@mavii_bulutt345
|
Mavinin Yeşili
Bölüm: 2- Çaresizce Ağlayan Yürekler
Genç kadın, arkasında bıraktığı kişilere bile aldırmadan kızının kaldığı odaya doğru hızla adımlar eşliğinde ilerliyordu. Beyni sadece kızını düşündüğü için ona odaklanmıştı, bu yüzden de gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Koridordan geçerken çarptığı kişilere de durumu Eylül usulca ve sakince izah ediyor, onların sinirini yatıştırıyordu.
Derin, kapının önüne geldi ve hemen kapı kolunu indirip içeriye girdi, onun ardından da onu takip eden Melek Hanım ve Eylül de içeriye girdi. Yatak odanın tam da ortasında yer alıyordu. Ceylin'in küçücük bedeni o kocaman yatağın içinde adeta kaybolup gitmişti. Üzerindeki beyaz yorgan yüzünden sadece başı gözüküyordu ve yorganın üzerine usulca konmuş olan kolları, yorgandan sıyrılıp gün yüzüne çıkmayı başarabilmişlerdi.
Biraz yorgunluktan biraz da ilaçların bedenine yaptığı etkiden ötürü hâlâ daha uyanamamıştı küçük kız. Genç kadın yatağa yaklaştı ve Ceylin'in o küçücük ve narin ellerini, ellerinin arasına aldı. Baş parmağıyla onun tenini okşadı bir anne edasıyla. "Kuzum..." duraksadı, boğazı düğüm düğümdü bu yüzden de konuşması sekteye uğradı. Gözlerini sıkıca kapatarak kendine gelmeyi bekledi.
Bir annenin en büyük çaresizliği kızı ile yaşadığı imtihandı, bu yüzden Derin kendine gelmekte güçlük çekiyordu. Kızının iyi olduğunu bilse de bu halde görmesi canından can kopartıyor, ciğerlerine çektiği nefesi haram kılıyordu.
Usulca bir nefes alıp kendini biraz olsun sakinleştirdi ve bunun ardından konuşmaya devam etti. "Bak bizi çok endişelendirdin. Hadi aç o mavi gözlerini. Hadi güzelim, geçen her saniye yük olup biniyor omuzlarımıza," dedi ama Ceylin tüm bunlardan ve ailesinin yaşadıklarından habersiz bir şekilde derin uykusuna hiç ara vermeden devam ediyordu. Bu sözleri bir yalvarıştı, kızının tekrar ona baktığını görmeye muhtaçtı.
Eylül bu sözler üzerine dolan gözlerindeki yaşları işaret parmağıyla sildi. Ona yaklaştı ve omzuna elini koyup hafifçe ona doğru eğildi. "Derin," dedi usulca. "Lütfen sakin ol biraz, kendini çok yıpratıyorsun," arkadaşının bu sözleri üzerine genç kadın dudaklarını birbirine bastırdı.
"Kendime engel olamıyorum ki," dedi, içindekileri ona ifade etmek için. "Dayanamıyorum ve elimden sadece bu geliyor," diyerek cümlesini bitirdi. Onu en iyi anlayan kişi Eylül'dü çünkü kişinin evladıyla sınanmasının ne derece acı verici olduğunu biliyordu. Derin'in, Ceylin hastaneden çıktıktan sonra bile bir müddet toparlanamayacağının bilincindeydi.
"Ceylin için dayanmalısın Derin," onun içini dökmesini dinlemişti, tıpkı bir doktor gibi. Şimdi de ona iyi gelecek olan tedaviyi uygulaması gerekiyordu. "Sen dik durmazsan o nasıl dik duracak?" sorusu Derin'in omuzlarından tutup silkelemiş gibi bir etki bırakırken kızının yanağına elini uzattı ve hızla başını salladı. Melek Hanım da onları bir kenardan izliyor, iki kadının arkadaşlığı karşısında onlarla gurur duyduğunu hissediyordu. Üçü için de bildiği bütün duaları mırıldanarak okuyup iyiliklerini diliyordu.
Mustafa Bey, elindeki tepsi ile içeriye girer girmez üzüntü ve kederin yayıldığı havayı solumaya başlamıştı. "Size çay getirdim, için de kendinize gelin," bu kasvetli havayı dağıtmaya çalışan yaşlı adam ilk önce eşine çayı ikram etti. Eylül, arkadaşı için de bir çay bardağını aldı ve Mustafa Bey eşinin yanına geçip oturdu. "Hadi Derin," diyen Eylül bardağı ona uzatıyordu. "İç biraz, kendine gelirsin." genç kadın bardağı eline alınca konuşamadan ona cevabını vermiş oldu.
Eylül de daha fazla ayakta kalmayı istemeyerek Melek Hanım'ın yanındaki boşluğa oturdu. Telefonuna gelen mesaj sesleri yüzünden çantasında telefonunu aradı ve buldu. Gelen bildirimlerinin hepsinin iş ile ilgili olduğunu görmesiyle birlikte çayını ortada bulunan sehpaya bıraktı ve mesajlarla ilgilendi.
Odadaki sessizlik canlarını yakarak uzun bir süre devam etti. Hemşire, kapıyı tıklatarak içeriye girince dördü de yerlerinde dikleşip odaya girecek olan kişiye odaklandı. "Ceylin'in durumu için geldim," diyen hemşire seruma ilerledi, bitmediğini gördü ve bu sefer de küçük kızın ateşini kontrol etti. "Ateşi normal seviyeye geldi, doktor hanım da durumu ile ilgili konuşmak için sizi odasında bekliyor," hemşire onlara açıklamasını yapınca Derin hareketlendi.
Eylül, onun yanında olmak isteyerek, "Ben de seninle geleyim Derin," dediğinde genç kadın tamam anlamında başını salladı. Onlara yolu göstermek için önlerinden yürüyen hemşireyi takip eden iki kadın dışarıya çıktı. Melek Hanım eşine yaslandı ve sonuçların iyi çıkması için duaları içinden bir bir tekrar etti. Onun endişeli halini fark eden Mustafa Bey, "Endişe etme hanım," dedi onun kulağına doğru, Ceylin duyup üzülmesin diye olabildiğince ses tonunu alçak tutmaya çalışıyordu.
"Bak göreceksin doktor da Ceylin'in iyi olduğunu söyleyecek," Melek Hanım eşine gülümsedi. "Hadi inşallah," dedi ayaklanmadan hemen önce. "Rabbim onların mutluluğunu eksik etmesin hayatlarında. Ben Ceylin'in yanına geçeyim," dedikten sonra Derin'in biraz önce kalktığı yere oturdu ve bir anne şefkatiyle küçük kız ile ilgilenmeye başladı.
Hemşire kadın, doktorun kapısını tıklatıp içeri girdi ve ardından da iki kadını içeriye davet etti. Doktor Yeşim başıyla onun gitmesini söyleyince hemşire kadın müsaade isteyip odadan ayrıldı.
Oda daha çok krem rengi ağırlıklıydı. Kapının yanında kahverengi bir dolap bulunuyordu. Kapının sol tarafında ise hastaları muayene etmek için paravanla ayrılmış bir bölüm bulunuyordu. Duvarlar krem rengindeydi ve aynı zamanda da dekorlar sade ve beyaz renkteydi. Oldukça sade olan odada fazlalık denebilecek türden tek bir nesne bile yoktu. Odada konumlanan her şey insanın içini açmak istercesine göz kırpıyordu etrafa.
Doktor Yeşim ayağa kalktı ve ikisinin de elini sıkmasının ardından onları masanın önündeki koltuklara yönlendirdi. İkisi de deri koltuklara oturdu ve doktor da onlar gibi yerine oturduktan sonra ellerini masanın üzerinde birleştirip biraz öne doğru eğildi. Yapacağı konuşmaya kendini hazırladı ve cümlelerine başladı.
"Buraya sizi neden çağırdığımı merak ediyor olmalısınız." bir girizgâh yaparak başladı çünkü kafasında söylemesi gerekenleri kurmakla meşguldü. İkisiyle de göz göze gelmesinin ardından devam etti. Söyleyeceklerine karar verip konuşmaya başladı.
"Ceylin bugün burun kanaması ile geldi. İlk önce burnunu herhangi bir yere vurduğunu ve bu yüzden kanattığını düşündük ama sonra fark ettik ki burnunda herhangi bir zedelenme meydana gelmemişti. Ardından beyin kanaması geçirdiğini düşündük ve onun için de testler yaptık ama buna rastlamadık. Başka ve çözemediğimiz bir şey vardı, test yapılmasını istedim. Sonuçları inceledim ve bunu iletmek için sizi yanıma çağırdım." on yıldır doktor olan genç kadın onlara direkt olarak koydukları teşhisi söylemekten kaçınıyordu. Her şeyi onlara anlatmalı ve kafalarında bazı şeyleri yerli yerine oturtmalıydı. Şu an Derin kızı için endişeliydi ve aniden öğreneceği şeyler onu birden kötüleştirecekti.
Derin, soran gözlerle karşısında oturan kadına bakıyordu. Kılını bile kıpırdatmadan yerinde oturuyor, olur da konuşursa ve doktor susup devam edemezse diye dudaklarını sıkı sıkı birbirine bastırıyordu. Vücudundaki bütün uzuvlarını ona yönlendirip nefes bile almadan konuşan doktoru dinledi.
Doktor, Derin'in gözlerinin içine baktı ve sakince, "Ceylin'e kan kanseri yani lösemi teşhisi kondu ve bayılması da bu yüzdendi. Ayrıca burnunun kanamasıyla ve test sonucu ile birlikte yaklaşık ilk evrelerinde olduğunu söylemek mümkün. İlk evrelerinde olduğu için tedavi süreci ilerleyen seviyelere göre kısa sürecek. Size gerekli bilgilendirmeleri yaptıktan sonra tedaviyi hemen yapabiliriz. " dedi. Bir yandan da onun vereceği tepkileri inceleyerek duruma göre ona müdahale edip edemeyeceğini düşünüyordu doktor. Bu odanın şahit olduğu olaylardan sonra tedbiri elden bırakamıyordu.
Dünya mı dönmeyi bırakmıştı yoksa güneş mi onun etrafında dönmek istemiyordu? Ya da dünyanın atmosferi patlamıştı, bu yüzden de oksijen yetmiyordu Derin için. Emek verip kazandığı şeyler önünde tuzla buz oluvermişti. Kendi hasta olsa umurunda dahi olmazken kızının hasta olmuş olması kolunu kanadını kırıyordu. Ceylin daha kendi küçükken nasıl böyle bir hastalık ile mücadele edebilirdi? Bedeni bunu nasıl kaldıracaktı? Daha yapacakları, hayallerini kurdukları çok şey vardı, hayalleri yarım mı kalacaktı?
Sorular etrafında dört dönüyordu. Düşünmekten başı dönmeye ve midesi bulanmaya başladı ama tek bir harekette bile bulunmadan koltukta oturmaya devam etti. Vücudundaki bütün güç birden çekilmişti, elini kolunu hissetmiyordu, boşlukta gibiydi. Ellerinin buz gibi olduğunu hissedebiliyordu genç kadın. Titreyen dudaklarını birbirine bastırdı ve bakışlarını doktordan çekmedi, aksine ona bakan gözleri daha fazla yoğunlaştı. Ağladığını bile fark edememişti.
Yanağından boynuna akan gözyaşları şahitti acısına. Dünyadaki diğer insanların bundan bile haberi yokken Derin bu acısı yüzünden dünyanın yanıp kül olabileceğini hissetti. Yaşadığı bu acının en somut hali ancak bu olabilirdi.
Eylül şok olmuş bir vaziyette doktora bakıyordu. Derin'e kıyasla canı daha az acıyordu zira bir annenin evladı için hissettiği acının yanında onun acısı, küçücük bir nokta kadar kalıyordu. İstese bile onun acısına eş değer bir acıya tanık olamazdı şu an. Kafasının içinde dönen tek bir cümle vardı, Ceylin'e kan kanseri yani lösemi teşhisi kondu, onu derinden sarmaya yetiyordu. Arkadaşına baktı ve kendisi bu halde iken onun nasıl olabileceğini düşünmeye çalıştı.
Eylül, "Şimdi ne olacak?" diye sordu. Derin birden öğrendiği test sonucu ile sarsılırken ona kıyasla daha iyi olduğundan ötürü bunu düşünüp sorabilecek durumdaydı. Derin, onun bu sorusu ile ilk önce ona daha sonra da gözlerini cevap verecek olan doktora çevirdi, bedeninde sadece gözleri işlevini yerine getirip hareket edebiliyordu. Onun haricinde de kılını dahi kıpırdatmadan oturmaya devam etti.
Doktor Yeşim, "Hastalığı çok ilerlememiş durumda yani tahminen uygun iliği bulacak kadar zamanımız var," dedi ve Derin'e bakarak ekledi zira şimdi söyleyeceği şeyler direkt olarak onu alakadar ediyordu, "Genelde uygun ilik kan bağı olan kişilerde yani ailesinde bulunabiliyor. Bu genellikle böyle, bu yüzden de annesi olarak sizde olabileceğini düşünüyoruz Derin Hanım ama bu testler yapılmadan kesin bir bilgi olamaz, bu durumun aksini de yaşadık maalesef ki," dedi ve bu şekilde onlara durumu onlara izah etti.
Eylül ve Derin'in gözleri kesişti, konuşmasalar da bakışları onlara birçok şeyi anlatmaya yetiyordu. İkisi de ne olduğunu çok iyi biliyorlardı, içlerinden geçen cümleler aynıydı. Hissettikleri korku da bundan kaynaklanıyordu. Eylül'ün kalbi daha da sızlıyordu çünkü hem arkadaşı için hem de Ceylin için elinden hiçbir şey gelmiyordu. Çaresizce yürekleri ağlıyordu ve hiçbiri bunu engelleyebilecek vaziyette değillerdi.
Derin, "Peki başka yolu yok mu? İlla aile bağımı gerekli?" sesi titrekti çünkü ağlamadan hemen önce bulunan kısma gelmişti, bundan sonrası ağlamaktan başka bir şey değildi. Doktorun bir "Hayır" demesi ya da bunu ima edercesine başını sallaması onu tuzla buz edecekti. Ayakta kalabilmek için bedeninde bulunan son güç kırıntılarını da bunu sormaya harcadı.
Doktor bu soru üzerine afalladı ama yine de onun sorusunu cevapladı, "Var tabii ki de. Uygun bir ilik bulunursa eğer kan bağının bir önemi kalmıyor ama genellikle ilik, kan bağı olan kişilerde bulunuyor. Yüzdelik dilimden de gördüğümüz üzere bu tedavide donör olan kişilerin çoğu aile içinde yer alan kişiler. O yüzden bizim ilk önceliğimiz aileden bir ilik bulmak, sonra da başka birinden bulmak. Sadece aileden çıkacak iliğin zamanı ile başka birinden bulunacak iliğin arasındaki zaman farkları Ceylin'in durumunu ve tedavisini olumsuz yönde değiştirebilir," dedi ve bu şekilde ona teker teker açıklamasını yaptı.
Derin sakin kalmaya çalışıyordu, düşünmekten beyni patlayacakmış gibi hissediyordu. Düşünmek, onu yoruyor ve çıkmaz bir sokağa çıkarıp duruyordu. Gözlerini kapattı ve sertçe yutkundu. Her şeyi bekliyordu ama bunu beklemiyordu. Birden hayatlarının değişip tepetaklak olduğunu beklediği bir durum değildi. Oysaki akşam kızı ile güzel bir vakit geçirmenin dileği ile evden çıkıp işine gitmişti, şimdi yaşadıklarını kaldıramıyordu.
Eylül sadece dinliyordu sessizce. Doktor Yeşim, "Sizden kan örneği alabilir miyiz Derin Hanım?" Derin bunu duymasıyla birlikte hemen oturduğu koltuktan kalktı. Sessizce ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü. Sesinin derecesini bile önemsemeden, "Hayır!" dedi. İçindeki korkuya engel olamıyordu. Ani tepki verdiğinin farkında bile olsa bunun üzerinde çok durmadı, genç kadın odanın üzerine üzerine geldiğini hissetti. Doktorun afallayan halini görümce hissettiği suçluluk duygusu da yaşadıklarının üzerine eklenince nefesi kesildi. Burada daha fazla kalamazdı. Arkasındaki iki kadını umursamadan dışarı çıktı.
Eylül bunu beklemiyordu, seri hareketlerle ayağa kalktı ve doktordan özür dileyip Derin'in peşinden odadan çıktı. Arkadaşının yanında olup kanayan yaralarını sarmalı, iyileşmesi için acıyan yerlerine merhem sürmeliydi.
Derin odadan çıktı ve kapının yanındaki duvara sırtını dayadı ardından da yere çöktü. Kollarını bedenine doladı ve karşısında bulunan duvarda sabit kaldı gözleri. Ağlamaya mecali bile yoktu. İçeride yeterince ağlamıştı. Kurumuştu göz pınarları, ağlamak için gözyaşı kalmamıştı.
Eylül kapıyı açınca hemen Derin'i fark etti. Derince bir nefes aldı ve bırakmanın ardından onun yanına çöktü. Onu yatıştırmak için, "Belki ilik bulunur. Umudunu yitirme. Hem kızının sana ihtiyacı var," dese de Derin onu takmamış, hatta duymamıştı. Düşünceleri kulaklarını tıkayıp sadece onları duymasını sağlıyordu.
Kendine biraz olsun geldiğinde ve mantıklıca düşünebildiğinde usulca, "Eylül nasıl bulacağım ben o iliği?" diye sordu ve gözlerini vereceği cevabı görmek için Eylül'e çevirdi. Bir çıkış yolu arıyordu o gözlerde ama o yol yoktu ve geçen her saniye ise bir ok misali yüreğine batıyor, canını yakıyordu.
Eylül kahverengi gözlerini onun gözlerinde gezdirdi, acısını yansıtan gözleri yüreğini dağlarken sadece sustu. Buna bir cevabı yoktu, arkadaşını her konuda yatıştırıp destek olabilirdi ama bu soruya bir cevabı yoktu. Ellerinden bir şey gelmemenin vermiş olduğu sinirle yumruklarını sıktı. Olası ihtimalleri kafasında tartıp bir yol haritası ortaya koymaya çalışıyordu.
Doktor Yeşim, bir müddet odasından çıkmadı ve nerede yanlış bir şey söyleyerek onu bu hale getirdiğini düşündü. Ardından buna bir cevap bulamadı ve önündeki dosyaları kapattı ve Ceylin'e ait olan mavi dosyayı eline aldı, genç anneye biraz zaman vermesi gerektiğine karar vererek odadan çıktı. Şahit olduğu manzara yüzünden içi burkulsa da bunu dışarıya belli etmedi, soğukkanlılığını korumalıydı.
"Ceylin'in durumunu kontrol etmek için odasına geçeceğim, siz de gelmek ister misiniz?" sorusunu sorduktan sonra onlardan bir cevap bekledi. Eylül arkadaşının koluna dokundu. "Hadi gidelim," dedi ve hafifçe ona gülümsedi. "Burada oturup düşünmen sana iyi gelmeyecek Derin," dediğinde genç kadın arkadaşına hak verdi ve ondan destek alarak ayağa kalkınca Doktor Yeşim de küçük kızın odasına doğru ilerledi.
Derin, başını arkadaşının omzuna yasladı ve ondan destek alarak uzun koridorda adımladı, geçmişleri bir film şeridi gibi gözlerinin önünden akıp giderken sadece gördüğü yaşanmışlıklarına odaklandı. Ceylin'i ilk defa kucağına alıp kokusunu ciğerlerine çektiği anı tekrar tekrar, hiç usanmadan ve bıkmadan içinde yaşayıp durdu genç kadın.
Doktor Yeşim kapıyı açıp içeri girince ikisi de onu takip etti. İçeriden Ceylin ve Melek Hanım'ın şen kahkahaları duyuluyordu. Onlar içeri girince gülmeyi bırakıp onlara gülümsediler. Derin onca şeye rağmen kızının ona gülümsediği gibi gülümsemeye çalıştı. Melek Hanım hızla kaşlarını çattı. Derin'deki farklılığı sezebiliyordu. Onun ayakta dururken Eylül'den destek alması da korkmasına bir etkendi.
Doktor Yeşim, Ceylin'in biten serumunu çıkardı ve dosyasına göz attı. "Nasılsın bakalım, küçük Hanım?" diye sormasının hemen ardından onunla göz göze geldi. "İyiyim," sözcüğü dudaklarının arasından çıkınca Derin rahatladı. Kızı belki ileride büyük acılar yaşayacaktı ama bu bir ihtimaldi, şimdi ise gayet iyiydi.
Doktor Yeşim onun başını okşadı, "Anladım bu durumun için çok iyi fakat bir gece daha misafirimiz olman gerekiyor," bunu duyan küçük kız üzgünce omuzlarını düşürdü, yatmaktan sıkılmıştı ve artık evine gitmek istiyordu. Hastanede daha fazla kalacak olması onu pek mutlu etmemişti.
Doktor, onun bu haline gülümsedi. Onun bu değişen halini fark edebiliyordu. "Geçmiş olsun," dedikten sonra odadan ayrıldı ve onları kendileri ile baş başa bıraktı. Düşünmeleri ve bir cevap vermeleri için zamana ihtiyaçları olacaktı.
Melek Hanım yatağın yanında bulunan sandalyede oturuyordu. Derin, Eylül'ün kolunu bıraktı ve yatağın boş tarafına, kızının hemen yanına oturdu. O, oturur oturmaz Ceylin kollarını annesini boynuna doladı ve ona sımsıkı sarıldı, ayrı kaldıkları için onu çok özlemişti. Derin onun mis gibi kokusunu içine çekti ve biraz olsun yaşadıklarından uzaklaşmaya çalıştı.
Eylül ayakta dikilmeyi bırakıp Melek Hanım'ın yanına gitti. Melek Hanım onun kulağına yaklaştı, bunu yapmasındaki amacı Derin onu duymasın diyeydi. "Ona ne oldu da bu hale geldi kızım? Perişan olmuş. Gözleri kan çanağı gibi," dedi ve duraksayıp aklına gelen ile devam etti, "Doktor size kötü bir şey mi söyledi yoksa?" korku ile kızı yerine koyduğu kadına bakıp bir cevap bekledi.
Eylül, "Sonra anlatsam olur mu?" diye sordu. Derin varken onun hakkında konuşmak onu gerdiği gibi Ceylin için endişesi de konuşmasını engelliyordu. Melek Hanım anlayışla kafasını salladı, daha sonra da onunla konuşabilirdi.
Ceylin, "Anne benimle birlikte yatar mısın?" diye sordu. Derin cevap vermeden ayakkabılarını çıkarıp yatağa girdi ve bu davranışı ona olumlu bir cevap verdiğini gösterdi. Zaman içerisinde onlar derin bir uykuya daldıklarında Eylül her şeyi tek tek Melek Hanım'a anlattı, durumu izah etti.
Melek Hanım gözlerinden akan yaşlara mâni olamadı, "Peki şimdi ne olacak?" diye sordu ama onun bildiği bir cevabı yoktu. O da aynı şekilde bunları düşünüp bir çıkış yolu bulmaya gayret ediyordu. Eylül üzgün gözlerle bakabildi sadece, ağzını açıp tek bir kelimesinde sanki canı yanacakmış gibi hissettiğinden dolayı susmayı tercih etti.
Aradan geçen beş saatin ardından güneş batmış gece yavaş yavaş etrafa çökmeye başlamıştı. Karanlıkta kalan hastaneyi aydınlatan ışıklar bir yıldız gibi etrafta parlıyordular.
Melek Hanım, ne kadar hastaneden ayrılmak istemeyip Ceylin ve Derin'in yanında kalmak istese de Eylül'ün fazla ısrar etmesi üzerine evin şoförü Mustafa Bey ile birlikte evlerine gitmişlerdi. Genç kadın onlar için en iyisinin bu olduğunu düşünerek onları bir şekilde gitmeye ikna etmişti. Kolay olmamıştı ama bir şekilde bunu başarmıştı.
Melek Hanım ve Mustafa Bey, yanlarından ayrıldıktan bir müddet sonra anne-kız akşam yemeği için uyanmış, güzelce karınlarını doyurmuştu. Bunun ardından da yeniden yatağa yatan anne ve kız derin bir uykuya yeniden yenik düşmüştü. Ceylin, verilen ilaçların etkisi ile tekrar uyurken Derin yaşadığı şeylerin omuzlarına yüklediği yük yüzünden uyuyor, bu sayede de yükünü bir nebze olsun hafifletebiliyordu. Uykunun her şeyi kısa bir an için unutturması, genç kadının yorgun ve bitkin bedenine iyi gelmişti.
Eylül, onları izliyordu gözünü bile kırpmadan. Geleceği düşünüyor, ihtimalleri sıralayıp duruyordu kafasında. Önüne gelen saçlarını geriye savurdu ve ofladı. Doktorun söyledikleri kafasında tekrar edip dururken sinirle eline telefonunu aldı, kafasını dağıtmaya ihtiyacı vardı. Geçen saatler içerisinde bir türlü uykusu gelmediği için uyuyamasa da sabaha karşı uyuya kalmıştı yorgun düşen bedeniyle birlikte.
Güneş ışıkları açık olan camdan içeri giriyordu. Derin uykusunu yeterince aldığına karar verince gözlerini araladı. Esnedi ve Ceylin uyanmasın diye yavaş hareketlerle birlikte yatakta oturur pozisyona geçti. Ellerini yumruk yapıp gözlerini ovdu ve bir müddet oturup ayılmayı bekledi.
Bedeni, uykunun verdiği yorgunluğu biraz olsun üzerinden atınca mavi gözlerini etrafta gezdirdi ve Eylül'ün uyumuş olduğunu ama Melek Hanım'ın odada olmadığını fark etti. Üstündeki örtüyü kaldırdı ve ayaklarını sarkıtıp çıkardığı ayakkabıları bir çırpıda giydi. İlk önce dolapta bulduğu beyaz battaniyeyi uyuyan arkadaşının üzerine serdi daha sonra da odadaki küçük banyoya girdi.
İşlerini halledince odaya geri döndü. Aklında birkaç soru vardı ve doktora sormazsa kafayı yiyecekmiş gibi hissediyordu. Aklındaki soruları yok etmek ve kendini az da olsa rahatlatmak adına doktorun yanına gitmeye karar verdi. Onunla bu konuyu enine boyuna konuşmadan kesin bir hüküm ortaya koyamazdı ama bunu bilmesine rağmen içten içe korkuyordu.
İçinde hâlâ daha bir umut tohumu vardı. Bu tohum, genç kadına bir damla su ile bir çırpıda büyüyecek gibi gelse de sonunun hüsran olmasından korkuyordu. Biliyordu ki büyüttüğü o umut tohumu, onu yerle bir de edebilirdi ya da dünyanın en mutlu insanı olmasına vesile de olabilirdi ama o bu bilinmezlikten nasıl bir sonuç çıkacağını kestiremiyordu ve bu durum deli gibi korkmasına sebep oluyordu.
Çantası en son Melek Hanım'daydı ve onun tekrar eve götüreceğini düşünmüyordu. Gözleri çantasını aradı ve koltukta olduğunu fark etti. Ses çıkarmamaya özen göstererek çantasından telefonunu aldı. Saate baktığında dokuz buçuk olduğunu gördü ve gözleri hemen kırk beş cevapsız aramaya kaydı, bunun üzerine hayret etti. Genellikle erken kalkardı ve şu an şirkette olması gerekiyordu. Bu yüzden arkadaşı onu merak ederek ona ulaşmaya çalışmıştı.
Rutin bozulursa eğer, bu durum dikkat çekerdi ve Uraz da bu yüzden şirkette onun olmadığını fark etmiş, nedenini bilmediği için "Bir şey mi oldu?" korkusu ile bu kadar fazla aradığını bile fark etmeden onu durmadan aramıştı. Hatta işi çıkmasaydı aramaya devam dahi edebilirdi.
Genç kadın, sekreterinin ve İrem'in aramalarını da görmüştü ama çoğunlukla Uraz aramıştı. Bu yüzden de ilk olarak onunla konuşmak istedi. Arkadaşının numarasını aradı, ardından da telefonu kulağına dayadı. Arkadaşını ve kızını rahatsız etmemek için usulca odadan ayrıldı.
Birinci çalışta telefon açıldı ve Derin konuşmaya başlamadan, "Derin neredesiniz siz! Bu saate kadar gecikmezdiniz! Eylül'ü de aradım o da açmadı telefonunu. Çok merak ettim sizi," dedi. Genç kadın telefonu biraz kendinden uzaklaştırdı. Arkadaşı farkında olmadan yüksek sesle konuştuğu için bir anlığına sağar olabileceğini düşünmüştü.
Derin, "Ceylin, dün rahatsızlandı. Bizde hastaneye geldik," dedi ve kısa bir an söyleyecekleri için kendini hazırladı. Daha söylemeye bile çekinirken bunların gerçek olması, şaka gibi geliyordu ama maalesef ki bu, gülebileceği bir şaka değildi.
Uraz, Ceylin'in sadece rahatsızlanmadığını anladı. Derin'in sesinden bile ne kadar acı çektiği ve durakladığı için söyleyeceklerinin ağırlığı altında ezildiği çok fazla belli oluyordu. "Ceylin'e bir şey mi oldu Derin?" Sesi telaşlıydı ve olanları anlamaya çalışıyordu.
Aklına geldiğinde canı yanıyordu. Sesinin titrememesini umarak, "Ceylin'e kan kanseri yani lösemi teşhisi konuldu," dedi ve daha fazla devam edemedi. Uraz, oturduğu koltukta donup kalsa da hemen kendini toparladı. "Tamam, ben İrem'i de alıp hastaneye geliyorum," dedi ve ayaklandı. Arkadaşını bu haldeyken yalnız bırakamazdı.
Derin, "Tamam, Uraz," dediğinde aramayı sonlandırdı ve telefonunu cebine koydu. Onlar uyanmadan doktorla konuşmak istiyordu. Doktorun odasını hatırlıyordu. Upuzun ve beyaz renkli koridoru adımladı ve ardından da doktorun odasına ulaştı.
Kapı kolunu kavradı ve duyacaklarına kendini hazırladı, defalarca içinden güçlü olmasını tekrar etti ve sakin olduğunu hissettiğinde kapıyı iki kere tıklattı. İçeriden girmesi için seslenildiğinde usulca içeri girdi ve odanın ortasına kadar yürüyerek geldi.
Bu bölüm 16.02.23 tarihinde düzenlenmiştir. Yine de hatalarım varsa eğer söylemekten çekinmeyin🖤 |
0% |