@mavii_bulutt345
|
Mavinin Yeşili
Bölüm:7- Geçmişte Yaşanan Olayların Sonuçları
Yaşanılan olaylar, bir böceğin çiçek tozlarını toplayarak etrafa dağıtması gibiydi. O dağılan tohumlar gibi insanlar kendilerini başka bir yerde, başka bir şekilde buluyorlardı. İlk gözlerini açıyorlardı dünyaya. Yavaş yavaş gelişip büyüyor, etraflarında neyin olup bittiğini kavrıyorlardı. Sonra konuşup başkalarıyla anlaşıyorlardı. Belli bir zamana kadar dünya onlar için çok masum, çok saf geliyordu. Canlarının yanmasını belki de düşe kalka öğreniyorlardı.
Ama sonra...
Masum olan hayat, gerçek yüzünü gösterip onları gerçek sahneyle buluşturacak olan o kırmızı perdeyi çekiyordu. Önceden belli olmayıp kimsenin de tahmin edemeyeceği, insanların hayatlarını iyi veya kötü yönde etkiler bırakıyor, insanları birbirine bağlıyor ya da ayırıyordu. Acımasızlığı, heyecanı kötülüğü ya da sevinci insanlara zaman geçtikçe daha iyi anlamalarını ve kavramlarını sağlıyordu.
Emre, bir saniye bile ara vermeden düşünmekten kafayı yemek üzereydi. Yanına gelip konuşan kadın aklını bulandırmış, kendini sorgulamasını sağlamıştı. Böyle bir şeyin ihtimali dahi söz konusu olamazken çelişen durumlar kafasını karıştırıyordu.
"Bir kızınızın olduğunu biliyor muydunuz?" Derin'in sesi kulağının dibinden ayrılmıyor, aralarındaki diyalog ona beş dakika kadar önce geçmiş gibi geliyordu.
Nasıl bir cümleydi bu? Peki ya hangi baba böyle bir cümle karşısında sadece boşluktaymış gibi hissedebilirdi? İçinde endişe yerine mutluluğun yer alması gerekirken genç adam neden bunun ihtimali ile endişeleniyordu? Bir çocuğu olduğu düşüncesi onun içini kemirip duruyordu.
Genç kadının sesi kulağında uğuldayıp dururken sinirle masanın üzerindekileri tek eliyle devirdi. Masadan aşağı düşenlere bakarken geriye yaslandı ve sakinleşebilmek için derin derin nefesler aldı. Dişleri sıkı sıkıya birbirine kenetlenirken Emre ellerini saçlarına atarak sertçe çekti ve siniri az çok yatışıncaya kadar bırakmadı.
Aslında altı yıl önce ne çok isterdi bir çocuğunun hatta bir kız çocuğunun olmasını. Hayaller kurmamış mıydı Emre? Tatlı tatlı hayaller, güzel bir yaşantı, mutlu bir aile ortamı...
Bunları isteyen o iken şimdi ise bunlara çok uzaktı. Bırakın bir çocuğa babalık yapmayı, o bir baba bile tanımamıştı. Kendi içindeki küçük çocuk büyümeyi beklerken başka bir çocuğu nasıl büyütecekti?
Bir hışımla kalktı oturduğu sandalyeden. Kendini karanlık, içine bile sığamadığı bir kutuda gibi hissediyordu. Arkasındaki camlı pencereye döndü. Bir iki adım atarak önünde durduğunda başındaki elleri iki yanına düştü. İstanbul'un her köşesine bakmaya başlarken kalbinin Derin'in söyledikleriyle heyecanlandığını, küçük bir an bile olsa heyecan pompaladığını anımsadı. Bunlar doğru değildi ona göre ama bunun ihtimali karşısında böyle hissetmişti.
Sahi gerçekten o kız çocuğu onun olsa ona babalık yapabilir miydi? İçinden geçen bu soru karşısında biri onu izliyor gibi başını hemen iki yana salladı. Ondan baba olmazdı. Yapamazdı, beceremezdi.
Bir eli yüzüne çıkıp kirli sakallarında gezinirken Emre bu duygu selini çözememişti. Altı yıl önce duygularını mezara gömen bu adam yaşadıkları karşısında ne yapacağını bilemiyordu. Emre kendini duygusuz olarak tanımlarken şimdi yaşadıkları neydi?
Sonra kafasından atmaya çalıştı. Sonuçta o kadın yalan söylüyordu. Emre'nin nasıl çocuğu olacaktı ki? Kafasına yatmayan şeyler de vardı. Sinirle ofladı. Bu duygu selinden kaçışı yoktu.
Bakışları İstanbul'un manzarasından çalan kapısına döndü ve ellerini cebine attı. Gözleri keskin, kaşları çatık bir şekilde kapıya doğru bakarken gözlerine perdeyi indirmiş, kendini herkese kapatmıştı.
"Gel!" diyerek tok çıkan sesi ile rica etmekten çok emir veren bir tavır vardı. Sekreter, onun cevabının ardından kapıyı açıp yavaşça başını içeri uzattı. Tüm bedeniyle içeri girdiğinde eliyle kapıyı kapattı. Dudaklarını diliyle ıslattığında ellerini önünde kavuşturdu. Konumunu korurken, "Efendim, Demir Bey kendini odaya kilitledi. Kesin emri olduğu için biz müdahale etmedik ama içeriden eşyaların kırılma sesleri geliyordu. Size haber vermem gerektiğini düşündüm." odaya gelme sebebini Emre'ye anlatırken fark ettiği odayla birlikte ne olduğunu merak etti. İki patronu da resmen sinir krizi geçiriyordu.
Emre, Demir'in sinirlenerek odasını dağıttığını bununla birlikte kimse girmesin diye odasını kilitlediğini iyi biliyordu, bunu birçok kez yapmıştı, ama neden sinirlenip böyle bir şey yaptığıyla ilgili hiçbir fikri yoktu. Onu en son sabah görmüştü ve konuşmuştu. Bir sorunun olmadığını biliyordu. Yakın bir zamanda, onunla konuşamadığı bir anda arkadaşının ne olduysa ona sinirlendiğini düşündü.
Emre onu başıyla onayladı. Kapıya doğru adımlarken sekreter yana kayarak ona yol verdi. Emre geçerken, "Ahu, odamı toplasınlar." diyerek dağınık odasına kısa bir bakış attı. Farkında değildi ama masasından yere düşen hiçbir şey sağlam değildi.
"Peki efendim." diyen sekreter başını salladı.
Emre, sert ve hızlı adımlarını Demir'in odasına yönlendirdi. Çalışanlar oturdukları yerden Emre'ye kısa bir bakış atarak önlerine döndüklerinde Emre kapıya vararak kapı kolunu sıkıca kavradı. Kapının kilitli olduğunu sekreterinden öğrenmiş olsa da yine de kapı kolunu aşağı indirdi. Açılmadığında kapıya eliyle vurdu. "Demir! Aç şu kapıyı!" dedi ve Demir'in kapıyı açmasını bekledi.
Demir, sırtını dayadığı duvardan yavaş hareketlerle kaldırdı. Kapıyı açtığında Emre'nin içeri girmesi için geri çekildi. Dağılmış saçları, kan içerisindeki elleri ile Emre'nin kaşlarını çatmasına sebebiyet verse de umursamadan kendini odadaki üçlü koltuğa attı. Emre de yanındaki boşluğa gidip oturdu. Demir, bacaklarına koyduğu kolları sayesinde hafifçe öne doğru eğildi ve bakışlarını kanlı ellerine çevirdiğinde zamanı geri almayı diledi.
Zamanı öyle bir yere getirmeliydi ki Eylül'den ayrılmadan hep yanında durmalıydı. İkisi de bu kadar acı çekmemeliydi. O kadar gözyaşına, o kadar feryada şahit olmamalıydı dünya. Yaşadıkları her şeye engel olup onu korumalıydı. En önemlisi de sonsuza kadar mutlu olmalarının bir yolunu bulmalıydı.
Demir, bir yandan vakti zamanında yapamadıklarına kızarken, bir yandan da onunla tanıştığı günü düşünüp onu hayal ediyordu.
Koskoca Demir Varol tek bir bakışa kalbini, tek bir nefese ömrünü, tek bir bedene bedenini teslim etmişti. Tanınmış büyük bir iş adamıydı Demir, herkes onun adını duyduklarında korkmalarına rağmen o sadece Eylül'ü kırmaktan korkmuştu. Sevdiği kadının yanında koca bir dağın ardındaki tepecik gibiydi, sadece ona zarar vermiyor, üzerine titriyordu.
Onu kaybetmekten ölesiye korkuyordu ama korktuğu başına gelmişti bile. Hatta öyle bir gelmişti ki 'Her şey eskisi gibi olsa bile Eylül bana eskisi gibi bakıp, yine o aşk barındıran kalbini bana sunar mıydı?' demekten kendini alıkoyamıyordu. Umut etmesini bile kendine yasaklamalıyken bundan kendini alıkoyamıyordu.
"Ne bu halin? Ne oldu?" Emre, merak ettiği soruyu sorduğunda, Demir'in elleri yüzünü bularak yüzünü sıvazladı. "Eylül buradaydı." ağzında bir asit varmışçasına acı acı konuştu. Emre, aklında ismi yokladı çünkü bu isim ona yabancı gelmiyordu. Eylül'ün kim olduğunu fark ettiğinde, "Eski karın?" dedi soru soran bir tınıyla. Demir kadar o da bunu beklemiyordu.
Emre'nin soru soran sesi kulaklarına dolduğunda "Eski değil! Benden hiç gitmeyip yarası taze olan nasıl eski olsun?" diye sormak istese de sözlerini yutarak, "Evet," dedi sadece.
"Neden gelmiş?" genç adam sorusuna aldığı cevap karşısında kaşlarını çattı. Onlar boşanalı neredeyse beş yıl olmuşken kadının buraya gelmesi için bir sebep göremiyordu. "Bilmiyorum. Beni görmeyi beklemiyordu herhalde." durakladı. Eylül'ün bakışları kalbini delip geçmeye yetiyordu. "Beni gördüğünde hızla katı terk etti. Anlayacağın benimle aynı ortamda dahi bulunmak istemiyor." Demir bu sözlerinden sonra burukça gülümsemişti ama özünde içinde bir yerler parçalanıyordu.
Eylül'ün ona sarılmasını veya göz teması kurmasını beklemiyordu ama kaçması da canını yakıyordu. Kendi hikayelerinde o suçlu gözükebilirdi ama kendince haklı olduğu yerler vardı. Bu da en çok canını yakan şeylerden biriydi.
"Yani tesadüfen karşılaştınız." genç adamın kafasında bazı şeyler oturmadığı için sorularına devam ederken arkadaşını sıkboğaz ettiğinin farkına varamamıştı. "Evet Emre." sesi biraz sert çıkarken bu konunun kapanması gerektiğinin sinyallerini yolluyordu. Tahammülü kalmamıştı, biraz kafasını dinlemeye ihtiyaç duyuyordu. Emre bunu anlayarak sustu. Onun üzerine gitmesinin iyi olmayacağını biliyordu. Arkadaşı biraz kafa dinlemeliydi.
Ondan hem akıl almak için hem de biraz olsun kendi sorunlarından uzaklaşacağını düşündüğü için, "Bugün odama bir kadın geldi." dedi Emre sert sesiyle ve direkt konuya girerek. Hem kendini rahatlatmaya hem de Demir'in aklındaki düşüncelerden biraz olsun unutması adına açtığı konuya devam etti. "Bana bir kızım olduğunu, kan kanseri olduğunu ve ilik için bana ihtiyacı olduğunu söyledi."
"Sen ne yaptın?" genç adamın anlattıkları, kendi olaylarından daha büyüktü. En azından ortada net şeyler vardı ve tahmin etmesi zor değildi lakin bu duyduklarını rüyasında görse inanamazdı.
"Kadını çıkarmaları için güvenliği çağırsam da o güvenliğe izin vermeden kendi çıktı," dedi ve devam etti. "Demir, kadının hali vakti yerinde. Para için böyle bir şey yapması çok mantıksız. Öte yandan bir ilişkim olsa hak vereceğim ama o da yok."
Demir bu sözlerin ardından durup düşündü. "Böyle bir şey nasıl olacak peki?" arkadaşının bir kadınla birlikte olmasını değil, bir kadına bile bakmayacağını iyi biliyordu. Arkadaşı Nefes'ten sonra bu defteri sonsuza kadar mühürlemiş, tozlu raftaki yerine koymuştu. Hal böyleyken Emre'nin nasıl çocuğu olacaktı?
"Belki de kadının akli dengesi yerinde değildir. Parasının olması bunu örtbas etmez." Demir sorduğu soruya kendi cevap verirken Emre ona hak verdi ama kadın holding sahibiydi. Holding sahibi birinin akli dengesinde ne gibi bir sorun olabilirdi ki? Bizzat kendisinin yönettiğini biliyordu çünkü kadın az çok ona tanıdık geliyordu. Magazinden ya da başa bir yerden görmüş olmalıydı. "Kadının holdingi var."
"Emre, sen buna ihtimal mi veriyorsun yoksa gerçek mi olmasını istiyorsun?" aklındaki soruyu sorduğunda cevabını bekledi. Konuyla alakasızdı ama bunu merak ediyordu. Arkadaşı her dediğini çürütecek deliller koyuyordu ortaya.
Emre bakışlarını Demir'den çekmezken, "Doğru," dedi. Kaç yıllık kardeşinden bunları saklayacak değildi. "Olmasını isterdim ama sadece istemekle kaldırdım. Ben bir çocuğa babalık yapamam. Eğer bu doğruysa bile yapamam." Emre'nin sert sesiyle yaptığı itiraf Demir'in biraz şaşırmasına neden olsa da istifini bozmadı.
Emre zor şeyler yaşamış yaşadığı şeylerde onu sert, katı bir adama dönüştürmüştü. Korkuları da devreye girince içini açmak istemiş ve de Demir'e anlatmayı seçmişti. Bu sayede biraz olsun rahatladığını hissediyordu. Emre içinden geçenleri söylediğinde tekrardan o duygusuz Emre Karahan oluvermişti bile. Aradan geçen kısacık zaman buna engel değildi.
"Kadın tekrar gelirse ne yapacaksın? Bir kere geldiyse istediğini elde etmeden durmayacaktır." Demir, Emre'nin dertlerinden kendi derdini az çok unutmuştu ama yine de içinde var olan ateşe mâni olamıyordu. "Umursamayacağım ve kadın her geldiğinde başımdan atacağım," dedi kesin bir dille. Önüne inanacağı bir delil gelmediği müddetçe dediğinde kararlıydı. Tek bir söz üzerine hareket edemezdi.
Emre, elini Demir'in omzuna koydu, ona destek olduğunu belirtircesine sıktı. "Ben odama geçiyorum. Sen de toparlan. Bir saat sonra toplantı var." genç adam cevap olarak sadece başını salladı. Emre, Demir'in odasından çıkıp kendi odasına geçtiğinde kendini işe vermeye çalıştı.
Genç adam, kendini o kadar işe kaptırmıştı ki çalan telefonunu dahi duymamıştı. Telefon üç kere çaldığında ağrıyan başını umursamayarak elleri telefonu kavradı. Kaşları çatıldı önce sonra da kardeşinin aradığını görünce ifadesi yumuşadı ama kaşları hala daha çatılı kaldı. Telefonunu açıp kulağına dayandığı zaman yorgunca kendini koltuğa yasladı. Kaç saat çalıştığını bilmese de az çok aklındaki düşüncelerden kurtulmuştu.
"Ağabey." kardeşinin titrek ve ağlayan sesi kulağına dolduğunda korkusuna mâni olamadı. Burcu, ağzından çıkacak olan hıçkırığı eliyle önlerken sakinleşmeyi ve abisinden gelecek olan tepkiyi bekledi. Çaprazında oturan babaannesinin hıçkırık sesleri ona gelirken acı pompalayan kalbi ona hiç yardımcı olmuyordu. Emre hemen yerinde dikleşti. "Güzelim iyi misin?"
"Ben iyiyim abi ama." boğazı düğüm düğümdü. Hıçkırıkları onu zorlasa da abisine açıklama yapması gerektiği için devam etti. "Dedem." parmağıyla gözünden akan yaşa müdahale etti. Emre tam olarak ne olduğunu anlamadığından dolayı farkında olmadan sinirle, "Dedeme ne oldu Burcu?" sert çıkan sesiyle kardeşini korkutmak istemese de Burcu oturduğu yerde irkilmişti.
"Birden bayıldı. Apar topar hastaneye geldik. Kalp krizi geçirmiş şimdi de yoğun bakıma alındı," dedi tek nefeste. Dedesinin önünde yıkılışı, dedesini alarak nasıl geldiklerini bile bilmediği anlar gözünün önündeydi hala daha. Emre görmese bile sesinden kardeşinin korkmuş olduğunu bilebiliyordu. Onu biraz olsun sakinleştirmek için konuştu. "Burcu, sakin ol güzelim. Dedeme bir şey olmayacak. Ben geliyorum, sende sakin oluyorsun. Anlaştık mı?"
Burcu sanki abisi onu görebilecekmiş gibi kafasını salladı. Emre cevap gelmeyince, "Burcu," dedi ona cevap beklediğini hatırlattı. "Tamam anlaştık ağabey." Emre onun cevabından ardından hızla telefonu kapattı. Telefonunu cebine koyup yerinden hızla kalktı ve dışarı çıktı. Kalbi sıkışıp rahat nefes alamadığını hissetse bile sert yüzünde tek bir mimik dahi oynamıyordu.
Sekreterinin önünden geçerken arabasını hazırlanmasını söyledi. Sekreter, önünden hızla geçip kaybolan patronuna bakarken kendini hemen toparladı ve ona denileni yaptı. Emre, asansörü es geçerek merdivenleri kullandığında ona selam veren çalışanları dahi görmedi gözü. Yüzlerine bile bakmadan aynı şekilde devam etti.
Holdinginden çıkıp arabasına bindiğinde hastaneye doğru hareket etti. Sert çehresi, direksiyonu sertçe kavradığı için beyazlayan el boğumlarıyla karşısına geçen kim olursa olsun tek hareketiyle yere serebilecekmiş gibiydi. Sinirliydi Emre. Yaşadığı hayata, sahip olduğu kadere kızgındı. Bitmek bilmeyen imtihanının nerde ve nasıl son bulacağını bilmese de bu gidişat hiç iyi değildi Emre'ye göre.
İlk babasını kaybetmişti. Babasının o kan gölünün üzerinde yatan cansız bedeni, kendi haykırışları, merminin namludan çıkarken ki sesi hala daha aklındaydı. Babasını kaybettiği gün, bir tek kurşunla ölen babasıyla birlikte annesi de ölmüştü onun için. Annesi kendi mezarını kazan taraf olurken, üzerine soğuk toprağı acımasızca atan Emre olmuştu. İmtihanın ve acının bunlarla kalacağını düşünürken ihaneti tadacağını hesaba katamamıştı.
Enkazdı Emre. Yüksek bir binanın bir anda moloz yığınına dönmesi gibiydi. Duygusuzlaşmış, sevmeyi unutmuştu. Ya da öyle biri haline geldiğini düşünmüştü.
İhanet...
Hiç bu kadar acı olmamış, kalbi dağlamamıştı.
Emre, bir çift mavi gözün bağımlısı olmuştu. Sadece bir çift mavi göze ölümü bile göze alabilirdi.
Nefes Karahan.
Ne çok yakıştırmıştı Emre, Nefes'e kendi soy adını ama ondan önce en çok Nefes'i kendine yakıştırmış, kalbini ona açmıştı. Duygu yoksunu olan adam gün geçtikçe daha da iyileşiyor, Nefes'in yaralarını kapatmasına mâni olamıyordu. Ona engel olabilirdi, önünde buna engel olacak hiçbir şey yoktu ama o bunu tercih ediyordu.
Gözleri onun aşından kör olmuştu, fark etmediği bir şey vardı o da Nefes'in ona ihanet etmesiydi. Emre sinirle daha çok sıktı direksiyonu. Nefesleri normalden daha hızlanıp daha derinleştiğinde hızını arttırdı. Yaşadıkları aklına geldikçe sinirleri bozuluyordu.
Bir insan aşkı kullanarak nasıl kusursuz yalan söyleyebilirdi? Ya da Emre, Nefes'in onun düşmanları için evine girip bilgi sızdırdığını fark edememişti?
"Emre ben seni gerçekten çok sevdim. Lütfen affet beni." Onun yalvaran, yanında kalması için direnen sesi kulaklarında çınlarken başı uğuldamaya, vücudu soğuk suya düşmüş gibi titremeye başladı. Titreyen vücudu ve başındaki uğuldamayla hızla arabasını kenara çekti. Kan çanağına dönen gözleri aynada kesiştiğinde hızla gözlerini kaçırdı. Kendinden kaçmaya çalışıyordu ama kuyruğundan kaçan bir köpekten çokta farklı değildi.
Aklına gelen, bir film şeridi gibi gözlerinin önünden akıp geçen anılar sol yanını delik deşik ediyordu.
"Emre bak çok tatlı değil mi?" Emre, gülümseyen gözlerle Nefes'in yanına gittiğinde eline aldığı elbiseye baktı. Ortak arkadaşları Derya'nın kız çocuğuna hamile olduğunu öğrendiklerinde soluğu bebek mağazasında almışlardı. Aslında Emre zor bir günün ardından dinlenmek istese de Nefes'in heyecanını söndürmek istememişti.
Genç adam bu tür şeylerle ilgili olmadığı için elbiseye kısa bir bakış atıp, "Evet öyle," dedi, eşini kırmayı da istemiyordu. Net olmayan bir cevap onu kurtarabilirdi. Nefes, elindeki elbiseyi bırakmadan mor bir elbiseye yöneldiğinde aklına gelen düşüncelerle kısa bir an için duraksadı.
"Sence bizim çocuğumuz olsa kız mı olurdu erkek mi? Ya da sen hangisinin olmasını isterdin?" dedi ve eline elbiseyi alarak bakmaya başladı. Aklına gelen görüntülerle kalbi hızlandı. Bir- iki tane çocuğun etraflarında koşuşturması, çocuk çığlıkları... Bunlar ona çok tuhaf ama bir o kadar da güzel geliyordu. Emre'ye döndü cevabının ne olduğunu merak ettiği için ardından onun yüzündeki gülümsemenin içini ısıtmasına müsaade etti. Cevabını almıştı.
Emre, kalbinin hızlandığının farkındaydı ve bu gözlerine de yansıyordu. Nefes'in kulağına eğildi. "Sana benzeyen bir kız çocuğuna hayır demem Nefes Karahan." demesinin ardından karısının kokusunu içine çekti.
"Ben de senin gibi yeşil gözlü bir erkek çocuğuna hayır demem Emre Karahan," dedi ve utandığından dolayı gözlerini kaçırıp işine devam etti ama eşi onun peşini bırakmıyordu. Bir itirafta bulunmak istedi. "Aklımda öyle bir erkek çocuğu hayal ettikçe yüzünde oluşan gülümsemeye engel olamıyorum," dedi Nefes. Emre'de ondan farklı değildi. Onun sesini duyan kalbi bu sözler üzerine ne yaptığını şaşırarak ritmini alt üst etmişti.
"Peki ya isimleri ne olsun?" diye sordu genç adam. Nefes eline aldığı iki üç elbiseden sadece turuncu elbiseyi beğenmişti. Heyecanla ve birazcık da hüzünle, "Kız olursa adı Ceylin olsun mu?" Emre her ne kadar onun hevesini kırmak istemese de, "Ama ablanın adı canını yakmaz mı?" sorusu onu kırar diye yavaş yavaş sordu.
"Aksine onu unutmayıp hatırlamamı sağlayacak," genç kadın hüzünle eşine cevap verdi. "Olsun deniz gözlüm. Kızımız olursa adı Ceylin olsun." demesinin ardından eşinin gülümsemesi içini ferahlattı.
Gözünde canlananlar canını yakarken arabasını kenara çekti. Bu vaziyette araba kullanması tehlikeliydi. Emre sinirle elini direksiyona vurdu. Sinirinin boyutu o kadar büyüktü ki kaç kere elini vurduğunu bilemiyordu ve hırsla vurduğu eliyle sinirinin biraz olsun yatışmasını bekliyordu. En sonunda nefes nefese eliyle direksiyonu sıktığında aklına doluşan anılara, o anıları yaşatana lanet etti.
"Emre sakin ol." Demir in söylediklerini dahi umursamadı. Gerçi dünya ortadan ikiye yarılsa ya da evren patlasa umuru olmayacaktı, gözüne indirdiği perde kendi sorunundan başka bir şeyi düşünmesini engelliyordu.
"Nasıl sakin olayım Demir! Kalbimi açtığım kadının beni sırtımdan bıçakladığını öğreniyorum ve sen benden sakin olmamı mı bekliyorsun!? Ne istediğinin farkında mısın?" sinirden direksiyonu sıkarken sağa kırarak arabayı daha da hızlı sürmeye başladı.
Demir, "Bak onun kime bilgi sızdırdığını öğrenelim. Sonra istediğini yaparsın," dedi. Emre'nin Nefes'e ne yapacağı umurunda bile değildi. Aksine ne yaparsa hakkıydı ama düşmanlarını bilmeden kendilerini koruyamazdılar. Kaleyi içten fethetmeye çalışıyordular ve fark etmeseler bunu başarmış olma ihtimalleri vardı. Bu ihtimali ortadan kaldırmaları gerekiyordu.
Emre onu daha fazla dinlemek istemediğinden telefonunu kapatarak yanındaki koltuğa attı. Eve vardığında sertçe bastığı fren sesi duyuldu etrafta. Arabadan indiğinde kırarcasına kapattığı kapı ile hızlı adımlarla eve vardı.
Yüzü sinirden kıpkırmızı olurken ellerini yumruk yaptı, çatılı kaşlarıyla etrafa korku salarken sert adımlarla büyük salona girdiğinde gözleri direkt olarak Nefes'i buldu. Nefes ve salondakiler onun yüzünün halinden korkarlarken Emre dişlerini daha fazla sıkarak eşine yaklaştı. Genç kadın mavi gözlerini anlamadığından dolayı eşinin üzerinde gezdirdi. "Emre, sen iyi misin sevgilim? Bir şey olmuş gibi duruyorsun." Nefes onu dibine kadar geldiğini gördüğünde ayağa kalktı.
"Sakın benim adımı ağzına alma!" dişleri birbirine kenetliyken kelimeleri adeta tıslayarak söyledi. Nefes, eşinin üzerine basa basa söyledikleriyle neye uğradığını anlamadı ve ne olduğunu çözemedi. Kalbi korkusu yüzünden hızlı atarken anlamayan gözlerle Emre'ye baktı.
Emre onun kolunu sıkıca tuttu ve bedenini kendine çekti. Kulağına doğru, "Nasıl yaptın bunu bana?" dedi. "Nasıl yapabildin? Bana ihanet ederken zevk aldın mı bari? Bu geri zekâlıyı ben iyileştirdim ve yine ben paramparça edeceğim dedin mi sahibine?" sesi sert olsa da hayal kırıklığını içinde barındırıyordu. Bir yandan da kendine kızıyordu, şu dünyada en çok güvendiği kişinin ona ihanet etmesi yüzünden.
Nefes'in soluğu kesildi. 'Nasıl öğrendi? Ona bunu kim söyledi?' içinden geçirdiği cümle ile vücudu titredi. Emre onu kolundan sıkıca tutmasa yere bile kapaklanabilirdi. Bütün vücudu zangır zangır titriyordu.
Torununun ne yaptığını bilmeyen Hakan Bey buna bir son vermek içi, "Emre!" diye bağırdı, torununun ilgi odağı olmak adına onun yanına yaklaştı lakin Emre istifini bozmadan durmaya devam ediyordu. Sinirine hâkim olamadığı ve o hala daha konuşmadığı için Nefes'in kolunu daha da sıktı. Nefes acıyla inlerken yüzünü buluşturdu.
"Yemin ederim sana söyleyecektim," dedi ve başını iki yana doğru hızla sallamaya başladı. İçinden kendine saydırmaya başladı Nefes. Emre'ye ilk âşık olduğunu anladığında ona her şeyi bir bir anlatmadığına kızdı daha çok. Bugünün geleceğini biliyordu ama olmaz diye de bir umut beslemişti içinde.
"Kes sesini!" Emre'nin adeta kükremesiyle korksa da tepki veremedi Nefes. Emre'yi ne derse desin ikna edemeyeceğini biliyordu.
"Oğlum ne oluyor burada? Ne bu haliniz?" sesleri duyan Sena Hanım mutfaktan hızla çıkarak salona ulaşmıştı. Emre ve Nefes'i o pozisyonda görmeyi beklemediğinden şaşırsa da torununun gelinine karşı bağırmasını bir türlü çözememişti.
Nefes ile aynı ortamda dahi bulunmak istemeyen Emre onu kolundan sürüklemeye başladı. Nefes ona direnmeye çalışsa da beceremedi. Kolunun acısından ötürü inledi ve Emre'yi kaybetme korkusu yüzünden ağlarken, "Emre bak açıklayabilirim, lütfen dinle beni." diyerek ona bir şans vermesini istedi ama genç adamın keskin bakışıyla birlikte sustu. Yaptıkları ortadaydı ve onu ikna edecek bir cümlesi yoktu. Kolunu hala daha ondan kurtarmaya çalışıyordu Nefes ama çabası yetersizdi.
Kapının önüne geldiklerinde Hakan Bey Emre'nin karşısına dikildi. Torunu gibi o da kaşlarını çattığında, "Emre ne oluyor?" diye sertçe sordu. Yaşlı adam bir türlü ne olduğunu öğrenememişti. İstediği öğrenmek değildi, torunu eşine bu şekilde davranıyordu ve sebebi her ne olursa olsun bunu hoş karşılamıyordu.
Emre, tiksinircesine Nefes'e baktı. "Bizim içimizde bir köstebek vardı ya dede," bakışları dedesini buldu. Hakan Bey onu başıyla onayladığında, "Hani bizimle ilgili her şeyi söyleyen, hatta biz bu kadar yakınımızda olan kişiyi nasıl bulamıyoruz diye düşünüyorduk." sinirle Nefese baktı. Nefes, hızlı hızlı aldığı nefesleriyle birlikte, Emre'ye yalvarırcasına baktı ama genç adam ifadesini yumuşatmayarak öldürücü gözlerle ona bakıyordu. "O köstebek tam dibimizdeymiş ama biz fark edememişiz." Hakan Bey anladığı gerçekle Nefes'e baktı. Nefes başını önüne eğdiğinde oracıkta yok olmak istedi.
"Beni tehdit ettiler yoksa..." diye başladığı cümle, Emre tarafından hızla ve sertçe kesildi. "Bir yıldan beri bize söylemedin öyle mi!? Söyleyebilmek için süren uzundu." cümlesini kesip duraksadı. "Bari kendin söyleseydin de bu kadar düşmeseydin gözümden Nefes Gürel." dedi ama bu genç kadını üzmekten çok kendisini daha fazla üzdü. Bunu kendine yediremiyordu.
Nefes, Emre'nin ona eski soyadını söylediğinde boşluktaymış gibi hissetti. "Emre dinle bak bana hak vereceksin," diyerek kaybetme korkusuyla çarçabuk konuşsa da genç adam yine onu susturdu.
"Kes sesini! Şu dakikadan itibaren benim hayatımda yoksun. Bir daha gözüme sakın gözükme!"
Hakan Bey, Emre'nin önünden çekildiğinde genç adam peşinden sürüklediği Nefes ile birlikte dışarı çıktı. Hakan Bey ve Sena Hanım'da onlarla birlikte dışarı çıktıklarında Sena Hanım yaşadığı şoktan kurtulamamıştı. Nefes'i ilk gördüğünden beri onu severken böyle bir şey yapması onu bayağı sarsmıştı.
Emre, Nefes'in yalvarmalarına kulak asmazken evden dışarı çıktıklarında onu yere ittirdi ve kadın yere sertçe düştü ardından acıdan yüzünü buruştururken, "Emre ben seni gerçekten çok sevdim. Lütfen affet beni," dedi. Soğuk hava onu üşütürken kalbinin soğukluğu daha ağır basıyordu.
Emre, içeri yönelirken Nefes acısını unutarak ayağa kalkmaya çalıştı. Arkasından, "Emre!" diye bağırırken buldu kendini. Emre yanından geçen korumaya, "Dışarı atın. Tekrar gelirse içeri almayın," dedi soğuk bir sesle. "Peki efendim."
Emre hızla içeri girdiğinde Hakan Bey acıyarak Nefes'e baktı. Eşini belinden tutarak içeri yönlendirdiğinde Sena Hanım ona uydu.
Emre, odasına bir hışım girdiğinde onunla ilgili ne var ne yoksa kırmaya, yırtmaya ve parçalamaya başladı ama hiçbir şey onun yangın yerine dönüşen kalbini söndürmeye yetmedi.
Emre, gözlerini sıkıca yumduğunda o anı unutmak için her şeyi yapacağını biliyordu. Aklına dedesinin durumu gelmesiyle arabayı hızla çalıştırıp yoluna devam etti.
Telefonunu sol cebinden çıkarıp Demir'i aradığında telefonunu kulağına dayadı.
Demir, girdikleri toplantının ardından kendini işe vermişti. Az çok Eylül'ü unutsa da birdenbire aklına gelmesine mâni olamıyordu. Çalan telefonuyla birlikte bakışları telefonuna kayarken Emre'nin aramasıyla eline alarak açtı. Onun daha 'Alo' bile demesine müsaade etmeyen Emre, "Demir bilmiyorum evin yakınlarındaki hastaneye gel."
"Neden?"
"Dedem kalp krizi geçirmiş. Burcu beni aradı ben şimdi yoldayım sizde gelin." Demir'in konuşmasına müsaade etmediğinde Demir hızla yerinden kalktı. Volkan'ı da aradığında hastaneye gelmesini söyleyerek konuşmasını kısa kesti.
Emre, sertçe arabasını frenine basıp arabasını durdurduğunda sert adımlarını hastaneye yönlendirdi. Karşıda gördüğü danışmayla vakit kaybetmeden oraya gittiğinde, "Hakan Karahan nerde kalıyor?"
Danışman başını kaldırmadan bilgisayarının birkaç tuşuna bastı. Kafasını kaldırıp,"4.kat yoğun bakımda."
Emre cevabını alarak ikişer ikişer merdivenleri tırmandı. 4.kata geldiğinde bembeyaz koridoru geçerek sağa döndüğünde görüş alanına ağlayan kardeşi ve babaannesi girdiğinde hızla babaannesinin yanına gitti. Önünde diz çöküp oturduğunda babaannesinin elini kavradı. Sena Hanım ona baktığında tekrar hıçkırdı.
"Oğlum..." dedi Sena Hanım, hıçkırıklarına bir son veremezken. Hala daha eşinin nasıl yere düştüğü gözlerinin önünden gitmiyordu. "Ona bir şey olmayacak sen merak etme," dedi Emre, babaannesini sakinleştirmek için.
" Ama..." diyerek en kötü ihtimalleri sıralayacak olan Sena Hanım'ı Emre nazikçe susturdu. "Dedemi ikimizde tanıyoruz babaanne ona bir şey olmaz."
Sena Hanım, torununa zoraki bir şekilde gülümsediğinde Emre onun yanına oturarak sıkıca sarıldı. Ağlamaktan yorgun düşen Sena Hanım başını onun omzuna dayadı.
Emre, onlara bakan kardeşi için diğer kolunu açtı. Buna çok fazla ihtiyacı olan Burcu hemen yerinden kalkıp abisini kolunun altına girdi. Emre, ikisinin de başını öptüğünde kardeşinin kafasına çenesini yasladı ve zamanın geçmesini bekledi.
|
0% |