@mavii_bulutt345
|
Birçoğumuzun ergenlik döneminde sevgilisi olmadığından ve sap geldim sap gideceğim modunda olmasından dolayı "Gelecekte evleniriz," diyerek anlaştığı çok yakın bir arkadaşı olurdu.
Evet, benim de vardı ama işler biraz karışıktı. Ağabey dediğim, arkadaşım olan çocukla bu konu hakkında anlaşırken ona, "Ben zaten seni seviyorum ve gelecekte evlenmek istediğim tek kişi sensin," diyememiştim. Hâl böyle olunca bu anlaşmadaki oyun bozan, onu severek ben oluyordum.
Gerçi ona hiçbir zaman duygularımı itiraf edebilecek kadar cesaretli olamamıştım. Bu yüzden de anlaşmamız hâlâ daha geçerli sayılırdı lakin artık anlaşmaya uyacak iki kişi yerine sadece ben kalmıştım.
Derince içimi çekince, "Heyecanlı mısın?" diye soran en yakın arkadaşım Bahar şu an düşündüğüm şeylerden bir haberdi. Kimseye ve ona Yavuz'dan bahsetmemiş, onu kalbimin en ücra köşelerine gömerek kendime saklamıştım.
Bir dakika kadar Bahar'ın gülen yüzüne bakıp bir ip gibi düz çizgi halinde olan dudaklarımı oynattım. "Galiba," bu cevap, yarım saat sonra evlenecek birinin söyleyebileceği en saçma cevaptı. Yarım saat içinde evlenecektim ve heyecanlı olmam gerekirken ben değildim. Tek hissettiğim duygu gerginlikti. Sırtımdan boynuma doğru uzandığını hissettiğim, beni çepeçevre saran gerginlik duygusu vardı sadece.
"Mutlu değil gibisin?" Soran bir tını ile konuşurken mimikleri değişti. Bu halimi anlayamıyor gibiydi, kaşları çatılmıştı. Ela gözleri yüzümün her bir noktasında uzun uzun dolanarak yaşadığım sorunu algılamaya çalışıyordu.
"Değilim," gelinliğimin tülü, parmaklarımın içine sıkı sıkıya hapsoldu. Artık bunları içimde tutacak kadar güçlü değildim. "Hiç iyi değilim Bahar, değilim," makyajıma ne kadar verildiğini ya da ne kadar sürede yapıldığını umursamadan ağlamaya başladım. Bahar eli ayağı birbirine dolanmış bir şekile bana bakıyordu. En sonunda elini omzuma koydu.
"Şşt," dedi, bebeği avutmaya çalışan anne modunda. "Sakin ol Melek. Hem makyajın bozulacak ve birazdan nikahın var. Dizginle biraz kendini." Önüme gelen saçlarımı nazikçe geriye itti.
Böyle demesinin üzerine daha fazla ağlamaya başladım. Elimden gelen tek şey buydu. Başka bir şey gelmiyordu. "Bana ne olduğunu anlatmak ister misin? Belki sana iyi gelir, paylaştıkça acılar azalır. Ne dersin?"
Burnumu gürültü ile çektim, bunun kaba bir davranış olduğunu ya da iğrenç gözüktüğümü dahi umursamadan bunu yaptım. Haklıydı, paylaştıkça acılarım dinecekti ama içimdeki acılar dışarıya çıkarken içimi delmeyi tercih edecekti. Şimdiki acıya dayanamazken anlatınca yaşayacağım acıya nasıl dayanacaktım?
"Bahar," dedim titrekçe, boğazım düğüm düğümdü bu yüzden sesim fısıltılı çıktı. "Ben İlker'i sevmiyorum, evet o çok özel biri. Çok yakışıklı, çalışkan ve birçok kadının ilgisini çekebilecek daha fazla özelliğe sahip ama ben..." cümlemi yarım bırakan şey hıçkırmam oldu.
"Benim sevdiğim başla biri var. Ona bunu yapamam. Onu sevmeyen bir kadınla hayatının sonuna kadar birlikte olmasına izin veremem." Bahar şokla açtığı gözlerini bana dikti. "Bu zamana kadar..." cümlesinin devamını anlamak zor değildi. "Annemi biliyorsun, artık benim evlenmemi ve torunu olmasını istiyor. Ben sandım ki İlker ile evlenirsem onu mutlu edebilirim ama onu mutlu etmek için kendim mutsuz oluyorum." Zaten hayatımızda hep mutsuz olmamızın sebebi başkalarını mutlu etme çabalarımız değil miydi? Onlar mutlu olsun diye neler yaşıyorduk ama onların en ufak şeyden dahi haberleri olmuyordu.
"Ben yapamayacağım! Onunla evlenemem!" bu kararlı ifademi ilk başta, İlker'in bana evlenme teklifi ettiği zaman ortaya koymalıydım ama artık çok geçti.
"Bunu ona söyleyebilirsin Melek, bunu anlayışla karşılayacak biri o. Sen de bunu çok iyi biliyorsun."
"Babası kalp hastası Bahar, oğlunun evleneceğini öğrendiği zaman nasıl sevindi bir görsen ben onu görünce İlker ile konuşmadım. Aslında konuşacaktım. Ona evlenme teklifini aslında neden kabul ettiğimi ve hata yaptığımı söyleyecektim ama olaylar çok hızlı gelişti. Bir kara deliğe düşmüş ve ona kapılmış gibiyim. Ne yapacağımı bilmiyorum. "
"Bak çok az bir zaman kaldı. Kararını hemen vermelisin yoksa her şey çok geç olacak." Eğer bu benim kaderimde varsa yaptığım yanlışların bedelini ödemeye razıyım ama yoksa bana yardım et Allah'ım, benim senden başka yardım isteyeceğim kimsem yok.
"Eğer bu benim kaderimse buna razıyım ama değilse bunu yaşamadan bilemem. Önümde çok büyük bir karanlık var Bahar, aydınlığı bulmak için düşmem gerek." yüzündeki umut söndü, böyle düşünmemi ya da konuşmamı beklemediği belliydi.
"Sen bilirsin canım, kendini toparla. Ben kapıda bekliyor olacağım." dediği gibi odadan çıktı. Ben de akan makyajımı temizleyip elimden geldiğince düzelttim.
...
Oturduğum masadan herkesi görebiliyordum ve bütün gözle benim üzerimdeydi. Gelin olduğum icjn bu oldukça normaldi ama gerilmeden de edemiyordum. Bu rahatsız ediciydi.
"Hayatım, misafirlerimize 'Merhaba' demek ister misin?" İlker kulağıma eğilip konuşunca irkildim. Bu halimi gördü. "Seni korkutmak istememiştim." mahcupca konuşup benden uzaklaştı. "Hayır hayır, korkmadım. Sadece herkesin bize bakıyor olması gerdi beni. Alışık değilim, dalmışım. Kusuruma bakma," gülümsedi, bu cevabım onu sevindirmişe benziyordu. "Bu kadar güzel bir kadına bakmamak ona haksızlık etmek olurdu," dediğinde bakışlarımı kaçırdım ondan. Bunların hiçbirini hak etmiyordum. Bana değer veriyordu ama ben o değere layık değildim.
Birden kalbim hızlandı. Ya onunla evlenip onu mutsuz edersem? Ve bu da hayatına girebilecek birine engel olursa? Bu iş daha fazla karmaşıklaşıyordu.
"Hadi gel, bir arkadaşım burada. Onunla tanışmanı çok isterim." dediğini onaylayın ayağa kalktım. En azından aklımdaki düşüncelerden biraz bile olsa kurtulabilirdim. Gelinliğime dikkat ederek ayaklandım. İlker'in bana uzatmış olduğu elini tutup onu takip ettim.
Etrafta çok kişi yoktu, bunun sebebi bizim az ama öz kişilerin olmasını istememizden kaynaklanıyordu. Ailelerimiz her ne kadar davullu zurnalı bir düğün isteseler de biz sadece nikah istemiştik. Nikahın yanında da davetlilerimiz ile vakit geçirecektik. Zaten en fazla 50 kişiyi çağırmıştık ve tuttuğumuz yer de buna oldukça uygundu.
İlker beni peşinden arkası bize dönüp ve masada duran iki kişinin yanına götürüyordu. Kadın turuncu bir elbise giymişti. Boyu ise benden beş santim kadar uzundu. Yanındaki adam ise siyah bir takım elbise gitmişti. Hemen hemen İlker ile aynı boydaydılar.
Onlara yaklaştıkça adamın simasını birine benzetmeye başladım. Tam olarak karşısına geçince ve benden gözlerini kaçırınca kalbim hızlandı. Bu olamazdı. Yavuz burada, benim düğün günümde olamazdı. Olmamalıydı.
"Bu Yavuz, yanındaki ise Didem. İkisi de benim üniversiteden arkadaşlarım. Yavuz galiba sizin komşunuzmuş. Bir ara lafı geçmişti aramızda," İlker bizi tanıştırdı.
"Ya öyle miymiş?" dokunsalar ağlayacak raddedeydim ama bunu belli etmemek için onunla ilgilendiğimi düşünmesini sağladım. "Çok memnun oldum. Ben sizi tanımıyorum sanırım," acı ile gülmek istedim. Ağlamak, elime geleni parçalamak ve bunca zamandır nerede olduğunu sorup ondan hesap sormak istedim ama bu tam da düğün günümde çok saçma olurdu.
Hayat, bizi ne zaman ayıracağını ve ne zaman karşılaştıracağını belirlemişti, bunun yeri yoktu. Bize de seçme hakkını vermemişti.
"İlker senden çok bahsetmişti ama biz Yavuz ile yurt dışında olduğumuz için seninle tanışamadık. Anlattığı kadar güzelmişsin," adının Didem olduğunu öğrendiğim kadın böyle diyince gülümsemeye çalıştım. "Teşekkür ederim," dedim kuru kuru. Konuşmaya, ayakta durmaya halim yoktu.
Didem ile Yavuz birlikte miydi yoksa? Peki ya çocukluk arkadaşım olduğunu İlker'e neden söylemiyordu? Bunun saklanacak yeri yoktu.
"Sen iyi misin? Halsiz gibisin?" İlker kulağıma eğilip onları rahatsız etmemek adına sessizce sorusunu sordu. "Galiba biraz stres yaptım. Tansiyonum düşmüş olmalı." cevabım onu endişelendirmiş gibiydi. "Biz kalkalım artık, daha sonra görüşürüz." dediğinde Yavuz bana bakmadan başını sallayarak arkadaşını onayladı.
İlker, elini belime koyup bana destek oldu. Yavaş ama aceleci hareketlerle masamıza oturduk. Bahar halimi gördü ve, "Ben onunla ilgilenirim. Sen istersen misafirlerle ilgilen İlker," dediğinde İlker bana kararsızca baktı. "Bahar haklı, oturup kaldık burda. Hem benim gerçekten bir şeyim yok. Stresten böyle oldum belli ki," ona gülümsemeye çalıştım.
"Peki tamam ama Bahar onun yanından bir saniye bile ayrılmayacaksın tamam mı? Ben sizi izleyeceğim," dedikten sonra yanımdan ayrıldı.
"Sen iyi misin? Betin benzin atmış?" İlker'in sandalyesini çekip yanıma oturdu ve omzundaki çantayı önüne, masanın üzerine bıraktı.
"Bahar bizim kimin yanından geldiğimizi gördün mü?" tarif ederken yakalanmaktan korkuyordum. Düşünüp bana döndü,"Evet, bir çift ile konuşuyordunuz," dediğinde gözlerimi sıkıca kapattım. Benim gibi o da onların çift olduğunu düşünüyordu ve bu canımı yakıyordu.
"Melek ben hiçbir şey anlamıyorum, ne olmuş onlara?" gözlerinden bile belliydi anlamadığı. Arada sırada onlara bakıyordu, koluna dokundum. "Daha fazla o tarafa bakma, seni fark edecekler," endişe ve korku ile onu uyardım.
"Tamam ama anlat lütfen, hiçbir şey anlamadım."
"Sana bahsettiğim kişi Yavuz'du. Oradaki adam oydu." Gözleri kocaman oldu. "İnanmıyorum, ciddi misin! Peki ya senden bahsetti mi? İlker sizin önceden tanıştığınızı biliyor mu?"
"Hayır, üniversiteden tanışıyorlarmış."
"Benim yapmam gereken çok önemli bir işim var Melek, sonra konuşuruz." der demez yanımdan ayrıldı. Beş dakika sonra gelen nikah memuruyla birlikte soğuk soğuk terlemeye başladım. Herkes ayağa kalkıp alkışlarken İlker yanıma geldi. Şahitler ve biz masadaki yerlerimizi alırken buradan kaçamayacağımı biliyordum.
Nikah memuru mikrofonu kontrol edip konuşmak için eline aldı. "Siz Melek Karahanlı, yanınızda oturan İlker Koç'u hastalıkta sağlıkta, bir ömür boyu eş olarak kabul ediyor musunuz?"
Kuru bir, "Evet," dudaklarımdan firar etti. Herkes alkışlamaya başlarken ben sadece Yavuz'a bakıyordum. Acı çekiyordum oturduğum yerde ama o göremiyordu bunu.
Aynı soru İlker'e sorulunca avuçlarımı sıktım. Sıra şahitlerdeydi. "Siz, bu çiftin şahitleri olarak evliliği onaylıyor musunuz?" Memur Bey'in sorusundan iki tezat cevap herkesi şaşkına uğrattı.
"Hayır!"
"Evet!"
Bahar, bunu neden yapmıştı? Neden onaylamamıştı. Bütün gözler onun üzerindeydi ama o bunu umursamıyor gibiydi. "Ben bu evliliği onaylamıyorum!" Başını dikip meydan okuyan gözler ile nikah memuruna baktı.
"O halde nikahı kıyamam," diyen memur ayaklandı. "Bu durum için üzgünüm. Lütfen kendinize başka bir şahit bulun." memur yanımızdan ayrılınca bir uğultu koptu etrafta.
"Bahar sen ne yaptın!?" diye sinirle soran İlker boynundaki kravatı düzeltti. "Arkadaşımın iyiliği için bunu yapmalıydım."
İlker kaşlarını çattı, "Bu da ne demek oluyor?" anlamıyor gibiydi ki ben de ondan çok farklı değildim ama yine de beni bu durumdan kurtardığı için ona minnettardım.
Bu, kaderin bir cilvesiydi belki de Bahar sayesinde İlker ile evlenmek zorunda kalmayabilirdim.
Bahar, eliyle bir kağıdı usulca çiçeğimin arasına soktu. Ayağa kalkıp ona yüklenen herkesle konuşuyor, tartışıyordu. Gözüyle kağıdı işaret edince elime aldım açtım ve okumaya başladım.
Yavuz seni kapıda bekliyor, lütfen ona bir şans verip dinle. Ben ona hak verdim Melek eminim ki sen de vereceksin. Bunu benim yaptığım fedakarlığa karşılık olarak yap.
Yazdığını okuyunca içimi bir ürperti kapladı. Yavuz bana ne söyleyecekti? Kalabalık Bahar'a odaklıydı bu sayede kapıya kadar yürüdüm. Yavuz beni bekliyordu.
"Ne konuşacağız? Bana yaşattıkların yetmedi mi? Benim seni sevdiğimi biliyordun değil mi? Buna rağmen bana tek kelime bile etmeden çektin gittin mahalleden," gözlerim dolduğu için önümü görmüyordum.
"Annen dedi ki, sen beni seviyormuşsun. Duyunca bütün dünyalar benim oldu Melek ama annen bunu senden uzak kalabileyim diye söylemiş."
Boşluğuma gelince, "Ne?!" dedim farkında olmadan. Omuzlarımdan tuttu beni. Parmakları buz gibiydi. Sonbaharın ortalarında olduğumuz için etraf soğuktu. "Sen ne söylediğinin farkında mısın? Ne uzak tutması?"
Yutkundu. Konuşmakta zorlanıyor gibiydi. "Kızının hapse girmiş bir babaya sahip olan adamla evlenmesini istemiyormuş. Benim de babam gibi olacağımı söyledi. Ben çok direndim yemin ederim çok direndim." kahverengi gözleri ona inanayım diye parlıyordu. Elleri ellerimi buldu. "Çok yalvardım. Ona seni sevdiğimi söyledim. Seni çok mutlu edeceğimi söyledim ama bana garanti verip veremeyeceğimi sorunca dondum kaldım. O zamanlar babamın borçları da vardı. Seninle evlensem ikimize bakacak iş yok, para yoktu." gözlerinden iki damla yanağına doğru yuvarlanınca elimle sildim onları. "Annen parayı, babamı bahane etti bir süre. Sonra karşısına çıktım. Okulum bitmişti, ikimize de bakabilirdim ama bu sefer de aradaki yaş farkını söyledi durdu. Beş yaşın fazla olduğunu ve ben yaşlanınca..." dudaklarını dişledi.
Burnumu çektim, "Yaşlanınca?" diyerek devam etmesini istedim. "Senin beni bırakabileceğini söyledi. Sen daha genç olacaktın ve benden sıkılabilirdin." çenemi sıktım. Bu düşüncelerin hiçbiri ona ait değildi. Bunları annem ona empoze etmişti.
"Ama şimdi her şeyden eminim Melek. Sadece benimle gel yeter. Senin için tüm dünyayı karşıma almaya hazırım. Sen yeter ki elini uzat bana, şimdi olduğu gibi ellerimden tut. Ben sensiz çok güçsüzüm." Bu bir istek değil, yalvarıştı.
Gözlerimi kapattım. Her şey yerine oturuyordu. Yavuz birdenbire ortadan kaybolmuştu. Sonra da İlker ile evlenme meselemiz vardı ve annem iki ay içinde onunla evlenmemi istemişti. Hangi anne iki defa görüştüğü birine kızını bir ömür boyu emanet etmek isterdi ki?
"Seninle gelirim Yavuz çünkü artık ben de sensiz yapamam," keder kaplı olan dudakları genişledi. Gülümsedi ve gülüşündeki mutluluk gözlerine de yansıdı.
Artık bizi mutlu bir hayat bekliyordu.
Bahar'dan devam (Melek'in yanından ayrılmasından sonra)
Bazen, yaşadığımız şeylerin sadece bir tesadüf sonucu ortaya çıktığını düşünürüz ama aslında o bizim kaderimizdeki harekete geçen taşlardan sadece bir tanesidir.
Ben İlker'i seviyordum ve o başkasını severken bile mutlu olacaksa bunu içime gömmeye hazırdım. Melek ile, en yakın arkadaşım olmasına rağmen, evleneceğini duyduğumda ikisine de kızmamış, onlara engel olma girişiminde bulunmamıştım. İkisinin de birbirlerini sevdiklerini düşünüyordum ama işler tam tersiydi. Sadece İlker seven taraftı, Melek ise buna mecburdu.
Bu evlilik onları mutlu etmeyecekti. Mutsuz olacakları bir evliliğe şahitlik yapmak istemiyordum. Nikahın düzenleneceği alana geçerken Melek'in annesinin kızgın ve otoriter sesi beni durdurdu. Biriyle kavga ediyor gibiydi.
"Kızımdan uzak duracaksın beni anladın mı?! O evlenirken buraya gelmek de ne demek Yavuz!"
"Münevver Hanım, laflarınıza dikkat edin! Ben buraya İlker'in arkadaşı olarak geldim. Melek'le evlendiğini dahi bilmiyordum, burada öğrendim."
"İyi o zaman, kızımın yanına yaklaşırsan karşına beni alırsın anladın mı?"
Duyduklarım kanımı dondurdu. Melek bu adamdan bahsediyor olmalıydı ama annesi onun sevdiği kişiye neden bu kadar sert çıkışmıştı?
Adım sesleri duyunca oradan hızla uzaklaştım. Kendi içimde çok büyük bir savaş veriyordum. Bunu Melek'e anlatmalı mıydım? Nasıl bir tepki verirdi? Ya işleri daha fazla çıkmaza sürüklersem, o zaman ne yapacaktım? Tuvalete girip boynuma ve bileklerime şu çarptım. Birden bu kadar çok gerilmek vücuduma iyi gelmemişti.
Tuvaleten çıkınca hâlâ daha düşünceler içinde boğuluyordum ama beni onlardan kurtaran şey İlker ve Melek'in masaya doğru yürüdüklerini görmem oldu. Melek ayakta zor duruyor gibiydi. Hızlı adımlarla onları takip ettim. Arkadaşıma yardım ettim ve nikah memuru gelince hemen harekete geçtim. Kader bizim seçimlerimizden ibaretti ve ben bütün dünyayı önüme almak pahasına arkadaşımı mutsuz olacağı bir evlilikten kurtatacaktım.
"Sen Yavuzsun değil mi?" yanına varıp sorduğum adam bana döndü. Yanındaki arkadaşı müsaade isteyip yanımızdan ayrılınca, "Evet benim ne var?" diye sordu.
Konuya nerden başlayacağımı bilmiyordum ama nikah memuru geldiği için çok vaktim yoktu. "Melek seni seviyor ve İlker ile sadece annesi mutlu olsun diye evleniyor. Ben arkadaşımın mutsuz olmasını istemiyorum. Seninle mutlu olacaksa ben evliliği kabul etmeyeceğim."
Yüzü aydınlandı. Umutlanmış gibiydi. Yutkundu. "Gerçekten mi?" çocuğa uzatılan şeker gibiydi benim ona yaptığım teklif, öyle bir etki bırakmıştı onda.
"Evet, yardım edeceğim," dedim kabul etmesini umarak ama bakışlarını birden çekince ne olduğunu şaşırdım. Kabul etmesini bekliyordum.
"Ben bunu yapamam, annesi beni istemiyor," başımdan kaynar sular döküldü resmen. Münevver Abla kızının sevdiği kişiyi nasıl istemezdi? Bunu merak ettiğim için beklemeden sordum. "Neden?"
"Babam hapiste ve kızının böyle bir babaya sahip olan adam ile evlenmesini istemiyor."
"Sen kapıda bekle tamam mı? Ben her şeyi halledeceğim, sen yeter ki arkadaşımı üzme mutlu et," dedikten sonra hızla yanından ayrılıp. Hangi ara kağıt ve kalem bulup Melek'e okuması için yazı yazdım bilmiyorum ama tek bildiğim şey bundan sonra arkadaşımın mutlu olacağıydı.
Aşk iki kişilikti. Tek kişiyle var olmaz, üç kişiye de fazla gelirdi. Yavuz ve Melek bu aşkı ömürlerinin sonuna kadar var edeceklerdi.
|
0% |