Yeni Üyelik
54.
Bölüm

♡54. Bölüm♡

@mavii_bulutt345

"Sabredince bekleyişler, güzelleşecek."

 

Tuğkan'dan devam.

 

Odama geçip masaya otursam da içim içimi yiyordu. Odamdan bir hışımla çıkıp ona sarılmak geliyordu içimden ama yapamazdım. Sinirle alnımı ovuşturdum. Gözlerimin önünden o hali bir türlü gitmiyordu.

 

Boğazım kuru kuruydu. Nefes alamıyordum. Bu böyle devam edemezdi. Benim bir şeyler yapmam gerekiyordu. En azından kendi sağlığım için ona Hande ile aramızda gerçekten bir şeylerin olmadığını söylemeliydim.

 

Bu tuhaf bir şekilde boynumun borcu gibi geliyordu. Oldukça garip ve tuhaftı ama kalbim bunu istiyordu, hem de deli gibi. Bunu ne gerekirse yapmalıydım. Belki Hande bundan rahatsız olacaktı ya da yaptığımız plan çöp olacaktı ama bunlar benim artık umrumda değildi.

 

Tuğkan: Masada kötüydün, iyi misin?

 

Onu beklerken stresten tırnaklarımı kemirmeye başladım. Sadece bir dakika sonra cevap verdi ama bana bir asır gibi geliyordu bu geçen süre zarfı.

 

Sillage: Beni neden dibinde tutuyorsun Tuğkan? Bana daha fazla acı çektirmek için mi?

 

Sillage: Hande Hanım ile nişanlanman beni kıskandırmak için mi?

 

Bu doğru değildi. Bu yüzden de sinirlenmiştim. Sinirim cevabımada yansımıştı ama ben cevabı yazdıktan sonra sert ve ters bir üslup kullandığımı fark ettim. Bu da pişmanlığımı daha fazlaştırdı.

 

Olduğum yere batıyor, çırpındıkça batmaya devam ediyordum ve en önemlisi de buna bir şekilde engel olamıyordum.

 

Tuğkan: Bunun hesabını sana verecek değilim, değil mi?

 

Yazıyor olarak gözükünce verdiğim cevabın yükünü hafifletmek için hızla parmaklarımı klavyenin üzerine gezdirdim. Dediğim cümle tam da düşünmeden yazacağım bir cümle idi. Keşke görmeden silebilseydim ama artık geçti.

 

Tuğkan: Seni dibimde tutmaya çalışmıyorum Çağla, öyle olsaydı aramızda odalar kadar mesafe olmazdı. buna izin vermezdim.

 

Sillage: Buna izin verdin ama. Benden kaçtın Tuğkan, mesafelerce uzağa gittin. Seninle aramda her zaman mesafeler oldu ama mesafelere rağmen iki kalbin aynı ritimde çalabileceğini öğrettin bana.

 

Kahretsin! Dediği şeylerin noktasına kadar doğruydu. Biz nasıl bir çıkmaza sürüklenmiştik böyle? Aramız gittikçe daha fazla açık kalıyordu. Benden nefret etmesi alışık olduğum bir durumdu ya da aramıza mesafe koyduğum için beni sevmemesini anlayabiliyordum ama bunu görerek hissetmek bambaşkaydı.

 

Onun gözlerinde, bana ait olan nefreti görmek çok kötüydü. Aşkımız, klavyeler arasında gidip geliyordu ama onun haricinde diğer duygular süzgeçten geçiyordu. Bu zamana kadar nefret ettiğini biliyordum ama ilk defa, masada gözlerime bakınca iliklerime kadar hissetmiştim, bana beslediği nefret duygusunu.

 

Tuğkan: Demekki öğrenememişsin Çağla, öğrenmiş olsaydın şu an bu halde olmazdık.

 

Bu sözlerim bir nevi bir sitem, bir kırgınlığı dışa vuruştu.

 

Sillage: Beni suçlamayı bırak artık. Her zaman senin yüzünden engeller oldu ikimizin önünde, gittin kaçtın benden. Beni seviyorsun ama hâlâ daha benden kaçıyorsun. İkimizi de yıprattığının farkında değil misin sen?

 

Tuğkan: Bizi yıpratan sendin Çağla, ben senden kaçtıysam bunun sebebi sensin.

 

Sillage: Kalbimi kırıyorsun Tuğkan. Ben hiçbir şey yapmadım anla artık şunu!

 

Sillage: Hâlâ daha senin yüzünden yıpranıyoruz.

 

Gözlerim donukça ekrana kilitlendi. Kalbim, sözlerinin ağırlığı ve bir o kadar da haklılığı altında tuzla buz olmuştu.

 

Tuğkan: Korkuyorum anlasana. Kolay zamanlar geçirmedim ben!

 

Tuğkan: Her neyse, sana açıklama yapmak zorunda değilim.

 

Her neyse, sana açıklama yapmak zorunda değilim. Çağla haklıydı. Çok bariz bir şekilde kendim ile çelişiyordum zira ona bir açıklama yapmak için mesaj atmıştım ama şu an dediklerim bunun tam tersiydi.

 

Sillage: Ben, ruhumu kendi içimde öldürdüm ve bunun sebebi sensin.

 

Bu yazdığı cümle beni sersem etmişti.

 

Tuğkan: Hepimizin sonu ölüm değil midir zaten?

 

Sillage: Öyle ve benim ölümüm çok yakında olacak.

 

Tuğkan: Çağla, ne demek bu?

 

Tuğkan: Ne saçmalıyorsun sen?

 

Çevrimdışıydı ama bir umut cevap versin diye yazıyordum

 

Son yazdığı cümleyi tekrar tekrar okuyor, altındaki manayı çözmeye çalışıyordum.

 

Sonra birden, Atlas'ın cümlesi beynimin en ücra köşelerinde hayat buldu, "Hatta seni bulamayıp yaşamanın bir anlamı olmadığını düşünerek intihara kalkışacak kadar çok seviyordu."

 

Hayır hayır hayır hayır hayır!

 

Bunu yapmış olamazdı!

 

Yine benim yüzümden intihar etmiş olamazdı.

 

Bir hışımla kalktım ayağa. Ne yaptığımı bilmediğim gibi algılamakta zorluk çekiyordum. Hangi ara Çağla'nın odasına gidip onun baş ucuna oturarak onu sarstığımı, uyanmasını söylediğimi bilmiyordum.

 

"Çağla, uyan artık!" bir umut beni korkutmak için baygın olduğunu düşündüm ama ama sonra elindeki boş ilaç şişesini fark ettim.

 

"Ne yaptın sen!?" bu haykırışım acımı da barındırıyordu içinde. Acı ile kaplanmıştı haykırışım.

 

Onu kucağıma aldım. Başım ağrıyor gibiydi ama hissetmiyordum ya da yüreğimdeki sancı onu bir şekilde bastırmaya yetiyordu.

 

Güç bela Çağla'yı arabamın arka koltuğuna yatırdım. Yaşadığım korku ve panik ile onu otele en yakın hastaneye götürene kadar altı defa kaza geçirme riskine girdim. Bütün ışıkları geçtim ve bana sinirle çalınan kornalar eşliğinde hastaneye ulaştım.

 

Ellerim terliyordu. Ne zaman ağladığımı bilmiyordum ama Çağla'yı hemşirenin getirdiği sedyeye yatırırken yüzüme çarpan hava sayesinde anlamıştım. Sedye ile Çağla götürülürken elini sıkı sıkı tutuyordum. Bir kere bırakmıştım bu eli, bir daha bırakmaya niyetim yoktu. Buna izin veremez, aynı acıyı bir daha yaşayamazdım.

 

"Beyfendi, bundan sonra giremezsiniz." diyen hemşireyi umursamayarak acil müdahale odasına girdim. Onu bir daha asla yalnız bırakamazdım.

 

"Nesi var?" diye soran doktora, "İntihar etmek için elindeki bütün ilaçları içmiş," dedim acı acı. Bunu kabullenemiyordum. Nasıl kendine böyle bir şeyi yapabilirdi? Bu sonu kendine nasıl yazabilirdi?

 

Her ne kadar onun yanında kalmak istesem de tedaviyi zorlaştırdığımı ve Çağla'ya benim yüzümden gereken müdahaleyi yapamadıklarını söyleyen doktorun üzerine el mecbur dışarıya çıktım.

 

Bir duvarın dibine çöküp oturdum ve gözyaşlarımı silme zahmetine bile girmeden yüzümü koluma yasladım.

 

Boşluk vardı içimde, o olmadan kalbim atmayı bırakmıştı içimde.

 

Bir keresinde Ramazan ayındaydık. Biz Çağla ile oruç tutmuyorduk ama ailelerimiz tutuyor diye iftar saatini bekliyorduk. Aslında istesek bize yemek verirlerdi ama biz onlar aç iken istemeye çekiniyor, utanıyorduk.

 

Ben açlıktan sabredemezken Çağla usulca yanıma, kaldırımın kenarına oturdu. Giydiği elbisesinin eteklerini düzeltip, "Ne yapıyorsun burada?" diye sorarken bir yandan da başını dizlerine yaslamıştı.

 

Dudaklarımı sarkıtıp, "Acıktım diye yakındım ona.

 

"Sabredince bekleyişler, güzelleşecek. " dediğinde omzuma elini koydu. Söylediği sözler o gün bana ilaç gibi gelmişti.

 

Dediği gibi, sabredince bekleyişler güzelleşecekti.

 

Benim tek yapmam gereken şey onu sabırla beklemekti. Çağla, her zaman bana geri dönmüştür. Şimdi de dönmeliydi.

 

Döndüğünde ise karşısında bambaşka bir Tuğkan ve onu bekleyen çok güzel bir hayat bulacaktı.

 

Çağla, geri dönmeliydi.

Loading...
0%