@mavii_bulutt345
|
"Seni mutlu edecek şeylere yönelmeyi unutma. Çünki hayat, mutsuz günleri hatırlayıp acı çekmek için çok kısa."
Emir ile onun spor merkezine geldiğimizde kimsenin olmadığı, spor aletlerinin bulunduğu bir odaya soktu beni. Emir, her ne kadar edebiyat öğretmeni olmak için üniversite ikinci sınıf öğrencisi olsa da İstanbul'un merkezine yakın bir yerde arkadaşı ile birlikte yönettikleri bir spor salonları vardı.
Beni buraya getirmişti ve yaklaşık üç aydır konuştuğumuz gibi bana dövüş sanatlarını öğretecekti. Bunu her ne kadar kafedeki gibi bir olayda ya da başka bir yerde kendimi savunmam için istese de asıl sebebi benim babamdan kendimi korumamdı. Bunu o demese de anlamam çok zor değildi.
Odanın köşesinde kalan dolaptan bir çift boks eldiveni aldı. Bana uzatıp, "Bunları giy, daha yenisin ve eldivensiz bir yerlerini incitebilirsin," dedi. "Bak benim buna vaktim yok, çalışıyorum," diye konuşsam da arkasını dönerek bana eldiven aldığı dolaptan bir şeyler almaya başladı. "İtiraz istemiyorum," dedi otoriter bir sesle, "Gerekirse günleri yirmi altı saat bile yaparım ama sen bunları öğreneceksin."
Bıkkınca nefesimi dışarı bıraktım. Dolaptan kahverengi bir eldiven tarzında bir şey çıkardı. "İlk önce neler bildiğine bir bakalım, ondan sonra da neleri yapabildiğine. Bugün böyle geçecek."
Dediği karşısında kafamı sallasam da, migrenim tutmuştu ve basım çok ağrıyordu. Emir, acıdan dolayı buruşturduğum yüzümü fark edip, "İyi misin?" diye sordu. "Migrenim tuttu," dediğimde hemen bana bir ağrı kesici verdi.
"İstersen ağrın geçtikten sonra başlayalım olur mu?" diye sordu. Ağrı kesiciyi ağzıma atıp suyu içtikten sonra, "Başlayalım," dedim. "Hem belki ağrımı biraz olsun unuturum," dediğimde Emir elimdeki boş bardağı aldı.
Yaklaşık iki saat aralıksız çalışmış sadece iki dakikalık bir su içme ve dinlenme arası vermiştik. Nefes nefese kendimi odadaki koltuğa attım. Emir, ayaktayken, "Ben üzerimi değiştirip geliyorum," dedi. Nefes nefese olduğum için sadece başımı sallamakla yetindim.
Başımı koltuğun arka kısmına dayayıp elime telefonumu aldım. Saatin kaç olduğuna bakmak için ekranı açtığımda, on beş tane mesaj geldiğini ve bu mesajların hepsinin gizli çocuktan geldiğini gördüm. Bir alışkanlık olarak çalışırken ya da bir işle uğraşırken rahatsız olmamak için her zaman telefonum sessizde olurdu. Bu yüzden de attığı on beş mesajı fark edememiştim.
Saate bakmayı ihmal etmeden hemen mesajları açıp okumaya başladım.
Gizliçocuk: Çağla iyi misin?
Gizliçocuk: O kanı bozuk sana zarar verdi mi?
Gizliçocuk: Çağla bana cevap ver.
Gizliçocuk: Ne yaptı o adam sana?
Gizliçocuk: Sinirden migrenin tutmuştur senin.
Gizliçocuk: Gözünü seveyim cevap ver.
Gizliçocuk: Bak korkuyorum.
Gizliçocuk: Lütfen bana cevap ver artık.
Gizliçocuk: Sillage?
Gizliçocuk: Cevap vermezsen yanına gelirim.
Gizliçocuk: Geliyorum bak.
Gizliçocuk: Gözünü seveyim cevap ver artık korkuyorum.
Gizliçocuk: Bak geleceğim yanına.
Gizliçocuk: Hay böyle işin!
Gizliçocuk: Görüldü atmana bile razıyım! İyi olduğunu bilsem yeter.
En son yazdığı şey beş dakika önceydi ve şu an çevrimiçi değildi. Madem bir görüldüye bile razıydı, ben de ona istediğini verirdim.
Görüldü attıktan sonra telefonumu kapatıp yanıma bıraktım. Odadaki banyoya geçip elimi yüzümü yıkadım. Ben banyodan çıktıktan sonra Emir'de odaya girmişti. Üzerine beyaz bir tişört giymişti.
"Hadi gel," dedi koltuğun üzerine bıraktığı siyah deri ceketini alıp. "Seni evine bırakayım."
Başımı salladım. Yorgunluktan ağzımı açacak gücüm bile yoktu. Odadan eşyalarımı aldım ve peşi sıra onu takip ettim.
|
0% |