@mavii_bulutt345
|
"Zaman acıyı unutturur derlerdi, zaman acıyı unutturmaya yetmiyormuş. Bunu yaşayınca anladım. "
^ 7 Yıl Sonra, Çağla'nın ağzından ^
Saçımı sıkı bir at kuyruğu yapıp apar topar çantamı aldım ve aynadan üzerimdeki kıyafetlerin nasıl olduğuna bile bakamadan, buna vaktim yoktu geç kalacağım kadar kalmıştım, odamdan çıktım.
Mutfağın önünden geçerken, aç olduğum için karnım guruldadı. Şu an da yemek yiyecek bir saniyem dahi yoktu. Kapının önündeki dolaba yönelip kırmızı topuklu ayakkabılarımı alıp giydim.
Evden çıkıp otobüs durağına gitmem ve oradanda şirkete varmam yaklaşık bir buçuk saatimi almıştı.
Hızlı adımlarla kendi odama geçince, Aylin Hanım, "Hoş geldin Çağla," diyerek beni karşıladı. Aramızda bir resmiyetin olmasını istemediğim için ondan rica etmiştim, bana adımla sesleniyordu.
"Hoş buldum, kusura bakmayın geç kaldım." diye mahcupla konuşurken, Aylin Hanım, her zamanki gibi anaç bir tavırla gülümsedi. "Sorun değil, dün fazla yorulmuştun ve işlerin fazlaydı. Hadi durma da başla işlerine. Kolay gelsin."
Minnetle gülümseyip bilgisayarımı açtım. Aylin Hanım'ın odadan çıktığını ise açılıp kapanan kapının sesi ile anlamış oldum.
Gizlinin, yani Tuğkan'ın gitmiş olması beni büyük bir boşluğun tam da ortasına bırakmıştı. Bu boşluk yüzünden de üniversite sınavına hazırlanma sürecim çok sancılı geçmişti. Aslında sadece üniversite sınavına çalışırken değil, bütün hayatım o gittikten sonra sancılı geçmişti. Fiziksel olarak sapasağlam olsam bile ruhum işkence çekiyordu, bedenimin arasında.
Üniversite sınavına girip kazanamayacağımı düşünürken, tercümanlık kazanmıştım. Elimde bir mesleğim olsun, ben de ayaklarımın üzerinde dimdik durabileyim diye tek bildiğim dil Türkçe olmasına rağmen tercümanlık okudum. İlk yılım, çok zor geçmişti ama bir şekilde o zorluğu aşıp okulumu bitirerek bir şirkette kendime iş bulabilmiştim.
Yaklaşık iki saatte, kendime söylediğim tostu yemiş, şirketin başka ülkeler ile olan anlaşmalarını ve belgelerini Türkçe'ye çevirmiştim. Neyse ki bu iki saatte geç kaldığım zaman diliminin telafisinide yapabilmiştim.
Bilgisayara bakmaktan ağrıyan gözlerimi ovaladım. Geriye yaslanıp gözlerimi dinlendirmek kapatırken, masanın üzerine bıraktığım telefonumun zil sesi ilk önce odaya, sonra da benim kulaklarıma doldu.
Yorgunlukla ve istemeye istemeye dinlendirmek için kapattığım gözlerimi açtım. Çalan telefonumu elime alarak kimin aradığına baktım.
"Efendim hala?" derken bir yandan da yumruk yaptığım sol elimle gözümü ovuyor, diğer elimle de telefonu tutuyordum. Karşı taraftan hışırtı sesi gelirken, "Ay Çağla!" dedi hafif sesini yükseltip. Yorgun olduğu sesinden çok bariz bir şekilde belli oluyordu.
"Vallahi ben bıktım! Ece yetmiyormuş gibi bir de başımda Hakan var! Ece'den daha çocuk! İkisi birlikte evin altını üstüne getirdiler şimdi çıldıracağım." kıkırdamadan edemedim. "Gülme bak! Ölüyorum yorgunluktan!" kıkırdamam, halamın bu sözleri üzerine son bulurken, boğazımı temizleyip konuştum. "Tamam tamam gülmüyorum. Sen neden beni aramıştın?"
"Ha evet," dedi, yorgunluktan unutmuş olmalıydı, neden aradığını. "Şey diyecektim boş bir zamanında yanıma gelir misin? Temizlik yapacağım tek başıma koca evi temizlemek zor oluyor, hem Ece ile de ilgilenirsin. Özledi seni."
"Yarın bir sorun olmazsa öğleden sonram boş. Gelebilirsem gelirim hala."
"Tamam canım kolay gelsin, benim çok işim var kapatıyorum." karşı taraftan gelen patırtılar yüzünden halam ben daha cevap veremeden telefonu kapattı.
Telefonu aldığım yere geri bıraktım. Halam, buraya taşındıktan sonra Hakan abiyle tanışmıştı. Tanışmlarının üzerinden bir yıl sonra da evlenip ayrı bir eve çıkmıştılar bunların ardından da benim minik kuşum Ece doğmuştu. Halam, evde beni tek bırakmak istemede de ömrümün sonuna kadar onunla yaşayamazdım, en azından o evliyken bu olmazdı.
Benim tek evde kalmamı istemeyen halam, gidip bana köpek almıştı. Boncuk ile ilk başta anlaşamasakta şimdilerde ayrılmaz bir ikiliydik ve o benim en yakın arkadaşım olmuştu. Her şeyimi ona anlatıyor, yemek yaparken, film izlerken ve günün bunlar gibi bir çok anını onunla birlikte geçiriyordum, sadece iş saatlerin haricinde ayrı kalıyorduk.
Öte yandan, Leyla ile sıkı bir bağım vardı, aynı şehirde olmadığımız için çok konuşamasakta telefon aracılığıyla bir araya gelmeye çalışıyorduk.
Hayatımda, birçok şey değişmişti. Bunlara karakterimde dahildi. Eskiye nazaran biraz daha hayat doluydum. Hayat dolu olmalıydım. Ece için, halam için, Leyla için, Boncuk için ve en önemlisi de onun için...
Tuğkan için yani.
Onunla, aramızda mesafeler vardı ama bir yanım tekrar karşılaşmayı arzuluyor, bunu büyük bir sabır ile bekliyordu. Hem de bunun olmayacağını bile bile...
Bir ineğin uçmasını, gökkuşağının siyahlaşmasını istemem gibi, imkansız bir dilekti benimkisi ama olmadı için de her şeyimi verirdim.
Onu bulmaya çalışmıştık, Atlas ile. Atlas, en yakın arkadaşını hatta kardeşi diyebileceği adamı ararken ben de sevdiğim adamı aramıştım ama o, biz onu bulamayalım diye her şeyi yapmıştı. Onu hâlâ daha arasakta ona ait hiçbir iz yoktu. Sanki bir anda dünyadan marsa gitmiş gibiydi ya da aslında öyle biri yoktu, bu benim beynimin bana oynadığı ufak bir oyun, benim istediğim bir hayaldi.
Düşünmekten başımın ağrıdığını, çalan telefonumla birlikte kendime gelmem sayesinde fark edebildim. Telefonu elime alıp, "Bugünde arayanıp soranım çok fazla, başıma taşlar yağmaz umarım?" esprili bir sesle, telefonu açınca beni arayan Atlas'a bu sözleri sarf ettim. İçimi kuşatan bu karanlıktan kaçmam için bu gerekliydi. 'Merhaba' bile dememiştim ama onun buna takılacağını pek sanmıyordum.
Tuğkan hakkındaki gerçekleri bana söylemediği için onunla aramda hep bir boşluk, o boşluğu dolduran bir soğukluk vardı. Bazen, geçmişi hatırlayıp ona bağırıp çağırıyor kendimden geçiyordum. Atlas'da artık benim bu hareketlerime alışmış olmalı ki, yaptıklarıma sesini çıkarmıyordu.
"Çağla?" dedi soran bir tınıyla. Nefes nefese olan sesi, kulağıma ulaşıyor, bu sesle beraber hışırtı sesleride duyabiliyordum.
"Efendim?" bir süre karşı taraftan ses gelmedi. "Atlas, iyi misin?" diye sordum ciddileşen sesimle birlikte. "Sesin biraz kötü geliyor, neler oldu?"
"Çağla, o burada!" dedi haykırır gibi. "Ne?" demekten alıkoyamadım kendimi. "Sen neyden bahsediyorsun Atlas?! Hiçbir şey anlamıyorum."
Sertçe soludu. Galiba nefesini düzene sokmaya çalışıyordu. "Tuğkan... O burada Çağla!"
Elim ayağım titrerken, elimdeki telefon düşmesin diye parmaklarımı sıktım. "Ciddi misin?"
"Evet."
"Nerdesin sen? Yanına geleyim, boşluğum var. Daha iyi konuşuruz."
"Tamam, ben sana konumumu atıyorum." telefon, birden yüzüme kapanırken bu durum için sinirlenecek ya da Tuğkan ile aynı şehirde olduğumu düşünebilecek bir vaziyette değildim. Beynim pelte kıvamını almıştı. Ne düşüneceğini şaşırmıştım.
Zaman acıyı unutturur derlerdi, zaman acıyı unutturmaya yetmiyormuş. Bunu şu an yaşayınca anladım.
Kalbim sıkışıp nefesim düzensizleşti. Bedenim, yaşadığım duygu yumağını bu şekilde dışarıya yansıtıyor olmalıydı.
Kısa bir süre sonra, Atlas bana dediği gibi konumunu atınca apar topar kalkıp şirketten ayrıldım.
|
0% |