@mavibirhayal22
|
Şefika'nın anlatımı Her gece birer birer söner yıldızlar. Sönen umutlar gibi.. Yarım kalan hayaller gibi.. Umudunu yitirmiş ruhlar gibi.. Sona yaklaşmış hayatlar gibi. Aldığı her yara ruhundan bir parçayı geride bırakır. Kalkar ayağa, ama geride bıraktıklarını unutmayarak. Attığı her adımda ayağına dolanan bir pranga gibi takip eder bıraktığı ruhu. Unutur insan bir süre sonra hangi parçalarını bıraktığını. Yaraları unutur, ama izlerini asla unutmaz. Neden mi? Bağlanan kabuk en ufak bir zedede yaradan oluk oluk kan akar. Koskoca bir dünyanın içinde kaybolan bir ruh... Ne eksik, ne fazla. Hergün birer parça daha kayboluyor ruhumdan. Arabaya bindiğimizden beri sessizlik hüküm sürüyordu. Beynimin içindeki sesleri susturmak için radyodan şarkı açtım. Arabanın içinde yayılan sesle gülümsedim. 'Ben kuşlardan da küçüktüm bir gece vaktiydi Aşk tuttu elimden benim Geçtim düşler sokağından bir gece vaktiydi Ceplerimde hacı yatmazlar Ben kuşlardan da küçüktüm bir gece vaktiydi Aşk tuttu elimden benim Geçtim düşler sokağından bir gece vaktiydi Ceplerimde hacı yatmazlar Yağmur yağsa, uykum kaçsa Bir kuş konsa badi parmağıma Ağlardım bir başıma Bir kuş konsa badi parmağıma Ağlardım bir başıma Sevdadandır, sevdadandır "Sevdadandır" dedi annem, "aldırma" "Aldırma, gel yanıma" "Sevdadandır" dedi annem, "aldırma" "Aldırma, gel yanıma" Kaç mevsim aşk pazarında geçti yalanlarla Düş sattım aldanmışlara Aklım kaçıverdi elimden bir gece vaktiydi Sevdiğim başka sevenim başka Kaç mevsim aşk pazarında geçti yalanlarla Düş sattım aldanmışlara Aklım...' Normalde olsa şarkıya eşlik ederdim ama şimdi küçük bir tebessüm etmekten başka bir şey yapmak gelmedi. Başımı cama yaslayıp kendimi şarkıya bıraktım. Araba durunca daldığım düşüncelerden sıyrıla bilmiştim. Akyokuşta tepeden tüm şehri izliyorduk. Her evde yanan ışıklar seyirlik manzara sunuyordu. Yavaş yavaş kimi evlerde ışıklar sönmeye başladı. "Birer birer kayıp gidiyor tüm umutlar, kapanan ışıklar gibi. Bekliyorsun, yeniden yanacağını biliyorsun. Ama yeniden söneceğini de biliyorsun. 'Her başlangıç bir son, her son bir başlangıçtır' diyorlar ya, doğru aslında. Her çıktığın yolun sonu olduğunu ve orada yeni bir kapı açılacağını biliyorsun." Sustum. Sustu. Anlayana en güzel cevaptır suskunluk. Bu yüzden "Hamuş" demiyor muydu Hz. Şems? "Sus ey yar. Herkes seni duyar ama anlamaz. Bırak sessizliğindeki sesini duyan konuşsun seninle. Neye yarar seni görüpte tanımayan birisine kendini tanıtmak. Sus. Sus ki konuşsun çığlıkların." Başımı çevirip yüzüne baktım. Işıkların raks ettiği yüzüne. "Bu gece benim çığlıklarım yaktı ortalığı. Ama kimse görmedi yangını." Gözümden akan yaşı silme gereği duymadım. Beni en yalın halimle gören insanlardan birisiydi. Saklamanın ne manası. Yenisinin akacağını bile bile kimi kandırıyorum? Onu? Kendimi? Hergün birer parçasını kaybettiğim ruhumu? "'Gelmez sana ziyan bu aşktan gönlüm! Can gitse de korkma başka bir candır ölüm.' demiş Hz. Mevlana. Sen neyden korkuyorsun? Geçmişini unutmaktan mı? Yoksa geçmişinle yaşamaktan mı?" Baktım yüzüne. Korkmadan, çekinmeden. "Unutmaktan. Mutlu olduğum zaman onlara ihanet etmekten. Ördüğüm duvarların yıkılmasından. Ben, benden korkuyorum. Tanıyamıyorum artık kendimi. Ben bu değilim ki. Ben bu kadar mutlu biri değilim. Yoruldum artık yüzümde taşıdığım maskeden. Tutamıyorum. Çatladı birkaç yerinden. Her defasında gözyaşlarımı içime atmaktan yoruldum." Çöktüm olduğum yere. Sırtımı köprüdeki demirlere yaslayıp arkamı döndüm tüm karanlığa. Belki de yüzüne bakamadığım çocukluğuma. "Ne değişti?" Omzumu silkip, "Bilmiyorum. Bilemiyorum. Düşünemiyorum. Aklım 'hiçbir şey' diyor, kalbim 'yeniden attığımın farkındasın' diyor. Ruhumsa, 'derbederim' diyor. Etrafımdaki herkes beni güçlü sanıyor. Her olayda dimdik ayakta duran, yüzünden tebessümü eksik olmayan, cana yakın. Ve daha bir sürü şey. Bir ben biliyorum bunların koca bir yalan olduğunu. Kabul, her düştüğümde kalkıyorum. Ama orada ruhumdan bir parça bıraktığımı kimse bilmiyor." Yıllardır içimde biriken tüm parçalar bir yappozun tamamlanan kısmı gibi yerini buluyordu. İlk defa içimden geçenleri bir maskenin arkasına sığdırmadan döküyordum ortaya. Benim gibi o da yere oturup konuşmaya başladı. "Diyorsun ya kimse bilmiyor, görmüyor, duymuyor. Yanılıyorsun. Herkes görür ama korkar söylemekten. İçten içe kabuğuna çekileceğini bilirler. Seni kaybetmemek için susarlar. Oysa her sustuklarında seni kaybettiklerinin farkında değiller. İçinde kabuk bağlamayan bir yara var. Üzerini örtersin kalın bir göz yaşıyla. Bu defa bitti dersin. Kapandı. Oysa kanar durur kendi halinde. Görmezsin uzun bir süre. Yeniden düştüğün zaman 'ben burdayım' der gibi karşına dikilir. Ağlarsın. Neye ağladığını bilmeden. Dökülür birer birer inci taneleri. Güçlüsündür ya, kimse seni öyle görmesin diye ertelersin göz yaşlarını. Yeni bir yaranın altına. İte kaka. Her başını yastığa koyduğunda karşına dikileceğini bile bile. Şimdi ağla." Sözleri içimde hangi yaraya kabuk oldu, hangi yaranın kabuğunu kanattı bilemedim. Belki de tüm yaralar yara bandına gerek duymadan kapandı. Ağladım uzun bir süre. Neye ağladığımı bilmeden. İçime batan tüm can kırıklarımı atıyordum birer birer. Her damlada daha çok batıyordu. 'Beni bırakma' der gibi. Belki de içime akıtma nedenim de benden gitsin istemememdi. Giden her damlada sevdiklerim de gidecek sanmamdandı. "7 yaşımda bir kaza süsü verilen kazada kaybettim ailemi. Amcam ve yengem büyüttü beni. Haklarını ödeyemem çok güzel sevdiler. Tüm akrabalar benim yaramaz bir çocuk olduğumu bilirler. Evdeki aynaları, vazoları kırdığımı. Aslında hiçbirini ben kırmıyordum. Kuzenlerim kırıyor ben üstleniyordum. Yengemin beni el üstünde tuttuğunu, bana kızmadığını bilen kuzenlerim de faydalanıyordu. Ağlayamıyorum ya durduk yere. Belki bana kızarlar da bu sebeple ağlamış olurum diyerek boynuma alırdım. Beni öz çocuklarından ayırmadı desem haksızlık ederim. Öz çocuklarından daha çok sevdi. Birgün sesini duydum. Bana kızdı sandım. Salona geçtiğimde kuzenlerime kızdığını gördüm. "Bir daha bana anne demeyin. Gerekirse ismimizi söyleyin ama anne baba demeyin. Daha fazla canını yakmayın. Çok küçük o." diyerek azarlıyordu." Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Hafif tebessümle dinliyordu. Oysa ben o anları hatırlayarak hala ağlıyordum. "Aileni kaybettin ama belki de kendi ailenin bile veremeyeceği bir sıcaklıkla kuşandın. Her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır. Yeter ki sen hayırlı olanı görmeyi bil. Biliyorum sen hayırlı olanı gördün. Herkes Hz. Mevlana ve Hz. Şemsi Tebrizi'yi anlamaz. Anladım deyip kendilerini kandırmaktan öteye gidemezler. Dön içine bak. İçindeki asıl gücü gör artık. Sanma ki tek gördüğün dostluk. Sen aşkı gördün. Bu yıkılış neden? Bu isyan neden? Sadece Hz. Mevlana'yı araştırdığına inanmam. Daha derine indin biliyorum. O zaman neden?" Haklıydı. Bir çok şey araştırmış ama en çok sahabileri araştırmıştım. Hafif tebessümle döktüm beni yıkanları. "Haklısın. Sevgiyi bilmeden dostluğu öğrenemedim. Bende öyle yaptım. En güzel aşkı araştırdım. Her satırlarda daha da yok oldum. Beni en çok etkileyen Hz. Sad bin ebu Vakkas oldu. Hem annesine düşkün bir genç, hem de gerçek aşkı tatmış, annesi için bile yolundan dönmemiş. Bir defasında elime bir kitap geçti. Ebu Hanife hakkında kesitler vardı. Merak bu ya elinde olmayanı istersin. Uzun süre kitabı aradım. Getirtmesi zor oldu. Heyecanla bekledim. Daha yeni yeni tanışıyordum tasavvufla. Yengemden gizli almıştım. Evde pek böyle kitap olmadığı için söylemekten çekindim. Fazla göze görünmek, ortalıkta dolaşmak istemediğim, kendi kabuğuma çekildiğim bir dönemdi. Nedenini anlatırsam uzun olur, onu sonraya saklayalım. Parasını ödeyip kitabı aldım. Bir süre sakladım okumaya kıyamadığımdan. Yeni başlamıştım okumaya. Derslerde okurdum yengem görmesin diye." Gözümden akan bir damlayı silip devam ettim. "Neyse işte birgün derste hocayı sinirlendirmişler. Ben kitap okuduğum zaman soyutlanırım. Hocanın sinirlendiğini de bilmedim. Soruya kimse de cevap veremeyince daha çok sinirlenmiş. Arada dolaşarak cevap arıyordu. Bana gelince elimde kitabı görüp daha çok sinirlendi. Gözümün önünde kitabımı parça parça edip camdan attı. Baktım öylece. Bağırıp çağırmak yerine sustum. O camdan düşen bir kaç parça sayfa değildi. Benim umudum, düşlerim, sevgim. Oradan düşen benim ruhumdu. Baktım öylece. Ben aylarca elime kitap alamadım. Yeniden o kitabı almak benim için kolaydı. Ama ben yapamadım. Hiç bir kitap onun yerini tutamaz ki. Hiç bir kitap benim umudumu geri getiremez ki." Akan yaşlarımı silip ayaga kalktım. Daha doğrusu kalkmaya çalıştım. "Nasıl başladın yeniden okumaya?" "Hocam sayesinde. Ney'le tanıştığım zaman tüm içimdekileri döküp yeniden başladım, ama o kitabı bir daha alamadım. Aylar sonra, neredeyse bir yıla yakın bir süreydi, bir öğrencinin elinde gördüm kitabı. Aklıma benim olma ihtimali geldi. Yakınlaşıp kitaba bakmak isteyince verdi. Beni ilk karşılayan sayfaya çizdiğim vav harfi oldu, bir kaç sayfa sonra da başlayan notlarım. Durumu anlatınca da son sayfaları da bitirip kitabı bana teslim etti. İçimdeki vuslat, ve kaybetme hüznü ile uzun süre okuyamadım bile. Oysa kanayan bir yaraydı benim için, şimdi kabuk tutsa da, sızısı hep var. Her o hocayı gördüğümde içimdeki kırgınlık önüme bir duvar misali çıktı. Ne affettim, ne de küs kaldım. İki arada bir derede savruldum. Hani diyorlar ya hayat bir gemi, dümeni elinde olan. Çok yanlış. Dümeni elimizde olsaydı. İstediğimiz tarafa dönerdi. Bu yolu beğenmedik mi? Geri dönelim. Bu olay canımızı mı yaktı? Hiç olmamış gibi silelim. Ama bak dümen elimizde değil. Bizi istediği yere savuruyor. Her savruluşta daha fazla canımız yanıyor. Daha fazla ruhumuzdan birer parça kopup yok oluyor. Yüzümüzdeki tebessüme aldanıyor herkes. Oysa biz o gülümseme için içimizdeki mezarlığa kaç toprak attık. Kaç mezarı elimizle sulayıp çiçek diktik. O çiçekler gül değil acı kokuyor Enes. Ben bu yüzden yoruldum artık." Bir hıçkırık kaçtı dudağımdan. Ne kadar tutmaya çalışsam da bir yenisi takip etti onu. Yine çöktüm olduğum yere. Beni taşıyamayan ayaklarım değil, içimdeki mezarlıktan uğurladığım ruhların ağırlığıydı. "Ben hiç görmedim annemi. Beni kurtarmak için kendi hayatını hiçe saymış. Alevlerin içerisinden beni çıkartmış ama kendisini kurtaramamış. Hatırlamıyorum bu yüzden. Resimler bile yok. Hepsi evle birlikte kül olmuş. Babam hiçbir zaman beni suçlamadı. İlk aşkını kaybetti ama bir defa bile yıkıldığını görmedim. 'Annenin emanetisin' derdi hep. Bir daha hiç evlenmedi. 'Ben bir defa sevdim evlat. Kime elimi uzatsam annene ihanet ederim. Sevdaya ihanet yakışmaz evlat.' derdi hep. Ben sevmeyi ondan öğrendim. Bir defa el uzattım. Ruhumdan birer parçayı yok ederek geri çektim elimi. Bir daha uzatmam. Yapamam derdim. Büyük konuşmuşum. Korkuyorum yeniden elimi uzatmaktan. Canımı yakmayacağını biliyorum. Korkum canını yakmak. Gözünden düşen tek damlada boğulmaktan. Şimdi cehennemde yanacağımı bile bile uzatsam elimi tutar mısın? 'Sözünden dönen taş olsun Yüreğimin başındaki bu duman da ne Azelya? Halimi sorma İki nehrin kavuşması gibi Senede bir de olsa kavuşasım var sana Ayn-ı Zeliha Sonra fark ettim ki içim yare İçim bin pare Hardan öte Külden ziyade Ey benim, sevdasına yenildiğim Azelya... Yeter artık, kurula gözlerini Sabrın makamında, nun mu sandın kendini Enel hak demedikçe Bu girdaptan çıkamazsın Hiçliğe talip olmadıkça, yanamazsın Bu topraklarda aşklar ölümüne demişti Meran Nasıl anlamazsın... Bir kirmani hançer ile Yüreğimin kızılını yardı Musa Kaderim alnına yazılsın, mim aşkına Baharın harından Hazanın narından beni sakla Beni artık akla Azelya... Bu kaçıncı kapı aralığı Bu, kaçıncı kan kızılı Nasır tuttu topuklarım, çatlarcasına... Nara girsem İsminle nura döner, zifirim Bir, sana üryanım Bir sana teslim Kuyu bahane, gömlek bahane Mahpusluk bahane aşka, Azelya Ağıt bize, göç bize, Yasak, bize düştü yine... Cennet de Cehennem de sensin, Azelya Hırpala, acıt, yarala , ama uzaklaşma... Vefa denilince neden dağlar gelir akla İhanet deyince, insan. Kırk dereden su taşıdım, olmadı Kırkbirinci bahanem yine sen ol, Azelya Ah Azelya, yarim Yar bildiğim Azelya Sur mu üflendi, puslu gök,yüzüne İsrafil mi oldun, ey canânım Çektiğim onca çile reva mı, sence... Yağmurun fedaileri hep ölü doğar Bir tufan daha mı lazım hakikati anlaman için ? Ah Azelya Üfle soğusun içimde ki kinim neden iki yaramız bir araya gelemiyor bileyim Söyle Azelya Ben seninle nasıl düşman olacağım şimdi Ben sana nasıl küseceğim Üfle soğusun içimde ki kinin Neden iki yaramız bir araya gelemiyor bileyim'" Söylediği sözlerle sarsılmıştım. Helalinden başkasına bakmayan adam bana el uzatıyordu. Tutmasam yanacaktı. Cehennemde değil kalbinin ateşinde. "Cehennemine bir odunda Ben atmış olacağım. Görüyorsun beni." İki elimi açıp bir adım gerileyerek baktım gözlerine. Başını kaldırıp baktı yüzüme. "Ben seni mutlu edemem. Daha fazla canını yakmaktan öteye gidemem. Emin misin cehennemi yaşamaya?" Yüzünde öyle bir gülümseme oldu ki tarifi imkansız. "Kaçıyorsun. Kendinden bile kaçıyorsun. Nereye kadar? Her gittiğin yere seninle geldiğinin farkında değil misin? Zihnini değiştirmediğin sürece kaçtıklarının ne önemi kalır? Sen kendinden kaçamazsın. Kaçmış gibi yaparsın sadece. Yaşamak için kaçmış gibi. Her nefes almak yaşamak mı sanıyorsun? Bunu en iyi sen bilmiyor musun? İzin ver ruhunu sarmaya. Bırak benim canım yansın, ama seninle birlikte yansın." Yanmak bu kadar kolay mı peki? Ben yıllardır yandığım yangını, bırakıp başka bir yangında odun olmaya hazır mıyım? Onunla birlikte bir ateşi izleyebilir miyim? ------ Nasılsınız? Geldik bir bölümün sonuna. Bu defa daha fazla aralandı sır perdesi. Yıllardır içinde yanan ateşi ilk defa bir başkasına anlattı Şefika. Bilmediği bir şeyse Enes'in onu ilk başından beri en yalın haliyle gördüğü. Sizce Şefika ne diyecek? Kabul edecek mi Enes'in uzattığı elini tutmayı? Bende çok merak ediyorum. Mine Kuş - Azelya
|
0% |