@mavii_bulutt345
|
"Onu seviyordum, bu inkar edemeyeceğim bir gerçekti ama zaman aşındırmıştı bizi, değiştirmişti. Farklıydık ikimiz ve bundan sonra olabileceğimiz büyük bir muammaydı."
Tuğkan'ın Ağzından(Çağla ile mesajlaşmasından sonra.)
Geçmiş, benim için görünmezdi. Sis bulutu ile kaplı olan geçmişim, benim hayatımda artık yoktu ama ne vardı ki, bu benim için sadece sözde kalıyordu.
İçimden ona sarılmak geliyordu, özlemiştim onu. Bu özlemi gidermem gerekiyordu ama bir yanım, çocuk tarafım, aynı şeyleri yaşamaktan deli gibi korkuyordu. Onun yüzünden oluşan, güç bela sarmış olduğum yaralarımın tekrardan, canımı acıta acıta kanamasından korkuyordum ve bu sefer vücudumda bu kadar acıyı taşıyacak kadar güç kalmamıştı.
Bitmiştim, tükenmiştim ama beni yeniden inşa edecek tek kişi Çağla'ydı ve tabii yeniden yerle yeksan edecek kişide oydu.
Gözlerim, yazdığı mesajlarda dolandı. Onunla mesajlaşmayı dahi özlemiştim. Derince içimi çektim. Gözlerim dolu dolu olmuştu. Onu seviyordum, bu inkar edemeyeceğim bir gerçekti ama zaman aşındırmıştı bizi, değiştirmişti. Farklıydık ikimiz ve bundan sonra olabileceğimiz büyük bir muammaydı.
Gözlerimi ovuşturdum, elim istemeden ama sanki önceden düşünüp karar vermişim gibi çekmecemin en alt ve en arka tarafında kalan fulara kaydı. Kocaman odamda, küçücük bir bez parçasından kaçarak onunla kovalamaca oynuyorduk sanki. En ücra köşelere saklasam da bu küçük kumaş parçasını, yine de onun dibinde almıştım soluğu.
Bir elmastan, yakuttan ya da bir pırlantadan benim için daha değerli olan fuları tarihi bir eser gibi yavaşça tuttum. Artık kokusu yoktu, bunu biliyor olmak beni üzüyor, onun kokusunu bir kez daha ciğerlerime çekemeyecek olduğumu bilerek bedenimi büyük bir korku kaplıyordu.
Ona boşuna sillage demiyordum, bedenimi gevşeten, birden beni mutlu ve huzurlu eden hoş bir kokusu vardı. Bu kokuyu, hiçbir parfüm şirketi üretemez ya da benim için ondan daha güzelini üretemezlerdi. Bu koku sadece ona özeldi, başka hiçbir yerde bulunmadığı gibi, ondan başka kimseye de yakışamazdı.
Çalan telefonum ile irkildim. Fuları, özenle yerine koydum. Çalan telefon, biraz olsun içinde kaybolduğum duygulardan beni kurtarabilmişti.
Bir an için, arayan kişinin Çağla olduğunu düşündüm ama bilmediğim bir numara ile kaşlarımı çattım. Beklemeden telefonu açıp kulağıma dayadım. "Efendim?"
İlk önce karşı taraftan biraz hışırtı geldi ardından ince bir ses, "Merhaba, Tuğkan Acar siz misiniz?" diye sordu. Beni nerden tandığını bilmiyordum ama şirkette çalışan biri olduğunu tahmin ediyorum zira bu telefon numaram sadece onlarda vardı, onlar haricinde beni aramak isteyenler için ikinci bir hat kullanıyordum.
"Evet, benim. Siz kimsiniz?" kısa bir süre karşı taraftan hiçbir ses gelmedi. "Evinizin önündeyim, kapıyı benim için açar mısınız?" Neyden bahsediyordu bu? Evimi bilen benden başka kimse yoktu? Tam da evimi nereden bulduğunu soracakken telefon yüzüme kapandı sonra da zilin sesi evin içinde yankılandı.
Bu gece, ya rüya görüyordum ya da aklıma ve mantığıma uymayacak şeyleri aynı anda yaşıyordum. Yine de sakin kalarak ayaklandım aşağıya inip kapıyı açınca, hızla biri önümden geçip içeriye girdi.
"Hey hey," diyerek seslendim. "Sen kimsin ve benim evimde ne işin var?" Kız kızıl saçlarını geriye doğru savurdu. "Oturup konuşalım mı? Hem katil falanmışım gibi bakma bana," o bunları diyene kadar ona kötü kötü baktığımı fark etmemiştim.
"Salon şu tarafta," der demez gösterdiğim yere doğru adımladı. Topuklu ayakkabısının sesi, parkenin üzerinde yürüdüğü için tok bir sesi kulaklarımıza dolduruyordu.
Salona geçince, krem rengi üçlü koltuğa oturdu. Ayakta duruyor, yanlış bir hareketinde müdahale etmeye hazırlıklı oluyordum. Çantasını yanına koyup bacak bacak üstüne attı. Gözlerini bana dikti ve, "Tamam haklısın, evine böyle paldır küldür girdim. Hande ben, babam şirketinin ortağı Levent Yenilmez." Başımı onaylarcasına salladım. Şimdi anlamıştım, beni şirket sayesinde bulmuştu ama benimle ne işi vardı, gecenin bu saatinde? Hem biraz da yorgun gözüküyordu.
"Neden geldin?" diye sordum. Bir tepki vermesi umrumda değildi. "Otursana, sana her şeyi anlatacağım."
"Böyle iyi," diyerek geçiştirdim onu. Her ne kadar şirketimin ortağının kızı olsada onu daha yeni tanıştım, bu yüzden de güvenmiyordum.
Benim istemediğimi anlamış olacak ki, konuşmaya ve benim aklımdaki soru işaretlerini gidermeye başladı. "Babamı tanıyorsun zaten, o benden en az onun kadar zengin ve başarılı biriyle evlenmemi istiyor ama ben evlenmek istemiyorum. Evleneceğim kişiyi kendim bulmaz isem beni kendi yaşında biriyle evlendireceğini söyledi." şaşkınlıktan ağzım yere düşecekti. Levent Beyin böyle bir insan olduğunu tahmin dahi edemezdim. Ayrıca kim kendi öz kızına böyle bir kötülüğü yapabilirdi?
Hande, dokunsam hüngür hüngür ağlayacak gibi duruyordu. Ortada bulunan sehpanın üzerinden sürahiyi elime alarak bardağa şu doldurup önüne tuttum, dolu bardağı. "Su ister misin?" Elimden bardağı alınca yanaklarına bir, iki damla yaş düştü.
Bu sefer de ona peçete uzatırken buldum kendimi. Hande, beş dakika sonra kendine gelebildiginde, "Anlıyorum fakat bunun benimle ne ilgisi var?" diye sordum. Tahminim vardı ama doğru olmasını istemediğim kesindi.
"Bu kafayla şirket yönetmiyorsun herhalde?" dedi kıkırdayarak. Benimle dalga geçtiğini düşündüm. Kaşlarım havalandı. Beş dakika önce ağlayan o değilmiş gibi davranıyordu. "Ne demeye çalışıyorsun?" kollarımı önümde kavuşturdum.
Bu saate, uyumak varken onunla uğraşıyordum ve o benim işimi kolaylaştırmak yerine dalga geçiyordu.
"Bak, aklımda bir şeyler var ama bu işe seninde dahil olman gerekiyor."
"Aklındaki ne?" dedim koltuğun kenarına, yüksekliğine otururken. Birazdan söyleyecekleri canımı sıkacaktı, bunu hissedebiliyordum.
"Bak seninle en azından sevgili gibi yaparsak ve benim yurt dışında çıkmama yardım edersen beni kurtarmış olursun. Hem senin de kardeşin var, beni anlamak zorundasın."
"Neden kendin çıkmıyorsun?" Onu anlıyordum ama bir yandan da Çağla vardı. Yine intihar etmeye çalışması beni deli gibi korkutuyordu. Bir yanım hayatınmda aldığım kararları ona göre şekillendirmemem gerektiğini söylese de bunu yapamazdım.
Ağzımı açıp itiraz edecekken beni eliyle durdurdu. "Sadece iki ay böyle devam etse yeter. İki Ay sonra ben on sekiz yaşına gireceğiz, bu sayede babam benim üzerimde bir hak sahibi olamaz. Sadece iki ay istiyorum senden, çok değil." sesi titriyor, çaresizliği yüzünden okunuyordu.
"Peki tamam, kabul." dedim düz bir sesle. Şartlar eşitti. Onun benden bir isteği vardı ve benim de bu işten bir çıkarım olacaktı.
Bir karesinde Atlas, "Eğer Çağla'nın seni sevip sevmediğini öğrenmek istiyorsan ya da onun sevgisinden şüphe ediyorsan, onu sorgula," demişti. Hande, onun bu sevgisini sorgulamamın en iyi yoluydu, hem Hande'ye yardım edecek hem de hayatıma yön verecek büyük bir karar almıştım ve artık bu işin geri dönüşü yoktu.
Hande'nin gözleri kapandı kapanacaktı. "Gel benimle," diyince ilk önce şaşırdı ama sonra eşyalarını alarak ayaklandı, beni takip etti.
Aynı katta, kardeşime ait olan odaya götürdüm onu. "Bu saatte gitme eve," dedim ama eve gideceğinden şüpheliydim.
"Teşekkür ederim," diye mırıldandı, Odadan çıkmadan önce. Onu odada bırakıp mutfağa, kendime bir kahve yapmaya gittim.
Aldığım bu karar, ya beni en dibe çekecekti ya da benim hayatımı şekillendirecekti ama ben ne olacağını kestiremiyordum.
|
0% |