Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm- Tanışma

@mavimelek


Kızların okulda ki İlk günleriydi ve büyük bir ilgi ile karşılanmışlardı Seul Lisesi'nin öğrencileri tarafından. Seçil Öğretmen ile okul müdürü Bayan Park So Dam 'ın yanına geldiler. Seçil Öğretmen ile el sıkıştıktan sonra biraz konuşup kızlara döndüler.


Bayan So Dam:- Öncelikle okulumuza hoş geldiniz kızlar.



 

Kızlar, Kore usulü hafif eğilerek selamladılar okul müdürlerini.




 

Bayan So Dam, cana yakın bir kadındı. Güler yüzlü ve öğrencileri ile arkadaş gibi tatlış bir müdüre idi. Çocukları çok seviyor, onların sıkıntılarını gidermeyi kendisine bir borç biliyordu. Seçil Öğretmen'in Koreli versiyonuydu bir nevi.




 

Bayan So Dam:- Ayy sizler ne tatlı kızlarsınız böyle! Okulumuzda Türk öğrenciler görmek bizim için bir şereftir.




 

Seçil Öğretmen:- Çok teşekkür ederim. Biz de sizinle olmaktan mutluluk duyuyoruz. Kızlarım Kore'ye gelmeyi çok istiyorlardı. Burada olmaktan onlarda çok mutlular.




 

Bayan So Dam:- Okçuluk turnuvası sayesinde sizinle tanışmak, Türk öğrencileri okulumuzda ağırlamak çok güzel. Hem okçulukta hem de derslerinizde başarılı olduğunuzu görmek isterim elbette. Turnuvanın birincilerinin bizim okuldan çıkmasıda büyük onur verir.




 

Ceylin:- Kızlar, bizden birincilik bekliyor bu hanım galiba. Diye fısıldadı.




 

Lena:- Valla burada işimiz daha zor desenize.




 

Hazel:- Okulda Kore'nin en iyisi, okçulukta dünyanın en iyisi, Allah yardımcımız olsun.




 

Seçil Öğretmen:- Ben kızlarıma güveniyorum. Onlar çok çalıştılar.




 

Kızlar, gülümsediler, öğretmenlerinin kendilerine güven veren ses tonu ile söylediği cümleyle.




 

Bayan So Dam:- Evet kazanmak güzeldir, bazen önemlidir de. Ama en güzeli eğlenmek kızlar. Bir işten mutlu oluyorsanız, bu size yeter başarmak için. Bizim içinde sizlerin burada mutlu olması, Kore'yi sevmesi önemli. Umarım sizler içinde böyle olur. Başarı belki burada olmaz ama hatıralar insan hayatında büyük yer kaplar. Özellikle de mutlu hatıralar. Bak yine çenem açıldı sizleri sınıfınıza götüreyim de hemen dersinize girin.




 

Bu arada sınıfta da Minho'nun gıcık olduğu kız konusu konuşuluyordu. Öfkelenmişti ve hırsını alamadıkça daha da öfkelenmeye devam ediyordu.




 

Min Ho:- Kızı gördünüz değil mi? Kim o ha? Kim bana böyle bir hareket yapabilir ki? Gösteririm ben ona.




 

Bang Chan:- Min Ho fazla sinirlenmiyor musun?




 

Min Ho:- Biri sana dil çıkarsa sen ne yaparsın Chan?




 

Bang Chan:- Gülerim herhalde.




 

Felix:- Sen de kıza dik dik baktın. Gözlerinle tehdit ettin resmen, hepimiz gördük.




 

Min Ho:- Ben öyle yaptım da o boş mu durdu sanki? Hangi sınıfta onu bulmalıyım. Bu hareketinin sonucunu öğrenmeli.




 

Changbin:- E ne diyelim kendine yeni bir oyuncak buldun.




 

Min Ho:- Oyuncak değil düşman.




 

Hyunjin:- Bu işin altından başka bir şey çıkmasın ha Minho?




 

Min Ho:- Ne işi?




 

Hyunjin:- Kızı beğendin mi yoksa? Şimdi, sen öyle herkes gibi, romantizmle filan uğraşacak biri değilsin. Duygularını ifade etme şeklin biraz farklı. Yoksa onu beğendin mi?




 

Han güldü:- Neden olmasın?




 

Min Ho:- Saçmalamayın. Onu bir bulayım, biliyorum yapacaklarımı. Benim kim olduğumu, öğrenecek.




 

Ders öğretmeninin gelmesi ile yerlerine dağıldılar sekizi de.




 

Kızlar, Seçil Öğretmen'e el sallayıp Bayan So Dam ile odadan çıktılar. Sınıflarına doğru ilerliyorlardı.




 

Hazel:- Okul müdürmüz de pek tatlı bir kadın.




 

Alya:- Evet bende çok sevdim.




 

Bayan So Dam:- Okulu nasıl buldunuz kızlar?




 

Ekin:- Çok güzel bir okul.




 

Bayan So Dam:- Umarım size Türkiye'de ki okulunuzu aratmayız. Bence çok seveceksiniz burayı. Öğrencilerimiz yabancı öğrencileri çok severler.




 

Kapıyı vurdu Bayan So Dam ve kızlarla beraber sınıfa girdi. Dersin öğretmeni oturduğu masadan ayağa kalkıyordu ki Bayan So Dam, eliyle oturmasını işaret etti.




 

Bayan So Dam:- Rahatsız olmayın lütfen. Yeni öğrencilerimizi teslim edip gideceğim.




 

Kızlar tahtanın önünde sıralandılar. O an Hyunjin karşısına baktı. Sonra yanında ki Jeongin'i dürttü. O da fark etmişti kızları. Diğer yandan Bang Chan ve Seungmin de onları gördüler. Felix, en ön sıradaydı. Arkasına dönmüş, Changbin ile konuşuyordu. Changbin, Felix'e ve yanında ki Han'a kızları işaret etti. Han ise Felix'e Min Ho'yu işaret ediyordu. Min Ho, defterine bir şeyler karalıyordu. Başını kaldırıp karşısına baktı. Birden Bahar'ı gördü. Bahar'da onu.




 

Min Ho:- O kız!




 

Bahar:- Sen!




 

Min Ho öğretmenine çaktırmadan parmağını salladı Bahar'a.




 

Bahar "ne var ne?" diye mırıldanarak ve hatta başını sallayarak dikleniyordu Min Ho'ya gizliden gizliden.




 

Lena:- Hihh! Şimdi sen bu çocukla aynı sınıfta, vay başımıza gelenler.




 

Ekin:- Bahar, verdiğin sözü unutmayacaksın değil mi arkadaşım?




 

Bahar:- Değil. Ben bunu yerim!




 

Mira:- Bahar sakın! Dedi ve kolunu tuttu.




 

Bayan So Dam:- Çocuklar, arkadaşlarınız Türkiye'den öğrenci değişim programı ile geldiler Güney Kore'ye. İsimleri; Mira, Lena, Alya, Hazel, Ceylin, Anka, Ekin ve Bahar. Dedi tek tek kızları göstererek.




 

Hyunjin ellerini çenesine dayadı:- Ahh Türk'müş bu kızlar. İlk defa yakınımda Türk kızları var.




 

Seungmin güldü arkadaşının bu şıpsevdi hallerine.




 

Min Ho:- Bahar ha!




 

Han:- Çocuklar, kızlar Türk ona göre. Türk misafirperverliğine uygun davranacağız.




 

Changbin:- Sende mi Han?




 

Han:- Neden olmasın oğlum kızlar çok tatlılar be!




 

Bayan So Dam:- Kızlar, cam kenarı komple sizin. Daha sonra bir yer ayarlaması yaparsınız.




 

Kızlar, erkeklerin oturduğu sıranın yanından geçip sıralarına doğru ilerlediler.




 

Min Ho:- Gösteririm şimdi ben sana!




 

Han:- Min Ho, her ne yapacaksan yapma!




 

Min Ho Bahar'a bakıyordu. Tam yanından geçiyordu ki ayağını uzattı, Bahar'ın takılıp düşmesi için. Bahar o an fark etti Min Ho'nun ayağını ve sertçe bastı üzerine. Ayağı resmen ezilmişti Min Ho'nun. Çığlıkta atamıyordu ki erkekliğe laf gelmesin diye.




 

Bahar sertçe bastıktan sonra kendinden emin bir şekilde, saçını savurdu ve haddini bildirmiş bir yüz ifadesi ile gülümseyerek yerine geçti ve oturdu. Kızlar ona bakıyorlardı kendisini uyaran gözlerle.




 

Bahar geçti ve Mira'nın yanına oturdu.




 

Bayan So Dam:- Kızlarda geldiğine göre ben artık gideyim. Sizlere iyi dersler. Dedi ve çıktı sınıftan. Han ve diğerleri gülüyorlardı acı ile kıvranan ama kimseye çaktırmayan Min Ho'ya.




 

Jeongin:- Min Ho, bu kız seni bayağı uğraştıracak galiba. Dedi gülerek.




 

Min Ho:- Ne gülüyorsunuz?




 

Han:- Ayağın kırıldı mı bir bak istersen.




 

Min Ho:- Ayağımın bir şeyi yok.




 

Changbin: Yüzün hiç öyle demiyor ama.




 

Kızlar ise Bahar'ı sıkılamakla meşguldüler.




 

Ekin:- Bahar sen bize ne için söz verdin acaba?




 

Bahar:- Benim suçum mu? Çocuk kaşınıyor resmen.




 

Hazel:- Tamam da sen de kaşımak zorunda değilsin, sakin kalmaya çalış. Bizim burada olma sebebimizi unutma. Türkiye'ye madalya götürmek.




 

Bahar:- Ya ama ne yapayım? Gördünüz ne yaptığını.




 

Lena:- Tamam uyma sen ona.




 

Teneffüs vaktiydi. Kızlar ayaklandılar bahçeye çıkmak için. O an Min Ho geldi ve Bahar'ın önüne geçti. Arkasında arkadaşları ile.




 

Min Ho:- Kimsin sen ha?




 

Bahar arkasına baktı, sonra döndü önüne.




 

Bahar:- Bana mı dedin?




 

Min Ho:- Burada senden başka gıcık biri var mı?




 

Bahar:- E sen varsın! Dedi sonra da güldü.




 

Min Ho:- Bana bak. Sen buraya gelip, benimle alay edemezsin anladın mı? Ayrıca o dil çıkarmayı da unutmadım. Sen bundan sonra benim, düşmanımsın. Kendine dikkat et.




 

Bahar:- Ayy çok üzüldüm. Senin düşmanım olman çokta umurumda sanki. Ne yapacaksan yap elini ardına koyma. Dedi ve Min Ho'nun üzerine doğru yürüdü.




 

Min Ho:- Bak sen. Pekte cesursun. Yazık olacak sana. Dedi ve o da Bahar'a doğru yürüdü. Onlar kavga ededursunlar Bang Chan'ın dikkatini Anka çekti o an. Ona baktı uzun uzun. Yüzünde minicikbir gülümseme belirdi. Changbin, ona baktı ve "ne oluyor?" dercesine başını salladı. Sadece gülümsedi ve Anka'yı işaret etti. Ortalık hafif hafif karışmaya başlıyordu.




 

Bahar:- Bana bak bana. Sen beni kolay lokma mı sandın ha?




 

Ekin:- Bahar! Dedi uyarırcasına.




 

Bahar:- Ne yapacaksın? Beni mi döveceksin?




 

Min Ho:- Prensip olarak, kadın dövmüyorum ama olacaklardan da ben sorumlu değilim. Bana meydan okuyan sensin. Bahar! Dedi ve gitti arkadaşları ile. Bang Chan giderken dönüp Anka'ya baktı son bir kez.




 

Mira:- Hayda! Bak sen şimdi olana.




 

Bahar:- Bir şey olmaz merak etmeyin. Bu da diğerleri gibi dayağını yer, oturur.




 

Lena:- Bir ara birbirinize gireceksiniz diye çok korktum.




 

Ekin:- Bu çocuk fenaya benziyor Bahar, duracağını hiç sanmıyorum.




 

Bahar güldü:- Durmasın. İyi ya bana da eğlence çıkar. Dedi ve önden önden gitmeye başladı.




 

Alya:- Elin oğluna laf söylüyoruz ama bizimki de az değil.




 

Anka:- Hadi biraz bahçeye çıkalım.




 

Ekin:- Ben okulun kütüphanesine bir göz atmayı düşünüyorum kızlar. Siz çıkın ben gelirim olur mu?




 

Hazel:- Yine kitaplara dalma olur mu?




 

Ekin gülümsedi:- Merak etmeyin!




 

Kızlar bahçeye çıkmışlardı. Bahçenin bir kenarına geçip durdular.




 

Ceylin:- Güzel okul. Ama nedense insan kendini yalnız hissediyor.




 

Bahar:- Henüz sevgilin yok ya ondandır. Dedi gülerek.




 

Ceylin:- Ne biliyorsun?




 

Bahar:- Var mı?




 

Ceylin:- Sabahki çocuk. Öğle arasında okulun kafesinde bir şeyler içeceğiz.




 

Anka: -Hızlı ve öfkeli. Ya da hızlı ve sevgilili.




 

Ceylin:- Ne yapayım güzel olmak benim suçum mu?




 

Bahar:- Değil tamam değil dedi gülerek. Kızlar, biraz dolaşalım mı bahçede?




 

Lena:- İlk günden kaybolmayalım? Malum biraz büyük. Dedi tedirginlikle.




 

Hazel:- Korkma hemen burada da kaybolacak değiliz ya.




 

Lena:- Ne bileyim yine de biraz dursak mı burada?




 

Alya:- Siz Hazel ile gidip gezin. Biz Lena ile bekleriz burada.




 

Hazel:- Haydi gidip dolaşalım biraz.




 

Bahar:- Biz yokken erkeklerle filan konuşmak yok ha! Gebertirim sizi. Kimseye aşık olmak yok!




 

Alya güldü:- Tamam olmayız abi.




 

Mira:- Gözün arkada kalmasın git dolaş.




 

Bahar ve Hazel kızların yanından ayrıldılar okulun bahçesini dolaşmak üzere. Kızlar, Lena ile beraber bahçe de sohbet ediyorlardı.




 

Anka:- Keşke bizde okulun kafesine gitseydik de bir şeyler içseydik.




 

Lena:- Henüz yerini bilmiyoruz ki.




 

Anka:- Araya araya bulurduk nasılsa.




 

O anda erkeklerde dışarı çıktılar. Kızların biraz uzağında durdular. Durur durmaz da Bang Chan, Anka'yı fark etti. Elleri cebinde onu seyretmeye başladı.




 

Felix:- Kendine düşman yapmakta hiç gecikmiyorsun.




 

Min Ho:- Kız beni deli ediyor!




 

Hyunjin:- Aşkından mı? Dedi gülerek.




 

Min Ho:- Ne aşkı? O kız sevilir mi hiç? Yabani keçi ne olacak.




 

Felix:- Ders başlamadan, ben gidip köpeğimizin mamasını verip geleyim.




 

Seungmin:- İyi olur hayvancağız biz yokken aç kalmasın.




 

Jeongin:- Ben de kütüphaneden kitap alacaktım onu alayım. Dedi ve Felix ile birlikte ayrıldılar oradan.




 

Bang Chan ise hâla sessizce Anka'yı izliyordu. Diğerleri dönüp ona baktılar.




 

Changbin:- Bang Chan, nereye bakıyorsun sen? Dedi ve baktığı yere dönüp baktılar.




 

Hyunjin:- Bu kızlara mı bakıyorsun?




 

Bang Chan:- Çok güzel değil mi? Dedi ve sonra dediği şeyin farkına varıp toparlandı.




 

Min Ho gülümsedi:- Güzel mi? Hangisinden bahsediyorsun?




 

Bang Chan:- Ben, ben yani...




 

Han:- Gevelemesene ağzında hangisi?




 

Hyunjin:- Bang Chan yoksa o kızlardan birinden hoşlanmaya mı başladın?




 

Bang Chan:- Yok, ne hoşlanması.




 

Seungmin:- Gözlerin öyle söylemiyor ama.




 

Bang Chan, Anka'yı işaret etti.




 

Bang Chan:- O.




 

Changbin:- Neydi ismi?




 

Bang Chan:- Anka.




 

Han:- Kızla konussana o zaman.




 

Bang Chan:- İyi de ne diyeceğim ki? Bir konu yok ortada.




 

Han:- Bir şey bul ve konuş işte. Örneğin gidip MinHo'nun yaptığı odunluk için özür dile onlardan.



 

Min Ho omuzuna vurdu Han'ın.


 

Min Ho:- Sakın öyle bir şey yapayım deme. Özür mözür yok.



 

Seungmin:- Neden olmasın, gelir gelmez o kızla itişip kakışmasaydın çocuk şimdi rahatça konuşurdu kızla.




 

Min Ho:- Benim yüzümden mi? Kızı görmediniz herhalde. Daa yapacaklarımı görecek o kız.




 

Han:- Hadi Bang Chan, sen bu grubun liderisin. Beyinsin. Bulursun bir şeyler.




 

Bang Chan gülümsedi arkadaşlarına ve ağır adımlarla kızların yanına geldi. Kızlar yanlarına gelen Bang Chan'a baktılar.




 

Bang Chan:- Merhaba. Dedi utangaçlık ile. Aslında etrafında bir çok kız görmeye alışkındı Chan fakat insan bir şeyler hissettiği biri olunca bir çocuktan farksız oluyordu galiba. Bang Chan'ın şu anki hali utangaç bir çocuk haliydi evet.




 

Kızlar:- Merhaba.




 

Bang Chan:- Şey. Ben Chan. Bang Chan. Güney Kore'ye hoş geldiniz.




 

Kızlar:- Teşekkür ederiz.




 

Bang Chan:- Aynı sınıfı paylaşıyoruz. Sınıf arkadaşıyız, yani arkadaş.




 

Ceylin:- O çocuğun yanında görmüştüm seni. Bahar ile atışan çocuk.




 

Bang Chan:- MinHo.




 

Ceylin gülümsedi:- Evet o. Arkadaşsınız galiba.




 

Bang Chan gülümsedi:- Evet. Ee nasıl buldunuz Kore'yi?




 

Lena:- Kore çok güzel. Ama henüz gezme fırsatımız olmadı.




 

Bang Chan:- Gezmek istediğiniz zaman bize söyleyebilirsiniz. Size Seul'ü gezdirmekten mutluluk duyarız.




 

Alya:- Teşekkür ederiz çok iyisiniz.




 

Bang Chan:- Lafı bile olmaz. Sonuçta yeni de olsa sınıf arkadaşıyız.




 

Sohbet bir türlü Bang Chan'ın istediği gibi ilerlemiyordu. Anka'nın dikkatini çekmek istiyordu fakat Anka'dan ne bir ses ne de bir tepki geliyordu.




 

Bang Chan:-Yardıma ihtiyacınız olduğunda buradayız. Ben, ben gideyim. Dedi ve arkadaşlarının yanına doğru ilerlemeye başladı.




 

Hyunjin işaret etti kendisine "nasıl gitti?" diye. Bang Chan, başını saga sola salladı olmadı diyerek.




 

Ceylin:- Ne kadar da kibar çocuk.




 

Anka:- Geldi bir şeyler söyledi gitti. Anlamadım.




 

Lena:- Belki bizimle arkadaş olmak istemiştir.




 

Alya:- Olabilir. Biraz utangaç gibiydi sanki.




 

Mira:- Zararsız bir çocuğa benziyo. Aaa! Okulun kafesine gitmek istiyordun Anka, çocukla beraber gitsene.




 

Anka: Olur mu ki?




 

Alya:- Neden olmasın git işte. Çocuk yardım etmek istedi.




 

Lena:-Belli ki halden anlayan biri. Yabancılık çekmeyelim diye Seul'ü bile gezdirmek istedi. Ne kadar da iyi biri.




 

Anka:- O zaman ben gideyim. Öğrenmiş olurum. Bang Chan, ilerliyordu, arkadaşlarının yanına. Birden arkasından adına seslenildi.




 

Anka:- Bang Chan!




 

Bang Chan, durdu ve arkasına baktı. Hayal mi görüyordu? Yada duyuyordu. Hayır gerçekten Anka kendisine sesleniyordu. Ne de tatlı sesleniyordu. Hatta kendisine doğru geliyordu. Anka'ya tamamen döndü ve ona baktı.




 

Bang Chan:- Anka!




 

Anka:- Şeyy. Ben okulun kafesine gideceğim. Beni oraya götürür müsün?




 

Bang Chan gülümsedi:- Memnuniyetle! Dedi ve Anka'ya bakakaldı.




 

Anka:- Gidelim mi artık?




 

Bang Chan:- A tabii. Dedi ve eliyle önden buyurmasını işaret etti.




 

Yanında Anka ile birlikte, kafeye doğru ilerliyorlardı. Bang Chan arkadaşlarına döndü ve göz kırpıp devam etti.




 

Han:- Alem çocuk bu Bang Chan.




 

Hyunjin:- Kızlardan birini düşüyorum listeden.




 

Changbin:- Kaldı Yedi.




 

O anda Min Ho'nun yanına Yu Na geldi.




 

Yu Na:- Min Ho, biraz dolaşalım mı?



 

Han:- Neden dolaşmasın ki. Haydi Min Ho gitsene Yu Na ile. Dedi ima ile.




 

Min Ho ters ters bakıyordu kendisine.




 

Yu Na:- Anladım, konuşmak istemiyorsun. Dedi duygu sömürüsü yaparak.




 

Min Ho'nun vicdanına oynuyordu. Min Ho ise onu kırmak istemiyordu.




 

Min Ho:- Tamam konuşalım.




 

Yu Na:- Bahçede dolaşalım mı?




 

Min Ho:-Pekâla.




 

Min Ho ve Yu Na bahçede yürüyüşe çıktılar. Yu Na'nın kendisini platonik seven Jaemin ise uzaktan onları izliyordu. Hırsından duvarları tekmelemeye başladı.




 

Jaemin:- Min Ho, sana ondan uzak dur dedim. Bunun sonucunu fena ödeyeceksin.




 

Bang Chan ise Anka ile okulun kafesine gelmişlerdi. Anka hemen bir kaç çocuğun dikkatini çekmişti bile. Kendisine bakan gözler Bang Chan'ın de dikkatini çekmişti elbette. "Ne bakıyorsunuz?" dercesine başını salladı çocuklara. Onların bir nebze olsun, toparlanmalarını sağlamıştı.




 

Anka bir şeyler satın alıyordu. Bang Chan ise ona bakıyordu. Tam aldıkları şeyin parasını uzatıyordu ki, Bang Chan elini ondan önce uzattı.




 

Bang Chan:- Buradan alın lütfen.




 

Anka:- Hayır buradan.




 

Bang Chan:- İlk gün ikramı olarak düşün.




 

Anka:- Teşekkür ederim ama kabul edemem. Dedi ve adamın Bang Chan'dan aldığı parayı alıp kendisine verdi. Kendi parasını da adama uzattı. Bang Chan birazcık bozulmuştu. İkram etmek istiyordu.




 

Bang Chan:- Sana kafeyi gösterdiğime göre ben gideyim artık. Dedi ve arkasına dönüp gidiyordu ki Anka elinde iki meyve suyu ile kendisine seslendi.




 

Anka:- Nereye? Bana eşlik etmez mizin?




 

Bang Chan anlamamıştı. Arkasına döndü ve Anka'ya baktı. Meyve suyunun tekini kendisine uzatıyordu. Hem de tatlı bir gülümseme ile.




 

Bang Chan nasıl hayır diyebilirdi ki. Geri döndü Anka'nın yanına ve meyve suyunu aldı. Alırken parmak uçları dokunmuştu Anka'nın eline. Anka, geri çekiverdi hızla elini.




 

Bang Chan:- Teşekkür ederim.




 

Anka:- Bahçede içelim mi?




 

Bang Chan:- Oluur!




 

Bu arada Ekin' de kütüphaneye gelmiş, masaya oturmuş kitap okuyordu. Bir kaç sayfa çevirdi Korece yazan kitaplardan. Aradığı kitap bu değildi ki eliyle masaya dayanarak kalktı yerinden. Sonra kitapların olduğu rafın önüne tekrar geldi. Parmağını gezdirerek kitapların üzerinde isimlerini okudu.




 

Ekin:- Nerede bu kitap? Biraz geri çekildi yukarıyı görmek için sonra başını kaldırıp baktı.




 

Evet işte oradaydı aradığı kitap. "Kore Savaşında Türkler"




 

Ekin:- İşte orada. Gel bakalım bana. Seni okumaya hemen başlayacağım! Dedi sevinçle ve kitaba doğru uzanmaya başladı. Fakat boyu kitabı almak için yetmiyordu. Ayak parmaklarının ucunda yukarıda ki kitaba tekrar uzandı. Sadece parmaklarının ucu değebiliyordu kitaplara. Ekin son bir hamle yaptı ve zıplayarak kitabı kendine doğru çekti. Fakat kitap yerinde kaldı ise de yanında ki bir çok kitap üzerine doğru düşmeye başladı. Eğer ki bu kitaplar Ekin'in başına düşerse kendisi gerçekten iyi olmayacaktı çünkü üzerine hücum eden bu kitaplar kaya gibi ağır kitaplardı.




 

Ekin o an ne yapacağını bilemedi. Kaçamadı da. Korkarak gözlerini yumdu olacak olanlara. Tek tek üzerine geliyordu kitaplar. Ve belli ki her biri başına düşecekti.




 

Ekin bir süre öylece durdu. Kitapların başına düştükten sonra ki acısını hissetmek için bekledi fakat hiçbir şey hissetmiyordu. Acıyan bir yeri yada ağrıyan bir başı yoktu. O an tek hissettiği birinin üzerine kapanmış olma hissiydi.




 

Gözlerini açtı Ekin ve başını kaldırıp baktı. El vardı kendisini saran. Ve kendi başı birinin göğsüne değiyordu. Anlam veremedi o an. Kendisini saran şeye yada kişiye baktı.




 

İki tane çekik mi çekik göz de kendisine bakıyordu. Ekin, şaşkındı. Çünkü kendisini kurtaran kişi okulun erkek öğrencilerinden biriydi. Ve öyle tatlı bakıyordu ki kendisine.




 

Jeongin:- İyi misin?




 

Ekin kendisini saran ele baktı. Sonra hemen geri çekildi. Ama konuşmalıydı en azından utanmayı bırakıp kendisini kurtaran bu çocuğa bir kaç cümle etmesi gerekiyordu.




 

Ekin:- Te teşekkür ederim.




 

Jeongin:- İyi olmana sevindim.




 

Ekin:- Ben iyiyim ama onca kitap senin üzerine düştü. Sen iyi misin? Dedi ve omuzuna dokundu bir anlığına.




 

Jeongin:- Endişelenme iyiyim. Dedi ve omuzunu tuttu. İyiyim desede vardı bir şey. Belli ki acıtmıştı.




 

Ekin:- Hayır değilsin. Haydi okulun revirine gidelim. Doktor bir baksın.




 

Jeongin:- Sorun yok merak etme. Azıcık acıdı. Sen hangi kitabı almak istiyordun?




 

Ekin:- Şunu. Dedi parmağı ile göstererek.




 

Jeongin uzandı ve kitabı alıp baktı.




 

Jeongin:- Hmm. "Kore Savasında Türkler" al bakalım. Dedi ve Ekin'e uzattı.




 

Ekin:- Teşekkür ederim. Yalnız omuzun...




 

Jeongin:- Omuzum daha iyi. Sen de daha dikkatli ol olur mu? Kitaplar oldukça ağır.




 

Ekin:- Olurum.




 

Ekin gülümsedi, Jeongin'e baktı ve yere eğilip kitapları toplamaya başladı. Elleriye üzerlerini çırptı ve toz kalmıştır belki diyerek üfledi.




 

Jeongin:- Kitapları çok seviyor olmalısın.




 

Ekin:- Onlara zarar gelmesini istemeyecek kadar çok seviyorum. Dedi ve elinde hepsini topladı. Tekrar yukarı baktı. Uzanamayacağı belliydi.




 

Jeongin, birden bir kitap aldı Ekin'in kucağından ve kitap rafına yerleştirdi. Sonra ikincisini ve üçüncüsünü de. Ekin ona bakıyordu az buçuk hayranlıkla. Ne de kolay uzanıyordu taa yukarıya. Birde, birde ne güzel korumuştu kendisini düşen kitaplardan.




 

Jeongin, kitapları yerine koyup Ekin'e baktı.




 

Jeongin:- Bitti. Kitaplar yerindeler. Ben artık gideyim. Dedi ve tam gidiyordu ki Ekin'in sesi ile durdu. Baktı gülümseyerek.




 

Ekin:- Teşekkür ederim. Hem beni koruduğun, hem de kitapları düzenlediğin için.




 

Jeongin:- Önemli değil. Bu arada adım Jeongin. Ekin gülümsedi:- Tanıştığıma memnun oldum.




 

Jeongin:- Bende. Dedi ve gitti. Ekin elinde ki kitaba sarılmış, arkasından bakıyordu. İlk günden bu kurtarılma olayı kendisinin nedenini bilmediği bir şekilde heyecanlanmasına neden olmuştu. Ama hemen kendine geldi ve masaya oturup tekrar kitap şekilde heyecanlanmasına neden olmuştu. Ama hemen kendine geldi ve masaya oturup tekrar kitap okumaya başladı. Zor olsada.




 

Bahar ve Hazel ise okulun bahçesinde dolaşıyorlardı.




 

Hazel:- Güzel okul güzel! Beğendim burayı. Türkiye'de ki okulu aramayacağız bence burada




 

Bahar:- O konuda pek emin değilim. En azından kendi adıma. Bu okçuluk alanı nerede acaba? Biz nerede çalışacağız ki?




 

Hazel:- Burada bir yerdedir. İleride filan olmasın?




 

Bahar:- Fazla uzaklaşmasak mı?




 

Hazel:- Ne o cesur yürek? Korktun mu yoksa?




 

Bahar:- Yok canım korkmak değil de uzaklaşmayalım diye dedim.




 

Hazel:- Ya öyledir tabii.




 

Bahar:- Hazel, annemler ne yapıyorlardır şimdi acaba?




 

Hazel:- Ne yapacaklar, günlük hayata devam ederler.




 

Bahar:- Şimdiden özlemeye başladım. İki sene nasıl geçecek?




 

Hazel:- Biraz kendini dışa açsan, insanları sevmeye filan çalışsan sen de geldiğin için mutlu olursun burada.




 

Bahar:- İnsanlar derken? Gördük gelir gelmez. insanları.




 

Hazel:- Aman Bahar! Herkes aynı olacak diye bir şey yok değil mi? Hem şöyle bir baktım da çok yakışıklı çocuklar var bu okulda.




 

Bahar:- Şu an aydınlanma yaşıyorum! Ben de hayatımda ki eksik ne diyordum. Demek Koreli bir erkek arkadaşmış. Beni uyandırdığın için teşekkür ederim.




 

Hazel:- Geç dalganı. Ne zamana kadar sürecek bu yabaniliğin?




 

Bahar:- Sonsuza kadar. Ben buyum kızım. Aşkmış, sevgiymiş bana göre değil. Kavgadan hoşlanıyorum ben. Kaostan. Yumruk atmak en büyük sevgilim benim. Erkeklerin saçını başını yolmak, en büyük hayat zevkim.




 

Hazel:- İyi devam et böyle. Dedi kızarak.




 

Bahar gülüyordu:- Şaka şaka. O kadar da değil. Bizde zamanı gelince severiz herhal. Ama daha var.




 

Hazel:- Ayy Bahar seni anlayabilen de. Dedi ve birden karşısında ki tavşanı gördüler Bahar ile.




 

Hazel:- Bahar, şunun güzelliğine bak




 

Bahar:- Anaaam bu ne tatlı şey! Dedi ve kucağına aldı tavşancığı.




 

İkisi birden sevmeye başladılar tavşanı. Az ötelerinde de bir köpek vardı. Hazel tavşanı bırakıp köpeğe yöneldi ve sevmeye başladı.




 

Hazel:- Sen ne güzel şeysin böyle. Oy oy bebeğim benim. Hazel köpeği sevdikçe yavru köpekçik kendisine yanaşıyor, o da sevilmenin mutluluğu ile Hazel ile oynamaya başlıyordu. Yanında maviş bir top oyuncak vardı köpekçiğin.




 

Hazel:- Sence bunlar burada ne arıyorlardır?




 

Bahar:- Burada hayvan bakmanın serbest olduğunu hiç sanmıyorum ama bu hayvanlar kulübü mü ne varmış belki oradan kaçmışlardır.




 

Hazel:- Aa doğru.




 

O an Bahar'ın elindeki tavşan kaçtı. Bahar'da peşinden koştu.




 

Bahar:- Dur bakalım nereye? Dedi ve gitti arkasından.




 

Hazel:- Nereye?




 

Bahar:- Şu afacanı yakalayıp geliyorum. Dedi ve gitti.




 

Hazel ise dizlerinin üzerine çökmüş, yavru köpekcik ile oynamaya öyle dalmıştı ki karşısından gelen genci fark etmedi.




 

Felix:- Kuki! Diye seslendi. Hazel başını kaldırıp baktı Felix'e.




 

Köpek, Hazel'in yanından Felix'in yanına koştu.




 

Etrafında, dönmeye zıp zıp zıplamaya başladı.




 

Felix:- Neredesin kızım? Topu neden getirmedin?




 

Felix, Hazel'e hiç bakmıyordu. Sanki kendisine kızmıştı köpeğine dokunduğu için. Aksi olsa kendisini görmemezlikten gelmezdi. Hazel, köpeği seven Felix'e bakıyordu. Sanki köpeği alıkoymuşçasına suçluluk duymuştu o an.




 

Hazel:- Benimle oynamaya daldı. O nedenle gelmedi. Özür dilerim köpeğiniz ile izniniz olmadan oynadığım için. Dedi ve kendisine bakmayan Felix'e son bir kez bakıp, arkasını döndü gitmek üzere.




 

Felix:- Sana neden kızayım ki?




 

Hazel yeniden döndü Felix'e:- Ona dokunduğum için, kızdın sanırım.




 

Felix gülümsedi:- Hayır kızmadım. Onunla oynayabilirsin. O da seni sevdi bence. Hazel gülümsedi ve köpeğin yanına geldi. Yavru köpek Kuki etrafında dolanmaya başladı. Hazel, kucağına aldı.




 

Hazel:- Ona burada mı bakıyorsun?




 

Felix:- Ben ve bir kaç arkadaşım bakıyoruz.




 

Hazel:- Okulda bakmak yasak değil mi?




 

Felix:- Yasak. Ama evi yok ne yapsaydık? Sokağa bırakamazdık ki. Üstelik kaldığımız yurtta da bakmamıza izin yok.




 

Hazel:- Anlıyorum. Şu fıstığın bakımına neden izin vermezler ki sanki.




 

Felix:- Ona burada baktığımızı kimseye söylemezsin değil mi? Kimse bilmiyor.




 

Hazel:- Sen merak etme kimseye söylemem. Adı ne demiştin?




 

Felix:- Kuki.




 

Hazel:- Kuki! Kuki Korece bir isim mi?




 

Felix:- Bu hani yediğimiz tatlı abur cuburlar varya. Annelerimiz çok güzel yapar hani.




 

Hazel güldü:- Tamam anladım. Türkçe karşılığı Kurabiye.




 

Felix:- Kurabiye?




 

Hazel:- Kuki yani.




 

Felix güldü.




 

Hazel:- Kukiyi ben de ziyaret edebilir miyim? Felix gülümsedi:- Sen artık onun annesisin. Hazel utandı birazcık. Felix'in tatlı tatlı gülümseyen gözlerine baktı bir an. Kendisi de gülümsedi.




 

Bahar ise tavşanın peşinde bir o yana bir bu yana koşuşturuyordu çocuk misali. Sonunda bir duvarın dibinde kıstırdı tavşanı.




 

Bahar:- Gel buraya tavşancık? Sen benden kaçıyor musun tontiş ha? Söyle bakalım sen Korece mi konuşuyorsun? Türkçe öğreteyim mi sana bebişim. Dedi ve o an karşısına baktı. Yu Na ve Min Ho bir köşede hatta kendisine gayet yakın mesafede konuşuyorlardı.




 

Min Ho:- Benimle ne konuşmak istiyorsun?




 

Yu Na:- Neden beni görmezlikten geliyorsun? Sana olan hislerimi. Bu benim canımı nasıl yakıyor bilemezsin.




 

Min Ho:- Ama Jaemin...




 

Yu Na:- Jaemin umurunda bile değil. Ben sadece seni seviyorum. Seni istiyorum.




 

Min Ho:- Yu Na bunları konuşmanın zamanı değil.




 

Yu Na :- Hayır zamanı. Seni seviyorum Min Ho!




 

Min Ho:- Yu Na ben...




 

Yu Na, Min Ho'ya yanaştı onu öpmek üzere. Bahar ise bu ana şahit oluyordu.




 

Bahar:- Burada başka işler var. Bu gıcık beni fark etmeden buradan sıvışayım. Diye mırıldandı ve tavşana sarıldığı gibi arkasına döndü ve ilerledi usul usul.




 

Min Ho ise Yu Na'nın öpücüğünden kaçmak için başını diğer tarafa çevirmesi ile Bahar'ı görmesi bir oldu.




 

Min Ho:- Sen, dur orada!




 

Bahar:- Duymamazlıktan gel Bahar. Dedi ve yüreye devam etti.




 

Yu Na:- Bu kız da kim?




 

Min Ho:- Sana diyorum. Dedi ve Bahar'a doğru yaklaştı.




 

Bahar durdu.




 

Min Ho:- Dön bana.




 

Bahar, Min Ho'ya döndü kucağında tavşan ile.




 

Min Ho:- Senin ne işin var burada? Hem de benim alanımda.




 

Bahar:- Alanım derken? Tapusu sende mi buranın?




 

Min Ho:- Senden kurtuluş yok mu ha? Beni mi takip ediyorsun sen?




 

Bahar savunmaya geçti hemen:- Ben mi? Senin neyini takip edeceğim ben? Talihsiz bir karşılaşma sadece. Üzerine bastırarak söylüyorum talihsiz.




 

Min Ho:- Bana bak kızım bela mısın sen?




 

Bahar:- Bana bela mı dedin sen? Sen kendine bak karlar kraliçesi!




 

Min Ho:- Sen bana nasıl? Canına susadın galiba yoksa benimle uğraşılmayacağını bilirdin.




 

Bahar:- Öz güven iyidir ama senin ki öz güvenden çok kendini beğenmişlik.




 

Yu Na:- Min Ho neler diyor bu kız?




 

Bahar:- Kardeş, bak bir şey söyleyeceğim. Bunu sevdiğine emin misin sen? Aptal bu ya. İnan bak. Olmaz bu sana. Aptal gerçekten.




 

Min Ho:- Sen, sen bana! Yedim seni. Bu kez fena yapacağım gel buraya! Dedi ve Bahar'ın üzerine yürüdü hızla.




 

Bahar:- Allah! Bu kez fena geliyor. Tavşan kardeş, kaç kurtar kendini! Dedi ve kucağında ki tavşanı kenara bırakıp koşmaya başladı.




 

Min Ho:- Gel buraya! Çok kızdım şu an gel!




 

Bahar:- Düş peşinden!




 

Min Ho:- Bittin kızım sen!




 

Bahar önde Min Ho arkada kovalaşmaya başladılar.




 

Felix ve Hazel Kuki'yi seviyorlardı. Felix, yemeğini getirmiş, yediriyordu Kuki'ye.




 

Hazel:- Demek yurtta kalıyorsunuz.




 

Felix:- Evet. Ailelerimiz başka şehirdeler.




 

Hazel:- Bizimde. Daha doğrusu uzaktalar.




 

Felix:- Çok mu özledin aileni?




 

Hazel:- Henüz bir kaç gün oldu biz geleli ama özledim yalan söyleyemem. Yine de arkadaşlarıma güçlü görünmeye çalışıyorum. Galiba onlarda bana.




 

Felix:- Arkadaşlar bazen en iyi ailedir birbirine. Bizimkilerle biz hep aile gibiyizdir.




 

Hazel:- Felix, ismin diğerlerinden farklı. Yani Koreli ismine benzemiyor.




 

Felix gülümsedi:- Aslen Kore'liyim. Ama Avustralya'da doğdum. Bir süre orada yaşadım. Sonra Kore'ye döndük ve ben bizimkilerle tanıştım. Sizin yolunuz nasıl düştü buraya?




 

Hazel durdu o an:- Bizim pek bir hikayemiz yok. Öğrenci değişim programı ile geldik buraya. Bizim kızlardan bazıları Kore delisidir. Onların bu sevgileri gelmemize vesile oldu.




 

Felix gülümsedi:- İyi ki gelmişsiniz.




 

Hazel gülümsedi. O an Bahar ve Min Ho arkalı önlü yanlarından geçtiler koşarak.




 

Bahar:- Git başımdan!




 

MinHo:- Kaçmasana gel!




 

Hazel:- Ne oluyor yine?




 

Felix:- Anlaşılan bunlar düşmanlığı ilerletmişler. Hazel yanlarına gidelim en iyisi.




 

Hazel:- Haydi!




 

Diğer kızlar ve erkekler bahçede oldukları yerde duruyorlardı. Bahar koşarak onların önünden de geçti. Tabii ki Min Ho'da arkasından.




 

Min Ho:- Sana buraya gel dedim!




 

Bahar:- İmdaaaat! Kurtarın beni.




 

Min Ho:- Dur diyorum sana göstereceğim aptalı!




 

Bahar:- Haaayıır!




 

Mira:- Ne oluyor yine bunlara?




 

Lena:- Birbirlerine girmişler galiba.




 

Ceylin:- Bahar kaçıyordu. Çocuğa bir şeyler söylemiş galiba. Kaçtığına göre.




 

Lena:- Kızlar koşun ayıralım şunları.




 

Kızlar, Bahar ve Min Ho'nun yanına koştular. Felix ve Hazel'de peşlerinden.




 

Bahar ve Min Ho okulun bahçesinde turluyorlardı. Birden önlerine ellerinde meyve suyu ile Bang Chan ve Anka çıktı. Bahar bir çarptı, Min Ho ise ikinci çarpmayı yaptı. İkincisi birincisi kadar şanslı değildi. Çarpmanın etkisiyle Anka'nın elinde ki meyve suyu Bang Chan'ın üzerine döküldü.




 

Anka:- Hihh!




 

Bang Chan üzerine bakıyordu.




 

Anka:- Özür dilerim. Çok özür dilerim. Bana çarptılar. Bahaaaaar!




 

Bang Chan:- Tamam sorun değil.




 

Anka:- Ya ama olmaz ki böyle. Aaa yetti bunların kavgası!




 

Bang Chan:- Sinirlenince çok tatlı oluyorsun. Dedi gülerek. Üzerine bakmıyor, direkt Anka'nın yüzündeki ifadelere odaklanmıştı sanki.




 

Anka kendisine baktı.




 

Bang Chan:- Endişelenme diye söyledim. Neyse haydi gidip şunları ayıralım.




 

Bahar ve Min Ho, karşı karşıya geldiler kaçışırken.




 

Min Ho:- Kaçamazsın teslim ol. O aptal kelimesinin karşılığını göstereceğim sana. Dedi nefes nefese.




 

Bahar:- Ne yapacaksın ha? ne yapacaksın? Dedi aynı şekilde inadına.




 

Min Ho:- O saçını yolayımda gör.




 

Bahar:- Bi dene istersen. Kim kimi yoluyormuş!




 

MinHo:- Seni yakalayayım göreceksin zaten. Ne biçim kızsın sen ya! Bela mısın?




 

Bir yandan birbirlerine laf sokuyorlar, bir yandan sağa sola kaçmaya çalışan Bahar'ın önüne geçiyordu Min Ho.




 

Bahar:- Böyle kızım beğenemedin mi?




 

MinHo:- Kimsin sen ha?




 

Bahar:- Ne biçim konuşuyorsun sen kimsin filanBahar'ım ben. Bi yumruk atarım tanışırız.




 

Min Ho:- Hem kaçıyorsun, hem de meydan okuyorsun. Birde her şeye bir lafın var. Gel buraya!




 

Bahar:- Yakalayamazsın ki! Dedi ve birden yolunu bulup, Min Ho'nun yanından kaçtı. Kızlara doğru koşuyordu.




 

Hyunjin:- Çocuklar, bunlar yine başlamış.




 

Han:- Araya girip ayırmazsak saç başa girecekler. Sonu iyi görünmüyor bu kavganın.




 

Seungmin:- Yine disipline gidecek Min Ho. Koşun durduralım.




 

Kızlar, ve erkekler bir araya gelmişlerdi.




 

Lena:- Yine neden kavga etmisler?




 

Seungmin:- Daha ilk günden böyleyse bu kovalamaca, ileriki günleri düşünemiyorum.




 

Mira:- Durdurmamız gerek bunları yoksa akşama kadar böyle koşacaklar. Bahar koşar.




 

Han:- Min Ho o arkadaşınızı yakalamadan durmaz söyleyeyim.




 

Anka ve Bang Chan geldi yanlarına.




 

Anka:- Hiç tavsiye etmem yanlarına yaklaşmayı. Dedi ve Bang Chan'ı gösterdi.




 

Felix:- Onlara yaklaşacak şanslılar kim olcak?




 

Hyunjin:- Ben gitmem. Yanlışlıkla yumruk yemek istemem.




 

Anka:-Ben de gitmem. Şunlara bak fişek gibiler.




 

Ekin ve Jeongin geldiler o an yanlarına.




 

Ekin:- Bu kez ortalık fena karışmış.




 

Alya:- Sorma. İkisi de barut. İnşallah Bahar bizi dinler.




 

Jeongin:- Bunlar, bu düşmanlığı ileriye taşırlar söylemedi demeyin.




 

Ekin:- Gidip durduralım bari.




 

Mira:- Biz de kim gitse diye düşünüyorduk.




 

Ekin:- Hihh! Bunların arasında kalırsak fena dayak yeriz.




 

Seungmin:- Cephede feda edeceğimiz arkadaşları seçmek için tek yol var.




 

Diğerleri:- Nedir o?




 

Seungmin:- Taş kağıt makas!




 

Felix ve Hazel'de geldiler yanlarına.




 

Felix:- Ne yapıyorsunuz siz?




 

Seungmin:- Şu ikisini ayırmak için gönüllü arıyoruz.




 

Hazel:- Ben hayatta karışmam.




 

Felix, Bang Chan'a baktı.




 

Felix:- Senin kıyafetine ne oldu peki?




 

Bang Chan:- O ikisinin işi.




 

Seungmin:- Evet seçim başlasın!




 

Taş kağıt makas yaptılar. Bu seçimden çıkan şanslı kişiler, Han ve Lena oldu.




 

Han:- Biz mi!




 

Lena:- Ama beni ezer geçerler bunlar.




 

Han:- Yapacak bir şey yok. Biz gideceğiz artık.




 

Lena:- Kızlar! Dedi korkarak.




 

Hazel:- Korkma yanında o var. Dedi Han'ı göstererek.




 

Changbin:- Savaşta feda edebilecek erler sizsiniz artık.




 

Lena:- Aşk olsun ama. Bizi gözden çıkardınız demek ki.




 

Han:- Hayır arkadaşlar.




 

Ceylin:- Adil bir seçimdi. Gidin haydi! Dedi ve onları arkalarından itti.




 

Han önde, Lena arkada gidiyorlardı. Bahçenin ortasına gelip durdular.




 

Han, Lena'ya baktı:- Korkuyor musun?




 

Lena:- Bahar öyle bildiğin kızlara benzemez. Senin arkadaşında az değil. Bunlar, varya bizi yıkıp geçerler.




 

Han gülümsedi:- Korkma ben durdururum. Sen arkama geç.




 

Bahar ve Minho koşuşarak geliyorlardı onlara doğru.




 

Han:- Hey siz! Durun artık.




 

Bahar:- Aaaa kurtarın beni.




 

Min Ho:- Sana gel dedim! Han, tut şunu.




 

Lena:- Allah! Geliyorlar!




 

Han:- Üç deyince sen arkadaşını, ben de arkadaşımı yakalıyorum.




 

Lena:- Tamam.




 

Bahar ve Min Ho hızla geldiler yanlarına koşarak.




 

Han:- Bir, iki, üç yakala! Dedi ve Han Min Ho'yu, Lena Bahar'ı yakaladı.




 

Minho:- Bırakın beni şunun saçını başını yolayım.




 

Bahar:- Gelsene bırakın gelsin ya, bırakın gelsin.




 

Minho:- Hem kaçıyor hem de meydan okuyor. Korkak!




 

Bahar:- Bu kızlara dua et. Yoksa suratında serbest çalışırdım.




 

Min Ho:- Aaaa deli ediyorsun beni.




 

Bahar:- Daha dur sen!




 

Lena:- Bahar yeter. Bütün okulu turladınız yorulmadınız mı ya!




 

Han:- Bu ne böyle ilk günden? Sanki kırk yıllık düşmansınız.




 

Min Ho:- Bu kız artık benim kırk yıllık değil yüz yıllık düşmanım.




 

Bahar:- Ayy ne korktum. Elinden geleni ardına koyma canım.




 

Min Ho:- Yandın kızım sen. Yandın kork benden.




 

Diğerleri uzaktan onlara bakıyorlardı.




 

Bahar ve Min Ho'yu ayırmışlar, derse dönmüşlerdi nihayet. O kadar koşuşturmacadan sonra ikisi de oturdukları sırada yığılıp kalmışlardı yorgunluktan. Belki bu yüzden olsa gerek birbirlerine sataşmıyorlardı. Değil birbirlerine laf sokmak, dersi dinleyecek mecalleri kalmamıştı.




 

Neyse ki bu günlük ders bitmişti de eve gidiyorlardı.




 

Bahar:- Eve gider gitmez yatacağım.




 

Hazel:- Şu an ayakta durman bile mucize.




 

Bahar:- O çirkef bebe yüzünden bacaklarım ağrıyo.




 

Alya:- Hakikaten ne koştunuz be Bahar! Seni önüne katıp iyi koşturdu ama. Dedi diğerleri ile birlikte gülerek.




 

Bahar:- Size dua etsin, o okçuluk turnuvasına dua etsin ki burnunun üstüne bi kafa çakmadım. O değil de ben orda canımın derdine düşmüşken siz neredeydiniz bakalım?




 

Alya:- Ben Bang Chan ile kafeye gittim.




 

Bahar:- Bang Chan?




 

Alya:- Üzerine meyve suyu döktüğünüz çocuk.




 

Hazel:- Ben de Felix ile birlikte onun köpeğini seviyordum.




 

Ekin:- Ben kütüphanedeydim.




 

Bahar:- Kiminle acaba? Daha doğrusu hangisi?




 

Ekin:- Jeongin. Beni başıma düşecek olan kitaplardan kurtardı sağolsun.




 

Alya:- Senin söz havada mı kalıyor acaba Ekin'ciğim?




 

Ekin:- Hangi söz?




 

Alya:- "Siz istediğinizi yapın. Ben ders çalışacağım" lafi.




 

Ekin:- Asla. Sadece kurtardı beni başka bir şey yok. Sadece dersime odaklanacağım o kadar.




 

Bahar:- Aferin sana. Herkes Ekin'i örnek alsın.




 

Mira:- Emredersiniz komutanım. Dedi asker selamı vererek.




 

Eve gelmişlerdi. Yemek yeniyordu. Seçil Öğretmen, masanın en başında, diğerleri dörderli kenarlara dağılmışlardı.




 

Seçil Öğretmen:- Eee kızlar? Nasıl geçti okulun ilk günü?




 

Bahar:- Yorucu!




 

Ekin:- Çok güzeldi. Okulumuzu çok beğendim. İlk kütüphaneye gittim. Harika kitaplar var.




 

Lena:- Ben okul müdürünü çok sevdim. Çok tatlı bir hanım.




 

Seçil Öğretmen:- O senin kalbinin güzelliği olmasın Sen herkesi seversin çünkü.




 

Lena gülümsedi.




 

Seçil Öğretmen:- Ben de bu gün güzel bir haber aldım.




 

Mira:- Nedir?




 

Seçil Öğretmen:- Sizin okulda gönüllü Türkçe öğretmenliği yapacağım.




 

Lena:- Yaa bu çok güzel bir haber. Sizin adınıza çok sevindim.




 

Alya:- Bizimle aynı okulda olmanız harika.




 

Seçil Öğretmen:- Evet ben de bu teklifi aldığımda hemen kabul ettim. Sonuçta ülkeme hizmet etmenin başka bir yolu bu.




 

Hazel:- Bu okçuluk turnuvasının çalışmalarına ne zaman başlayacağız hocam?




 

Seçil Öğretmen:- Okulu filan düzene oturttuğumuzda başlayacağız Allah'ın izniyle. Okulun okçuluk sahasını ziyaret etme fırsatı bulabildiniz mi?




 

Ceylin:- Bu gün biraz heyecanlı geçtiği için pek zamanımız olmadı.




 

Seçil Öğretmen:- Gerekli düzenlemeler yapılsın okulda çalışmalara başlayacaksınız.




 

Anka:- Bir an önce başlayalım. Paslanmadan.




 

Seçil Öğretmen:- Okula gelecegim bu Türkçe öğretmenliği için. Beraber bakarız okçuluk alanına olur mu?




 

Kızlar:- Tamam.




 

Ertesi gün olmuştu. Yeni bir okul günü. Kızlar okulun bahçesine girdiler.




 

Erkekler bahçede bir arada duruyorlardı.




 

Han:- Min Ho, geldi seninki.




 

Min Ho:- Benim ki mi?




 

Han gözleriyle Bahar'ı gösterdi.




 

Min Ho:- Benimki filan değil o.




 

Felix:- Aslında iyi kızlar. Dün, Hazel ile Kuki'yi besledik, oyun oynadık.




 

Diğerleri:- Hazel ile?




 

Felix:- Sadece köpek ile ilgilendik. Aramızda başka bir duygu geçişi olmadı. Bunu, siz alay moduna geçmeden, söylüyorum.




 

Bang Chan:- Kesin öyledir.




 

Jeongin:- E ben de Ekin ile kütüphanedeydim.




 

Hyunjin:- Ooo siz benim kızları elimden alıyorsunuz ama. Bang Chan'da Anka ileydi. Ben?




 

Jeongin:- Bak kaç tane kız var okulda.




 

Hyunjin:- Bana ne ya! Kaç kız kaldı? Ceylin bir, Bahar iki, Alya üç, Lena dört, Mira beş.




 

Min Ho:- Şuna bak kızların adını da ezberlemiş.




 

Changbin:- Ne yapacaksın o kadar kızla, harem mi kuracaksın?




 

Hyunjin: Harem! Fena fikir değil.




 

Jeongin:- Allah'ım şu çocuğun aklını başına getirecek kızı çıkar artık karşısına.




 

Kızlar ise yanlarında iki üç tane Koreli kız öğrenci ile sohbet ediyorlardı.




 

:- Kore'de olmak nasıl bir duygu?




 

Alya:- Biz Kore'yi çok sevdik.




 

:- Türkiye nasıl bir yer? Siz hangi şehirden geliyorsunuz?




 

Lena:- Türkiye çok güzel bir ülkedir. Bütün şehirleri güzeldir ama İstanbul'un ayrı bir güzelliği var derler.




 

Bahar:- Biz Ankara'dan geliyoruz. Ankara'da güzeldir.




 

:- Yani başkentten.




 

Bahar gülümsedi:- Evet Ankara başkenttir. Özledim bak şimdi anınca.




 

:- Bu arada siz MinHo ile neden kavga ettiniz?




 

Bahar:- Anlaşmadık diyelim. Enerjimiz tutmadı.




 

:- Min Ho bu okulun en sorunlu gencidir. Haftada mutlaka disipline gider. Çok kavga ederler ve kavgayı mutlaka kazanırlar.




 

:- Tabii onlar Stray Kids.




 

Ekin:- Stray Kids?




 

:- Kendilerine verdikleri isim. Hepsi de çok yakışıklı değiller mi sizce?




 

:- Ama kimseye bakmıyorlar dönüp. Hyunjin dışında. O çok çapkın.




 

Alya:- Bizim Ceylin'in erkek versiyonu demek ki.




 

Ceylin:- Benden daha güzel bence o çocuk. Dedi gülerek. Diğerleri de ona katıldılar.




 

Hazel:- Sarışın uzun saçlı olan çocuk değil mi?




 

:- Evet o. Gerçek olamayacak kadar yakışıklı. Dedi uzaklara dalarak.




 

:- Herhangi biriyle çıkmak isterdim.




 

:- Okul ile ilgili herhangi bir sorun olursa biz yardımcı olmaktan mutluluk duyarız. Biz Türkleri çok severiz.




 

Mira:- Bizde Korelileri çok seviyoruz. Eğer Türkiye'ye yolunuz düşerse seve seve ağırlarız sizi.




 

:- Çok mutlu oluruz!




 

Sınıfa geçmişlerdi nihayet. Ders başlamıştı. MinHo Bahar'a bakıyordu çaktırmadan.




 

Felix:- Ne o neden Bahar'a bakıyorsun?




 

Min Ho:- Bu kıza hiç güvenmiyorum. Her an bir şey yapacak gibi duruyor.




 

Felix:- Korktun mu ondan?




 

Min Ho:- Ne korkacağım? Sonuçta bir kız. Ama o bu ukalalığının cezasını çekecek. Min Ho ile uğraşmak neymiş görecek. Hakkında güzel planlarım var.




 

Ders arası olmuştu. Kızlar, dışarı çıkıyorlardı. Lena sırasında oturmuş, tahtadaki yazıyı defterine geçirmeye çalışıyordu.




 

Mira:- Sen gelmiyor musun?




 

Lena:- Siz çıkın. Ben arkanızdan gelirim.




 

Alya:- Okulun kafesini biliyor musun? Biraz orada oturacağız.




 

Lena:- Siz oraya geçmeden ben gelmiş olurum.




 

Alya:- Peki tamam. Biz çıkıyoruz o zaman.




 

Bahar yan yan baktı Minho'ya. Bu çocuğa karşı her an hazırlıklı olması gerekiyordu. Bu gün ki sessizliğinin altında vardı mutlaka bir şey. Tedirginlik ile sınıftan çıkan kızların arkasından o da çıktı koşar adım.




 

Kızlar, bahçeye gelmişlerdi. Dolaşmaya başladılar.




 

Mira:- Hazel, bu gün senin köpeğe bakmaya gitmeyecek misin?




 

Hazel:- Dün mamasını bol koymuştuk. Yarın giderim herhalde. Hem sürekli oraya gitmesem iyi olacak. Sonuçta kimseye söylemeyeceğim diye söz verdim.




 

Anka:- E bize söyledin!




 

Hazel:- Sizden sır çıkmayacağını biliyorum da o yüzden size söyledim.




 

Anka:- Sen merak etme kimseye söylemeyiz.




 

Alya:- Kızlar bu arada okulda çeşitli kulüpler açılacakmış. Ne dersiniz biz de katılalım mı?




 

Mira:- Evet onu bende duydum. Örneğin ben botanik istiyorum.




 

Ceylin:- Başka neler var ki?




 

Mira:- Okçuluk filanda varmış ama biz oraya gidersek çok belli etmez miyiz milli takımda olduğumuzu?




 

Bahar:- Doğru. Bir kaçımız gitse olmaz mı?




 

Ekin:- Olabilir tabi. Ben kitap kulübüne gitmeyi istiyorum.




 

Ceylin:- Ben hangisine gitsem acaba?




 

Mira:- Erkekler ve erkek konulu bir kulüb olabilir.




 

Dedi ve kızlarla beraber gülmeye başladılar.




 

Bahar:- Üzülme sen. Biz beraber tekvando kulübü varsa ona gideriz. Dedi ve kolunu omuzuna attı.




 

Ceylin yüzünü ekşitti:- Ama hayır ya!




 

Bahar:- Gideriz gideriz!




 

Diğerleri onlara gülüyorlardı.




 

Lena ise sınıftan çıkmış, kızları arıyordu. Merdivenlerin en başında durmuş bahçeye bakıyordu.




 

Lena:- Nerede bu kızlar? Ne çabuk kaybolmuşlar ortadan. Buralarda bir yerdelerdir kesin. Dedi ve merdivenlerden inip bahçede kızları aramaya koyuldu. Çevresine bakınıyordu. Birden hızla gelen bir erkek öğrenci gelip kendisine çarptı ve Lena yere dizinin üzerine düştü.




 

:-Ben, ben çok üzgünüm. Görmedim sizi.




 

Lena:- Önemli değil! Dedi gülümseyerek. Ama canı da fazlası ile yanıyordu belli etmesede. Oturup kalmıştı yerde.




 

:- Arkadaşım bir kaza geçirmiş. Ona yetişmeye çalışıyordum. Sizi görmedim. Lütfen kalmanıza yardım etmeme izin verin. Dedi ve elini uzattı.




 

Lena:- Siz arkadaşınıza gidin. Benim durumum iyi. Kendim kalkabilirim.




 

:- Emin misiniz?




 

Lena:- Eminim tabii. Haydi gidin arkadaşınıza.




 

:- Teşekkür ederim. Dedi koşarak gitti genç.




 

Ee Lena onu göndermişti de kendisi kalmıştı yerde nasıl kalkacaktı tek başına? Dizine baktı. Yere çarptığı için kanıyordu. Bir iki defa kalkmaya çalıştı ama canı öylesine yanıyordu ki kalkmaya mecali kalmıyordu.




 

Lena:- Ahh dizim. Çok acıyor! Kızlar neredesiniz? Dedi ve oturduğu yerden göz yaşları akmaya başladı yanaklarından.




 

O an merdivenleri inen Han, yerde oturan Lena'yı gördü.




 

Han:- Bu kız neden yerde oturuyor ki? Bir şey olmuş olmasın? Dedi ve yanına doğru ilerledi. Geldi, önünde durdu ve eğildi.




 

Han:- İyi misin neden yerdesin? Diye sordu gülümseyerek.




 

Lena başını kaldırdı ve yaşlı gözlerle Han'a baktı. Han o an telaşlanmıştı Lena'nın yanaklarından süzülen yaşları görünce. Merhametli bir çocuktu çünkü. Güler yüzlü olduğu kadar yumuşak bir kalbide vardı.




 

Han:- Ağlamışsın sen! Biri bir şey mi yaptı yoksa sana?




 

Lena:- Hayır, düştüm. Dizim...




 

Han, eteğinde kan gördü, hafifçe sıyırdı ve Lena'nın dizine baktı. Oldukça büyük bir yara vardı.




 

Han:- Haydi gel, revire götüreyim seni. Dayan bana olur mu? Dedi ve Lena'nın kolunu omuzuna attı. Fakat Lena ayağının üzerine basamıyordu.




 

Lena:- Yaa basamıyorum acıyor! En iyisi sen beni bir yere oturt ve git. Kızlar nasılsa gelirler beni almaya.




 

Han:- Seni buraya bırakmak mı? Olur mu öyle şey. Lena'y dı değil mi?




 

Lena:- Evet.




 

Han:- Şimdi panik yapma ve sakin ol tamam mı?




 

Yoksa düşersin.




 

Lena:- Tamam da neden?




 

Han:- Bunun için. Dedi ve birden eğilip, bir hamle ile Lena'yı kucağına aldı.




 

Lena:- Aa ne yapıyorsun? Dedi ve düşmekten korktuğu için Han'a sarılıverdi.




 

Han, eğilip Lena'ya baktı. Ne de tatlı sarılıyordu kendisine öyle. Gülümsedi.




 

Han:- Kıpırdama da düşme tamam mı?




 

Lena:- Tamam! Dedi sesi kısık bir şekilde.




 

Okulun diğer kızları onlara bakıyorlardı.




 

:- Ama bu Han! Kucağında o kız ile nereye gidiyor o öyle?




 

:- Yaa hayır. Han'ı başka birine kaptırmış olamayız değil mi?




 

:- Belki sadece yardım amaçlıdır?




 

Kızlar ise kafede oturuyorlardı. Birer meyve suyu almışlar içiyorlardı. Lena içinde almışlardı fakat Lena'dan ses yoktu.




 

Mira:- Neden håla gelmedi bu kız?




 

Ekin:- Ben aradım ama telefonu kapalıydı. Derse girince sessize alıyordu ama kapatmıyordu.




 

Alya:-Belki yazacakları bitmemiştir henüz.




 

Bahar:- Ders başlayacak o halâ yok. Bahçede bizi arıyor olmasın?




 

Ceylin:- Çıkıp bakalım mı?




 

Ekin:- İsterseniz biraz daha bekleyelim öyle bakalım.




 

Mira:- Yok ben duramayacağım bi gidip bakayım.




 

Bahar:- Ben de geleyim. Dedi ve ayaklandı.




 

Mira:- Aman sen dur. Şimdi o çocuk ile karşılaşırsınız filan, ortalık karışır, Lena'yı da unuturuz.




 

Bahar:- Sanki ben karıştırıyorum ortalığı.




 

Kızlar, dik dik Bahar'a baktılar.




 

Bahar:- Ne?




 

Ceylin:- Biraz daha bekleyelim sonra çıkıp beraber ararız bence. Belki de şimdi buraya geliyordur.




 

Mira geri oturdu sandalyesine.




 

Mira:- Belki de bir yerlerde hayal kurmaya dalmıştır.




 

Ekin:- Kesinlikle




 

Görsel; Alya ve Hyunjin




 

Hyunjin ise yanında kızlarla kafeye girdi. Dört beş kız etrafında fır dönüyorlardı. Kendisi ve dağlar kadar büyük öz güveni ile geçip bir masaya oturdu. Kızlarda yanına. Hayran bakışlar sadece onun üzerinde idi.




 

:- Hyunjin, bu kadar yakışıklı olmanın, bir sırrı var mi?




 

:- Kazanan ne alacak?




 

Hyunjin:- Beni! Bir ay sizinle çıkacağım kazanırsanız.




 

:- Oooooo!




 

:- Tamam ben varım. Peki hangi kız?




 

Hyunjin:- Siz seçin.




 

Kızlar, masaya doğru baktılar. Karar vermek zordu. Hangisini seçeceklerini bilmiyorlardı.




 

İçlerinden biri Alya'ya baktı. Biraz sert bir duruşu vardı. Mesafeli ve soğuk bir kıza benziyordu. Her ne kadar tam tersi olsada.




 

:- Şu kız. Dedi diğerlerine göz kırparak.




 

Hyunjin:- Bu kız mı? Şimdiden kız arakadaşım olarak bilin onu. Bana asla hayır diyemeyen bir kız olmayacağını öğreneceksiniz. Dedi ve kendine güvenerek yaşlandı arkasına.




 

Evet kurban Alya idi. Hyunjin'in egosuna kurban gidecek kişiydi o.




 

Erkeklerden geriye kalanlar, kafeye giriş yaptılar. Kafedeki herkesin gözleri onlara çevrilmişti.




 

Mira:- Al, geldi seninki.




 

Bahar:- Nereden benimki oluyormuş. Karlar kraliçesi ne olacak.




 

Ekin ve Jeongin göz geldiler o an. Jeongin gülümsedi ve göz kırptı Ekin'e. Ekin'de ona gülümsedi. Sonra geçip bir masaya oturdular.




 

Hazel:- Ekin ne oluyoruz acaba?




 

Ekin:- Bir şey yok. Sadece birbirini tanıyan iki arkadaş selamlaşması bu.




 

Bahar, Hazel'e göre daha hoşgörüsüzdü bu durumlara karşı.




 

Bahar:- Hadi hadi bırak bu sadece arkadaşız ayaklarını. Erkeklerle konuşmak aşık olmak yok demiyor muyum ben size? Özellikle bunlardan biriyle.




 

Hazel:- Ne var sanki Bahar? Sen de iyice abi oldun ha!




 

Ceylin:- Mesela ben bu gün çıkışta dün sabahki çocuk ile buluşacağım.




 

Bahar:- Yok buluşmak filan. Beni o çocuklara suikast düzenlemek zorunda bırakmayın.




 

Ceylin:- Türkiye'de sıktın sıkacağın kadar burada bari in tepemizden.




 

Bahar:- Sus bana cevap verme!




 

Ceylin:- Ya Anka ya! Şuna bir şey söyleyin ama.




 

Mira:- O ne zaman bizi dinledi ki acaba?




 

Lena ise Han'ın kucağında geldi okulun revirine.




 

Han içeri doğru seslendi.




 

Han:- Hemşire hanım!




 

:- Gelin lütfen.




 

Han içeri girdi ve Lena'yı sedyenin üzerine oturttu.




 

Lena öyle çok utanmıştı ki, yanakları kıpkırmızı olmuştu.




 

Ellerini Han'ın boynundan çekerken, göz göze geldiler. Han bu dünya tatlısı kızın gözlerinden alamadı o an çekik gözlerini. Sonra, hemşirenin araya girmesi ile yan tarafına çekildi Lena'nın. Hemşire, Lena'nın dizine baktı ve pansuman etmeye başladı.




 

:- Ah canım kötü düşmüşsün! Bir kaç gün yürürken dizin acıyacaktır. Zorlama olur mu? Hatta fazla yürüme.




 

Lena:- Tamam daha dikkatli olurum. İyi de ben şimdi sınıfa nasıl gideceğim?




 

Han:- Ben varım. Dedi gülümseyerek.




 

Lena:- Olmaz. Sen beni mi taşıyacaksın sürekli?




 

Han:- Cılız görünebilirim ama güçlü bir erkeğim ben.




 

Lena:- Yok, öyle demek istemedim.




 

Lena'nın pansumanı bitmiş, sargısı sarılmıştı.




 

:- Tamamdır. Küçük bey, artık güzel kızımızı götürebilirsin.




 

Lena:- Kızlara haber verseydik!




 

Han:- Kızlar seni kucağında mı taşıyacaklar?




 

Lena:- Hayır ama...




 

Han, elini Lena'nın beline attı kolunu da kendi omuzuna ve onu kucağına aldı.




 

Han:- Kendini bana bırak.




 

Lena, utançtan kızarmaktan meredeyse patlatacaktı sanki. Ama nedense bu çocuğun gülen yüzünde huzur vardı. Güven vardı sanki onda. Başını yasladığı göğüsün içinde ki kalbin ne kadar iyilik dolu olduğunu görebiliyordu sanki. Yada her zaman ki Lena'nın iyilik dolu hisleriydi bunlar. Bilemiyordu ama güzel hislerdi.




 

Han:- Hadi gel seni kafeye götüreyim.




 

Lena:- Ama herkes bizi böyle görecekler!




 

Han:- Görsünler. Ne var ki sana yardım ediyorum. Hem bir şeyler içip kendine gelirsin. Sıkı tutun olur mu?




 

Han, Lena'yı kafeye getirdi. Kucağında. O anda kızlar meyve suyu içiyorlardı. Kapıdan içeri giren Han ve Lena'yı görünce resmen şoka girdiler. Öyle ki Bahar, içtiği meyve suyunu püskürdü geri.




 

Alya:- Lena!




 

Bahar:- Halüsinasyon görüyorum değil mi şu an?




 

Mira başını salladı sağa sola:- Maalesef. Erkeklerin ise onlardan kalan halleri yoktu.




 

Seungmin:- Han?




 

Hyunjin:- Han benden de hızlı çıktı. Dedi gülümseyerek.




 

Han kucağında getirdiği Lena'yı, kızların yanına getirdi ve sandalyeye oturttu.




 

Lena:- Teşekkür ederim. Seni de yordum.




 

Han:- Yorulmadım. İhtiyacın olduğunda seslenmen yeterli. Ben hep yanında olacağım.




 

Lena gülümsedi:- Teşekkür ederim.




 

Han:- Hemşirenin dediğini unutma olur mu dikkatli ol.




 

Lena:- Tamam.




 

Han, arkadaşlarının yanına gitti. Kızlar, hâla donmuş onlara bakıyorlardı gözlerini hiç kırpmadan. Öyle ki bu girişten sonra, Lena'nın sargıda ki dizini farketmediler bile




 

Lena:- Kızlar siz iyi misiniz? Dedi el sallayarak.




 

Ceylin:- Biz iyiyiz de sen iyi misin?




 

Bahar ayaklandı hemen:- Kucakta gelmekte neyin nesi?




 

Mira:- Yemin ederim hiç beklemiyordum böyle bir şey ile karşılaşmayı.




 

Bahar:- Zaten sessizden korkacaksın!




 

Lena:- Aranızda dizimi fark eden var mı acaba?




 

Kızlar hep birlikte eğilip Lena'nın dizine baktılar.




 

Hazel:- Dizine ne oldu? Ahh arkadaşım. Şaşkınlıktan onu göremedik ki.




 

Ekin:- Canım ya acıyor mu?




 

Bahar:- Nerede oldu bu?




 

Lena:- Okulun bahçesinde sizi ararken biriyle çarpıştım ve düştüm. Han'da sağolsun, beni revire taşıdı.




 

Bahar:- Kucağında!




 

Mira, Bahar'ı dürttü.




 

Lena:- Hemşire hanım pansuman yaptı ve bir kaç gün fazla hareketten kaçınmamı söyledi.




 

Alya:- Biz de daha dikkatli oluruz o zaman. İstersen eve götürelim seni.




 

Bahar:- Şu kucak meselesine gelebilir miyiz?




 

Mira:- O takıldı oraya, takıldı!




 

Lena:- Hemşire hanım yürümememi söyleyince kucağına aldı.




 

Bahar:- Sen de kabul ettin.




 

Ekin:- Ne yapsaydı acaba? Sürünerek mi gelseydi yanımıza. Bazen seni hiç anlamıyorum.




 

Bahar:- Neyini anlamıyorsun? Kucağına almış kızı. Şimdi kesin birbirlerinden hoşlanmışlardır bunlar. O seni sardığında kalbinde böyle çıkacakmış gibi bir kıpırtı oldu mu? Midende kelebek filan hissettin mi? Kızlar gülüyorlardı.




 

Ceylin:- Allah'ım yarabbim. Düşündüğü şeylere bak.




 

Bahar:- Siz bilmiyorsunuz hep böyle başlar.




 

Alya:- Sanki sen çok biliyorsun. Akıl verene bakın.




 

Erkekler tarafında da konu ayıydı.




 

Hyunjin:- Han? Çok hızlısın dostum.




 

Jeongin:- Ne bu kucakta kız taşımalar filan?




 

Han:- Sadece yardım ettim. Düşmüştü ve yürüyemeyecek bir haldeydi. Revire götürdüm. Pansuman yaptı hemşire. Hepsi bu sadece.




 

Changbin:- Bunca saattir onun yanında mıydın?




 

Han:- Evet. Çok tatlı, çok utangaç bir kız. Defalarca reddetti benim onu taşımamı. Yüzü kızarırken öyle tatlı görünüyordu ki.




 

Bang Chan:- Han yoksa?




 

Han:- Bilmiyorum. Ama o kız bende bazı kapılar açtı sanki.




 

Diğerleri birbirine baktılar. Galiba arkadaşlarından biri daha aşka doğru gidiyordu adım adım.




 

Kızlar, Lena'yı yüklenip çıkardılar sınıfa. Dersten geri kalmamak için eve gitmeyi kabul etmemişti.




 

Kızlar, Lena'yı yüklenip çıkardılar sınıfa. Dersten geri kalmamak için eve gitmeyi kabul etmemişti. Kızlar ise onu yalnız bırakmamak için, teneffüs vakitlerinde dışarı çıkmıyorlardı. Bahar'ı tek başına bulamayan MinHo ona yapacak bir kötülük bulamıyor, Bang Chan ise uzaktan bakmakla yetiniyordu bu günlük.




 

Mira, toparlandı bu gün ki kulüp çalışmasına gitmek için.




 

Mira:- Kızlar ben kaçar!




 

Hazel:- Botanik kulübü mü?




 

Mira:- Aynen. Ben gelene kadar bir yere kaybolmayın olur mu?




 

Hazel:- Tamamdır. Biz Lena'nın yanındayız.




 

Lena:- Benim için, burada sıkılmayın. Sizde gidin haydi.




 

Ekin:- Bizim bir kulüp toplantımız yok. Zaten senden önemli işimiz de yok.




 

Lena:- Canım arkadaşlarım benim.




 

Mira, botanik kulübüne gelmişti. Sera gibi bir yerdi burası. Çiçek dikimi, çiçeklerin nasıl büyüdüğü ve bakımı gibi bir çok güzel bilgiler veriliyordu öğretmenler tarafından. Mira dikkatle dinliyordu onları. Okulun bahçesine çıktılar. Hava güzeldi ve dersi dışarıda yapmak için oldukça uygundu. Çimlerin üzerine oturmuş, öğretmenlerini dinliyorlardı. Önlerinde, minik fidanları ve saksıları.




 

:- Evet gençler! Çiçek topraklarını saksının belirli bir kısmına kadar doldurduktan sonra fidanlarınızı saksılara dikeceksiniz. Eğer çiçekleri tabana yakın dikerseniz hem çiceğim gövdesinde nefes alacağı yeri kalmaz hem de köklenmesi zor olacağından fidan büyümeden ölür. Haydi bakalım şimdi dikimizi yapın.




 

Herkes, topraklarını saksıya koymaya başladı fakat Mira'nın toprağı yoktu. Çevresine bakındı.




 

: - Bir şey mi oldu?




 

Mira:- Evet. Benim çiçek toprağım yok. Galiba sera da unuttum.




 

:- Serada çicek kalmadı sanırım. İstersen şu ağaçların dibinden biraz toprak alıp gelebilirsin. Orasının toprağı daha yumuşaktır.




 

Mira hemen ayaklandı ve öğretmeninin gösterdiği yere geldi. Eliyle eşelediği topraktan ufak ufak doldurmaya başladı saksına.




 

Bu arada Seungmin'de fotoğrafçılık kulübünde idi. Arkadaşları ile toplanmışlar öğretmenlerini dinliyorlardı. Fotoğraf çekmenin ayrıntılarını, çekecekleri şeyde görselden çok, görseldeki duygunun ne kadar önemli olduğunu ve kendilerine hissettireceği şeylerden bahsediyordu.




 

:- Haydi bakalım çocuklar. Şimdi size anlattığım olguların sizde hissettirdiği ve aklınızda canlandırdığı kare ile ilgili bir fotoğraf çekmenizi istiyorum. Her birinizin bir fotoğraf hakkı var. Fotoğraf kulübü üyeleri, sağa sola dağıldılar. Seungmin'de okulun bahçesinde elinde fotoğraf makinesi dolaşıyordu. Ağaçlara, kuşlara, bulutlara tuttu kamerasını. Ama çekmedi. Onu heyecanlandıracak şeyler bunlar değildi. Devam etti yürümeye. Kamerasını gözüne doğru tuttu ve bahçeye bir de öyle bakmak istedi. Belki objektifine bir şeyler yakalanırdı. Belki normal gözle göremediği şeyleri bu şekilde görebilirdi.




 

Çevresine bu şekilde bakmaya devam etti bu şekilde. Birden durdu. Kamerasına yakalanan bir şey vardı. Bir kız. Ilık esen rüzgarda dalganan kıvırcık saçlarını kulağının arkasına yerleştiriyordu. Seungmin, yavaşça indirdi kamerayı ve karşısında ki kıza bakmaya devam etti.




 

Mira, saçlarını kulağının arkasına atmıştı ama rüzgar onun saçları ile oynamaya devam edercesine gerisin geri dağıtıyordu. Eline aldığı toprağı saksıya doldururken, avucunun ucunda bir uğur böceği beliriverdi. Mira, minicik böceği görür görmez toprağı yere bıraktı.




 

Mira:- Uğur böceği! Bana uğur getirmek için mi geldin bakalım? Dedi ve parmağının ucunu uzattı uğur böceğine. O da dolanırken dolanırken çıkıverdi parmağına. Mira heyecanla elini kaldırdı.




 

Mira:- Uç uç böceğim, annen sana terlik pabuç alacak!



 

Tekerlemeyi söylemesine rağmen minik böcek gitmiyordu parmağından.


 

Mira:- Anlaşıldı uçmak istemiyorsun. Orası rahat geldi herhalde.E hadi bi de Korece söyleyelim tekerlemeyi.



 

Mira tekerlemeyi Korece söyledi iki üç kere. Seungmin ise durmuş onu dinliyordu. O an fotoğraf makinesine sarıldı. Tam deklanşöre basmıştı ki uğur böceği havalandı Mira'nın parmağından gök yüzüne. Mira gülümsüyordu.




 

Ve o rüzgarda salınan saçları ile uğur böceğine gülümseyen kızın fotoğrafını çekmişti Seungmin. İsteyerek olsa bu doğallık kokan fotoğrafı çekemezdi. Çektiği fotoğrafa baktı elinde ki makineden. Çok güzeldi. Fotoğraf değil. Kız, çok güzeldi. Bu kız kendi sınıfında idi ve hiç dikkat etmemişti geldiği günden beri. Evet fotoğraf makinesine gözlerinle değil kalbinle bakınca çok daha güzel şeyler görebiliyordun. Seungmin, Mira'nın yanına gitmek için ilerledi ki o an da Mira'nın orada olmadığını fark etti. Çoktan gitmişti. Seungmin elinde fotoğraf makinesi ile geri döndü arkadaşlarının yanına.




 

Bu günlük okul bitmek üzere idi. Kızlar, ufaktan toparlanıyorlardı ki Ceylin koştur koştur sınıfa girdi. Bir elinde ruj, bir elinde ayna ile.




 

Ceylin:- Geç kaldım, geç kaldım!




 

Hazel:- Sakin ol nereye geç kaldın?




 

Ceylin:- Nereye olacak. Randevuma. Ya hayır ama nasıl unuttum.




 

Ekin:- Dün ki çocuk ile mi?




 

Ceylin:- Hayır bununla dördüncü ders tanışmıştım. Çocuk beni okulun karşısında ki kafede bekleyecekti. Ama ben unuttum.




 

Bahar:- Maşallah bu ne hız böyle? Gerçi söz konusu olan sensen eğer şaşırmaya gerek yok.




 

Ceylin:- Ben gidiyorum belki hâla beni bekliyordur.




 

Bahar:- Dur gitme, beklemez gitmiştir o! Dedi gülerek.




 

Ceylin:- Sen de kına yak. Dedi ve çantasını alıp, çıktı sınıftan.




 

Ceylin öyle çok acele ediyordu ki telefonunu sırasının üzerinde unutmuştu.




 

Bahar:- Telefonu kalmış. Ben arkasından gidip yetiştireyim şunu. Dedi ve koştu arkasından Ceylin'in.




 

Ceylin ise jet hızında ilerliyordu.




 

Changbin ve Bang Chan ise konuşarak merdivenlerden çıkıyorlardı müdüre hanımın odasına.




 

Bang Chan:- Bayan So Dam yine okulun temizlik işini mi verecek bana acaba?




 

Changbin:- Bizim sınıfın da grubunda lideri sensin. Senden çiftleri belilemeni isteyecektir belki de. Bu işi her zaman sen yaparsın.




 

Bang Chan:- Aklıma bir fikir geldi. Bu sene Anka ve kendimi yazsam nasıl olur?




 

Changbin gülmeye başladı:- Hiçbir fırsatı da kaçırmıyorsun.




 

Bang Chan:- Kız biraz zor kıza benziyor.




 

Changbin:- Bunu okulun en popüler çocuğu mu söylüyor? Bütün kızlar senden bir cümle duymak için, etrafında dolaşıyorlarken, sen o kızın seni beğenmeyeceğinden bahsediyorsun. Mümkün mü bu gerçekten?




 

Bang Chan:- O diğer kızlara hiç benzemiyor Changbin. Çok farklı.




 

Changbin:- İlk günden bunu nasıl anladın?




 

Bang Chan:- Bilmiyorum ama bunu bana hissettirdi.




 

O an Ceylin'de bin bir telaş ile merdivenleri inmeye başladı. Bahar arkasından seslendi merdivenlerin başına gelip.




 

Bahar:- Ceylin! Telefonunu unuttun.




 

Ceylin, cebine baktı:- Hay Allah! Unutmuşum. Dedi ve tam Bahar'a dönmüş, basamak çıkacaktı ki ki o an ayağı kaydı ve sendeledi. Fakat dengesini bir türlü sağlayamadı ve merdivenlerden düşmeye başladı.




 

Bahar:- Ceylin! Dedi ve elini uzattı ama Ceylin için çok geçti.




 

Bang Chan ve Changbin merdivenlerden çıkıyorlardı. Birden Ceylin'i fark etti Changbin. Hızlı adımlarla üçer beşer çıktı merdivenleri ve yere düşmekte olan Ceylin'i havada yakaladı.




 

Belinden kavrayıverdi Changbin Ceylin'i. Ceylin ise o an yere düşme korkusundan gözlerini kapatmıştı. Merdivenlerde yuvarlandıktan sonra yere serilmişti şu an. Hatta bir yeri filan da kırılmış olabilirdi. Öyle geçiyordu aklından.




 

Ama hayır. Kafası filan acımıyordu. Hatta hiç bir yeri acımıyordu. Elini başına götürdü. Havada mıydı şu an?




 

Ceylin gözlerini açtı usulca. O an kendisini tutan Changbin ile göz göze geldiler.




 

Ceylin:- Düşmemişim!




 

Changbin:- Daha böyle duracak mıyız?




 

Ceylin:- Ne?




 

Changbin:- Böyle kucağımda mı kalacaksın bütün gün?




 

Ceylin toparlandı hemen:- Ne diyorsun sen be?




 

Changbin:- Rica ederim.




 

Ceylin:- Neye rica ediyorsun durduk yere?




 

Changbin:- Seni yere çakılmaktan kurtardığım için teşekkür etmen gerekmiyor muydu? Ben de sana onu hatırlatıyorum.




 

Ceylin:- Tutmasaydın, tutmasaydın! Düşmüyordum ki ben bi kere.




 

Changbin:- Düşmüyordun da uçmaya mı çalışıyordun minik kuş?




 

Ceylin:- Sensin minik kuş. Aaa ne gıcık çocuksun sen öyle? Çattık ya. Dedi ve saçlarını savurup geçip gitti Changbin'in yanından.




 

Changbin, gülüyordu.




 

Ceylin durdu ve Changbin'e baktı.




 

Ceylin:- Birde gülüyor ya! Bir daha çıkma karşıma.




 

Changbin:- O biraz imkansız minik kuş. Aynı sınıftayız.




 

Ceylin:- Aanhhh!




 

Olduğu yerde sinirden tepinip gitti Ceylin. Bahar elinde telefon onları seyre dalmıştı. Gülmemek için kendini zor tutuyordu. Kızların yanına geri döndü.




 

Bang Chan:- Kızı sinir etmeyi nasıl başrdın acaba?




 

Changbin:- Ne tatlıydı değil mi?




 

Bang Chan gülümsedi arkadaşına.




 

Bu gün de okul günü böyle geçmişti. Biraz sakarlıkla, biraz eğlence ile. Yine de ilk tanışmalar oldukça güzeldi.




 

Gece olmuştu. Kızlar, odaya toplanmışlar konuşuyorlardı.




 

Ceylin:- Gıcık çocuk ya! Onun yüzünden randevuma da geç kaldım. Çocuk çoktan gitmişti.




 

Bahar:- Kusura bakma da suç sende. Bi teşekkür etseydin çocuğa. Seni düşmekten kurtardı en nihayetinde.




 

Ceylin:- Saçma sapan konuşmasaydı edecektik herhalde.




 

Alya:- Senin botanik kulübün nasıl geçti Mira?




 

Mira:- Çok güzeldi. Çiçeklerin arasında huzuru buldum resmen.




 

Bahar:- Öyle otun çöpün arasında mutlu oluyordun bari annenlere deseydin de seni Çorum'a köye gönderseydi. Dedi gülerek.




 

Mira arkasında ki kırlenti Bahar'a fırlattı.




 

Mira:- Sen gitte tekvando kulübüne yazıl. Ancak dayak atmaktan anlarsın.




 

Bahar:- Gideceğim tabi.




 

Hazel:- Ankara'da dövdükleri yetmedi tabii. Artık yurt dışına açıldı.




 

Bahar:- Yarın gelip" Bahar şu çocuk bana asıldı" dediğinizde görürüm sizi. Dedi ağzını büzdürerek.




 

Ekin:- Kızlar, matematik sınavı var biliyorsunuz değil mi?




 

Bahar:- Gelir gelmez sınav. Kaçıyoruz sanki.




 

Lena:- Konulara ne kadar hakimiz onun için yapıyorlarmış. Yazılı, sözlü.




 

Hazel:- Ne yapalım çalışacağız artık.




 

Anka:- Notları yüksek tutmak gerek. Türkiye'den bir avuç ise yaramazın geldiğini düşünmelerini istemeyiz değil mi?




 

Bahar ayaklandı:- Haklısın! Kalkın haydi kalkın, kalkın. Ders çalışıyoruz. Konuları bi tekrar yapalım. Biraz da test filan çözelim.




 

Alya gülüyordu:- Yemin ederim bu kız gaz ile çalışıyor.




 

Kızlar, ders tekrarına gitmişlerdi. Gece ay yükselene kadar çalıştılar Ekin'in öncülüğünde. Sonra da yorgunluğun vermiş olduğu uyku ile tatlı rüyalar görmek üzere kendilerini yataklarına attılar.


Loading...
0%