@mavii_bulutt345
|
"Yuán fèn; karşılaşacakları kader tarafından belirlenmiş iki insanı bir araya getiren güç."
Tuğkan'ın ağzından (Atlas ile karşılaşma zamanından)
Ellerim, takım elbisemin kumaş pantolonunda bulunan ceplerdeydi. Kalabalık ortamları sevsem de gürültüden nefret ediyordum ve daha çarşının içine bile girmeden etrafın gürültüsünden başım ağrımaya başlamıştı, gözlerim zonkluyordu.
Çağla ile aynı şehirde olmak benim için iyi değildi. Bu bilgi, benim nefesimi kesiyordu. Bir yerden ve aniden karşıma çıkarsa ne yapardım bilmiyordum ve. Maziye gömdüğüm duyguları, sadece onunla aynı şehirde olduğumu bilerek dahi zor tutuyordum içimde, olur da karşıma çıkarsa bu sefer onlara engel olamazdım. Buna gücüm yoktu.
Her ne kadar, aldığım tedaviler sayesinde bedenen son derece sağlıklı olsam da ruhum ağır yaralıydı ve kabuk bağlamamış olan yaralarım tekrar karardı. Buna izin vermemeliydim. Yaraların soyuldukça izi kalırdı ve ben ona dair en ufak bir anıyı dahi mazide bırakmıştım.
Bunları düşünürken, göz göze geldiğim beden ile kaskatı kesilip yerimde durdum.
Anlaşılan, kaderin ayağıma taktığı prangalardan kaçamıyordum ve kaçmaya çalışıp debelendikçe de kendi etrafımda dönüp duruyordum.
İkimizde, çarşının tam ortasında karşılıklı olarak dikilerek birbirimize bakarken arkamı döndüm hızla ve etraftaki insan karmaşasını avantaj olarak kullanmaya çalıştım. Çarşının bulunduğu sokaktan çıkınca, "Tuğkan!" diyen Atlas ile birlikte adımlarım olabildiğince hızlandı. Tedaviler işe yarasa da vücudum sağlıklı olsa da hız konusunda yavaştım.
En sonunda, ben önde o arkada olacak şekilde bir parka koşarak girdik. Nefes nefese kalmıştım. Anlımdan boncuk boncuk terler yanağımdan boynuma doğru akıp beyaz gömleğime damlıyordu. Daha fazla koşmak vücudumu zorlamam demekti, onunla istemesem de konuşmak zorundaydım.
Atlas, nefes nefese karşımda durdu. Gözleri büyürken, "Tuğkan?" diye mırıldanırcasına ve soru sorar bir tınıyla konuştu. Ağzımı açıp tek kelime etmedim. İnip kalkan göğüs kafesim, kısa bir an için kalbimin sıkışmasına sebep olmuştu.
"Gerçekten sen misin?" Put gibi karşımda duruyordu ama aramızdaki garip sessizliği bozan o olmuştu. Yine tek bir kelime dahi etmediğimde, alkol almış gibi savsak adımlarla yanıma kadar geldi. Omzuma vurup,"Bizim neler çektiğimizden haberin var mı senin!? Bu geçen koskoca yedi yılda neler yaşadığımızı biliyor musun?!" bir yılan gibi, beni köşeye sıkıştırıp sokmuştu. Şimdi ise zehrini vücuduma acımasızca enjekte ediyordu.
Bulunduğu yerde dönüp durdu. Ondan kaçmak için hâlâ daha kendimde güç bulamıyordum. İçimden bu durumuma lanetler okudum.
Atlas saçlarını çekiştirdi. Yüzü kıpkırmızıydı, boynundaki damarlar tek tek sayılacak kadar belli oluyordu. Onu hayatımda birçok kez görmüştüm; kahkaha atarken, heyecanlanırken, utanırken... ama ilk defa sinirli olarak görüyordum ve bu siniri de bana yönelikti. Bu, biraz beni afallatsa da kendimi toparladım. Gardını indirirsem kaybederdim.
"Hadi beni düşünmedin," dedi ses tonu yükselirken, "Çağla'yı da mı düşünmedin sen?" Benim damarıma basmayı başarmıştı. "Ben onu hep düşündüm," dedim düz bir tonda. "Ben..." başladığım cümleyi, deli gibi gülen Atlas yüzünden tamamlayamadım. "Çağla'yı düşündün öyle mi? Sen dalga mı geçiyorsun? Kızı resmen bırakıp gittin!"
Bu sefer gülme sırası bendeydi. "Beni seviyor muydu ki? O benden vazgeçmiş Atlas! Ne yapsaydım daha? Yalvarıp ayaklarına mı kapansaydım! Hem benim neler yaşadığımı biliyor musun sen?!" şimdi, şartlar eşitti. Onun gibi benimde yüzüm kıpkırmızı olmuştu, yanaklarımdaki sıcaklıktan bunu anlamam çok zor değildi. Boynumun sol tarafındaki damar atıyordu ve ben bu sesi çok kolay bir şekilde duyabiliyordum.
"O seni çok seviyordu Tuğkan," dedi usulca. "Hatta seni bulamayıp yaşamanın bir anlamı olmadığını düşünerek intihara kalkışacak kadar çok seviyordu."
Elim ayağım titriyordu. "Ne saçmalıyorsun sen!?" dedim. Bu halimle, çevremi düşünecek halim yoktu ama parkın eski olmasından ötürü boş olduğunu biliyordum, bu yüzden de onunla istediğim dozajda konuşabilirdim. "Sırf benimle konuşabilmek için saçma sapan konuşma benimle!"
Pis pis sırıttı, "Onu hâlâ seviyorsun, bu yüzden de kabullenemiyorsun. Ben yalan söylemiyorum Tuğkan, olur da Çağla'yı yakından görürsen bileklerine iyi bak, bileklerini intihar etmek için kesmişti ama halası yetişti ona, bakarsan da derin yara izlerini fark edebilirsin."
Benim nefretim, öfkem, kinim ve nefretim kendimeydi ama kendime yöneltemediğim bu duyguları birine yöneltmeli, içimdeki bu yangını söndürmeliydim.
Hayatımda yapmayacağım bir şeyi yaptım.
Atlas'a yumruk attım.
Atlas, geriye doğru savruldu ama dengesini sağlayarak düşmedi. Eli, benim az önce vurduğum yere gitti. İnlerken, "Ne o? Çağla'ya hissettiğin vicdan azabını beni döverek mi ortadan kaldıracaksın?" Kaşındaki kanı baş parmağıyla sildi. Elindeki kana bakıp yüzünü buruşturdu.
"Gerekirse evet!" dedikten sonra yakalarından tuttum serttçe kendime çektim. Delirmiş gibiydim. Ne yapacağımı bilmiyordum. "Sen çok değişmişsin," dedi duygu yüklü bir tonda. "Bu sen değilsin Tuğkan. Sen böyle bir insan değilsin, sevdiğin kızı bırakmazsın mesela mücadele edersin onun için."
"Ben babamı kaybettim! Siz bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz?" Haykırırcasına bağırdım. "İkiniz benim için üzülürken ben her gece geri gelmeyecek babam için ağladım, üzüldüm! Ne yapayım istiyorsunuz?! Her zaman sizin için mücadele ettim ben! Çağla için, senin için." göz hareleri denizdeki küçük bir balık gibi titreyip duruyordu. "Ben yürüyemeyeceğimi bile bile sırf Çağla için yürümeye çalıştım! Senin için kaç gece uykusuz kalıp derslerine yardımcı olduğumu biliyorum!"
Nefes nefese kalırken, "İkiniz de bencilsiniz," dedim birden. O an için bu sözlerimde haklı olup olmadığımı düşünecek kadar kafam yerinde değildi. Bu sefer yumruk atma sırası Atlas'taydı. Onun gibi ben de onun damarına basmayı başarmıştım.
"Ulan biz seni kaç yıl aradık! Çağla senin için bütün her şeyini ortaya döktü. Sen benim için uykusuz kaldıysan ben de senin tedavilerin için günlerce aç ve uykusuz başında bekledim! Öldürmedin Tuğkan ama süründürdün bizi. Gelmiş bize bencilsiniz diyorsun!"
Bu kavganın bir haklısı yoktu, ikimizde kendimizce nedenlerden dolayı haklıydık. Bu yüzden de bir ileri bir geri gidip başladığımız yere geri dönüyorduk. Onu sersemletecek raddede bir yumruk daha attım.
Bu sefer dengesini kontrol edemeyip yere düştü. Ona ne olduğuna bakmak geldi içimden ama vazgeçip hızlı adımlarla uzaklaştım ordan.
Arabamın yanına ulaşınca, yanağımdaki ağrı kendini belli ettiriyordu. Bunu umursamamaya çalıştım. Elim cebimde arabamı açmak için anahtarımı ararken telefon çaldı.
"Efendim?"diyerek açtım telefonu ve ardından bulduğum anahtar sayesinde arabama geçtim. "Ağabey, şirkete gittin mi? Ben de yanına gelmek istiyorum, gelebilir miyim? Lütfen izin ver."
"Banu ben daha şirkete gitmedim." Atlas ile konuşurken, daha doğrusu kavga ederken, şirkete gitmeyi unutmuştum. "Ayrıca gitsem bile yanıma gelmeyeceksin, sadece herkesle tanışıp geri geleceğin eve. Yarın gelirsin."
Banu, kısa bir an için mızmızlanıp gelmek için inat edecek olsa da arkadan gelen annemin sesiyle sustu. "Evde görüşürüz," dediğinde, "Görüşürüz," dedim.
Dikiz aynasından yüzüme baktım. Biraz morluk vardı. Böyle şirkete gidemezdim, bu yüzden de torpido gözünde bulunan ve Banu'ya ait olan fondötenden biraz kullandım. Morluğu kapatmak konusunda pek etkili değildi am idâre ederdi beni bir süre.
Arabamı çalıştırıp yarım saat içinde şirkete ulaştım. Arabadan inmeden hemen önce üzerimdeki takım elbiseyi düzelttim. Beni kapıda karşılayan kişi Aylin Hanım'dı. Yirmi dakika kadar toplantı odasında ekip arkadaşlarımla tanıştım, onlar ile ilgili bilgi edindim.
En sonunda, herkes çıktığında Aylin Hanım'ın durmadan kolundaki gümüş saate baktığını fark ettim. "Birini mi bekliyorsunuz?"
Yakalanmanın verdiği utanma duygusu ile yanakları kızardı. "Ekibimizde bir kişi daha var ama geç kaldı, sizinle tanışmasını çok isterdim. Benim hatam aslında erken söylemem gerekiyordu."
"Sorun yok Aynlin Hanım, bu sadece tanışma faslıydı." Rahat bir nefes aldı. "İsterseniz size şirketi gezdireyim?" Masadan destek alıp ayaklanırken, "Tabii olur," dedim. Aylin Hanım, bana öncelik tanıdığına kapıdan çıktım. Çıkmam daha bir adım bile atamadan, "Çağla!?" diyen seslenen Aylin Hanım sayesinde tüylerim diken diken oldu. Nefes alıp almadığımı dahi bilmiyordum.
Onun gözleri, beni fark etmemişti. Beni fark edene kadar ister istemez onu inceledim. Saçları, omzunun hemen altında bitiyordu. Sürdüğü kırmızı ruj, dudaklarında belliydi. Benimle göz göze gelince en az benim kadar şaşırdı. Onu özlediğimi, onu görünce anladım. Kalbimin ritmi değişirken "Gel canım, seni Tuğkan Bey ile tanıştırayım." diye nahif bir tonda konuşan Aylin Hanım'a bakışları yönelince ben de rahat bir nefes alabildim.
Çağla'nın eli ayağı titriyordu ki, ben de ondan pekte farksız değildim. Aramızdaki bu soğuk sessizliği bölen ben oldum. "Ben Tuğkan Acar," diyerek elimi ona uzattım, sıkmak için ama elimi tutarsa düşüp bayılabilirdim. Gözleri,elimm ile yüzüm arasında gezinirken gözleri doldu, için cız etti. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur sözü o an benim için yok oldu.
Son kez, elimi sıkmak için tutmadan hemen önce göz göze geldik. "Çağla Demir."
Elimi tutunca, kafamın içinde bir söz yankılandı: Yuán fèn; karşılaşacakları kader tarafından belirlenmiş iki insanı bir araya getiren güç.
|
0% |