@mavii_bulutt345
|
Mavinin Yeşili
Bölüm :1 - Hayatın Akışında Yaşanan Kırılma
Derin, elindeki sert kahvesinden bir yudum daha aldı ve dosyaların arasında boğulduğunu hissederken kendini yorgunca geriye doğru yasladı. Saat öğle vaktini çoktan geçmişti. Genç kadın, oturduğu sandalyeden dosya almak ve tuvalete gitmek dışında hiç kalkmamıştı, işleri yüzünden vakti de yoktu. Boynu, uzun süre oturduğu ve hareketsiz kaldığı için ağrırken sağ eliyle rahatlamak adına, yavaş hareketlerle acıyan bölgeleri ovmaya başladı. Acının biraz olsun geçmesini umarak başını sağa sola oynattı. Bu hareketi az da olsa ağrıyan kaslarına iyi gelirken kahvesinden küçük bir yudum daha aldı. Sıcak sıvı boğazından aşağı kayarken bütün kaslarının gevşediğini hissedebiliyordu genç kadın. Kahvenin verdiği rahatlık hissini seviyordu.
Kalan dosyalara bakıp yüzünü üzgünce astı. İşini seviyordu ama bazen neden avukatlığa devam etmediğini de sorgulamaktan geri kalamıyordu. Genellikle avukatlık yapmayıp şirketle uğraşırdı Derin. Avukatlık, babasının mesleği olduğundan ötürü, çok isteyip üzerinde çok fazla uğraş verdiği bir meslek olsa da babasının emeklerinin bir hiçe dönmesini istemediği için şirketin başından ayrılmayı aklının bir köşesinden bile geçirmemişti. Yine de arada sırada içine sinerse aldığı davalar vardı ve şimdi de elinde üç tane dava bulunuyordu. O yüzden hem şirketin işleri hem de almış olduğu davalar onu bir hayli yormuştu. Birden çok işi yapıyor olmak onu yorduğu kadar, çok büyük bir zevk de veriyordu.
Kapı iki kez tıklatıldı, boş odada yankılanan tok ses genç kadının kulaklarına ulaştı ve ardından da içeri Eylül girdi, onu gören genç kadın yerinde dikleşti. Eylül, onun odasından hiç çıkmadığını fark etmişti ve öğle yemeğini yemeyip işleriyle uğraştığına da adı gibi emindi bu yüzden Derin'in acıkmış olduğunu düşünerek ona yiyecek bir şeyler ayarlamış, yemesi için de ona getirmişti.
Genç kadın, elindeki tepsiyi biraz havaya kaldırdı, arkadaşına belli etmek için. Yüzünü kaplayan büyük bir gülümsemeyle birlikte konuştu, "Odandan hiç çıkmadın. Odana yemek geldiğini de görmedim hiç, ben de sana getireyim dedim," diyerek hem açıklamasını yaptı hem de onun aç olup olmadığını bu sayede öğrenmeye çalıştı.
Derin, minnetle ona gülümsedi. Acıktığını yeni yeni fark ederken, "Sağ ol, sabahtan beri çalışmaktan yemek yemek aklıma bile gelmemişti. Çok acıkmışım," dedi. Kendini şanslı hissediyordu, onu kendinden bile çok düşünen bir arkadaşı vardı ve bu da onu mutlu hissettiriyordu.
Eylül, onun önüne elindeki tepsiyi bırakırken, "Afiyet olsun," demeyi unutmadı. Çalışma masasının önündeki deri koltuklardan birine oturup yerleşti. Derin, eline çatal alarak önündeki yemekleri yemeye başlarken arkadaşı ortamdaki sessizlikten sıkılarak, "İşlerin hepsini halledebildin mi?" diye sordu. Genç kadın, ağzındaki lokmayı yuttu ve ardından cevap vermek için konuştu, "Bugünkü işler bitti bitecek. Yarına kalmasın da gerisi mühim değil yoksa sonra birikiyor hepsi, altından kalkamıyorum," açıklamasının üzerine arkadaşı, bu sözlere katıldığını belli etmek için başını salladı.
Kısa bir sessizlik odada aheste aheste gezerken genç kadın, yemeğinden bir lokmayı daha attı ağzına ve devam etti sözlerine, "Eylül, sana bir dosya göndermiştim inceledin mi?" sorusunun cevabını beklerken onunla kısa bir an için göz göze geldi.
"Evet evet inceledim. Bir senin bir de Uraz'ın imzası kaldı." Eylül, arkadaşının hangi dosyadan bahsettiğini biliyordu, bu yüzden de çok fazla düşünme ihtiyacı hissetmeden cevap vermişti. "Uraz da sabahtan beri odasından çıkmadı değil mi?" Uraz, Derin'in üniversiteden sınıf arkadaşıydı. Aynı yıl mezun olmuşlardı. O da avukattı ve Derin'in güvendiği kişiler arasında yer alıyordu. Öyle ki Derin ona şirkette bir pozisyon bile ayarlamıştı. Geçen bu dört yılda, hem okul dönemi hem çalışma dönemi, ise aralarındaki bağ güçlenmişti ve Eylül de katılmıştı onlara.
"Tamam, onu odama gönderirsin, bende imzalarım," dedi Derin. Elindeki ekmekten bir parça daha attı ağzına. Midesinde acıktığı için oluşan ağrı yavaş yavaş yerini tokluk hissine bırakıyordu. Yorgun düşen bedeni, yavaş yavaş kendini toparlayarak gücüne güç katıyordu.
İki kadın, biraz daha iş ile ilgili muhabbet ederlerken Derin de bir yandan Eylül'ün getirmiş olduğu yemekleri yemişti ve son lokmasına kadar bitirmişti. Eylül, arkadaşı yemeğini bitirdiğinde, "Benim işlerim var," diyerek ayaklandı. "Daha fazla kalamayacağım ama evde sohbetimize devam ederiz." Ona bakan genç kadın, "Tamam olur," diyerek onu onayladı ve, "Sana kolay gelsin," demeyi unutmadı ardından da gülümsedi.
Eylül, Derin'in önünden artık üzerinde boş tabakların ve çatal ile bıçağın bulunduğu tepsiyi eline aldı. Gülümsediğinde, "Sana da," dedi ve arkasını dönüp odasına geçmek için dışarı çıktı. Genç kadın, yorgun olmasına rağmen masaya doğru eğildi. Bilgisayarının faresini avcuna hapsetti ve birkaç dosyayı açarak yarım kalan işlerine yoğunlaşıp onları halletmeye başladı.
Yaklaşık üç saat geçmiş, Derin yine hiç ara vermeden, odasından çıkmadan işleriyle ilgilenmişti. Bilgisayarında bir dosyayı bulmaya çalışırken çalan telefonuyla birlikte bakışları masanın üzerine koymuş olduğu telefonuna kaydı. Melek Hanım'ın aradığını gördüğünde ise hiç beklemeden eline telefonunu aldı. Ekrandaki yeşil tuşu sağa doğru getirdiğinde onu dinleyebilmek için telefonu kulağına dayadı. Yorgun olduğu için kendini koltuğunda geriye yaslarken, "Alo Melek Abla," dedi ve Melek Hanım'ın konuşmasını bekledi. Bir yandan da gözlerini ovuyordu zira beyaz ışığın vurduğu mavi gözleri kapanınca yanmaya başlamıştı.
Melek Hanım telaşla, "Kızım," diye başladı cümlesine ardından hiç beklemeden devam etti aceleyle, "Ceylin geldi anaokulundan. Başı ağrıyormuş. Gözleri dolu dolu. Biraz da ateşi var. Acıdan inleyip inleyip duruyor. Ne yapacağımı da bilemedim elim ayağıma dolaştı. Doktora gitmeden ilaç da vermek istemedim. Son çare seni arayayım dedim." hafifçe titreyen sesi, Derin'in kulağına ulaşmıştı. Genç kadın korkuyla, "Ne zamandan beri bu halde?" diye sordu, bir yandan da duydukları yüzünden eli ayağına dolaşırken kendini sakinleştirmeye çalışıyordu.
"Sabah evden çıkarken böyle değildi, dediğine göre okuldan çıkarken kendini kötü hissetmeye başlamış." endişe ile konuşan yaşlı kadın bir yandan da kendi etrafında bir oraya bir buraya gidiyordu. Stresini bu şekilde atmaya çalışıyordu. Ara ara gözlerini küçük kızın üzerinde tutup durumunu kontrol etmeyi de ihmal etmiyordu.
Derin, oturduğu yerden bir ok misali fırladı. Askılıktan eşyalarını aldı ve hızla odasından çıktı. Bir yandan kabanını giyerken, "Melek Abla, sen Ceylin ile ilgilen ben yanınıza geliyorum. Doktoru ile de konuşacağım. Duruma göre hastaneye gideriz." Genç kadının aklına kızının dişlerinin çıkması geliyordu, Ceylin diğer dişleri çıkarken de böyle olmuştu. Yanına gidip onu yatıştırması gerekiyordu, bunun ona iyi geleceğini ilk defa dişleri çıktığında anlamıştı.
"Tamam kızım," dedi Melek Hanım bir yandan da gözlerini dikip Ceylin'e bakarken. Kapattığı telefonunu -nereye bıraktığını bile umursamadan- bıraktı. Ceylin'in önünde diz çöktü ve onun titreyen ellerini sıkıca kavradı, "Merak etme kuzum. Birazdan annen gelecek," diyerek Ceylin'i yatıştırmaya çalıştı Melek Hanım ama küçük kız bedenine yayılan acı yüzünden onu pek dinleyemiyor, söylediklerine odaklanamıyordu.
Derin, şirketin otoparkına indi ve doktor ile kısa bir telefon görüşmesi yaptı. Doktor Hanım, cevap olarak dediğinin olma ihtimalini söylese de yine de duruma göre gelmelerini ve bir muayene olmaları gerektiğini söyleyince hangi ara arabaya binip arabayı sürerek yola çıktığını anlayamadı genç kadın. Aklı, kızının acı çekiyor olması düşüncesiyle doluyken kızının canının yanıyor olması kalbini yakıp tutuşuyordu. Derin, düşünceler ve duyguların bulunduğu uçsuz bucaksız bir bahçenin içinde dolaşırken evinin sokağına gelmesiyle birlikte hızını düşürdü.
Arabasını her zamanki yerine park etti, çantasını ve arabasının anahtarını alarak dışarı çıktı. Arabasını kilitleme gereksinimi bile duymadan hızlıca ve büyük adımlarla yürümeye başladı. Kapının hemen önünde durduğunda, çantasının içinde anahtarını aramaya başladı. Bulduğu anahtar sayesinde kapıyı açtığında içeri girdi.
Kapıyı ardından kapattı ve üzerindeki eşyaları dolaptaki yerlerine koyup ayakkabılarını çıkardı. Giydiği pembe terliklerle birlikte salona girdiğinde endişeli gözleri salonda gezindi ve üçlü koltuğun üzerinde oturan Ceylin'i fark etmesi uzun sürmedi. Mavi gözleri gibi hızlı adımlarıyla birlikte üçlü koltuğun üzerinde küçücük kalan bedene doğru yöneldi.
Derin, hızlanan kalbiyle birlikte onun önüne, topuklarının üzerine çöktü. Ceylin'in yüzüne düşen saçlarını iki eliyle birlikte kulaklarının arkasına kıstırdı. Endişeli gözleri, kızının yüzünde dolanırken gözlerinin kızarıp dolduğunu fark edebiliyordu, "Miniğim," dedi usulca. "Ne oldu, iyi misin?" diye sordu şefkatle.
Mavi gözleri dolu dolu olan Ceylin, ona bu soruların sorulmasını bekliyormuş gibi kendini tutamayıp hıçkırdı. Derin, ne yapacağını bilemez bir vaziyetteydi, birden eli ayağına dolanırken, "Ceylin!" dedi sesinin yüksek çıkıp kızının korkabileceğini umursamadan anın vermiş olduğu gerginlik ile konuştu. "Ne oldu anneciğim, korkutuyorsun beni!" çaresizlik, beyni ile kendisinin arasındaki bir sis perdesi görevi görerek mantıklıca düşünmesini engelliyordu.
Gözyaşlarını elleriyle silen küçük kız kesik kesik, "Canım yanıyor," dedi cevap olarak. Konuşmak bile zor geliyordu takati kalmamış bedenine. Genç kadın, kızının yüzündeki gözyaşlarını parmaklarıyla silerken çaresizce Melek Hanım'a baktı. Kızı için ne yapacağını bilememesi ve kızı ağladığı için doğru düzgün düşünemediğinden ötürü bir çözüm yolu bulamaması sinirlerini bozuyordu.
Bu durumun böyle olmayacağını anlayıp, "Melek Abla," dedi genç kadın. Sakinleşmeleri gerektiğini ve bir yerden olaya müdahale etmeleri gerektiğini en sonunda kavrayabildi zira kızının haline odaklandığı için doğru düzgün düşünememişti. "Ceylin'in montunu getirir misin? Hastaneye gidelim hemen," dedi, cümlesinin devamında. "Doktoru ile konuştum gelmeden önce. Duruma göre gelmeyebilirsiniz demişti ama çok kötü duruyor. Biz gidelim en iyisi," demesinin üzerine, "Tabii kızım," dedi Melek Hanım alelacele ve onun istediğini getirmek için rüzgâr misali salondan çıktı.
Küçük kız canı yandığı için elbisesini sıkarak inledi. Onun bu hali karşısında Derin'in de etinden et koparılıyordu sanki genç kadın böyle hissediyordu. Genç anne, Melek Hanım'ın salona girmesiyle birlikte elinde getirmiş olduğu montu hemen aldı. Ceylin'in üzerine geçirdiğinde kızının saçlarını düzeltti. Montun fermuarını geçirdi ve doğrulup tutması için elini kızına uzattı. "Hadi anneciğim, hastaneye gidiyoruz."
Ceylin, annesinin elini tuttu. Ayağa kalktığında dönen başıyla birlikte istemsizce annesinin elini sıktı ve Derin bunu hissederek, "Ceylin, ne oldu?" diye korkuyla sordu. Kalbi, resmen ağzında atıyordu. Ceylin'in ayaklarının altındaki yer sanki bir deprem olmuşçasına sallanırken küçük kız, dengesini kaybetmemek için annesine yaslandı. Başını annesinin bedenine gömerek mavi gözlerini kapattı.
Derin, paniklerken Melek Hanım sadece endişeyle onlara bakıyordu. Ceylin, dudağının üzerinde sıcak bir sıvı hissettiğinde korkuyla başını kaldırıp annesine baktı. Elini oraya attığında eline bulaşan kan yüzünden korkuyla çığlık atar atmaz ağlamaya başladı. Derin, girdiği şoktan çıktığında, kızını hızla kucağına aldı. Neden burnunun kanadığını hiç bilmiyordu ama korkudan kalbi hızlı hızlı atıyordu.
"Şştt," diyerek kızını sakinleştirmeye çalışıyordu ama Ceylin korkudan ağladığı için annesini duyamıyordu bile. Melek Hanım, hızla bir peçete aldı eline ve onun kanayan burnuna bastırdı. Derin korkudan sesinin titremesine mani olamazken, "Melek Abla, neden burnu kanıyor?" diye sordu. Melek Hanım da ne olduğunu anlayamamıştı lakin şu an buna kafa yormanın yeri ve zamanı değildi. "Bilmem ki kızım. Hastaneye gidelim anlaşılır, sen korkma," diyerek ortamı elinden geldiğince yatıştırmaya çalıştı ama yüreğe düşen korku kolay kolay geçmezdi, İnatla kalbe yerleşerek insana kabir azabı çektirmeye yemin ederdi.
Derin, kucağındaki kızıyla birlikte hareketlendi. Dışarı çıktı ve ayaklarındaki terlikleri bile umursamadan arabaya yöneldi, onun bu halini gören Melek Hanım da onun için bir çift ayakkabıyı yanına almayı ihmal etmedi. Melek Hanım, genç kadına ve kendine ait eşyaları da alarak kapıyı çekip dışarı çıktı. Ardından da arabaya yöneldi. Genç kadın, açtığı kapıdan arabaya geçerken kucağındaki Ceylin ile zorlansa da güç bela arabaya yerleşti. Ardından burun kanamsının azaldığını fark ederek bastırdığı peçeteyi çekti ve kızının burnundan nefes almasını sağladı.
Melek Hanım'ın eşi, evin şoförü ve aynı zamanda da bahçe işleri ile ilgilenen Mustafa Bey, eşinin ona seslenmesiyle bulunduğu yerden eşinin yanına kadar gitti. Eşinin korku ve endişe ile ona seslenişi onu tedirgin etmişti. "Ne oluyor Hanım?" diye sorarken eşinin yüzüne bakarak ne olduğunu çözmeye çalışıyordu eşiyle konuşmadığı için durumdan haberdar değildi.
"Ceylin rahatsız, onu hastaneye götüreceğiz." Mustafa Bey, cevap olarak başını salladı. Arabanın sürücü koltuğuna geçerken Melek Hanım da arkada bulunan Ceylin'i ve Derin'i rahatsız etmemek için ön koltuğa geçti. Mustafa Bey, arabayı çalıştırdı ve direksiyonu tutarak kullanmaya başladı. Mustafa Bey'in gözleri, aynadan Ceylin'i bulduğunda, "Ceylin," dedi. "Sen hasta mı oldun kızım?" diye şefkatle sordu.
Küçük kız, annesinin kucağına biraz daha yerleşti ve başını annesinin boynuna gömdü. Konuşmaya bile hali olmadığından cevaben başını salladı. Derin, içinde birden peyda olan kaybetme korkusuna engel olamıyordu ve bu durum da onu bir çıkmaza sürüklüyordu. Her düşüncesinin sonunda kızını kaybetmek vardı ve bu Derin için ölmekle eş değerdi. Zamanın akmadığı, nefes alışlarının yavaşladığı bir anın içinde hapsolmuştu genç kadın. Geçmiyordu zaman, bitmiyordu çilesi ve uzuyordu acısı. Ana inat yavaş hareket eden saatin ibresi yüreğine bir taş misali konup yüreğini sıkıştırıyordu.
Melek Hanım, çantasından telefonunu çıkardı. Eylül'e ve Uraz'a da haber vermesi gerekiyordu. Telefonundan Eylül'ün numarasını buldu ve arayıp kulağına götürdü telefonunu. Üçüncü çalışta açılan telefonla beraber Melek Hanım, vakit kaybetmeden "Alo, Eylül?" dedi.
Genç kadın, her zamanki gibi masasının başındaydı ve işleriyle uğraşıyordu. Her şeyden bihaberdi. Derin'in şirketten ayrıldığından bile haberi yokken çalışma masasının üzerine bıraktığı telefonu çaldığında kahverengi gözleri oraya kaydı. Telefonunu eline aldı ve vakit kaybetmeden açtı. Melek Hanım'ın, "Alo, Eylül?" demesiyle, "Efendim, Melek Abla? Bir şey mi oldu?" diye sordu zira Melek Hanım'ın sesi ona iyi gelmiyordu, susunca onu dinlemeye başladı. "Biz hastaneye gidiyoruz kızım. Ceylin rahatsızlandı. Sana da haber vereyim dedim."
Eylül, oturduğu yerden doğruldu hızla. "Ceylin iyi mi, ona ne oldu?" diye sordu. Melek Hanım, "Hastaneye gidiyoruz biz, ne olduğunu biz de anlayamadık ki kızım. Her şey bir anda gelişti. Doktora göstermeden kesin bir şey diyemiyoruz çünkü ne olduğunu kavrayamadık," dedi. Cevabını alan genç kadın hareketlendi. "Tamam, ben geliyorum yanınıza," dedi, oturduğu koltuktan kalkarak montunu aldı ve odasından çıktı.
Araba, hastanenin önünde durduğunda Melek Hanım ve Mustafa Bey aynı anda arabadan indiler. Melek Hanım kapıyı Derin'in geçmesi için açtı. Genç kadın, kucağındaki kızı ile birlikte dışarı çıktı. Ceylin'in canı yanıyordu ve gözleri kapandı kapanacak bir vaziyetteydi. Derin yürürken Ceylin'in, "Anne," diye mırıldanmasıyla birlikte yavaşladı. Bakışları kızını buldu. "Efendim anneciğim?" diye sorsa da ondan bir yanıt alamadı zira küçük gözlerine çöken yük ile bayılmak üzereydi.
Derin, korkuyla Ceylin'e seslenemeye ve onun bilincini açık tutmaya çalıştı. "Ceylin, Ceylin, aç gözlerini korkutuyorsun beni!" gözleri yanındaki Melek Hanım'a kaydı. Derin paniklerken Melek Hanım, "Galiba bayıldı," dedi ve hızla devam etti. "Hadi hastaneye girelim."
Derin başını salladı. Ceylin'in bayılmasını normal karşılamaya çalışıyordu ama içinde bir sıkıntı vardı ve buna engel olamıyordu. Önden giden Mustafa Bey, bir sedye getirdi Derin'in yanına kadar. Genç kadın, kollarının arasında baygınca yata Ceylin'i sedyeye yatırdığında kızının minik elini, elinin içine hapsetti. İlerleyen sedyeyle birlikte Ceylin'in kontrol edileceği yere kadar onun elini bir saniye bile olsun bırakmadı.
Ceylin ve birkaç hemşire müşahede odasına girdiklerinde Derin dışarıda kalmak zorunda kaldı. Hastanenin hastalar ve yakınları için olan oturma yerlerinden birine kendini attı. Başını ellerinin arasına alıp yere bakmaya başladı. Sabahtan beri neyin değiştiğini ve onu bu hale getirdiğini düşünüyordu. Belki de yediği bir şey dokunmuştu? Ya da burnunu bir yere vurup kanatmıştı? Zihninde dolaşan bu sorular onun başını ağrıtmaktan ya da içini daraltmaktan öteye gitmiyordu ama düşünmekten de kendisi alıkoyamıyordu.
Ceylin, onun tek varlığıydı. Yaşama sebebi, uğruna canını bile vereceğiydi. Şimdi ise sadece birkaç adım uzaklıkta, bir kapının ardında ona ne olduğunu bile bilmediği bir halde yatıyordu. Hiçbir şey yapamayıp oturmak da pek iyi gelmiyordu Derin'e. Kızı içerideydi ve tek yapabildiği elleri kolları bağlı bir şekilde oturarak içeriden gelecek bir haberi beklemekti.
Bir hışım kalktı yerinden. Oturmak onu kasvetli duygulara itiyordu. Bir ileri bir geri giderken mavi gözleri her defasında Ceylin'in içeriye alındığı odanın kapısına kayıyor, küçük bir hareketliliği dahi kontrol ediyordu. Sanki doktor dışarı çıkıp iki dudağının arasından çıkacak sözlerle yıkılan bir binaya dönecekmiş hissi vardı bedeninde ve her adımında bir duygu karmaşası vücudunu yavaş yavaş ele geçiriyordu, o da buna engel olamıyordu.
Eylül, boş bulduğu bir yere arabasını park ettiğinde eşyalarını alarak alelacele arabasından indi. Arabasını kilitledi ve seri adımlarla birlikte hastaneye girdi. Bakışları koridorda gezerken Derin'i fark ederek ona seslendi. "Derin!" Genç kadın, stres ile hiç durmadan koridorda bir oraya bir buraya giderken ona seslenilmesiyle birlikte durdu. Dalgın bakışları sesin sahibine döndü ve sesinden de tanıdığı gibi Eylül ile denk düştü gözleri.
Eylül, onun halinden ne kadar dağılmış ve korkmuş olduğunu anlarken hızla ona doğru ilerledi. Kollarını açtı ve teselli etmek istercesine kollarını onun bedenine sardı. Genç kadın, donukça karşısında bulunan duvara baksa da Eylül'ün bu hareketi karşısında tıpkı onun gibi yavaşça Eylül'ün sırtına ellerini koydu. Eylül'de Derin'in sırtını sıvazladı, bu hareketi bir nevi onun yanında olduğunu anlaması içindi. Arkadaşına destek verdiğini böyle gösterip hissettiriyordu.
"Merak etme, Ceylin iyi olacak," dedi kulağına doğru, arkadaşı biraz olsun kendini toparlasın diye. Derin, dolan gözlerini kırpıştırdı. Eylül'e daha sıkı sarılırken, "Eylül," dedi, bir fısıltıyı aratmayan sesi ile. "İçimde bir sıkıntı var ve ne olduğunu ben de bilmiyorum. Sanki her şey kötüleşecek, hayatımız tepetaklak olacakmış gibi hissediyorum. İçimdeki bu hisse engel olamadığım için mahvoluyorum. Belki de hayatımda hiç onu böyle görmedim. Bana acı içinde kıvranırken baktı ve ben," titreyen çenesi konuşmasını engelledi. Dudaklarını sertçe birbirine bastırdı.
"Sakin ol Derin, sadece onu böyle görmek seni yıprattı. Sen onu kendi gözünden bile sakındığın için bu kadar etkilendin. İçindeki bu hissi ancak güçlü durarak yenebilirsin. Hadi gel oturalım." genç kadın kahverengi gözlerini arkadaşının üzerinde gezdirdi. Onun bu hali canını yakıyordu. En az onun kadar endişeliydi Eylül ama arkadaşı için elinden geldiğince güçlü kalmaya gayret ediyordu.
Genç anne, derin bir nefes aldığında Eylül'den bedenini ayırdı. Onunla birlikte oturduğunda, doktorun bir an önce çıkmasını ve onlara güzel bir haber vermesini diliyordu.
Saniyeler dakikaları kovalarken hemşirenin odadan çıkıp yanlarına gelmesi sadece yarım saat sonra olmuştu ama Derin sanki yarım asır gibi hissetmişti bu geçen süre zarfını. Herkes ayaklanırken hemşire onların yanına kadar gelmişti. Derin, "Kızım nasıl?" diye sorsa da hemşirenin ağzından çıkacak kötü bir haber onu darmadağın etmeye yetecekti ve bu düşünce yüzünden kalbi deli gibi atıyordu.
Hemşire onların üzerinde gözlerini gezdirdi. "Doktor Hanım gelsin, size her şeyi o açıklayacak. Geçmiş olsun," cevabını verdi ve başka hastalara bakmak için onların yanlarından ayrıldı. Giden hemşirenin yerini yaklaşık bir dakika sonra Doktor Yeşim doldururken boğazını temizledi genç doktor. Herkesin meraklı ve endişeli bakışları doktoru buldu. Derin, "Ceylin'in nesi var?" diye sordu korka korka. Hemşire de hissettiği gibi doktorun da ağzından çıkacak olan kötü bir haberde yıkılacakmış gibi hissediyordu.
Doktor Yeşim, "Ceylin'in annesi siz misiniz?" diye sordu ilk önce, konuşurken kim ile muhatap olması gerektiğini öğrenmek adına. Derin usulca başını salladı. Ağzı kupkuru olmuştu, konuşmak istemedi zaten konuşmaya da hali kalmamıştı.
Yeşim Hanım, "Geldiğinde ateşi yüksekti, kırka yaklaşıyordu ama müdahale edip düşürebildik. Bir kan tahlili istedim, onun sonucuna göre de taburcu edip duruma göre ilaçlarını vereceğiz," uzun uzun konuşan doktor kısa bir an için soluklandı. Yüzlerine baktığı kişilerin bakışlarından endişeli oldukları çok iyi anlayabiliyordu.
"Korkacağınız bir durum yok şu anlık, sadece sonuçları beklemeniz gerekiyor. O da iki saat içinde çıkacaktır, ben size haber vereceğim," diyerek karşısında bulunan kişilere gülümsedi ve onların rahatlamasını bekledi.
"Teşekkürler Doktor Hanım," diyen Melek Hanım'dı çünkü iki kadının da konuşmaya hali kalmamıştı, beklemek onları yıpratmış, ömürlerinden ömür götürmüştü. Doktor yanlarından ayrılmadan hemen önce hızla Derin konuştu. "Kızımı görmek istiyorum. Çok korkmuştur o. Görebilir miyiz?" sorusu bir yalvarışı andırıyordu. Kızını görebilmek için yalvarıyordu Derin çünkü bedeni bir daha göremeyeceğine kendini o kadar çok inandırmıştı ki yaşadığını görmeye ihtiyacı vardı.
Doktor Yeşim duygu yüklü gözlere dikti gözlerini. "Tabii ki de," demesinin üzerine genç kadının kolunu sıktı. "Sadece onu yormayın, serum taktık. Birkaç saat içinde ilaçların etkisiyle toparlanacaktır. Geçmiş olsun," demesinin ardından yanlarından ayrıldı.
"Bak kızım, Ceylin iyi. Artık korkmana gerek kalmadı," diyen Melek Hanım ona sarılınca genç kadın da ona aynı tepkiyi verdi. Çenesini onun omzuna yaslayıp kendini sakinleştirmeye çalıştı. "Hadi siz gidin, ben de size çay ve yiyecek bir şey vereyim," demesinin üzerine hareketlenen Mustafa Bey, kantini bulmak için yanlarından ayrıldı.
Ama hayatın akışında bir kere kırılma meydana gelince kişi yaşayacaklarını yaşamaya mahkumdu. İstese de istemese de... zira seçme şansı yoktu. Kaderle pazarlık yapılmazdı.
Bölüm nasıldı?
Diğer bölüm için ne düşünüyorsunuz?
Bu bölüm 07.01.23 tarihinde düzenlenmiştir. Ayrıca bu tarih Mavinin Yeşili'nin ikinci defa tekrardan yayımlandığı tarihtir 🥺Yine de hatalarım varsa eğer söylemekten çekinmeyin🖤 |
0% |