir döneme başladığım için mutluydu bir yanım, hem de geçen bunca zamana kırgındı diğer yanım. "Evet doğru. Bir de ben anlatayım evlat. Bahçeye girdim bir hıçkırık sesi. Döndüm sağıma oturmuş ağacın altında elinde kitap hem okuyup, hem ağlıyor. Oturdum karşısına fark etmedi bile. O kadar dalmış ki kitaba. Bir ara dayanamadı kapadı kitabı başladı ağlamaya. Etrafı bir anda öğrencilerle çevrildi. Ama farkında bile değil. Bir süre sonra öğrencilerden "Bir şey mi oldu?", "Neden ağlıyor?" diye fısıldaşmalar başladı. Kaldırdı başını ama hiç kimseye bakmıyor. Aldı kitabını geçti içeri." "O kitap beni uyandırdı hocam. Hala okuyunca yeni yeni şeyler görüyorum o zaman göremediklerim. O kitap sayesinde hocam beni dersine almadı. Neymiş efendim 'Bu kitap Türkçe. Sen Azerbaycanlısın, böyle kitap okuyamazsın' ve bu gibi bir çok cümlelerle dersten çıkardı. Ben de yönetmenliğe söyledim derse yeniden alındım ama bir çok sorun yaşadım o hocayla. Hatta sınav kağıdımı başka bir hoca okudu. Sorsan 'Türkiye ve Azerbaycan kardeş' diyen bir zihniyete sahip. Kardeşlik öyle lafda olmamalı. Önce dilini öğrenmeli, hadi diyelim zor geldi öğrenemedin sarılmayı bilmeli. Öyle mecburiyet için değil, gönülden kopan sevgi ile açılmalı kollar. Bir annenin şefkati ile kucaklamalı kardeşini. Üzüldüğü zaman onunla ağlamalı, mutluluğunda onunla sevinmeli. Yani kardeşiz demeyle kardeşlik olmuyor. "Zor olmuş kızım." Evet zordu ama şimdi değil diyemem hala zorluk var. Ben hala o hocayla yan yana geliyorum. Evet bu defa öğrencisi değil, bir meslektaşı olarak ama bu onun bana karşı olan düşüncelerini değişmeye yetmedi. Sığ düşünceleri değişemiyorsun maalesef. "Evet hocam zor oldu ama siz olmasaydınız daha zor olurdu. Beni ilk siz tanıştırdınız tasavvufla, Hz. Mevlana ve Hz. Şems dostluğuyla. Sizin sayenizde uyandım uykumdan. Ve şimdi de yardımınıza ihtiyacım var." Aslına bakarsanız çok önceden tanışmıştım. Ama önümde duran bir kapı vardı. İçeri geçmeme izin vermiyordu. Derinliği ne görebiliyor, ne de ateşlerde yanabiliyordum. Bir kalıba sığdırılmış, basite indirgenmiş bir tasavvufla tanışmıştım. Ta ki, gerçekleri görmemi, gözümdeki perdeyi kaldırmama vesile olan hocama kadar. Ogün ben de, hayatım da değişti. Bıraktım beni benlikten çıkaran her şeyi, herkesi. Yeni bir sabaha uyanma, yeni bir hayata başlama zamanıydı artık. ----------------------- Yine dalmıştı kendi dünyasına genç adam. Oysa sadece "Bir üfle ruhumuz dinlensin." demişdi hocası, ama bir ruh kanadı. Yandı. Aşkla, ateşle üfledi, hiç düşünmeden yanmayı seçti kadın. İçindeki bütün duygular döküldü birer birer. Eser bitti açtı gözlerini adam ama o an bir hıçkırık koptu. Hayır ağlamıyordu, bir kadın sesiydi duyulan. Çökmüş duvar dibine başı eğik ağlıyor. Hoca hiçbir şey söylemeden izliyor. Yüzünde kırık bir tebessümle. Yılların kirini temizlemek istercesine ağlıyordu kadın. Kadın ruhunu temizledi, adam ruhuna kapanmayan bir yara açtı. "Hanımefendi iyi misiniz?" dayanamamıştı Enes daha fazla. Kaldırdı başını ama hala bir tepki vermedi kadın. Kimdi? Neden hep olur olmadık anlarda karşısına çıkmaya başladı? Tam bir şey diyecekken hocam girdi araya "Bırak evlat ağlasın, döksün içini ihtiyacı var buna". Onlarla birlikte sustu. Sustu. Sustular. Gözlerle konuştular. Anlattı belki acılarını, çığlıkalarını bilemedi, ama kendisini fazlalık gibi hissetti. Tam çıkmak isterken konuştular. Çıkamadı. Bir şey engel oldu. İlk defa o an Azerbaycanlı olduğunu öğrendi. Söylemese aklına bile gelmezdi, beklemiyordu çünkü. Kendisini bu kadar güzel ifade eden, Türkçe bu kadar güzel konuşan birisiyle karşılaşmıştı. Anlattığı bir şey dikkatini çekti bir kitap uğruna geleceğini çalıyorlarmış. Dayanamadı: "Kusura bakmayın hangi kitabı okuyordunuz ki bu kadar eleştiri aldınız?" Sustu ama sonra başını eğdi. "Eleştiri değildi. Dışlanmaydı. Aşkı, dostluğu yeni öğrenen birisinin kalbinde açılan yaraydı. Sadreddin Konevi - Ariflerin aynası kitabını okuyordum. Anlaşılmayı geçtim sadece küçük bir saygı yeterdi. Neyse uzun hikaye anlatırsam neden geldiğimi unutacağım". O kadar güzel bir cümle kurdu ki bir an kendisi kurmuş gibi oldu. İlk defa bir tokat misali çarptı gerçekler yüzüne Enes'in. Sahi bu kadınla her karşılaştığında neden farklı yönleri ile karşılaşıyordu? Neden kurduğu her cümle ruhunu titretecek kadar etkili? Daha kim olduğunu bile bilmiyor, ama yaralı olduğunu görebiliyor. Sahi kim bu kadın ve neden geldi buraya? "Hocam bana yardımınız lazım. Biliyorsunuz bir haftalık tatile geldim buraya. Hoş Eda gelmeseydi tabularımı yıkıp gelmem zor olurdu. Neyse. Dün dergahta bir el yazma dikkatimi çekti. Benim doktora tezim Hz. Mevlana ve Hz. Şems-i Tebrizi dostluğu üzerine olduğu için bizim elimizde olan tüm el yazmaları biliyorum. Ve bu el yazma bizde yok. İlk sayfasını yazarak oradaki hocama gönderdim ve bir aylık buradayım. El yazmayı not alıp çevirmem lazım ama ben bir çok kelimenin anlamını bilmiyorum. Daha doğrusu eski Osmanlı da kullanılan kelimelerde zorluk yaşıyorum. Bana yardım eder misiniz?" Şimdi az da olsa taşlar yerine oturdu. Demek ki bu kadar acıyla konuşmasının sebebi gerçek aşkı görmesi ve yanmasıdır. Aşkla yanan kişi karşısındakinin de yanmasını ister. Ama öyle böyle yanmak değil aşkla yanmak. Kendi benliğini "hiç" ederek yanmak. O ateşten senden geriye tek bir zerre kalmayana kadar yanmak. Taktir ettim zorluğa rağmen pes etmemiş. Aşkın narında yanmayı seçmiş. İstemeden bir tebessüm oluştu yüzümde. İlk defa böyle bir hikayeyle karşılaştım ve bu beni çok mutlu etti. Asıl dikkatimi çeken şeyse konuşurken benim yüzüme bakmaması. Hocamın yüzüne bakıyor ama benim tarafıma başını bile çevirmiyor. Sanırım benim neden başımı kaldırmadığımı biliyor ve beni zor duruma sokmak istemiyor. Bilmesi gerek bence. Aşkı bilen utangaçlığı da bilir. O kadar güzel konuşuyor ki, bir an içimde yüzüne bakma duygusu uyandırıyor. İlk defa bir kadının yanında kendimi huzurlu ve gerçek ben gibi hissediyorum. Daldığım düşüncelerden hocamın sesiyle kendime geldim. "Ne demek kızım hep birlikte yardımcı oluruz. " dedi hafif tebessümle. "Teşekkür ederim hocam beni geri çevirmediğiniz ve her zaman yanımda olduğunuz için." "Teşekkürü şimdi değil ay sonunda yaparsın. Sohbete daldım ben sizi tanıştırmayı unuttum. Aslında siz çoktan tanıştınız ama haberiniz yok." dedi hocam. Bizim ne zaman karşılaştığımızı hocam nereden biliyor? "Senin yazılarını ben bir öğrencime veriyordum ya evlat," başımı salladığımda konuşmaya devam etti "Hah işte o öğrencim Şefika." Bunu beklemiyordum. Şaşırmıştım. Demek ki yıllardır ayna olduğumuz öğrenci şu an karşımda duruyor. Belki de cismen değil, ruhen tanışmak böyle bir şeymiş. "Memnun oldum. Bunu beklemiyordum. Daha doğrusu karşılaşmayı beklemiyordum. Size yardımcı olduysak ne mutlu." "Şey ben ne diyeceğimi bilemedim. Aslında karşılaşmayı çok istiyordum. O yazılar yoluma ışık oldu. Okuduğum kitaplarla birlikte destek oldular. Tanıştığıma memnun oldum." "Işık demeyelim lütfen. Ben kimim ki, yazılarım ışık olsun. Destek olduysa ne mutlu bana." Benim gücüm ışık olmaya yetmez. Çok şaşırmıştı Şefika. Uzun süre destek olan kişinin şu an karşısında olmasını beklemiyordu. Yeni başladığı, attığı adımlarda bocaladığı zaman vermişti hocası yazıları. Hep karşılaşıp teşekkür etmek istemiş, ama kim olduğunu öğrenmeye cesaret edememişdi. Korkuyordu. Ruhen tanıdığı kişinin hayalinde canlandırdığı gibi birisi çıkmamasından çok korkmuşdu. İyi oldu ama en azından teşekkür etmiş oldum diye geçirdi içinden. Hocamın yanından ayrılıp Eda'nın yanına gittim. Bu güzel haberi bilmeye ihtiyacı var. Kafamdaki düşüncelerle şirketin önüne gelmişim. Biraz bekledikten sonra Eda ve Berk bey şirketten çıkmışlardı. Beni ilk gören Berk bey oldu. Başıyla verdiği selama aynı şekilde karşılık verdim. Bazen Eda'nın anlattığı adam ile benim tanıdığım aynı kişi mi diye düşünüyorum. Sonra ben tanımıyorum sadece gördüm diye fısıldıyorum. Eda beni görünce yanıma geldi birbirimize sarıldığımız da kulağına "Sana süprizim var" diye fısıldadım. Benim güzel arkadaşım ağır çekimde geri çekilip şüpheyle yüzüme baktı. Eee azıcık meraklandırayım değil mi? Huyum kurusun çok severim merakta bırakmayı ))). ------------ Merhaba arkadaşlar nasılsınız? Geldik bir bölümün sonuna. Nasıl buldunuz? Beğendiniz mi? Enes ve Şefika yeniden karşılaştı. Neler olacak sizce? Şefika kendine ördüğü duvarları yıkabilecek mi? Peki ya Berk ve Eda hakkında ne düşünüyorsunuz? Eda peşin hüküm vermiş olabilir mi? Yeni bölümde görüşürüz 💙
|
0% |