@mavii_bulutt345
|
Mavinin Yeşili
Bölüm: 6- Yola Çıkan Engeller
Hayat, ağaçtan kopan bir yaprak gibi savururdu seni. Kiminle karşılaşacağın, neler yaşayacağın onun elindeki kapalı kutuda sunulurdu sana. Korksan da o kutuyu açarken yüzünde yine de bir tebessümün, tatlı bir heyecanın oluşmasına engel olamazdın. Ağlardın bazen, bazen de kahkahalarla gülerdin. Kaybettiklerinin yanında kazandıklarında yer alırdı yanında.
Engeller çıkardı önüne, imtihanlar yer alırdı bir köşede. Bir köşeye iyi kilerini koyarken bir yana da keşkelerini bırakırdın ama yine de her şeyin üstünü mutluluk gözyaşlarınla örterdin.
Peki ya Derin önüne çıkan engelleri ve imtihanları mutluluk gözyaşlarıyla giderebilir miydi? O gözyaşları yaranın izlerini yıkayıp temizlerken beraberinde götürür müydü acılarını? Bedeninin buna gücü kalmış mıydı?
Kendini dizginlemek için derin bir nefes aldı. İkilemin arasında, sıkışıp kalmıştı ve bundan kurtulamıyordu. Hızlı duygu değişimleri yaşıyordu ve bu kesinlikle kendisi değildi. Her zaman net bir şekilde duygularını izah ederdi ama ağzından çıkar çıkmaz duyguları değişiveriyordu. Önüne düşen saç tutamlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. Eylül ile birlikte şirkete vardıklarında hemen odasına geçip işlerinin başına geçmişti. Onları arayıp durumlarını soran Uraz da onlardan yaklaşık on dakika kadar sonra şirkete varmıştı.
Yaşadığı şoktan bir türlü çıkamamıştı Uraz. Ufuk ona topladığı bilgileri söylerken o da sakin bir şekilde hem dinlemiş hem de arabasını sürmüştü lakin en sonunda öğrendiği bilgiler onu şoka uğratmıştı. Ufuk'un anlattığı olay örgüsü ona çok mantıklı geliyordu. Şimdilik bu düşüncelerini rafa kaldırmaya karar verdi, ağızından çıkacak olan sözcükler durumu çıkmaza sürükleyebilirdi, düşünmesi gerekiyordu.
Şirkete geldiğinde sekreterinden ikisinin Derin'in odasında olduğunu öğrenerek asansörü çağırdı. Elleri ceplerinde bir şekilde asansörü beklerken aklına dönüp dolaşan sorulara cevap arıyordu. Bulamadığı her cevapta gerilirken artık düşünmekten başı ağrımaya başlamıştı. Bulamadığı her cevap, onu bir soru yığınıyla baş başa kalmasını sağlıyordu.
Uraz her ne kadar Ceylin'i kurtarmak istese de içten içe Emre Karahan'ın Ceylin'i onlardan almasından korkuyordu. Ceylin onların her şeyiydi. Onu kurtarmaya çalışırken kaybetmeyi istemiyordu.
Genç adam, düşüncelere o kadar çok dalmıştı ki gelen asansörü fark etmemişti. Asansörün kapısı kapanırken hemen kolunu uzattı ve kapının açılmasını bekledi. Kapı tamamen açıldığında içeri girerek düğmeye bastı. Asansör ineceği katta durduğunda hızla yoluna devam ederek Derin'in odasının kapısının önünde durdu ve kapıyı iki kere tıklayıp içeri girdi.
Eylül, açılan kapıya bakarken Derin, başını kaldırmayarak işine devam etti. Uraz, büyük odanın ortasına kadar gelerek masanın önündeki sehpanın biraz ilerisinde durdu. Bakışları Derin'in üzerindeydi ve onu fark etmediğinden boğazını temizledi.
Derin, Başını dosyalardan kaldırarak soru soran bakışlarıyla Uraz'a baktı. Onun geldiğini bildiğinden başını dosyalarda kaldırmamıştı ama onun boğazını temizlemesiyle bir konuşma yapacağını düşündü. Uraz'ın yüzünden sıkıntısı okunurken kaşları biraz çatıldı. Elindeki dosyaları masaya bırakarak kollarını masanın üzerine koydu, bütün dikkatini ona verdi.
"Bir sorun mu var?" sesi merakını belli ediyordu. "Evet." genç adamın bu cevabından sonra Eylül ve Derin bu sorunu merak etmeye başlamıştı. Akıllarına bir şey de gelmiyordu. Bu yüzden sessiz kalıp onun, onlara bunu izah etmesini beklediler
"Ben birini araştırdım." kalbi küt küt atıyordu. 'Yüreği ağzında atıyor.' değimi tam da onu anlatıyordu. Stresten elleri terlerken bakışları iki kadının üzerinde dolanıp duruyordu. Derin ve Eylül'ün tepkisinin sert ya da olumsuz olmasını düşünmesi de onu daha fazla geriyor ve de strese sokuyordu.
"Kimi?" Eylül tek kaşını kaldırdı. Uraz'ın Derin'e yönelen bakışları soruyu soran Eylül'e kaydı. Bir müddet ona boş gözlerle bakınca genç kadın onu uyarmak için, "Uraz kimi araştırdın da bu kadara strese girdin?" usulca sormuştu, onu sıkması durumu daha da çıkmaza sürükleyecekti.
Genç adam tam da bunu bekliyormuş gibi, "Emre Karahan'ı." diyerek cevap verdi lakin ikisi de hala daha neyin ne olduğunu anlayamamıştılar. "O kim? " Derin, Uraz'ı sıkıştırmak, onu zorlamak istemiyordu, arkadaşı zaten onlarla konuşurken zorlanıyordu. Bunun farkındaydı ama genç adam da olayı taksit taksit anlatıyordu.
Uraz yutkunarak dudaklarını ıslattı. Bakışlarını Derin'e yönlendirdi vereceği tepkiden korkuyordu. Bir çırpıda ağzından, "Ceylin'in öz babasını." cümlesi çıktı. Onun tepkisini bekliyordu lakin beklediği tepki ondan değil, diğer arkadaşı Eylül'den gelmişti. "Ne?!" Eylül ayağa kalkarak gözlerini büyüttü, arkadaşının bunu yaptığına inanamıyordu.
Derin beyninden vurulmuşa dönerken sakince yutkundu. Masanın üzerindeki ellerini birbirine kenetlediğinde bakışları Eylül'de durdu. Bu konuyu araştırmayı düşünmüştü ama Ceylin'in bir ailesinin, anne ya da babasının olup olmadığından emin olamamıştı. Hem ailesi onu yetimhaneye bırakmıştı. Bıraktıkları, istemedikleri bir çocuğa yardım etmeleri biraz mantıksız gelmişti. Öte yandan kızını yanına alması için gerekli izinleri dayısı vermişti ve onun da geçen yıl vefat ettiğini biliyordu. Bildiğine göre hiçbir akrabasının olmaması, araştırma yapıp öğrenmeyeceği anlamına gelmiyordu.
"Neden böyle bir şey yaptın? " Eylül'ün ona soru sormasıyla Uraz'ın bakışları ona döndü. Eylül'ün hala daha kaşları çatıktı. Sesi normalin biraz üstünde çıktı. Fevri hareketlerde bulunuyordu ama kesinlikle düşünerek bunu yapmıyordu.
"Başka çare yoktu, Ceylin'i kurtarmak için başka seçeneğimiz yok Eylül." dedi ümitsizce ve sesinden de başka bir çare bulamadığını belli ediyordu. Uraz'da biraz kaşlarını çattı ve ona bakarak konuştu.
"Belki ili-" onun ardından bir hışımla bunları söylerken Derin, Eylül'ün sözünü keserek onlara baktı. "Yeter! İkiniz de kesin tartışmayı. Uraz yapmasaydı ben yapacaktım zaten çünkü Uraz haklı, başka seçeneğimiz yok." Derin'in sert çıkan sesi Eylül ve Uraz'ın bakışlarını üzerine çekti.
Eylül'ün kaşları hayretle havaya kalktı. Korkuyordu. Ceylin'i kaybetmekten ölesiye korkuyordu ve aklında tek bir düşünce vardı. Eğer Ceylin'in ailesi onu isterlerse? Bu sefer ne yapacaklardı. Ona dokunmadan, onun yanında olmadan bundan sonraki hayatlarını nasıl devam ettirecektiler? Ceylin'i kaybetmeyi göze alabilecekler miydi?
"Sen de mi?" Eylül kollarını göğsünün altında birleştirdi. Gözleri Derin'de sabit kaldı, arkadaşının böyle düşünmesini kaldıramıyordu. Kendine göre sonuna kadar haklıydı ve onun gibi düşünmeyen herkesi suçlu olarak görüyordu.
"Peki ya onlara ne demeyi düşünüyorsunuz? 'Sokağa attığınız kızınız için iliğinizden verir misiniz?' bunu mu söyleyeceksiniz onlara? Ne demeyi düşünüyorsunuz?" hesap sorarcasına sert ve netti. Bu ise Derin'in canını yakıyordu. O da bunların farkındaydı ama Eylül yine düşünmeden onları yargılıyordu. Arkadaşını tanıdığı için bunu yadırgamıyordu, aksine alışmıştı ama tartışacaklarının da farkındaydı.
Eylül'ün bu tavrı Derin'i sinirlendirse de kendini yatıştırdı. Eylül Ceylin'i kaybetmekten korkuyordu ve olacakları mantıklıca düşünemiyordu ama Uraz onun gibi sakin kalamadı. Derin bile böyle tepki göstermezken onun böyle davranması sinirini bir hayli zorladı ve en sonunda onu kırabileceğini düşünmeden konuştu.
"Peki ya Ceylin'in gözümüzün önünde erimesine müsaade mi edelim?! Bu düşüncelerin bencillikten başka bir şey değil, farkında değil misin? Onu kaybetmemek için tehlikeye atacağız. O yaşamadıktan sonra kimin yanında yaşadığının ne önemi var?" Bağırarak sorduğu sorularla birlikte Eylül dudağını ısırdı, Uraz'ın dediği şeyleri düşündüğünde, kalbi kaybetme korkusuyla hızlı hızlı çarptı. Yanağından akan yaşları umursamayarak başını yere eğdi. Pişman olmuştu bu kadar sert tepki gösterdiği için.
"Ben Ceylin'i kaybetmek istemiyorum. Ya ailesi onu almak isterse? O zaman ne olacak? Onu vermekten başka çaremiz kalmaz." sesi fısıltı gibi çıkarken Derin ve Uraz bunu duydu. İkisi de onu anlıyordular. Onlar da en az onun kadar bu sorular hakkında kafa yoruyor, bir sonuca varmaya çalışıyordular.
Onun bu haliyle Uraz'ın siniri yatışırken konuştu, "Onu kaybetmemeye çalışırken tamamen kaybedebiliriz." Sesi çaresizliğini haykırıyordu. Bu riske girmekten başka çareleri yoktu. Derin gözlerini kapattı. Bu durumda olmak canını sıkıyordu. Çare bulamamak, elleri kolları bağlı oturmak...
Ağır geldi oda ama o sadece orada öylece durdu. Uraz, Eylül'e bakarken Eylül yere bakıyordu, başını kaldırıp onlarla göz göze gelme cesaretini kendinde bulamıyordu. Derin, gözlerini açtığında Uraz daha fazla dayanamayıp Eylül'e sıkıca sarıldı. Uraz'ın Eylül'e kıyamıyor oluşu Derin'i burukça gülümsetti.
Zaten kardeşlik bu değil miydi? Her şeye, herkese rağmen en zor anında kendi acısını bile unutarak senin acına yara bandı olmaya çalışanlar değil miydi kardeş dediklerimiz?
Uraz ve Derin kendi acılarını bir kenara bırakarak Eylül ile ilgilenmek istiyordular. Derin'de ayağa kalktı ve sıkıca birbirlerine sarılmış ikiliye kollarını sardı. Eylül, yaşadığı şeylerin ağırlığıyla birlikte ağlarken Uraz saçlarını okşadı onun. "Şşt." bir yandan da ağlamamak için Derin gibi kendini kasıyordu.
Üçü de yavaşça birbirlerinden ayrıldığında Eylül, "Özür dilerim. Ben sadece çok korktum. Hem de çok." Uraz onun omzunu sıktı. Eylül'ün yerdeki bakışları onun kahveleri ile buluştu. "Sorun değil." Onu rahatlatmak için gülümsediğinde Eylül'de az da olsa gülümsedi.
Derin yerine geçerken konuştu. "Hadi oturun. Konuşmamız gereken mevzular var." Her ne kadar ortamın tekrar gerilmesini istemse de bir karara varmaları gerekiyordu. Uraz ve Eylül oturduklarında ikisi de konuşacağı için Derin'e baktı.
Genç kadının yapacağı konuşma canını yakacak, kalbine hançerin girmesine yol açacaktı. Bunu biliyordu ve yine de konuşmaya başladı. "Bugün gidip Ceylin'in ailesiyle konuşmamız gerekiyor. Geçen her saniye bizim için çok kıymetli." Derin dirseklerini masaya dayadı. Ayaklarını arkaya çekerek üst üste koyduğunda gözleri Eylül'de durdu.
Eylül, itiraz edecek gibi olsa da vazgeçerek sustu. Uraz çok haklıydı sözlerinde. O yüzden itiraz etmeye hakkı olmadığını düşünüyordu. Öte yandan daha deminki ortamı tekrar yaşamaları muhtemeldi. Bunu bilerek arkadaşını dinlemeye devam etti.
Genç kadının ardından, "Ne kadar erken o kadar iyi. Bu durumda Ceylin'i düşünmeliyiz." diyen genç adam bakışlarını kaçırdı. Eylül gibi o da Ceylin'i kaybetmekten korksa da bencilce davranamazlardı. Öncelikleri ve yapmaları gerekenler belliydi.
"Ben tek giderim. Sizin gelmenize gerek yok." diyen Derin'in ardından Eylül anında itiraz etti "Seni oraya tek göndermeyeceğiz." dedi büyük bir kararlılık ile. Gittiği yerde ona nasıl davranacaklarını bilmiyordu ama tahmin etmesi zor değildi bu yüzden de onunla birlikte birinin gitmesi gerekiyordu.
Uraz da onu onayladı, "Eylül haklı Ceylin'in ailesinin sana nasıl bir tepkide bulunacağını bilmiyoruz." arkadaşının onları anlamasını umdu ama tam da ondan beklediği gibi bir cevap verdi. Derin kararlıydı, "Onlarla konuşmamız gerekiyor. O yüzden sadece ben gideceğim." 'Sadece' derken vurguladı. Uraz veya Eylül'ün onların yanında kendilerine hâkim olamamalarından endişe ediyordu. İşler daha fazla çıkmaza girebilirdi.
"Bari ben geleyim? Sana orada nasıl davranacaklar bilmiyoruz." Eylül bir umut sordu. İnattı gerçi Derin istemese de bir yolunu bulup giderdi Derin'in peşinden. Derin bıkkınca nefesini verdi. Eylül'ün bu huyunu çok iyi biliyordu. Onun vazgeçmeyeceğini de bildiği için, "Tamam." diyerek onun gelmesini onayladı.
Uraz, adresi verdiğinde Eylül ve Derin yola çıkarak Karahan Holding'e kısa süre içinde varmışlardı.
İkisi de büyük holdingin önünde durdu. Emre Karahan'ı birçok kez gazetelerden, haberlerden ya da büyük şirketlerden duymuşlardı. Karahan Holding Türkiye'nin en büyük şirketleri arasında yer alıyordu lakin bu kadarını bekledikleri söylenemezdi. Derin, kendi şirketleri ile kıyaslama yapınca, onlarınkinden en az dört kat daha büyük olduğunu düşündü. Öte yandan bu kadar zenginliğin içinde, Ceylin'i bile isteye yetimhaneye bıraktıklarını düşünüyordu zira parasal açıdan onu yetiştirme konusunda sıkıntıları yoktu.
Arkadaşının şirkete bakıp dalgınca bir şeyler düşündüğünü görünce genç kadın, "Hadi gel, burada durdukça dikkat çekiyoruz," diyerek onu uyarınca Derin bunu beklemediğinden ötürü irkildi ardından kendini hemen toparlayıp, "Olur," dedi.
Derin ve Eylül içeri girdiklerinde direkt olarak danışmaya yöneldiler. "Emre Karahan'ın odası nerde acaba?" Eylül'ün sorusuyla danışman kadın onlara kısa bir bakış attı ve tekrardan bilgisayarına odaklandı. "En üst kat. Oradaki danışman size yardımcı olacaktır." demesinin ardından kaldığı yerden işlerine devam etti.
"Teşekkürler." nezaketen teşekkür edip asansöre yöneldiler ve en üst katın düğmesine bastılar. Asansör durup ikisi de geldikleri katta indiklerinde gözleri karşıdaki danışmanı buldu ve Derin ile Eylül oraya doğru adımlamaya başladı. Derin'in kalbi küt küt atıyordu. Derin'in bu halinden dolayı yine Eylül sordu, "Emre Karahan ile görüşebilir miyiz?"
Danışman bilgisayarından kafasını kaldırdı. "Tabii. Randevunuz var mıydı?" Eylül sıkıntıyla Derin'e baktı. Gelirken ellerini kollarını sallaya sallaya holdinge giremeyeceklerinin farkındaydılar ama randevu aklına gelmemişti. Derin, "Hayır ama çok acil bir mesele vardı." Derin bir soluk aldı. Heyecandan nefesi hemen tükeniyor, vücudu zangır zangır titriyordu. Onları kapı dışarı ederler diye endişe etmiyor değildi.
Danışman, "Hanımefendi, buraya herkes istediği gibi girip çıkamaz." Derin sıkıntıyla alnını ovuşturdu. Bunu o da çok iyi biliyordu. Yapacağı bir şey olup olmadığını düşünürken birden, "Bakın, istiyorsanız bizi araştırabilirsiniz. Ben Derin Yade Saraç. Saraç Holding'in sahibiyim." dedi. Bu en azından buraya kötü bir sebepten dolayı gelmediklerinin bir kanıtıydı.
Danışman parmaklarının klavyenin üzerinde gezdirdi. Önüne Derin ile ilgili ne varsa çıktığında başını kaldırarak onlara baktı. "Pekâlâ." eli masasının üstündeki telefonu kavradı. "Emre Bey2e haber vermem gerekiyor."
Emre Karahan başını gömdüğü dosyalardan kaldırdı ve çalan telefonu eliyle kavradı. Telefonu açarken gözleri hala daha dosyalardan ayrılmıyordu.
"Evet," dedi, herkesin korktuğu o sert sesiyle. Danışmam, yanlış bir şey söylerse patronunun ona sert bir tepki vermesinden korkarak, nahifçe ve ne konuştuğunu bilerek durumu, patronuna anlattı. "Efendim bir hanımefendi sizinle konuşmak istiyor. Randevusu yok ama işinin acil olduğunu söylüyor. Ben hanımefendiyi araştırdım. Saraç Holding'in sahibi." Derin ve Eylül nefeslerini tutarak danışmana bakarken danışman bilgisayarıyla uğraşmaya devam ediyordu.
Emre Karahan elindekileri bırakarak arkaya doğru yaslandı. "Gönder." bakışları hala daha dosyaların üzerinde dolaşıyor, en küçük bir hatayı sorgulamaya devam ediyordu.
"Peki efendim." Danışman ayağa kalktı. "Sizi odasına götüreyim," dedi ve eliyle koridoru gösterdi. Derin başıyla onayladı.
Eylül, "Ben seni dışarda beklerim, " dedi, içeride yapılacak olan konuşma olumsuz bir yönde devam ederse, kendine hâkim olamayacağımı düşünerek dışarıda kalmayı tercih etti. Derin onu başıyla onayladı ve giden danışmanı takip etti. Danışman odanın kapısını bir kere tıklattı ve kapıyı Derin için açıp gitti.
Eylül, oturmak için bekleme yerine geçerken gördüğü yüzle donup kaldı. Kalbi hızlanıp gözleri dolarken, bacaklarının onu taşıyamayacağını düşündü. Yanlış görüp görmediğini algılamaya çalışıyordu. Zihni ona oyun oynuyor da olabilirdi. Derin bir nefes alarak kendini sakinleştirmeye
Eylül fark etse bile Demir hala daha Eylül'ü fark etmemişti. Onunla konuşan sekreter gerekli bilgileri patronuna vermenin ardından yanından geçip gitmişti. Demir birisi tarafından izlendiğini hissedip başını kaldırdı. Gördüğü kadınla birlikte beyninin ona bir oyun oynadığını düşündü. Kaşlarını çattı. Kalbi bir koşuya çıkmış gibiydi. Vücudundan bağımsız hareket ediyordu.
Eylül'ün yanına gitmek için hamle yapacakken vazgeçti. Nasıl yüzüne bakacaktı? Peki ya gidip ne söyleyecekti? Buna bir cevabı yoktu. Sinirle ellerini yumruk yaptı ve eş zamanlı olarak dişlerini sıktı. Yutkundu. Eylül'ün gözlerine bakıyordu en derinine inmek istercesine. Ama Eylül ona boş boş baktıktan sonra neye yarardı bakışmaları?
Eylül bakışlarını çekti. Ona galip gelmeyecekti. Kendine ihanet edemezdi. Demir, Eylül bakışlarını çektiğinde boşlukta gibi hissetti. Onu ayakta tutan tek güç onun gözleriydi sanki zira bunu hissetmesi ona çok da mantıklı gelmiyordu.
Tuhaf değil miydi? Yıllar önce, bir saat bile birbirini görmediğinde özleyen bu iki beden değil miydi? Ya da ömürlerinin sonuna kadar göz göze bakışsalar bile bir dakika olsun odakları değişmezdi. Şimdiyse Demir onun gözlerine bakmak isterken, Eylül ise onunla aynı ortamda dahi bulunmak istemiyordu. Eylül son kez baktı karşısındaki kahvelere daha sonra hızlı adımlarla merdivenlerle yöneldi. Asansörü bekleyecek zamanı yoktu.
Demir ise yıllar önce yaptığı hareketlerden vazgeçmedi. DeJa'Vu hissine kapılsa da yine Eylül'ün gidişini seyretmişti. Genç kadın sadece bir kat indikten sonra direkt o kattaki lavaboya attı kendini.
Hıçkıra hıçkıra ağlarken, yılların birikmişliği üzerindeydi. Bir müddet ağlayıp kendini sakinleştirince aklına, Ceylin'in ailesiyle konuşacak olan Derin geldiğinde hızla bir kat üste çıkarak oturma yerlerine geçip oturdu. Bir yandan hıçkırığını bastırırken bir yandan da Derin fark etmesin diye gözyaşlarını kuruluyordu.
Derin, gördüğü çatık kaşlı, sert yüzlü ve yeşil gözlü adam ile yerinde çivilenirken Emre Karahan'ın gözleri ona döndüğünde odanın ortasına doğru yürüdü.
Emre Karahan merakla Derin'e bakıyordu. Neden geldiğini bilmiyor, öğrenmek istiyordu. Kollarını masaya koydu. "Neden gelmiştiniz?" Emre'nin sert ve soğuk çıkan sesiyle birlikte, Derin'in üzerinden bir soğuk hava dalgası geçti. Derin, onun bu soğuk tavrı yüzünden ne diyeceğini veya nasıl cümleye başlayacağını bilemiyordu. Bakışları onu kontrolden çıkarıyordu.
"Şey ben..." alanında iyi bir avukat olması ve kaç defa duruşmaya çıkıp insanları savunması sanki şu andan itibaren Derin için yok olmuştu. Derin, onca yaptığı savunmalara rağmen, Emre ile nasıl konuşacağını nasıl bir diyaloğa gireceğini bilemiyordu. Fazla heyecanlıydı ve alacağı kötü bir tepkiden korktuğu için konuşurken zorluk yaşıyordu.
"Bakın belki anlatacağım şeyler size oynanan bir oyunmuş gibi gelebilir ama hepsi gerçek." en sonunda, konuya girebildiğinde, her şeyi en başından anlatmaya başladı Derin.
Emre sabit ve sert bakışlarını Derin'in üzerinde tuttu. Şu an istediği tek şey, odasına gelen kadının hemen anlatmak istediği anlatması ve bu odayı terk etmeseydi. Gereksiz bir konuda yapacağı bir konuşma, Emre'yi sinirlendirmekten ileri gitmezdi.
"Bir kızınızın olduğunu biliyor muydunuz?" Emre çatık kaşlarını daha da çattı. Tek kaşını kaldırdı ve kasılmış çenesi yüzünden zar zor konuştu, "Siz ne dediğinizi biliyor musunuz? Ne kızı? Ne saçmalıyorsunuz?" sorudan çok anlatması için bir emir gibiydi sözleri.
Derin onun bu durumdan haberdar olmadığını anladı. Peki ya Emre Karahan öğrendiği bu gerçekle Ceylin'i ister miydi? Şimdi işlerin karıştığını hissediyordu. Bu yüzden eli ayağı birbirine dolanmıştı. Hızla konuşurken bunları değil de ona durumu anlatması gerektiğinin farkında dahi değildi. "Bakın benim amacım sadece kızımı kurtarmak. Ceylin kan kanseri ve iliğe ihtiyacı var. Kan bağı olan..."
Emre'nin sert bakan gözleri yüzünden kısa bir an duraksadı. Sonra da devam etti. "Bakın o daha çok küçük," diyerek açıklamaya devam ettiğinde, Emre Derin'den gözlerini çekmeden elini telefona götürdü ve danışmanını aradı. "Buraya iki güvenlik gönder."
Derin korkuyla gözlerini açtı, onu ikna etmeden buradan gidemezdi. "Bakın ben yalan söylemiyorum. Bunu kanıtlayabilirim."
"Ama bu benim umurumda değil hanımefendi," Emre'nin umursamazca sarf ettiği cümleden sonra, Derin panik halinde onu nasıl ikna edeceğini bulmaya çalıştı. Emre buna ihtimal dahi vermiyordu. Ya karşısındaki kadın delirmişti ya da Emre erkenden bunamaya başlıyordu. Hangisi olduğunu bilmiyordu lakin bildiği bir şey vardı, o da bir kızının olmadığı idi.
Derin sinirle, "Bakın ortada bir çocuk var ve hayatı tehlikede! Bana inanıp dinlemeniz gerekiyor." sesi ne yapacağını bilemediği için normalden biraz daha yüksek çıkmıştı. Bu hareketi karşısındaki genç adamı ikna etmekten çok sinirlendirmişti, buna rağmen genç adam istifini bozmadı. Karşısında ona bağırsa bile bir kadın vardı, bu yüzden olabildiğince onunla tartışmaya girmemeye özen gösteriyordu ama onun da bir tahammül sınırı vardı ve o da doldu dolacak bir vaziyete ulaşmıştı.
"Peki ben buna nasıl inanayım?"
Derin," Tamam o zaman DNA testi yapalım. Her şey ortaya çıkar." Bunun olması demek dizilecek tonla haber demekti. Zaten şirket bu aralar kötüye gitme yolundayken bu asılsız haberler onları kötü etkileyecekti. Öte yandan onun da bir ailesi vardı. Bu durumu onlara nasıl açıklayacaktı? Hayatında bir kadın olsaydı bunu kabul edecekti ama olmadığı için, "Böyle bir şey olmayacak." Emre sinirle elini saçlarından geçirdi. Bunun nasıl olduğunu düşünse de bir cevap bulamıyordu ve karşısındaki kadının ona yalan söylediğine inanıyordu.
"Siz kanıt istediniz bende bunu size sunuyorum," dedi Derin kararlı bir şekilde. Dik duruşundan ödün vermezken Emre'nin ona inanmasını ve bir an önce bu odayı terk etmeyi istiyordu.
Açılan kapıyla birlikte güvenlik görevlileri içeri girdi. Derin sinir oldu ve, "Ben kendim çıkarım," diyerek kendini dışarı attı. İlla Emre'ye DNA testini göstermesi gerekmiyordu. Başka deliller koyacaktı ortaya ama mutlaka onu bir şekilde ikna etmeyi başaracaktı.
Eylül ve Derin arabalarına binip eve girinceye kadar Derin her şeyi anlattı. Eylül üzgünce, "Derin lütfen umudunu kaybetme," dedi arkadaşını biraz olsun yatıştırmak için. Genç kadın kendi yaşadıklarını sonra anlatacağını düşünerek devam etti. "Biz bulacağız o iliği ve Ceylin kurtulacak." arkadaşının rahatlamasını umdu.
Derin, içten içe buna inanırken Eylül'e gülümsedi. Eylül de ona gülümsediğinde eve varıncaya kadar arabaya bir sessizlik çöktü. Eve vardıklarında Derin hızla içeri girerek üzerindekini çıkarıp yerine astı ve Eylül'e yukarıya çıkacağını belirterek yukarı çıktı.
Arkadaşı ile yaptığı arabadaki konuşma anlık olarak rahatlamasını sağlamıştı. O konuşmanın en ufak bir kırıntısı bile kalmamıştı kalbinde.
Kalbinden gelen iki ses.
Biri kalbinin atış sesleri.
Diğeriyse kalbinin kırılma sesleri.
Battı kalp kırıkları. Acıttı canını...
Ve ne kötüsüyse bu duygudan hiç kurtulamamak korkuttu onu.
Derin, odasına girdiğinde yatağına oturmak yerine yere oturarak başını yatağa dayadığında bir iç çekti.
Beyni dimdik ayakta durup mücadele etmesini söylerken; kalbiyse ağla diyordu. Ağla ki azalsın acın, hafiflesin yükün. Vücudu hangi birine uyacağını bilemediğinden bir karmaşa içerisindeydi.
Hani insanlar bir eşyayı alıp almamak arasında gidip gelirdi bir süre mağazanın önünde. Sonra da gözüne kestirdiği bir şeyi alıp mağazadan ayrılırdı. Derin ise ne ağlamayı istiyordu ne dimdik ayakta duracak gücü kendinde bulabiliyordu. Yerde boş boş gezinen bakışları komodinin üstündeki fotoğrafı bulduğunda, gücü kalmamış kolunu kaldırıp resmi eline aldı.
Resim; Ceylin'i ilk yanında aldığı gece kucağındayken çekilmişti. Küçük bebek bir elini ağzına atmış, suratının kıpkırmızı olması ağladı ağlayacak olan halini gözler önüne sermişti. Eylül'ün çektiği bu fotoğraf, Ceylin'in seçtiği yanlarında deniz kabuğu ve sağ alt köşesindeki deniz yıldızlı çerçeveyle bir bütün içerisindeydi. Derin parmaklarını fotoğrafın üstünde gezdirdi ve sanki o fotoğraftaki Ceylin'i hissetmeye çalıştı. Parmakları fotoğrafın üstünde gezinirken üstüne damlayan suyla ağladığını o zaman fark etti.
Bir hıçkırık koptu ağzından, bin şimşeğin gürlemesiyle eş değer. Gözyaşları aktı fotoğrafın üstüne nehirler, okyanuslar, denizler kıskandı. Vakti zamanında demişlerdi ki: 'kim bizden daha iyi akabilir?' Ama sonra onun bu gözyaşları onların yanlış bildiklerini ispatladı. Boğazındaki yumru yüzünden nefes alamadığında ciğerlerine istediklerini verdi Derin vermesine de bu sefer gökyüzü isyan etti. Dedi ki:' Sen bizim havamızı bitirip sonumuzu getireceksin!' Ama nafile Derin nefes alamıyordu ki. Kendi acısından onu mu fark edecekti? Göz hareleri kızıla döndü. Mavi isyan etti. Dedi ki: ' Ben varken Kırmızının ne işi var! Buralar benim toprağım!' Kırmızı umursamadı maviyi. Yanına yerleşti hemen. Kurulduğunda ilk maviye yakışırken sonra güzelliğini alt üst etti.
Derin, kaç damlasının intihar ederek fotoğrafa ulaştığını sayamamıştı. Gözlerindeki yaşlardan ötürü önünü göremiyor, elindeki fotoğraf bir netleşip bir düzeliyordu. Elini ağzına kapattı daha fazla hıçkırmamak için ama pek işe yaramadı bu hareketi.
Çerçeveyi kucağına koyup yanındaki komodine uzandı ardından üçüncü bölümünü açtı. Kırmızı kutu önüne geldiğinde kırılacak bir eşyaymışçasına özenle aldı eline.
Kapağını kaldırıp açtığında karşısındaydı bu dolu dolu geçen beş yılı. Kızı, biriciği, bakmaya Kıyamadığı karşısındaydı her haliyle.
Bin şimşek daha gürledi. Bu sefer engel olmaya çalışmadı Derin ve titrek bir havayla ciğerlerini doldurduğunda tekrar ciğerlerini havayla doldurdu.
Eline rastgele bir fotoğraf aldı. Sonra da kutuyu yanına bıraktı.
Elindeki fotoğraf Ceylin'in beşinci yaş günündendi. Hıçkırıkları az çok dindiğinde yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. Ceylin, çok heyecanlıydı o gün. Hem bir yıl büyümüştü hem de bir yılını daha ardında bırakmıştı. Yüzündeki heyecan fotoğrafa da yansımıştı. Tam pastayı üfleyeceği anda çekilen bu fotoğraf Derin'i bir kez daha bitirdi. Oysaki o gün, böyle bir günün yaşanacağından bihaber bir şekilde, kızının bir sonraki doğum günlerini kutlamayı dilemişti.
Şimdi ise bu isteği, bir imkansıza dönüşmüştü.
Dudaklarını birbirine bastırıp yutkundu. Elleri camın üstünden fotoğraftaki Ceylin'i severken bir sır verirmişçesine fısıldadı "Miniğim, sen nasıl başa çıkacaksın o hastalıkla? Sen kendin küçüksün nasıl dayanacaksın o hastalık seni her gün eritirken?" Hıçkırdı. "Ceylin ben sensiz yapamam. Seni de kaybedemem. Benim buna gücüm yok. Annem gitti babam gitti senide kaybedemem ben. Buna gücüm yok." yorgunca konuştu Derin, yıllardır omzunda olan yüklerin ağırlığıyla çöktü dibe.
Hıçkırıkları şiddetlendi. Elini ağzına götürdü. Yanağından boynuna doğru yol alan gözyaşları şahitti acısına. Kimse duyamazdı onu. Kimse bilemezdi acısını.
Elindeki fotoğrafı da kucağına koydu. Kutudan yeni bir fotoğraf aldı eline.
Bu seferki fotoğraf Ceylin'in ilk yürümeye başladığı an çekilmişti. Derin heyecandan ne yapacağını bilemezken, Melek Hanım bu anı yaşatmak için hemen onun fotoğrafını çekmişti. O gün üstünde su yeşili bir elbise, ayağında da pembe bir ayakkabı vardı Ceylin'in.
Derin, parmaklarını yine fotoğrafın üstünde gezdirdi. O gün çok mutlu olmuştu ve Derin anlamıştı ki anne olmak, dokuz ay bir bebeği karnında taşımak ya da aranda bir kan bağının olmasından ibaret değildi.
Sadece sevdi Derin çok sevdi kızını. Dışardan gerçek bir anne-kızı aratmadılar. Dahası onları görüp de durumlarını bilenler onlara imrenerek baktı.
"Kuzum." titrekti ağzından firar eden harfler. Dayanacak bir hali kalmamıştı. Kim dayanabilirdi evlat acısına? Evladının kokusu burnunda tüterken, onu görmeden hangi anne 'ben yaşıyorum, nefes alabiliyorum' diyebilirdi?
Derin, kızını kaybetmekten korkuyordu. Bu hayatta sayılı insan vardı çevresinde ve onları kaybetmek bu hayattaki en büyük yıkımı olurdu.
Elindeki fotoğraf kucağına düştü. Elleriyle yüzünü kapattı ve hıçkırarak ağlamaya devam etti.
Eylül, Ceylin'i kontrol etmesinin ardından Derin'i merak ederek onun odasına yöneldi. Basamaklar bitip oda kapısına geldi. Kapıyı tıklamak için eli kapıya gittiğinde içeriden gelen sesle duraksadı. Elini kapıya yaslayıp kulağını kapıya yaklaştırdı.
Ardı arkası kesilmeyen hıçkırık sesleri.
Eylül dondu kaldı yerinde. Yutkunup dudaklarını birbirine bastırdı. İçeri girip girmemek arasında gitti bir süre.
Belki gidersem gözyaşlarını saklar benden. Acısını yaşayamaz. Biraz sonra girmeliyim belki de.
Düşüncesi belki yanlış belki doğruydu. Derin belki de bunca yıl kardeşten öte olmalarına rağmen ilk defa gözyaşlarını saklayıp içine atardı. Bunu Eylül kesinlikle istemiyordu. Ona göre, Derin ağlayıp kendini rahatlatmalı ve biraz olsun omzundaki yükünü hafifletmeliydi. Bu hakkı onun elinden almaya hakkı yoktu.
Başını kapıya yasladı. Gözündeki yaşların akmaması için sıkıca gözlerini yumdu. " Özür dilerim kardeşim. Yükünü hafifletmek için elimden bir şey gelmiyor. " fısıldadı. Boğazındaki düğüm canını yaktı ve bunu gidermek için bir- iki kere yutkundu. İçine derin bir nefes çekip başını kapıdan ayırdı. Gözleri kapının üstünde gezindi ve Derin'in onu fark etmediğini umarak aşağı indi.
Hıçkırıkları duyuldu odada. Sahi Derin kaç dakika ağlamıştı o vaziyette? Sonsuzluk gibi gelen süre sadece on beş dakikaydı. Gözyaşlarını silerken kesik kesik nefesler almaya devam ediyordu.
|
0% |