@mavii_bulutt345
|
"Bu, son olamayacak kadar güzel ve gerçekti."
"Bana ne zaman söylemeyi düşünüyordun?" diyen halamın sesi sorgulamaktan çok üzgün çıkıyordu. Ona anlatmamış olmam onu üzmüştü.
"Hala, bak sana her şeyi gerçekten ama gerçekten her şeyi anlatacağım ama şu an olmaz. Tuğkan içerideyken ya da babamın cenazesine gitmek üzereyken olmaz," onu rahatlatmak için yanağına bir öpücük kondurdum. "Güven bana olur mu? Her şeyin bir izahı var. Sadece beklemeni istiyorum."
Halam, benim bu sözlerimden etkilenmiş olacak ki başını salladı."Tamam ama beni çok bekletme sakın, tamam mı?"
Başımı salladım. Salona geri döndüğümüzde Tuğkan ayaktaydı. "Meral Teyze, müsaaden varsa biz gidelim. Oraya varana kadar gece olur, sabah da işlerimizi hallederiz." Halam son kez Tuğkan'a sarıldı. "Sormanıza gerek bile yok," dedi ve gülümsedi. "Hadi daha fazla durmayın," dediğinde odama yöneldim.
Aramdan gelen adım seslerinin halama ait olduğunu düşündüm ama Tuğkan'ın olduğunu fark ettim. Beni kapı ile arasına alınca sinirle baktım gözlerine.
"Bana emrivaki yaptın ve..." lafımı kesti, sıcak nefesi bir meltem gibi yüzüme çarpıyordu. "Sen de bundan hoşlanmıyorsun," diyerek cümlemi tamamladı.
Geri çekilip eline valizimi alırken, "Hep sen mi intikam alacaksın? Biraz da ben seninle uğraşayım," dedi ve sırıtarak önümden geçip gitti. Gözlerimi devirdim. O benimle uğraşmak istiyorsa ben de onunla pek âlâ da uğraşabilirdim.
....
Araba, eski evimin önünde durdu. Tuğkan ikidir beni gıcık ettiği için yol boyunca uyumuştum. Esneyerek yerimde doğruldum.
"Buraya neden geldik, burayı satmıştık?" Burada neden olduğumuzu soran gözlerle ona baktım.
"Babanın cenazesi öğlen kalkacak, daha var. Ben düşündüm ki biraz konuşmamız lazım," soluğumu bıraktım. Gözlerinin en derinine baktım. Beni alaya almıyordu sadece biraz üzüntü ve pişmanlık vardı.
"Ne konuşacağız?" diye sordum.
"Seni...Beni...Bizi." sesi solgundu. "Ya da herhangi bir şeyi... Ben seninle konuşmak istiyorum Sillage," konuşmak aynı nefes almak gibi bir ihtiyaç değil miydi?
Ne konuşacağımızı bilmeyerek, "Tamam," diyip teklifini kabul ettim. Tuğkan arabadan inince ben de indim. "Nereye gideceğiz?" diye sorsam da beni duymazlıktan geldi. Mecburen onu sessizce takip ettim.
Bizim evin bulunduğu sokağın ilerisinde bir yokuş vardı. Orayı yavaş yavaş tırmandık. Soluk soluğa onu izledim. Bir ağacın altına oturdu ve toprağı eşelemeye başladı. "Sana vermesi için halana bir anahtar ve mektup vermiştim. Onu hatırlıyor musun?"
Nefesimi tuttum. Evet, halam bana vermişti dediklerini ama ona sinirli olduğum için ne mektubu okumuştum ne de anahtarın işlevini merak etmiştim. Kısa bir süre sonra da onların varlığını dahi unutmuştum.
Onun yanına oturdum. Elimi annemin kolyesine geçirdiğim anahtara uzattım. Tuğkan onu görünce gülümsedi. "Buraya hiç gelmedin değil mi?" diye sorunca sesindeki kırgınlık yüzünden yerin yedi kat dibine girmek istedim. Boğazım düğüm düğümdü. Konuşacak cesareti bulamadım kendimde, gözlerimi ondan kaçırıp benden bir cevap beklediği için başımı salladım sadece.
Eliyle toprağı eşelemeye devam etti. Bir kutu gün yüzüne çıkınca onu aldı ve üzerindeki toprağı eliyle silkeledi. "Gitmeden önce bana kızgındın, sana kendimi affettirecek zamanım yoktu bu yüzden de sana yazdığım Mektupları ve taşındığımız evin adresini bıraktım." ruhum, pişmanlık ve utanç içinde kıvrandı. Belki de buraya gelip bana yazdıklarını okusaydım şu an bambaşka bir hayat yaşardık.
Ben ne yapmıştım böyle? Tuğkan'ı suçlayıp beni bıraktığı için onu suçlarken bir kez olsun onu dinlememiştim ama oysaki o bana her şeyi bağıra bağıra anlatmıştı. Ben nasıl bu kadar duyarsız olmuştum ona karşı!?
Gözlerim doldu ama başım yere eğik diye beni göremiyordu. Gerçi, görmesini de istemiyordum. Elleri enseme değince irkildim. Parmakları kolyemin kopçasını açtı. Kolyeyi eline alıp anahtarı çıkardı ve yerine yerleştirdi. Açılan kutuyu ellerimin arasına bıraktı ve çenemden tutup ona bakmamı sağladı. Titreyen çenem, ağlayacağımın önden bir habercisiydi.
Onunla göz göze gelince yanağıma doğru bir yaş süzüldü, onun da gözleri nemliydi ama benim aksime o beni suçlamıyor hatta sevgi ve şefkat ile bana bakıyordu. "Bunların hepsini bir gecede yazdım," bunun verdiği gurur ile genişçe gülümsedi. "Madem bunları zamanında okumadın, şimdi oku olur mu?"
Dediklerini duydum ama benim odak noktam bambaşkaydı. Hıçkırırken ellerimdeki kutu dizlerime düştü. Onunla göz göze gelecek cesaretim yoktu. Boynuna kollarımı sarıp yüzümü tişörtüne gömdüm. "Şş," diyerek beni yatıştırmaya çalıştı.
"Ben sana ne demiştim sillage? Senin yüzüne ağlamak değil gülmek yakışıyor, " saçlarıma yüzünü gömdüğü için sesi boğuk çıktı ama sözlerini umursamadım. Yumruk yaptığım ellerimle göğsüne vurmaya başladım.
"Nasıl yaparsın bunu bize? Neden gelmedin? Bunu bana önceden verseydin hayatımız bambaşka olurdu! Peki ya ben nasıl seni yok sayarak buraya gelmedim? Neden bunu bize yaptık Tuğkan!" Hayatımızın bambaşka ve daha güzel olacağını ama olmamış olmasını hazmedemiyordum. Belki de bu davranışlarım oldukça saçmaydı ama ben resmen sinir krizi geçiriyordum.
Tuğkan'ın kollarının arasında, ağacının dibinde bağıra çağıra ağladım. Ne o bana durmamı söyledi ne de ben kendime gelebildim. Neyseki tepenin yanında herhangi bir bina yoktu. Bu yüzden de çevremizde kimse yoktu.
En sonunda, ağlamalarım kesikleşti, sayıklamaya dönüştü. "Bana neden söylemedin?"
"Ben seni seviyorum Sillage ama sen beni sevmiyorsun sandım. Sana bunu yapamazdım. Saçının teline dünyaları değişmem ama sevmediğin biri ile bir ömür geçirme istedim." duraksayıp içini çekti, "Mektuplarımı almana rağmen beni sevmiyorsun sandım ama kahretsin ki senden ayrı kalamadım. Bir şekilde Atlas sayesinde seni buldum ve yazdım. Sonrası ise malum," gülüşünden çıkan nefes saçlarıma çarptı, onları özenle okşadı.
"Ben seni kaybetmek... Bunu düşünmek bile beni ölüp ölüp diriltiyor ve sen bunu bana yaşattın! Seni kaybettim sandım, ya ölseydin? Ben o zaman ne yapardım?" gözyaşı yanağıma düştü.
Gözlerimi sıkıca kapattım, ikimiz de deli gibi birbirimizi sevmek istiyorduk ve önümüzde artık engel kalmamıştı.
"Peki ya bunca zamandan sonra ne olacak? Biz nasıl tekrar birlikte olacağız?" Ilık nefesi kulağıma değerken," Omnia mutantur nihil interit," diye fısıldadı.
Kaşlarımı çattım, "Bu da ne demek şimdi?" Başımı kaldırıp onunla göz göze geldim. Gülümsedi ve ben onun gülüşünde kayboldum. "Her şey değişir ama hiçbir şey yok olmaz." duraksadı ve devam etti, "Anlamı bu, evet aramızdaki şeyler değişti. Mesela biz değiştik ama aşkımız değişmedi sillage. Hâlâ daha içimizde yaşıyor." söyledikleri ılık ılık içime işledi. İkimizin de kalpleri, anın vermiş olduğu duygu yoğunluğu ile sertçe çarpıyordu.
Aklıma dudaklarını bastırdı. "Benimle evlenir misin?" diye sordu, bir yandan da yanağını anlıma yaslarken.
Kıkirdadım. "Bence sen bunun cevabını biliyorsun," dedim ve içini çekti, "Evet, biliyorum ama senden duymak beni daha çok mutlu ediyor."
"Evet, gizli çocuk seninle evlenirim," dedim ve huzurla ona yaslandım. İkimizde neden bunca yıl sonra tekrar bir araya geldiğimizi sormadık ya da bunca yaşadığımız şeylere bir daha sitem etmedik. Bizim sonumuz böyle olmalıydı, bundan başkası olamazdı.
Birbirimizden ayrı kalıp değerimizi anlamıştık, onu görmesem bile yine ve yeniden sevmiştim. Onu her haliyle sevebileceğimi fark etmiştim ve en önemlisi ise bundan sonra artık onsuz yaşayamayacağımı anlamıştım.
Her şey burada son bulmuştu ve bu, son olamayacak kadar güzel ve gerçekti. |
0% |