Yeni Üyelik
2.
Bölüm

°•Gökteki Sönmüş Yıldız•°

@mavii_bulutt345

Bölüm: 2/ Gökteki Sönmüş Yıldız

 

Buğra YILDIRIM

 

İnsanların kalplerini deli gibi attıracak olaylar çıkardı karşısına, heyecandan, mutluluktan, üzüntüden, korkudan...

 

Bir ameliyathanenin önünde, refakatçiler için bulun koltuklarda oturturken, içeriden gelecek en küçük bir haberi beklerken kalbiniz deli gibi çarpardı.

 

Tıpkı benim şu an yaşadığım gibi...

 

Hastanenin refakatçı koltuklarında, dirseklerimi diz kapaklarıma yaslayıp başımı ellerimin arasına almıştım.

 

Mavi gözlerim yerde sabit kaldığında hayatımda yaşamadığım bundan sonra da yaşamak istemeyeceğim bir duyguya şahit oluyordum.

 

Kaybetme korkusu...

 

Bu duyguya daha yeni yeni tanık olduğum için tam olarak nasıl bir şeydi bilmiyorum ama benim vücudumu sanki bir zehir gibi ele geçirmişti. Vücudumda, damarlarımın içinde dolaşıp duruyordu ve ben bundan nasıl kurtulacağımı ne biliyor ne de bulabiliyordum.

 

Omzuma bir el konduğunda başımı bile kaldırmadım. Omzuma biri başını yasladığında saçlarımın içinden parmaklarımı geçirdim ve saçlarımı karıştırdım.

 

"Ablan iyi olacak," diye kulağıma fısıldayan halam, dediğinden kendi bile emin değildi. Bunun sesinin titremesinden anlamam çok zor olmamıştı. Olanları hatırladığımda çenem titredi.

 

Doğrulup ona sarıldığımda, "Ona bir şey olmayacak değil mi?" diye sordum titreyen sesimle birlikte. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Elim ayağım titrerken boğazım kurumuştu ve sanki bir tel boğazıma sarılıp beni nefessiz bırakmaya and içmiş gibiydi. Görünmez tel, beni hapsederken kendimi bundan nasıl kurtaracağını çok iyi biliyordum. İçeriden çıkacak olan doktorun ablamın yaşadığını söylemesi benim elime o tellerin kilit anahtarını bırakacaktı ve bende o anahtarı yerine takarak tellerden kurtulup ablamın yanına koşacaktım hemen.

 

"Olmayacak kuzum,"dedi halam saçlarımı okşarken. "Ona bir şey olmayacak ve bizde evimize tekrar döneceğiz," diye fısıldadı ardından. Düğüm düğüm olan boğazım yüzünden yutkunamazken, yanan gözlerimle birlikte görüş açım bulanıklaştı.

 

Olayları yeni yeni algılıyormuş gibiydim. Sanki her şey bir saat önce olup bitmiş gibi değildi de beş dakika önce olan bir olayın etkisinden yeni yeni kurtuluyormuş gibiydim.

 

Ağlamamak için kendimi sıkarken çıkan doktorla birlikte bende dahil herkes oturdukları yerden ayağa kalktı. Doktor, yeşil önlükleriyle bizim önümüzde durduğunda, biz onun ağzından çıkacak en ufak bir fısıltıyı dahi duymaya çalışıyorduk.

 

"Öncelikle, hasta geldiğinde beyin kanaması vardı. Müdahale ettik." Doktor, duraksayıp herkesle göz göze geldiğinde işte o zaman anladım ablama bir şey olduğunu. Doktor benim gözlerime öyle bir baktı ki içimden bir şeyler alıp gitti ve benim için yaşamanın, nefes almanın, yemek yemenin ve uyumanın bir önemi kalmadı.

"Ama elimizden geleni yapsakta hastayı kurtaramadık," doktor, sözlerine devam ederken benim dünyam başıma yıkılmıştı ve ben o dünyanının içinde binbir parçaya ayrılmıştım.

 

Annem hıçkıra hıçkıra ağlarken, babam dolu dolu olan gözleriyle hem kendini ağlamamak için sıkıyordu hem de anneme destek olamak için ayakta durmaya çalışıyordu.

 

Bense, o kargaşadan kaçmak için geri geri giderek sırtımı duvara yaslamıştım.

 

Yasalandığım duvardan aşağıya doğru kayarken, etrafın gürültüsü kulağıma bir uğultu gibi geliyordu ve ben bunu umursamıyordum.

 

Başımı ellerimin arasına aldım ve gözyaşlarımı serbest bıraktım. Gözlerimin önüne ablamın kanlar içinde kalan bedeni gelirken şu son dört saati yaşamamayı diledim.

 

Yaşamasaydım eğer, ablam yanımda olacaktı...

 

Dört saat önce

 

Çantamı yatağımın yanına bıraktığımda kıyafetlerimi alarak banyoya ilerledim.

 

Kısa bir duşun ardından saçımı kurutup, kıyafetlerimi giyerek banyodan çıktım.

 

Bugün dedemler bize gelecekti ve bu yüzden saçıma şekil verip üzerimdeki kıyafetleri kontrol ettim ardından da aşağıya indim.

 

Burnuma gelen mis gibi kokularla birlikte gülümseyip mutfağa geçtiğimde hazırlıklara başlandığını gördüm.

 

"Ooo hanımlar kolay gelsin,"diyerek içeri girdiğimde ablam gülümsedi bana.

 

"Paşam hadi gel sende yardım et," diyen halama cevaben yemek tabaklarını yemek odasına götürdüm. Mutfağa geri dönüp masaya kurulduğumda, annem halam, ablam ve evin çalışanları yemek hazırlıklarına devam ediyorlardı.

 

Önümdeki kurabiyelerden bir tane attım ağzıma. Ağzımdaki kurabiyeyi bitirip ikinciye geçecekken kasedeki elime biri şaplak attı.

 

Ne olduğunu anlamak için başımı kaldırdığımda ablamın yüzüyle karşılaştım. "Onlar misafirlerin," dediğinde arkasını döndü ve işine devam etti.

 

Kurabiye almak için kaseye elimi attığımda, "Buğra!" diye bağıran ablam sayesinde oflayarak dışarı çıktım.

 

Yaklaşık bir saat sonra hazırlıklar bitmiş, herkes çalan kapıyla birlikte ayaklanarak dedemleri karşılamak için kapının önüne birikmişti. Halam, kapıyı açtığında, ilk dedemin sonra da babaannemin ellerini öpüp başına koydu. "Hoş geldiniz babacığım,"dediginde babaannemle sarıldılar. Dedemin elini ablamla bende öptüğümüzde, babanneminde elini öptük ve sıkı sıkı sarıldık. "Kuzularım benim," diyerek bizi seven babaannem bizimle birlikte içeri geçti.

 

Herkes yerlerine oturduğunda halam söze başladı. "Baba, yol yorgunu olmalısınız. Size bir kahve yapayım mı bol köpüklü? Yorgunluğunuzu alır."

 

Dedem gülümsedi. "Olur kızım. Ne zamandır senin elinden bir Türk kahvesi içmiyorduk." Halam gülümsedi ve müsaade isteyerek mutfağa girdi kahveleri hazırlamak için.

 

Babannem,"Ee çocuklar nasılsınız?" diye ablam ve bana sordu. Ablamla aynı anda,"İyiyiz," dediğimizde babannem gülümsedi. "Hep iyi olun benim güzel torunlarım," dediğinde ablamla gülümsedik babaanneme.

 

"Ee Gülcan, sizler nasılsınız?" diye bu seferde dedem sordu anneme. Annem ona cevap verdiğinde, ben hariç bütün ev halkı koyu bir muhabbetin içine girdiler.

 

Ardan biraz zaman geçtiğinde, babam ve amcam işten dönmüşlerdi. Amcam ve babamda, babaannemin ve dedemin ellerini öptüklerinde hep birlikte hazır olan masaya geçtik.

 

Bu sefer baş köşelerin sahibi annem ve babam olmamış, dedem ve babaannem olmuştu. Biz ablamla karşılıklı oturduğumuzda, benim yanıma annem, annemin karşısına da babam geçmişti. Halam ve amcam karşılıklı oturduklarında, yemek servisi yapılıyordu.

 

Bol sohbetle geçen yemek faslı bittiğinde, tatlılarımızı alarak salona geçmiştik. Bir yandan tatlılarımızı yerken bir yandan da tatlı bir sohbet başlamıştı salonda. Babaanem ve dedem bizimle hasret giderirken bir süreden sonra etraftaki sohbet yavaş yavaş azalamaya başlamıştı.

 

Saat, ona yaklaşırken amcam ayaklandı, "Ben yatayım artık," dedi bize ithafen. "Malum yarın sabah erken kalkmak zorundayım." Babaannem ve dedem, hem bizi ziyaret için hem de amcamı uğurlamak için Konya'dan gelmişlerdi.

 

Aile şirketini babam ve amcam ortak yönetirken halam hiç o işlere girmeyi istemediği için kendine bir kafe açmıştı ve orayı yönetiyordu birkaç arkadaşıyla beraber. Ablam ile ben boş zamanımızda ona yardım edip vaktimizi değerlendiriyorduk.

 

Şimdi ise bizim şirketimiz ile yurtdışından bir şirket anlaşma imzalayacaktı ve ya babam ya da amcam yurt dışına gitmek zorundaydı. Bizim şirketi temsilen amcam gidecekti çünkü amcam evli değildi ve babam ablamı, beni ve annemi bırakıp gitmeyi istemiyordu.

 

O yüzden yurtdışına bizim şirketi temsil etmek için amcam gidecekti ve babaannemle dedem onu yolcu edip vedalaşmak için gelmişlerdi Konya'dan. Tatil amaçlı bir süre bizde kalacaktılar.

 

Annem ayaklandı," Ben sana odanı göstereyim Gökhan," dedi ve önden yürüdü. Amcam, dedemler burada kalacağı için bir günlüğüne bizde kalacaktı ve annemler onun için bir oda hazırlamışlardı.

 

Amcam başını salladı," Size iyi geceler," dediğinde herkes ona "iyi geceler," dedi ve annem ile amcam yukarı çıktılar.

 

Ablam, sehpanın üzerindeki sürahiden bardağını doldurdu. Tam şu içmek için bardağı ağzına götürürken daha rahat bir pozisyon alacağım diye onun koluna çarptım yanlışlıkla. Ablam korkuyla irkilirken, bense yaptığım sakarlık yüzünden ablamın ıslanan kazağına bakakaldım.

 

Babaanem," Kızım git üzerini değiştir," dediğinde ablam ayaklandı. Bana kötü kötü baktığında ağzımı kıpırdatarak 'özür dilerim' dedim ama ablam bana yine de kötü kötü baktı. "Tamam babaanne. Size iyi geceler, " dedi ve yukarı çıktı.

 

"Ah be oğlum biraz daha dikkat etseydin ya, ablan ne güzel oturuyordu."

 

"Babaanne bilerek olamdı ki," diyerek kendimi savundum hemen. Dedem,"Bırak çocuğu, bilerek olmamış işte hanım," diyerek babaanneme bir açıklama yaptı. Babaannem ayaklandı." Ben mutfağa gideyim. Getirdiğimiz malzemeleri yerleştirmeye yardım edeyim." dedemle onu onayladığımızda dedem beni yanındaki koltuğa çağırdı. "Gel oğlum yanıma, seninle az sohbet edelim."

 

Yanına oturduğumda, "Ee var mı sevgilin bir kız arkadaşın felan?" diye direkt konuya giridiğinde ciddi mi yoksa değil mi diye yüzüne baktım. Ciddi olduğunu anladığımda, "Yok dede," dedim.

 

"İyi, iyi," dedi ve devam etti. "Öyle her kızla çıkmayacaksın. Hayat arkadaşın olacak kişiyle çıkacaksın."

 

"Haklısın dede," diyerek onu onayladım. Dedem, her geldiğinde az çok benimle konuşur bana ya tavsiye ya da başka şeyler söylerdi. Bu da onlardan biriydi.

 

"Okul nasıl gidiyor? Seneye sınavın var, çok çalış. "

 

"İyi gidiyor dede, biliyorum çok çalışıyorum ama 'ya kazanamazsam demekten de alıkoyamıyorum kendimi. Bakalım seneye kazanıp kazanamayacağım belli olacak."

 

Dedem, elini omzuma koyarak sanki güç vermek istercesine hafifçe sıktı. "Ben biliyorum benim aslan torunum bu sınavı kazanacak. Ama sen yine de çalışmaya devam et ve her şeyin bu sınavdan ibaret olmadığını unutma. Biz zaten bir sınavın tam ortasındayız. Asıl sınav burası ve o sınavı geçemesen bile bu sınavı geçmek zorundasın," dedi dedem.

 

Gülümsedim. Dedemin benimle konuşarak tavsiyeler vermesi ya da bir şeyler anlatması beni nedensizce rahatlatıyordu. Tam dedeme söylediği son cümle için cevap verecekken evi inleten bir çığlık sesi duyuldu etrafta. Gülümseyen yüzüm solarken dedem ve babam oturduğu koltuklardan fırladıklarında hemen sesin geldiği yere koştular.

 

Ablamın çığlığını duyan ben ise resmen bir şoka girmiştim. Yerimden hızla kalkarak babamın ve dedemin geçtiği kapıdan geçtiğimde merdivenlerin başında, yerde kanlar içinde yatan ablamı gördüğümde kalbimin sıkıştığını hissettim. Biri kalbimi eline almışta sanki bana işkence çektirmek için kalbimi sıkıp duruyordu.

 

Şoktan çıktığımda, kırk katlı bir binanın yıkılışını bedenim yaşıyordu. Bacaklarım, güçlerini kaybettikleri için beni taşıyamazken yere oturur bir şekilde yığılıp kaldım.

 

Evdeki bağırış, denizin altında yüzüyormuşum gibi buğulu buğulu ulaşıyordu kulaklarıma. Bütün ev halkı ablamın başına toplanırken ben ablamın başını yavaşça dizlerimin üzerine koydum. Bluzunun benim yüzümden ıslanan tarafı suyla beraber kan olmuştu. Sol gözünün üzerinde bulunan kaşının yaklaşık üç parmak yukarısında büyük bir yara vardı ve ablamın güzel yüzü, bu yüzden kan içinde kalmıştı.

 

Herkes şoktayken ilk şoktan çıkan babam oldu. "Ambulansı arayın hemen!" diye resmen evi inletircesine bağırdı. Bu içindeki evlat acısının şekillenerek dışarıya vurmuş soyut bir haliydi.

 

Babam, işaret ve orta parmağını yan yana birleştirdi ve titreyen elini ablamın kanlarla kaplı olan boynuna bastırdı. Nefesimi tuttum.

 

"Yaşıyor mu?" diye sorarken sesim titredi. Babam birkaç saniye bekledi. Kahverengi gözleri benim mavi gözlerimle buluştu ve konuştu. "Yaşıyor," diye fısıldadı, sanki denizin altında nefessiz kalıp güç bela kendini yukarıya çıkartıp yaşamak için nefes alan bir kişi gibi nefesleri rahat ve sıktı. Ablamın yaşadığını öğrenmesi onun üzerinden tonlarca ağırlığın kalkmasına vesile olmuştu.

 

"Nasıl oldu?!" diye soran babam biri, "ben yaptım" dese dünyayı ortadan ikiye bölüp o kişiyi de dünyanın merkezine gömecekkmiş gibi sert sert bakıyordu evdeki herkesin yüzüne. Bağırışı evi titretirken annem,"Ben Gökhan'a odasını gösteriyordum," dedi titrekçe. Annemin ağladığı için yüzü kızarmıştı ve mavi gözlerinin beyaz kısmı kıpkırmızı olmuştu. "Sonra bir gürültü kopunca da odadan fırlayıp buraya geldik," diye devam etti mavi gözlerini babamın kahverengi olan gözlerine yönlendirerek. "Biz bir şey görmedik," dediğinde babam susarak annemin yarasını daha fazla kanatmayı istemedi.

 

Ablamın kanlarla kaplı olmayan saçlarına parmaklarımı

doladım. Yavaş yavaş, kırmaktan korkarcasına ablamın saçlarını okşuyordum. Babaannem elindeki beyaz havluyu titreyen elleriyle bize uzattı. "Kanamasını durdurmak için kullanırsınız," dediğinde boştaki elimin parmakları babannemin titreyen parmaklarının içine hapsetmiş olduğu beyaz havluyu kavradığında hızla beyaz olan havluyu ablamın başına koydum.

 

Mavi gözlerim ara ara ablamın anlına bastırdığım beyaz olan havluya kayarken bir yandan da ablamın yumuşacık olan saçlarındaki eline kayıyordu.

 

Tuttuğum havlu, ablamın kanı yüzünden kırmızıya dönerken elime damlayan sıvıyla birlikte bakışlarım orayı buldu.

 

Ağlıyordum...

 

İçimdeki bu yangını söndürmek içindi bu göz yaşlarım...

 

İçimdeki acının dışa vurmuş haliydi bu ağlayışım...

 

Elimdeki kurumuş olan kanları bile umursamadan ablamın saşlarındaki elim yanağıma ulaştı ve oradaki gözyaşlarını temizledi. Burnunu çektiğimde aklıma ablamla birlikte kurmuş olduğumuz hayal geldi.

 

Ben altı yaşlarındayken ablam da dokuz yaşlarındaydı. Annem bizi parka götürmüştü ve bir banka oturarak bizi seyrediyordu. Ben, kum havuzunun içinde oyunlar oynarken ablam sallandığı salıncaktan hızla inerek benim yanıma gelmişti. Üzerindeki pembe elbisenin kirlenmesini bile umursamadan benim yanıma kumların üzerine oturmuştu.

 

"Bak Buğra orda oturan çocuğu görüyor musun?" diye sormuştu bir yandan da işaret parmağıyla kaldırımda oturan çocuğu göstererek. Mavi gözlerim, kaldırımda oturmakta olan küçük çocuğun üzerinde dolaştı bir süre ardından da ablamın kahverengi olan gözlerine baktım. "Evet abla görüyorum," dedim dilim döndüğünce.

 

"O çocuk işitme engelliymiş. Hayatı çok zor olmalı,"dedi ablam son kısmı fısıldarken. "Duymamak, konuşamamak, hayatın bu güzelliklerinden mahrum kalmak... Çocuk neden yanlız oturuyor biliyor musun? Kimse işaret dilini bilmediği için onunla konuşamadığı için."

 

"Keşke ona yardım edebilsek," diye üzgünce konuştum. Ablam üzgün gözlerini etrafta gezindirdi ardından hızla bana bakarak heyacnla konuşmaya başladı. "Buğra düşünsene bizde beden dilini bilirsek onunla konuşup anlaşabilir, onun gibi olan insanlara yardımcı olabiliriz!"

 

O günden sonra ablam beden dilini öğrenmeye başlarken bende onunla birlikte öğrenmeye çalışıyordum. Ben zorlanırlen ablam altı aya yakın bir sürede beden dilini öğrenmişti ve bunun işini yapmak için üniversiteye gidiyordu. Daha birinci sınıf öğrencisi olan ablam, bu işi severek yapıyor, geleceği düşünerek daha da bir mutlu oluyordu.

 

Parktaki günümüzden sonra, ablam ile birlikte tek bir hayal kurmuştuk. İkimizde okullarımızı bitirerek bir okul açacak, işitme engelliler için özel dersler vererek hayatımıza devam edecektik ama artık kurduğumuz bu hayal gözümde silik silik canlanıyordu.

 

Ve ben, şimdi fark ediyordum ki insan, en çokta kurduğu hayaller gerçek olmadığında üzülüyormuş...

 

Ambulansın, evdeki feryatları bastıran sesi kulağımıza dolduğunda hepimiz çağırmış olduğumuz ambulansın geldiğini anladık.

 

Kapıyı açma görevini annem üstlenirken hızla kapıya koşarak kapıyı açtı. Ellerindeki sedyeyle birlikte içeri giren üç sağlık çalışanının hedefi direkt biz olurken babam, "Biraz geri çekilin de adamlar işini yapsın," dedi yavaşça.

 

Ablamı sedyeye alıp ambulansa taşırlarken ben ablamın elini sıkı sıkı tutup onu yanlız bırakmıyordum. Ambulansa bindiğimizde, ambulans bir saniye bile beklemeden hızla yola çıktı. Ambulansın siren sesi her yeri kaplarken hayatımda en çok merak ettiğim şeylerden biri de ambulansın içini görmekti fakat böyle değildi. Böyle bir durumda değildi. Böyle olmamalıydı...

 

Ambulansı merak etmeme rağmen ablamın güzel yüzünden tek bir an bile olsun bakışlarım ayrılmadı.

 

Kısa süre sonra ambulans durup, bizim bulunduğumuz yerin kapısı açıldığında hızla ablamı dışarı çıkartarak hastaneye götürdüler. Annemler, bizi takip ederek peşimizden geldiklerinde ablamı kontrol için bir odaya aldılar.

 

Ben, mecburen ablamın elini bırakmak zorunda kalsam da maalesef bunun için elimden bir şey gelmiyordu. Yaklaşık beş dakika sonra bir hemşire ablamın bulunduğu odadan hızla çıkarak bizim yanımıza geldi. "Beyza Yıldırım'ın yakınları siz misiniz?"

 

"Evet, biziz. Bir sorun mu var?" diye sordu babam, kimsenin konuşmak için gücü yokken.

 

"Hastanızın beyin kanaması var, o yüzden hemen ameliyata alacağız. Geçmiş olsun," dedi hemşire bizi bilgilendirmek için ardından da arkasını dönerek geldiği odaya hızla tekrardan girdi.

 

"Benim kızım bunları yaşayacak ne yaptı?!" diye feryat figan ağlayan anneme babam sarılarak güç vermeye çalıştı. Babaannem ve halam da birbirlerine sarılarak ağlarken dedem ve amcamda ağlamamak için kendilerini sıkıyordular. Bense, ağlıyordum fakat aklımda sadece ablam olduğu için gözyaşlarım, boynumu ıslatırken ağladığımın farkına varabiliyordum.

 

Ablamı odadan alıp ameliyathaneye götürmeleri ve bizim de peşi sıra giderek ameliyathanenin önünde beklememiz çok kısa bir sürede gerçekleşirken ben yavaşça ameliyathanenin kapısının yanında bulunan koltuklardan birine oturdum.

 

İnsanların kalplerini deli gibi attıracak olaylar çıkardı karşısına, heyecandan, mutluluktan, üzüntüden, korkudan...

 

Bir ameliyathanenin önünde, refakatçiler için bulun koltuklarda oturturken, içeriden gelecek en küçük bir haberi beklerken kalbiniz deli gibi çarpardı.

 

Tıpkı benim şu an yaşadığım gibi...

 

Hastanenin refakatçı koltuklarında, dirseklerimi diz kapaklarıma yaslayıp başımı ellerimin arasına almıştım.

 

Mavi gözlerim yerde sabit kaldığında hayatımda yaşamadığım bundan sonra da yaşamak istemeyeceğim bir duyguya şahit oluyordum.

 

Kaybetme korkusu...

 

Bu duyguya daha yeni yeni tanık olduğum için tam olarak nasıl bir şeydi bilmiyorum ama benim vücudumu sanki bir zehir gibi ele geçirmişti. Vücudumda, damarlarımın içinde dolaşıp duruyordu ve ben bundan nasıl kurtulacağımı ne biliyor ne de bulabiliyordum.

 

Omzuma bir el konduğunda başımı bile kaldırmadım. Omzuma biri başını yasladığında saçlarımın içinden parmaklarımı geçirdim ve saçlarımı karıştırdım.

 

"Ablan iyi olacak," diye kulağıma fısıldayan halam, dediğinden kendi bile emin değildi. Bunun sesinin titremesinden anlamam çok zor olmamıştı. Olanları hatırladığımda çenem titredi.

 

Doğrulup ona sarıldığımda, "Ona bir şey olmayacak değil mi?" diye sordum titreyen sesimle birlikte. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Elim ayağım titrerken boğazım kurumuştu ve sanki bir tel boğazıma sarılıp beni nefessiz bırakmaya and içmiş gibiydi. Görünmez tel, beni hapsederken kendimi bundan nasıl kurtaracağını çok iyi biliyordum. İçeriden çıkacak olan doktorun ablamın yaşadığını söylemesi benim elime o tellerin kilit anahtarını bırakacaktı ve bende o anahtarı yerine takarak tellerden kurtulup ablamın yanına koşacaktım hemen.

 

"Olmayacak kuzum,"dedi halam saçlarımı okşarken. "Ona bir şey olmayacak ve bizde evimize tekrar döneceğiz," diye fısıldadı ardından. Düğüm düğüm olan boğazım yüzünden yutkunamazken, yanan gözlerimle birlikte görüş açım bulanıklaştı.

 

Olayları yeni yeni algılıyormuş gibiydim. Sanki her şey bir saat önce olup bitmiş gibi değildi de beş dakika önce olan bir olayın etkisinden yeni yeni kurtuluyormuş gibiydim.

 

Ağlamamak için kendimi sıkarken çıkan doktorla birlikte bende dahil herkes oturdukları yerden ayağa kalktı. Doktor, yeşil önlükleriyle bizim önümüzde durduğunda, biz onun ağzından çıkacak en ufak bir fısıltıyı dahi duymaya çalışıyorduk.

 

"Öncelikle, hasta geldiğinde beyin kanaması vardı. Müdahale ettik." Doktor, duraksayıp herkesle göz göze geldiğinde işte o zaman anladım ablama bir şey olduğunu. Doktor benim gözlerime öyle bir baktı ki içimden bir şeyler alıp gitti ve benim için yaşamanın, nefes almanın, yemek yemenin ve uyumanın bir önemi kalmadı.

 

"Ama elimizden geleni yapsakta hastayı kurtaramadık," doktor, sözlerine devam ederken benim dünyam başıma yıkılmıştı ve ben o dünyanının içinde binbir parçaya ayrılmıştım.

 

Annem hıçkıra hıçkıra ağlarken, babam dolu dolu olan gözleriyle hem kendini ağlamamak için sıkıyordu hem de anneme destek olamak için ayakta durmaya çalışıyordu.

 

Bense, o kargaşadan kaçmak için geri geri giderek sırtımı duvara yaslamıştım.

 

Yasalandığım duvardan aşağıya doğru kayarken, etrafın gürültüsü kulağıma bir uğultu gibi geliyordu ve ben bunu umursamıyordum.

 

Başımı ellerimin arasına aldım ve gözyaşlarımı serbest bıraktım. Gözlerimin önüne ablamın kanlar içinde kalan bedeni gelirken şu son dört saati yaşamamayı diledim.

 

Yaşamasaydım eğer, ablam yanımda olacaktı...

 

Bedenimde bulunan kaybetme korkusunun yerini şimdi de suçluluk ve pişmanlık almıştı. İçimi kemiren bu duygular, ruhumu yiyip bitiriyordu ve ben ruhumu bu duygulardan kurtaramıyordum.

 

Ayağa kalkarak dışarıya, hastanenin bahçesine geçtiğinde bir banka oturdum.

 

Çok geçmeden yanıma dayım geldiğinde benim yanıma geçip oturdu. Onu hiç fark etmemiştim ama galiba annemler ona haber vermişti.

 

"Buğra, seninle konuşmamız gereken bir konu var," diye cümlesine başlayan dayım devam ettiğinde bakışlarım onu buldu.

 

"Ablan, belki de kendi kendine düşmedi o merdivenlerden."

 

Kaşlarım hızla çatıldı. "Dayı ne demeye getiriyorsun?" diye sorduğumda dayım devam etti. "Ablan merdivenlerden düşmeden önce evdeki çalışanlar ufak tefek bağırış sesleri duymuşlar. Hani ablanın öldüğünü söyleyen doktor var ya? O benim liseden bir arkadaşım. Bana, ablanın kolunda el izlerinin olduğunu söyledi. Bir de yanağında bir kızarıklığın... Tokat ya da yumruk atılması üzerine olabilecek bir kızarıklıktan bahsetti."

 

"Dayı! Sen ne dediginin, ne söylediğinin farkında mısın?!" bu anı çıkışımı beklemeyen dayım, sussa da devam etti sözlerine. "Buğra, bak acın büyük, bunun farkındayım."

 

Hızla onun sözünü kestim. "Dayı, sen direkt amcamın ya da annemin, ablamın katili olduğunu söylüyorsun!" diyerek ayağa kalktım. Sinirimden bir ileri bir geri giderken aklım, dayımın dediklerini yalanlayıp duruyordu.

 

Amcam ya da annem ya da ikisi birlikte bile olsalar ablamı öldürmezdiler! Birinin yeğeni birinin kızıydı. Bu olmamalıydı! Olamazdı!

 

Dayımda ayaklanıp karşımda dikildi.

Elini omzuma koyup hafifçe sıkarken

bakışlarım dayım haricinde her yerde dolanıyordu.

 

"Bak, bunun ne kadar zor olduğunu biliyorum ama senin bilmediğin şeyler var."

 

"Ben neyi bilmiyor muşum?"

 

"Gel oturup konuşalım." derin bir nefes alarak dayımın yanına oturdum. Fevri bir çıkış yapmamın bir manası yoktu.

 

Dayım Cenk, çok iyi bir başkomiserdi ve bu tür şeylerde doğuları konuşma ihtimali daha yüksekti. "Şu bir yıl içinde amcan ve ablamı gözetledim," diyerek sözlerine başladı."Arada sırada fısır fısır konuşuyorlar, hep göz göze geliyorlar ve ablamın telefonuna baktığımda gecenin birinde amcan ile bir saat konuşmuş olduğunu fark ettim."

 

Dayım, içimdeki bütün duyguları yok ederken, "Dayı! Senin şu an bahsettiğim kişilerden biri de ablan!"

 

"Biliyorum ama bu onların bir işler çevirmediğini göstermez," dedi buz gibi bir sesle. "Ayrıca amcan şirketin kasasından büyük miktarda para almış. Hani yarın yurtdışına çıkacaktı ya? Amcanın adına iki bilet var. Ablam ile amcanın arasında ne var bilmiyorum ama bir şeyler karıştırdıkları çok açık. Ortada bizim bilmediğimiz bir şeyler dönüyor ve belki de..." sanki doğru cümleyi kurmak istercesine duraksadı. "Belki de ablan duymaması gereken bir şeyler duydu ve sonu bu oldu."

 

Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken,"Dayı olmaz böyle bir şey. Olamaz," diye fısıldarken aklımda dayımın dedikleri bir yapbozun parçaları gibi tek tek oturuyordu yerlerine. Dayımın dedikleri çok mantıklıydı ama benim aklım bunları kabul etmiyor, edemiyordu.

 

"Herkesten her şeyi bekleyeceksin Buğra," dedi usulca. "Darbenin kimden geleceğini bilemezsin..."

 

....

 

Aradan geçen bir hafta ablamın yokluğunu aratmaktan ve bana acı çektirmekten başka bir işe yaramamıştı.

 

Kahvaltıdan kalkmanın ardından hemen odama çekilirken annemin yüzüne bile bakmayı istemiyordum. Dayım, bana dikkatli olmamı ve her şeyi gözetleyerek bilgi toplamamı söylemişti.

 

O günden iki gün sonra amcam yurtdışına çıktığı için herhangi bir şeyi gözetmem gerekmezken elimden geldiğince dikkatli olmaya çalışıyordum.

 

Eşyalarımı, valizlerime doldururken telefonuma mesaj geldi

 

Cenk Dayım: Aşağıdayım.

 

Cenk dayımın iki hafta önce Bursa'ya tayini çıkmıştı ve bu gün gidecekti. Beni, daha fazla bu evde tutmak istemediği için, yanında götürmeyi teklif ettiğinde hiç şüphesiz kabul ettim bu teklifini.

 

Annemin yüzünü görmeyi istemezken bu evde ablamla olan anılarımız gözümde canlanıyor, bana rahat bir nefes aldırmıyordular.

 

En sonunda eksik bir eşyanın olmadığını düşünerek iki valizini ve bir sırt çantamı da alarak odamdan çıktım.

 

Ablamın olmadığı bu ev, artık benim için kurumuş bir çiçekten farksızdı. Bu eve geri dönmem için o çiçeği tekrar yaşatmları gerekiyordu lakin bu gerçekleşmeyecek kadar zordu.

 

Merdivenleri zorlana zorlana indim ve ardından kapının önünde beni bekleyen ailemin yanına gittim. Annem ile sarılırken gerilsem de bunu elimden geldiğince belli etmemeye çalıştım.

 

Herkesle vedalaştığımda arabasına yaslanmış bir şekilde beni bekleyen dayımın yanına geçtim. Dayım, elimdeki valizleri bagaja koymama yardım ettiğinde benimle birlikte arabaya geçti.

 

Babaannem, araba haraketlendiğinde arkamızdan bir kova su dökerken biz dayımla, Bursa'ya gidiyorduk.

 

"İstediğin bir şarkı varsa aç Buğra da dinleyelim," dedi dayım. Her ne kadar şarkı dinlemek istemesem de ortamadaki sessizliği biraz olsun gidermek için müziği açtım ve dayımla Bursa'ya varana kadar bir kez bile konuşmadık.

 

Bölüm sonu

 

Loading...
0%