Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm - Kuki

@mavimelek

 

Artık hem okulun hem de Kore'nin bir parçası olmuşlardı kızlar. Çabuk alışmışlardı derslere, yeni arkadaşlara ve hatta Stray Kids'e. Onlar da kızlara alışmışlardı her ne kadar itişip kakışsalarda.

 

 

Ama bu sefer kalp kırmışlardı ve erkeklerin gönlünü almak gerekirdi. Oturma odasına oturmuşlar, bu hatayı gidermenin yollarını arıyorlardı.

 

 

Anka:- Bir şey yapıp bizi affetmelerini sağlamalıyız.

 

 

Mira:- Bu, siz üç arkadaşın hatası. Bizim öyle bir derdimiz yok. Dedi Alya, Anka ve Lena'yı göstererek.

 

 

Alya:- Sen de yorum yapmadın mı sanki onların zorbalıkları ilgili.

 

 

Hazel:- Biz siz gibi anlamadan dinlemeden üstlerine atılmadık ki.

 

 

Lena:- O zaman bize bir akıl verin de kendimizi affettirelim.

 

 

Ekin:- Bu, Koreli erkekler nelerden hoşlanırlar onu öğrenmek gerek.

 

 

Mira:- Daha doğrusu erkekler nelerden hoşlanır onu öğrenmeli.

 

 

Bahar:- Ben biliyorum!

 

 

Ceylin:- Sen? Neymiş hoşlandıkları şey?

 

 

Bahar:- Dayak dedi pis pis gülerek.

 

 

Anka:- Bahar ya! Alay etme.

 

 

Alya:- Mira, sen dün Seungmin ile birlikteydin. Sorsaydın ya kendisine dedi ima ile.

 

 

Lena:- Biz burada kalp kırdık diye pişmanlıklar içinde yanalım, sen gezmelere git.

 

 

Mira:- Sizin sandığınız gibi bir buluşma değildi o. Ben ona sevdiği kızı etkilemesinde yardımcı olmaya çalıyorum.

 

 

Bahar:- Neden kendinizi affettirmek için bu kadar uğraşıyorsunuz ki?

 

 

Anka:- Kalplerini kırdığımız için.

 

 

Bahar:- Alya yokla bakalım o Kore dizilerinde ki arşivlerini. Kızlar böyle durumlarda neler yapıyorlar?

 

 

Alya düşünmeye başladı. Elini çenesine koydu.

 

 

Ceylin:- Erkek konularında ustayımdır bilirsiniz. Engin bilgilerimden faydalanabilirsiniz. Bence söz konusu güzel bir kız olunca bütün erkekler, hoşlanırlar.

 

 

Lena:- Daha başka bir şey.

 

 

Alya:- Pirinç keki! Dedi ve ayağa fırladı.

 

 

Ceylin:- Pirinç keki mi?

 

 

Alya:- Evet! Şöyle güzel görünümlü, lezzetli bir pirinç keki yapacağız onlara.

 

 

Ekin:- Mantıklı. Sonuçta bir erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer derler.

 

 

Alya:- Haydi kızlar kalkın çiçekli, renk renk pirinç kekleri yapacağız.

 

 

Alya, Lena ve Anka mutfağa geçtiler. Mutfak önlüklerini tajtılar üzerlerine. Malzemeleri de hazırladılar tezgahın üzerine. Kaşık sesleri filan geliyordu mutfaktan içeriye doğru. Belli ki hararetli bir çalışma vardı. Kızlar bu konuda gayet usta görünüyorlardı. Gayette iyi çalışıyorlardı. Sonunda güzel bir şey çıkacağa benziyordu ellerinden.

 

 

Ekin:- Pirinç keki hiç yemedim. Acaba güzel midir?

 

 

Ceylin:- Bilmem. Ben de hiç yemedim.

 

 

Mira:- Bir gün ayarlayıp bir kore kafesine götüreceğim sizi. Hep beraber bir şeyler yeriz.

 

 

Bahar:- İçinde ne olduğunu bilmediğim şeyleri yemem ben.

 

 

Mira:- Dün gittiğimiz kafede bizim gibi her şeyi yemeyenler için de yemekler yapıyorlar. Helal gıda yani.

 

 

Hazel:- Çok iyi! Gidelim yakın zamanda. Buraya geldik geleli hiç yemedik yemeklerinden.

 

 

Mira:- Ben dün yedim çok güzeldi.

 

 

Diğerleri ise mutfakta uğraşıyorlardı. Deyim yerinde ise kan ter içinde pirinç keki yapıyorlardı.

 

 

Anka:- Bunları yeyince bizi affedeceklerine emin misiniz?

 

 

Alya:- Kore filmlerinde öyle oluyordu. Kız erkek için pirinç keki yapar, erkek gözlerine baka baka, mutlu, aşk dolu bir halde keklerinden yer dedi romantik havaı yaşayarak ve yaşatarak.

 

 

Lena:- Han'ı hiç bu kadar ciddi görmemiştim. Çok kırdom onu.

 

 

Anka:- Ya Chan, yüzüme bakmıyordu bile. İnşallah yarın bakar. Ayy yarın okulda ne olacak çok merak ediyorum.

 

 

Lena:- Ben de.

 

 

Kızlar, pirinç keklerini pişirmişlerdi. Tabağa dizdiler tadımlık olanları ve oturma odasına geldiler.

 

 

Ceylin:- Ee ne yaptınız bakalım?

 

 

Lena:- İşte şaheserlerimiz! Dedi ve eliyle segiledi kızlara karşı keklerini.

 

 

Alya:- Tadına bakın diye size de getirdik. Kim keklerimizi tadan şanslı kişi olmak ister?

 

 

Ceylin:- Sağolun ben almayayım. Dedi ve kırlenti yüzüne kapattı.

 

 

Hazel:- Mide sağlığım ile oynayamam. Yemem onu.

 

 

Anka:- Ee yemezseniz kim söyleyecek tadını?

 

 

Ekin:- Kendiniz bakın. Biz sizin kobay fareleriniz miyiz?

 

 

Hazel:- Hiç!

 

 

Alya:- Kendimiz yaptığımız için tadı güzel gelecektir bize. Tarafsız bir yorum gerekli bize.

 

 

Bahar:- Yalana bak. Kendileri yememek için, bahane uyduruyorlar.

 

 

Hazel:- Aman kızlar. Sakın yemeyin.

 

 

Lena:- Bahaaaar! Hadi bak tadına nooolur. Dedi tatlılık ile kendini acındırma arası bir yüz ifadesi ile.

 

 

Bahar:- Asla.

 

 

Anka:- Tadına bakarsan eğer, sana bizden izin.

 

 

Bahar:- Ne izini?

 

 

Ekin:- Hakikaten ne izini bu?

 

 

Anka:- Birini dövme izni. Dedi kaşlarını kaldırıp indirerek.

 

 

Ekin:- Hayır!

 

 

Bahar:- Cidden mi? Bir olmaz ama. Üç kişi. Hayatımı tehlikeye attığıma değmeli değil mi?

 

 

Lena:- Üç olmaz. İki de anlaşalım.

 

 

Ekin:- Ya kızlar saçmalamayın.

 

 

BBahar:- İyi tamam. Kabul ediyorum. İki kişi döveceğim. Uzun zaman sonra.

 

 

Bahar'ı zor bela oturttular masaya. İstemeye istemeye gelse de sonunda kazanacağı şey için kobay olmaya değerdi Bahar için. Kızlar da masanın etrafına dizildiler. Lena, tabağı getirdi ve önüne koydu.

 

 

Lena:- Ye ve bize tadını söyle.

 

 

Hazel:- Bence buna değmezdi.

 

 

Mira:- Rahmetli adam dövmeyi çok severdi!

 

 

Ceylin:- Yol yakınken geri dön bence.

 

 

Bahar:- O çocuğa vurmaya çok ihtiyacım var! Anlayın beni

 

 

Ceylin:- Derdi belli oldu.

 

 

Bahar, pirinç keklerinden bir tane aldı.

 

 

Bahar:- Görünüşü güzel. Tadı da öyledir inşallah. Dedi ve ağzına attı.

 

 

Alya, Anka ve Lena gözünün içine bakıyorlardı olumlu bir cevap versin diye.

 

 

Bahar önce çiğnedi, sonra durdu. Kızlara baktı.

 

 

Lena:- Ee nasıl olmuş?

 

 

Bahar, kızlara bakmakla yetindi sadece.

 

 

Anka:- Konuşsana!

 

 

Bahar:- Hm!

 

 

Ceylin:- Sanırım son nefesini veriyor.

 

 

Anka:- Tuhaf tuhaf ses çıkarmasana. Hadi!

 

 

Lena:- Yut çabuk.

 

 

Bahar hemen yuttu lokmasını.

 

 

Alya:- Güzel olduğunu söyle gebertirim bak seni.

 

 

Lena:- Aynen. Bir sürü uğraştık.

 

 

Bahar, yutkundu son bir kez daha ve kızlara baktı acı dolu gözlerle. Sonrasında da bir nefes çekti güçlükle içine.

 

 

Bahar:- Çok güzel olmuş! Dedi incecik ve zorla çıkan bir ses ile.

 

 

Kızlar sevinmişlerdi.

 

 

Alya:- Yaşasın! Güzel olmuş. Haydi bunları çok şık bir kutuya koyalım.

 

 

Lena:- Ben de kutu var hem de kalpli dedi heyecan mutluluk karışık bir hâlde.

 

 

Anka:- Üçe böleceğiz unutmayın.

 

 

Üçü de mutfağa koştular. Pirinç keklerini kutuya koymak için.

 

 

Diğerleri eğilip Bahar'a baktılar. Ses çıkmıyordu.

 

 

Hazel:- Bahar, iyi misin?

 

 

Ceylin:- Cidden güzel mi olmuştu? Bahar konuşsana.

 

 

Bahar'dan ses yoktu.

 

 

Mira:- Konuşmuyor ya da konuşamıyor. Ambulans mı çağırsak acaba?

 

 

Ekin:- Sana yeme dedik ama.

 

 

Bahar'ın başı masanın üzerine düştü birden.

 

 

Ekin:- Minho'yu dövemeden öldü galiba.

 

 

Kızlar, okula gelmişlerdi. Bahçeye girerken Anka'nın gözü her zamanki yerinde kendisini bekleyen Bang Chan'ı aradı ama bu kez yoktu.

 

 

Anka:- Chan'ı gören var mı aranızda?

 

 

Lena:- Yok. Han'dan iz de yok.

 

 

Alya:- Nerede bunlar ya!

 

 

Lena:- Derse dakikalar var daha, sınıfta değillerdir. Bahçede bir yerdeler kesin.

 

 

Kızlar, pirinç keklerini vermek için erkekleri arıyorlardı. Anka, Alya ve Lena önden önden gidiyorlardı. Diğerleri ise arkadan geliyorlardı.

 

 

Mira:- Bahar, söylesene nasıldı tadı o pirinç şeysinin?

 

 

Hazel:- Akşamdan beri bir şey demedin.

 

 

Bahar:- Nasıl anlatayım size tadını? Böyle gece uyurken üzerinize karabasan çökerde kıpırdayamazsınız, kas katı kesilirsiniz ya, işte öyle bir şey. Boğazıma takıldı iki saat hareket edemedim. Felç indi sandım o nasıl bir şeydi anlamadım. Iyy. Hayatım gözümün önünden geçti resmen. O an gidip Minh'dan helallik istemeyi bile düşündüm.

 

 

Ekin:- O derece ha!

 

 

Bahar:- Valla o derece.

 

 

Ceylin:- Bir daha ne olduğu belli olmayan şeyleri yeme sende.

 

 

Ekin:- İyi de kızlara tadı çok güzel dedin.

 

 

Bahar:- Sizce kötü olmuş deme gibi bir şansım var mıydı? Başıma zebani gibi dikildiler. Bir de aksi bir cevabı duyabileceklermiş gibi bana tattırıyorlar.

 

 

Mira:- E şimdi o çocuklar bu keklerin tadına bakacaklar?

 

 

Hazel:- Hihh!

 

 

Bahar:- Bırak yesinler. Biraz eğleniriz. Dedi gülerek.

 

 

Hazel:- Saçmalama istersen. Ölsün mü çocuklar?

 

 

Bahar:- Sadece Minho tadım yapsa o da yeter . Tüh be kaçırdım keske bir kaç tane ayırsaydım.

 

 

Ekin:- Ölsün toptan kurtulayım diyorsun yani.

 

 

Bahar:- Sıkıysa gidip kızlara kötü olduğunu söyleyin. Parçalarlar sizi ona göre.

 

 

Hazel:- Kızların çemkirmesi mi? Çocukların zehirlenmesi mi?

 

 

Ceylin:- Ben çocukların zehirlenmesini tercih ederim.

 

 

Mira:- Galiba ben de.

 

 

Bahar:- Chan, Han ve Hyunjin düşünsün bundan sonrasını. Hayatta kalabilirlerse tabi.

 

 

Birden gülmeye başladılar.

 

 

Alya arkaya döndü:- Ne konuşuyosunuz siz orada?

 

 

Kızlar:- Hiiiç!

 

 

Hyunjin, etrafı yine kalabalıktı. Çevresinde toplanmış kızlarla konuşuyor, kahkaha atıyordu. Sohbet koyuya benziyordu. Bu kadar eğlendiklerine göre konu yine Alya idi.

 

 

:- Hyunjin, hala tavlayamadın mı şu Türk kızı.

 

 

:- Yoksa cazibeni kayıp mı ediyorsun?

 

 

Hyunjin:- Plan biraz aksadı diyelim. Merak etmeyin yakın zamanda koluma takıp gezeceğim okulun bahçesinde. Sizde göreceksiniz.

 

 

:- Belki de kız seni beğenmemiştir. Kabul et bence, senden etkilenmeyenlerde var.

 

 

Hyunjin:- Sence o kızın böyle bir şansı var mı? Beni beğenmeyecek. Güleyim bari.

 

 

:- Ben bilmem. İddianın sonunda alacağıma bakarım. Ya o kızı koluna takarsın, ya da bizi.

 

 

Hyunjin:- Üzülmeyin. İddiayı kayıpta etseniz ben sizin için birer gün sevgili olurum sizinle. Dedi kendi oldukça beğenerek.

 

 

Hazel:- Alya, senin ki ileride bak.

 

 

Alya karşıya baktı. Hyunjin'i görmüştü. Yanında ki kız topluluğunu da.

 

 

Lena:- Her gördüğümüzde çervresinde bir yığın kız var bu Hyunjin'in.

 

 

Ekin:- Okulun popüler çocuğu ne de olsa.

 

 

Alya:- Kızlar da içine düşecekler neredeyse.

 

 

Alya'nın bu cümlesinden buram buram kıskançlık kokusu geliyordu. Hatta bakışlarından da.

 

 

Mira:- Ne o kıskandın mı?

 

 

Alya:- Yok kıskanmak değil de sivri sinek gibi üşüşmüşler çocuğun başına.

 

 

Mira:- Çocuk buna müsait olmasa üşüşmezler canım.

 

 

Ceylin:- Bence de. Çok çapkın olduğu konusunda ki metini duyduk. Okul nüfusunun yüze doksan dokuzu Hyunjin hakkında böyle konuşuyor.

 

 

Alya:- Evet öyle söylüyorlar ama iyi bir kalbi var ben görebiliyorum dedi Hyunjin 'den ümitli. Biraz da onu korumak istemişti işte.

 

 

Bahar:- Ben neden göremiyorum acaba?

 

 

Alya:- Çünkü sen körsün.

 

 

Bahar:- Elin Koreli bebesi yüzünden arkadaşına kör mü diyorsun?

 

 

Alya:- Yok Hyunjin için demedim. Erkeklerde ki genel körlüğünden bahsediyorum.

 

 

Bahar:- Onları görmesem de olur.

 

 

Hazel:- Haydi git ver Hyunjin'in kekini de barışın artık.

 

 

Alya:- Tamam, ben gidiyorum. Kesin çok beğenecek kekimi. Dedi hevesle ve ilerledi.

 

 

Bahar:- Kesin beğenir ya kesin kesin!

 

 

Hazel:- Ayy ben keklerin durumunu unuttum ya! Dedi fısıldayarak Bahar'a.

 

 

Bahar:- Geçmiş olsun gitti bile.

 

 

Anka:- Haydi Lena, biz de gidip Han ve Chan'a bakalım.

 

 

Lena:- Tamam.

 

 

Lena ve Anka' da ilerlediler.

 

 

Ekin:- Kekler hedeflere doğru ilerliyordu.

 

 

Hazel:- Bence buraya ambulans çağıralım.

 

 

Bahar:- Bu keklerden sonra zaten nükleer araştırma ekibi gelir buraya merak etmeyin siz.

 

 

Ceylin:- Haydi gidip Hyunjin'in keki yedikten sonra ki haline bakalım.

 

 

Hazel:- Ben de merak ettim hadi bakalım.

 

 

Kızlar gülüşe dursunlar, Ekin'in deyimi ile kekler hedeflere doğru gidiyorlardı. Alya , Hyunjin'in yanına geliyordu.

 

 

:- Senin ki geliyor.

 

 

Hyunjin:- Gördüm.

 

 

:- O elinde ki de ne acaba?

 

 

Hyunjin, Alya'nın eline baktı. Kutuyu görmüştü.

 

 

Hyunjin:- Haydi gidin siz. Oyun başlasın.

 

 

Kızlar, Hyunjin'e el sallayıp gittiler. Giderken de kıskanç ve ters bakışlar atıp geçtiler Alya'nın yanından.

 

 

Alya:- Arkadaşlarını rahatsız ettim galiba. Beni görünce dağıldılar nedense. Sohbet koyuydu herhalde.

 

 

Hyunjin:- Sadece konuşuyorduk. Dedi etrafa bakınarak. Alya'ya küs olması gerekiyordu şu an. Trip zamanıydı.

 

 

Alya:- Hala küs müyüz?

 

 

Hyunjin:- Yoo.

 

 

Alya:- Haydi ama Hyunjin özür diledim ya.

 

 

Hyunjin:- Özür dilemek her zaman çözüm müdür? Yani, birini önce sapık, sonra da zorba olarak adlandırmak normal bir şey.

 

 

Alya:- Bin kere özür dilerim. Kalbini kırdım. Hatta kalbinizi kırdık. Pişmanım. Ne istiyorsun tek ayak üzerinde durmamımı? Dedi ve ayağını kaldırıldı havaya. Sonra duramadı ve sendeledi. Birden diğer ayağı yana doğru kaydı. Tam yere düşüyordu ki Hyunjin, hızlı davrandı ve Alya'yı belinden yakaladı. Düşmesini engellemişti onu tutarak. Birden hızla kaldırdı onu ve kendine doğru çekti. Birbirlerine bakıyorlardı. Alya utangaç, Hyunjin ise ondan etkilenmiş gözlerle bakıyordu. Bu karşılaşmalar, bakışmalar, düşerken tutmalar hiç hesapta yoktu Hyunjin için. Belki de ilahi adalet tecelli ediyor, Hyunjin kendi kurduğu tuzağa düşüyordu.

 

 

Bahar:- Anamm ne oluyor orada?

 

 

Ekin:- Gördüğün şey oluyor.

 

 

Hazel:- Yok artık. Sizce öpecek mi? Ay çok yakınlaştılar dedi heyecanla.

 

 

Bahar:- Başlatma öpücüğüne ne öpmesi.

 

 

Alya hızla geri çekildi:- Teşekkür ederim. Tuttuğun için. Dedi ve yere düşen kutuyu aldı.

 

 

Hyunjin, ona bakıyordu.

 

 

Alya:- Neyse ki bir şey olmamış. Dedi ve kutuyu alıp ayağa kalktı.

 

 

Hyunjin:- O nedir?

 

 

Alya:- Şey. Bu senin için. Dedi ve kutuyu uzattı Hyunjin'e.

 

 

Hyunjin:- Benim için mi? Dedi ve alıp içini açtı. İçinde ki pirinç keklerini görünce minik bir gülümseme belirdi yüzünde. Çok tatlı görünüyorlardı. Ama en güzeli Alya bunu kendisi için yapmıştı. Belki de kendisine değer veriyordu. İstemsizce ümitleniyordu bu konuda.

 

 

Hyunjin:- Çok güzel görünüyorlar. Sen mi yaptın.

 

 

Alya:- Evet. Siz şimdi yurtta filan kalıyorsunuz ya böyle şeyler yapan kimseniz yoktur. Tadına bakmak ister misin?

 

 

Hyunjin:- O kadar uğraşmışsın. Tadına bakmasam olur mu hiç. Dedi ve elini kutunun içinde ki keklere attı.

 

 

Ceylin:- Aman Allah'ım yiyecek galiba.

 

 

Mira:- Başımız sağolsun arkadaşlar. Sizleri tanımak güzeldi Stray Kids.

 

 

Bahar:- Dostlar sağolsun.

 

 

Hyunjin, keki alıp tam ağzına atıyordu ki birden karşısında kaş göz işareti ile "yeme" diyen kızları gördü. Yemeyi bırakıp onlara doğru baktı.

 

 

Alya:- Neden yemiyorsun?

 

 

Hyunjin:- Kızlar, bir şey diyorlardı sanki.

 

 

Alya:- Hangi kızlar? Dedi ve arkasına döndü. Kızlar ise hemen kendi önlerine dönüp bir şey konuşuyormuş gibi yaptılar

 

 

Alya:- Yoo. Bir şey demiyorlar.

 

 

Hyunjin:- Sanırım bana öyle geldi. Dedi ve keki ağzına attı. Çiğnemeye başladı. Çiğnedi, çiğnedi ve sonra durdu. Tamamen durdu.

 

 

Alya:- Hyunjin?

 

 

Bahar:- Aha bana olduğu gibi oldu sanırım.

 

 

Hazel:- Gözlerimizin önünde gidiyor dağ gibi çocuk.

 

 

Hyunjin öksürmeye başladı o an. Alya ise ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sırtına vurdu öksürdüğü için Hyunjin 'in.

 

 

Alya:- Hyunjin, iyi misin? Ayy ne oldu şimdi?

 

 

Mira:- Kızlar, çocuk ölüyor galiba. Koşun yardım edelim.

 

 

Kızlar, Alya ve Hyunjin'in yanına koştular telaşla. Cidden Hyunjin çok garip olmuştu. Öksürmekten kıpkırmızı kesilmişti. Boğazında ki lokma takılmıştı da bir türlü inmiyordu midesine. Hatta inemiyordu.

 

 

Ekin:- Ya çok kötü görünüyor. Kızlar, su yok mu?

 

 

Alya:- İyi fikir.

 

 

Mira, çantasından suyu çıkardı ve Alya'ya verdi. Alya'da içirmeye başladı Hyunjin'e.

 

 

Alya:- Hyunjin, iç suyu. Ay ne oldu sana birden? Bol bol iç.

 

 

Biraz olsun kendine gelebilmişti Hyunjin. Nefes aldı. Daha doğrusu nefes alabildi.

 

 

Hyunjin:- Ohh nefes alabildim sonunda. Ne yedim az önce ben?

 

 

Bahar:- Sana yeme diye işaret ettik o kadar. Dedi ağzından kaçırarak ve Alya'ya baktı.

 

 

Alya:- O ne demekmiş bakalım?

 

 

Bahar:- Iı, şeyy.

 

 

Alya:- Bahar konuş. Kek güzel oldu değil mi? Dedi ve adım adım Bahar'ın üzerine yürümeye başladı.

 

 

Bahar:- Güzellik göreceli bir kavramdır değil mi? Örneğin bana lezzetli gelen şey, ona gelmemiş olabilir. Dedi geri geri yürüyerek. Alya ise Bahar'ın üzerine gitmeye devam ediyordu.

 

 

Alya:- Kek, güzel olmuştu değil mi?

 

 

Bahar:- On üzerinden numaralandırırsak, dokuz veririm ben. Bir fare zehrine göre.

 

 

Alya:- Kek! Güzel olmuştu değil miiiii?

 

 

Bahar:- Bir lezzet şöleniydi.İnan bak hayatım da ilk defa böyle bir şey yedim. Öyle bir tat bıraktı ki tadı damağımda, daha da yemem.

 

 

Alya:- Bahar, güzeldi değil mi?

 

 

Bahar:- Cık! Dedi kaşlarını kaldırarak.

 

 

Alya:- Seni öldürebilirim. Gel buraya.

 

 

Bahar:- Ya hayır! Benim ne suçum var? Dedi ve kaçmaya başladı.

 

 

Alya:- Geeeel!

 

 

Bahar önde, Alya arkada kovalaşıyorlardı.

 

 

Hyunjin:- Çok koşarlar mı?

 

 

Ekin:- Muhtemelen sınıfta son bulur koşuşmaları. Sen iyi misin?

 

 

Hyunjin:- Ölümün kıyısından dönen biri olarak iyi sayılırım. Ovv ne tuhaf bir şeydi bu, kek. Kek olmayan kek.

 

 

Kızlar gülmeye başladılar.

 

 

Anka ise Bang Chan'ı kafede bulmuştu. Tek başına oturmuş bir şeyler içiyordu.

 

 

Anka:- Chan! Oturabilir miyim?

 

 

Bang Chan bakmadı kendisine. Bakmamak için kendini zor tuttu. Çok zor.

 

 

Bang Chan:- Elbette oturabilirsin.

 

 

Anka:- Hani barışmıştık? Yüzüme bakmayacak mısın?

 

 

Chan, Anka'ya döndü.

 

 

Bang Chan:- Benim sana bakmam çok mu önemli sanki senin için?

 

 

Anka:- Ne biliyorsun önemli olmadığını? Öyle olmasa, şu an yanında ne işim olur.

 

 

Bang Chan:- Vicdanını rahatlatmak için mesela. Ben de olsam, kalbini sebepsiz yere kırdığım birinin gönlünü almak için uğraşırdım. Senin için benim bundan başka bir anlam taşıdığımı sanmıyorum.

 

 

Anka:- Ama ben bunları senin için yaptım. Dedi ve kutuyu Chan'ın önüne doğru uzattı.

 

 

Bang Chan:- Bu nedir?

 

 

Anka:- Açsana.

 

 

Bang Chan, kutuyu açtı. İçerisinde özenle süslenmiş pirinç kekleri duruyordu.

 

 

Anka:- Bunlar senin için.

 

 

Bang Chan:- Benim mi?

 

 

Anka:- Hazır içeceğinde varmış. Tatlı niyetine yanında yersin. Kaynanan seviyormuş. Dedi kaynana kelimesini Türkçe kullanarak.

 

 

Bang Chan, Anka'ya baktı ne dediğini anlamak istercesine.

 

 

Anka:- Ayy afedersin. Türkçe bir deyim. Hazır bir yemeğin üzerine geldiğinde kullanırız genelde.

 

 

Bang Chan:- Kaynana?

 

 

Anka güldü:- Kayınvalide. Eşinin annesi.

 

 

Bang Chan:- Kayınvalidemden önce kızının sevmesi gerekecek galiba.

 

 

Anka, toparlandı hafiften.

 

 

Bang Chan:- Ben kekler için teşekkür ederim. Sonra yerim artık.

 

 

Anka:- Benimle küs olduğun için, yemek istemiyorsun anladım. Tamam. Seni zorlamayacağım barışman için. Dedi ve ayağa kalktı. Tam gidiyordu ki Bang Chan kolunu tuttu ve yanına çekti.

 

 

Bang Chan:- Yememi çok istiyorsan yerim.

 

 

Anka:- Yemenden çok benimle barışmanı istiyorum.

 

 

Bang Chan:- Barışmak istiyorsan barıştık zaten.

 

 

Anka tekrar oturdu sandalyeye

 

 

Anka:- Ne demek istediğimi biliyorsun Chan.

 

 

Bang Chan:- Söylediklerin ...

 

 

Anka:- Tamam ben bir aptalım. Söylediklerimde aptalcaydı. Oldu mu? Neden hala surat asıyorsun bana? Ayrıca, artık yüzüme bakarak konuş. Böyle duvara karşı konuşuyormuş gibi hissediyorum. Dedi şirinlik yaparak ve Chan'ın yanaklarından tutup kendine çevirdi. Gözlerine gözlerini dikti.

 

 

Anka:- Böylesi daha iyi. Dedi ama yaptığı şeyi bilinçli yapmamıştı. Bang Chan, gözlerine bakıyordu. Üstelik Anka'nın elleri de yanaklarında idi. O an ortada ne kalp kırıklığı ne de küslük kalmıştı. Zaten Anka ile konuşmak için bahane arıyordu Bang Chan. Küs kalamayacak kadar derin şeyler hissediyordu çünkü. Ama kalbi kırılmıştı bir kere. Ama şu an bütün sıkıntısı uçup gitmişti. Anka hemen toparlandı. Utanmıştı. Ellerini kucağında topladı. Başını hafiften eğdi.

 

 

Bang Chan:- Şu keklerin tadına bir bakalım. Ben de seni kırmayayım.

 

 

Anka hevesle döndü Bang Chan'a. Gülümsedi. Barışıyorlar mıydı ne?

 

 

Bang Chan ise kutuda ki pirinç keklerinden bir tanesini seçti ve aldı. Sonra bir ısırık aldı kekten. Anka beğeneceğinden emin ve hevesle, Bang Chan'a bakıyordu.

 

 

Bang Chan lokmasını çiğnemeye başladı ama bir süre sonra durdu. Anka'ya doğru baktı.

 

 

Anka:- Nasıl olmuş beğendin mi? Ben yaptım. Kendi ellerimle.

 

 

Bang Chan'ın yüzü çaresiz bir gülümseme ifadesi almıştı. Keki beğenmemişti evet ama kötü bir şey söyleyip, kalbini de kırmak istemiyordu Anka'nın. O kötü keklere rağmen iyi niyetli düşünüyordu.

 

 

Anka:-Ee bir şey demedin?

 

 

Chan:- Lezzetinden konuşamıyorum. Çççok beğendim. Eline sağlık. Harika olmuş. Dedi güçlükle. Ayrıca güçlükle yuttu ağzında ki lokmayı.

 

 

Anka sevinçle ellerini çırptı.

 

 

Anka:- Beğenmene çok sevindim. Ayy. Hadi biraz daha ye. Bak böylesini başka bir yerde bulamazsın. Dedi ve kutunun kapağını açtı.

 

 

Bang Chan:- Bulamayacağım kesin.

 

 

Anka:- Ne?

 

 

Bang Chan:- Şey yani. Bizim çocuklara da götüreyim de onlarda yesin. Dedi ve kutuya sarıldı.

 

 

Anka:- Hyunjin ve Han için bir kutu gitti bile.

 

 

Bang Chan:- Talihsiz arkadaşlarım benim.

 

 

Anka:- Ne diyorsun Chan?

 

 

Bang Chan:- Onlar ne kadar talihliler diyorum. Ben bunları diğerleri ile paylaşayım o zaman. Bizim birbirimizden ayrı boğazımızdan bir şey geçmezde.

 

 

Anka:- Öyle mi? Tamam. Ben sana yine yaparım. Sen götür bunu arkadaşlarına.

 

 

Bang Chan:- Zahmet etme sen.

 

 

Anka:- Barıştık değil mi? Gerçek barıştan söz ediyorum.

 

 

Bang Chan:- Tamam barıştık.

 

 

Anka gülümsedi:- Sevindim. Benimle küsme lütfen. Dedi ve ayağa kalktı. Sonra da gitti.

 

 

Bang Chan arkasından baktı. Sonra içeceğinden hızlıca içip, silkelendi.

 

 

Bang Chan:- Az önce ne yaşadım ben? Aıyy! Dedi titreyerek.

 

 

Alya, ve Bahar koşuşuyorlardı. Birden Anka onları gördü. Bahar, Anka'nın arkasına saklandı.

 

 

Alya:- Bahar, gel buraya.

 

 

Bahar:- Anka kurtar beni şundan.

 

 

Anka:- Ne oluyor size?

 

 

Alya:- O ne yaptığını biliyor. Dur bir dakika. Sen kekleri Chan'a verdin mi?

 

 

Anka:- Evet. Az önce yedi.

 

 

Bahar:- Hihh! Yaşıyor mu peki?

 

 

Anka:- E yani. Bi dakika, One demek?

 

 

Bahar:- Git bir daha bak. Hayatta olmayabilir çünkü.

 

 

Anka:- Ne olduğunu anlatacak mısınız?

 

 

Alya:- Sevgili arkadaşlarımız, bizim fare zehirinden hallice keklerimize, çok güzel oldu dedi. Olmadığı halde. Üstelik, Hyunjin o kekten yedi ve çocuk gözümün önünde diğer tarafa gidip geldi.

 

 

Anka:- Ne? Bahar!

 

 

Bahar:- Tepemde güzel olmuş de diye baskı yapmasaydınız gerçeği söyleyecektim.

 

 

Anka:- İyi ama Chan çok güzel olduğunu söyledi.

 

 

Bahar:- Demek ki her bünyede hemen tesir etmiyor!

 

 

Alya:- Yok artık. Çocuk nezaket gösterip, güzel olduğunu söylemiş işte.

 

 

Anka:- Ah canım. Tadı kötü olduğu halde yedi o keki.

 

 

Bahar:- Ah canım derken?

 

 

Anka:- Yani, öylesine dedim. Bu arada adam dövmeyi unut Bahar.

 

 

Bahar:- Ya bana ne söz verdiniz ama!

 

 

Alya:- Sana doğruyu söyle dedik. Rezil olduk çocuklara. Bizi beceriksiz kızlar zannedecekler.

 

 

Bahar:- Ölmediklerine dua etsinler. Bu arada başka kim yiyecekti bu keklerden?

 

 

Birden üçü de birbirine baktılar:- Han!

 

 

Anka:- Gidip Lena Han'ı bulmadan biz Lena'yı ve kekleri bulalım.

 

 

Han, bahçede idi. Etrafındaki kızlarla sohbet ediyordu. Neşeli bir kişiliği olduğu için, insanlar onun yanında olmayı seviyorlardı. Özellikle de kızlar. Bu nedenle okulun popüleritesi yüksek öğrencilerinden biriydi.

 

 

Lena, etrafına bakına bakına geziniyordu bahçede. Birden Han'ı gördü. Etrafındaki kızları da.

 

 

Han' da Lena'yı fark etmişti. Ona doğru baktı fakat başını geri çevirdi. Zorba diye itham edilmek zoruna gitmiş, kalbi kırılmıştı. Lena ile iletişime geçmeyi ertelemişti bu yüzden.

 

 

Lena:- Beyefendi, benimle küs ama çokta umurunda değil galiba. Keyfi gayet yerinde. Dedi ve elindeki kutuya sarıldı. Tam arkasına dönmüş gidiyordu ki o an bir öğrenci gelip çarptı ona. Lena sendeledi ve yere düştü. Elinde ki kutu açılıp yere dağıldı onca kek.

 

 

:- Özür dilerim, çok özür dilerim.

 

 

Lena başını kaldırıp çocuğa baktı. Çocukta Lena'ya.

 

 

:- Ama sen o kızsın!

 

 

Lena:- Sen de o. Senin beni ezmeye niyetin var galiba.

 

 

Birden ikisi de gülmeye başladılar. Çünkü bu çocuk geçen gün de Lena'ya çarpan çocuktu.

 

 

:- Aaa hayır. Bu nasıl bir şey anlamadım. İki oldu.

 

 

Lena:- Ben de.

 

 

Han ise onları fark etmişti. En çok da Lena ile o çocuğun birbirine bakıp gülüşmelerine takılmıştı. Hafiften toparlandı yanlarına gitmek için.

 

 

:- Olamaz, keklerini de dağıttım. Hemen toplarım şimdi. Dedi ve pirinç keklerini kutunun içine toplamaya başladı.

 

 

Lena:- Sorun değil. Zaten boşuna yapılmışlardı.

 

 

:- Çok güzel görünüyorlar, sen mi yaptın?

 

 

Lena:- Evet. Yemene izin verirdim ama yere düştüler.

 

 

:- Benim hatam ama söz veriyorum bunlardan sana getireceğim.

 

 

Lena:- Hayır gerek yok. Dediğim gibi önemli değil.

 

 

:- Getirmek istiyorum. Lütfen.

 

 

Lena gülümsedi:- Ahh oturup kaldık yerde.

 

 

:- Lütfen kaldırmama izin ver. Dedi ve bir eliyle elinden, bir eliyle de kolundan tuttu çocuk Lena'nın. Han, bir kere daha toparlandı ve ayaklandı. Konuşmama kararı iptal olacağa benziyordu kıskançlığı yüzünden.

 

 

Han:- Lena ne konuşuyor o çocukla öyle? Şuna bak elinden de tuttu. Diye düşündü. Yanında ki kızları duymuyordu artık. Lena ve o çocuğa odaklanmıştı.

 

 

Lena:- Teşekkür ederim.

 

 

:- Geçen sefer özür dileyememiştim doğru düzgün.

 

 

Lena:- Gerçekten önemli değil. Olur böyle şeyler.

 

 

:- Olur mu gerçekten? İki kere gelip sana çarpmam tesadüf mü? Koskoca okulda çarpacak başka kız yokmuş gibi. Dedi gülerek.

 

 

Lena başını eğdi utanarak.

 

 

:- Bence bu bir işaret.

 

 

Lena:- Ne işareti?

 

 

:- Senden tam anlamıyla özür dilemem için.

 

 

Lena gülümsedi:- Ha öyle.

 

 

:- Birde, seni unutmamam gerektiğinin.

 

 

Lena:- Şeyy. Ben gideyim artık. Dedi ve tam gidiyordu ki çocuk onu durdurdu.

 

 

:- Benim adım, Taeyong. Senin ki?

 

 

Lena:- Ben de Lena.

 

 

Taeyong gülümsedi:- Pirinç keklerini unutmayacağım Lena.

 

 

Lena:- Tamam! Dedi gülümseyerek ve sınıfa doğru ilerledi.

 

 

Han, yumruğunu sıktıkça sıkıyordu. Onun gibi neşeli birinin bu hale gelmesinin tek bir sebebi vardı. O da kıskançlık. Han, Lena'yı ciddi anlamda kıskanmaya başlamıştı.

 

 

Lena sınıfa gelmişti. Arkasından koşarak girdiler kızlar sınıfa.

 

 

Anka:- Lena, burdaymışsın.

 

 

Lena:- Evet yeni geldim. Sizdeki bu telaşta ne böyle?

 

 

Alya:- Sevgili arkadaşımız Bahar, iğrenç olan keklerimize güzel demiş. Hyunjin ve Bang Chan, mide fesadı geçirmek üzerelerdi.

 

 

Lena:- Ne?

 

 

Mira:- Yoksa, Han yedi mi o kekleri?

 

 

Bahar:- En önemlisi hayatta mı?

 

 

Lena:- Yok yemedi. Çünkü vermedim. Çocuğun biriyle çarpışınca hepsi yere döküldü.

 

 

Bahar:- Ben şans diye buna derim.

 

 

Ceylin'in aklına bir şey geldi o anda. Harika fikirlerinden birini Changbin 'in üzerinde uygulayacaktı.

 

 

Ceylin:- Kızlar, o keklerden kaldı mı?

 

 

Hazel:- Hyunjin'in yiyemedikleri var. Ne oldu ki?

 

 

Ceylin:- Aklıma harika bir fikir geldi. Dedi ve Bahar ile birbirlerine baktılar.

 

 

Bahar:- Yok hayır. Ceylin, yazık çocuğa.

 

 

Ceylin, Alya'nın elinden aldı kutuyu ve koridorda Changbin'i aramaya başladı.

 

 

Ceylin:- Nerede bu çocuk? Hadi ama neredesin?

 

 

Birden arkasında Changbin belirdi.

 

 

Changbin:- Ne o beni mi arıyorsun?

 

 

Ceylin:- Hayır yeni sevgilimi.

 

 

Changbin:- Bakıyorumda vakit kaybetmiyorsun.

 

 

Ceylin:- Aşk hayatım sadece beni ilgilendirir.

 

 

Changbin:- Nerede yeni sevgilin ben de tanışayım. Galiba çocuk senden korkup saklanmış bir yere. Bunu da kaçırdın herhalde.

 

 

Ceylin:- Onları kaçıran ben değilim sensin bir kere. Hem bu seferki benim marifetim ile de tanışacak. Ona pirinç kekleri yaptım. Şanslı çocuk. Hem güzel, hem becerikli bir sevgilisi olduğu için çok mutlu olacak. Bak, nasıl görünüyorlar ama? Dedi ve kutunun ağzını açıp kekleri Changbin'e gösterdi.

 

 

Changbin:- Bunları ona mı yaptın?

 

 

Ceylin:- Evet.

 

 

Changbin, elinden aldı kutuyu Ceylin'in.

 

 

Ceylin:- Hey ne yapıyorsun?

 

 

Changbin:- İlk önce ben bakayım tadına senin şu pirinç keklerinin.

 

 

Ceylin:- Changbin verir misin şunu bana. Senin değil o.

 

 

Changbin:- İçinde bir sürü var, ne var birini yesem sanki?

 

 

Ceylin:- Sevgilimin onlar!

 

 

Changbin, kutunun içinden bir tane aldı ve ağzına attı. Çiğnemeye başladı. Yüzünde memnuniyetsizliğine dair hiç bir belirti yoktu. Tam aksine gülümseyerek yiyordu pirinç kekini.

 

 

Ceylin:- Ne yaptın ya!

 

 

Changbin:- Hmm. Güzel olmuş.

 

 

Ceylin:- Ne? Beğendin mi?

 

 

Changbin:- Tabii ki de beğendim. Çok güzel olmuş haklıymışsın. Bunları ben yerim sevgilin yemesede olur.

 

 

Ceylin:- Nasıl ya? Şimdi güzel mi olmuş bu?

 

 

Changbin:- Evet dedimya.

 

 

Ceylin:- Ama senin bunu yeyince böyle boğuluyor gibi olup, can çekişmen filan gerekiyordu. Yani, diğerlerine öyle olmuştu. Ne demek beğendim? Güzel mi şimdi bu?

 

 

Changbin:- Aptal mısın sen? Güzel diyorum sana.

 

 

Ceylin:- Allah Allah! Dur bir de ben bakayım tadına.

 

 

Changbin geri çekti kutuyu.

 

 

Changbin:- Hayır bunlar benim.

 

 

Ceylin:- Şuna bak ya, benim kurabiyelerimi bana vermiyor. Versene!

 

 

Changbin:- Hayır diyorum.

 

 

Ceylin:- Changbin, ver!

 

 

Changbin:- İyi al bir tane ama bir tane.

 

 

Ceylin:- Nasıl goluyorda güzel oluyor bunun tadı?

 

 

Ceylin, bir tane aldı pirinç kekinden ve ısırdı. Birden donup kaldı. Lokmayı ağzında çeviremiyordu bir türlü. Yutmak istedi ama nefesi kesilmişti.

 

 

Changbin güldü:- Eee tadı nasıl?

 

 

Ceylin, öksürmeye başladı.

 

 

Changbin:- Boğazına mı durdu? Dur sırtına vurayım. Dedi ve sırtına vurdu Ceylin'in.

 

 

Ceylin:- Seni öldürebilirim. Bunu bilerek yaptın değil mi? Dedi güçlükle.

 

 

Changbin, avucunun içinde sakladığı pirinç kekini gösterdi.

 

 

Changbin:- Biz buna ava giderken avlanmak diyoruz.

 

 

Ceylin:- Bir su ver bari!

 

 

Changbin:- Gel buraya gel. Dedi ve koluna girip sınıfa götürdü onu. Ceylin öksürüyordu hala.

 

 

Hazel:- Ceylin, iyi misin?

 

 

Changbin:- İyi iyi. Merak etmeyin. Dedi ve elinde ki kek kutusunu sıranın üzerine bıraktı.

 

 

Lena:- Keki Ceylin mi yedi yoksa?

 

 

Changbin güldü:- Aynen öyle. Dedi ve çantasından suyunu çıkarıp Ceylin'e içirdi. Ceylin rahat bir nefes almıştı.

 

 

Ceylin:- Bunu yanına bırakmayacağım haberin olsun.

 

 

Changbin:- Aptal minik kuş. Sen ne zaman istersen, ben hazırım.

 

 

Ceylin:- Sensin aptal. Görürsün sen görürsün!

 

 

Ekin:- Haydi Ceylin, yerimize geçelim artık.

 

 

Changbin hala gülüyordu.

 

 

O anda sınıfa Jaemin geldi. Bahar ile konuşmaya. İttifak konuşmaları devam edeceğe benziyordu. Hani şu Minho'ya karşı birlik olma durumu. Vazgeçeceğe benzemiyordu bu işten.

 

 

Jaemin:- Bahar!

 

 

Mira:- Geldi seninki.

 

 

Bahar:- Mira! Dedi uyarırcasına.

 

 

Jaemin:- Seninle konuşmak istediğim bir konu var.

 

 

Bahar:- Ama birazdan ders başlayacak.

 

 

Jaemin:- Doğruya saati fark etmemişim. Ders bitince olur mu?

 

 

Bahar:- Konu neydi ki?

 

Jaemin:- Gelince öğrenirsin. Dedi ve o an masanın üzerinde duran pirinç keklerini gördü.

 

 

Jaemin:- Bunlar pirinç keki mi?

 

 

Bahar:- Evet. Biz yapmıştık.

 

 

Jaemin:- Öyle mi? Sen yaptıysan eminim güzel olmuştur. Dedi ve içinden bir tane alıp ağzına atıverdi.

 

 

Bahar:- Dur yeme!

 

 

Anka:- Artık çok geç!

 

 

Alya:- Yedi bile.

 

 

Jaemin'de pirinç keklerinden nasibini almıştı. Ağzına atar atmaz, öksürmeye başladı. Nefes alamadığını ima etmeye çalışıyordu işaretlerle.

 

 

Lena:- Ay gidiyor çocuk! Böyle mi oluyor yiyenlerde?

 

 

Jaemin:- Boğazıma takıldı. Dedi güçlükle.

 

 

Ekin:- Aynı belirtiler. Yardım edin çocuğa.

 

 

Bahar, Jaemin'in arkasına geçti ve sırtına vurmaya başladı.

 

 

Changbin:- Ona yardım etmesenizde olur.

 

 

Ceylin:- Saçmalama Changbin, çocuk gidiyor göz göre göre.

 

 

Ekin:- Bahar şey yap. Belinden sarılıp midesine baskı yap.

 

 

Bahar:- Ben mi?

 

 

Ekin:- Yapsana, çocuk ölecek.

 

 

Bahar, Ekin'in dediğini yaptı. Jaemin'in arkasından sarılıp, midesine baskı yaptı.

 

 

O anda Stray Kids'in diğer üyeleri de sınıfa girdiler. Bahar ve Jaemin'i o halde gördüler. Onlara bakıyorlardı.

 

 

Hyunjin:- Bahar ve Jaemin ha!

 

 

Minho:- Ne oluyor burada böyle?

 

 

Bahar, Jaemin'in arkasından başını uzatıp baktı Minho'ya. Sonra Jaemin'e ve kendi hâline baktı. Evet bildiğin sarılıyordu şu an. Jaemin ise Bahar'ın bu hareketinden sonra kendine gelebilmişti güçte olsa.

 

 

Minho:- Size diyorum ne bu hâl sarmaş dolaş? Sen, bu sınıfa giremezsin.

 

 

Bahar:- Az önce ne yaptım ben? Dedi ve Jaemin'e baktı.

 

 

Jaemin:- Buraya Bahar için geldim.

 

 

Minho:- Belli oluyor.

 

 

Bahar:- Durum göründüğü gibi değil.

 

 

Changbin:- Minho, Bahar doğru söylüyor. Anlatırım sonra.

 

 

O anda sınıfa öğretmen girdi. Jaemin onu görünce çıktı sınıftan. Minho ile birbirlerine meydan okuyan bakışlarla hemde.

 

 

Herkes sırasına geçmişti. Bahar kurabiye kutusunu Mira'ya uzattı.

 

 

Bahar:- Şunu bir an önce yok edelim yoksa gerçekten birinin katili olacağız.

 

 

Mira:- Aynen ya! Biyolojik silah gibi iki dakikada milleti pert etti. Dedi ve alıp sıranın altına koydu.

 

 

Öğretmen dersi anlatmaya başlamıştı.

 

 

Minho, Bahar'a bakıyordu. Bahar başını çevirdi ve kendisine bakan Minho'yu gördü.

 

 

Bahar:- Ne var? Diye fısıldayarak başını salladı.

 

 

Minho elleri başı ve bakışları ile kısacası işaret diliyle " Onun ne işi var bu sınıfta?" diye sordu.

 

 

Bahar'da işaret diline geçti.

 

 

" Ne bileyim ben mi çağırdım?"

 

 

Artık her ikiside vücut hareketleri ile konuşuyorlardı.

 

 

" Sarmaş dolaştınız ama. Aşkınızı gözümüze sokmak zorunda mısınız?"

 

" Ne aşkı ya?"

 

 

Herkes onlara bak bakmaya başlamıştı.

 

 

Bang Chan:- Ne yapıyor bunlar?

 

 

Han:- Kavga ediyorlar galiba.

 

 

Hyunjin:- Çok komikler. Dedi sessizce gülerek.

 

 

" Çok seviyorsan onun sınıfına gidersin. Git orada sarıl"

 

 

" Saçmalama. Hem gitmek istiyorsan sen gidebilirsin. Sıkılan çıksın"

 

 

Ekin:- Sohbet koyu galiba.

 

 

Mira:- Yakında telepati yoluyla kavgaya edecekler.

 

 

" O çocuk buraya gelmeyecek. Bir daha görürsem yumruklarıma hakim olamam ona göre"

 

 

"Geliyorsa bana geliyor sana ne oluyor?"

 

 

"Gelmeyecek!"

 

 

"Gelecek!"

 

 

"Gelmeyecek!"

 

 

Birden Bahar ve Minho kendilerine bakan öğretmenlerini gördüler. Nihayet fark edebilmişlerdi.

 

 

:- Tartışmanız bitti mi?

 

 

Bahar ve Minho:- Şeyy.

 

 

:- Sizin bu anlaşmazlığınız ne olacak gerçekten merak ediyorum.

 

 

Han:- Bizde.

 

 

Felix, Han'ı dürttü arkadan.

 

 

Bahar ve Minho başlarını öne eğdiler.

 

 

:- Sizi bir daha kavga ederken görürsem, bir ceza düşünmek zorunda kalacağım haberiniz olsun. Şimdi derse odaklanın lütfen.

 

 

Teneffüs vaktiydi. Minho ve Bahar birbirine bakıyorlardı ters ters.

 

 

Seungmin, Mira'nın yanına geldi.

 

 

Seungmin:- Bu gün nasılsın Kıvırcık?

 

 

Mira:- Kıvırcık mı?

 

 

Seungmin:- Saçların öyle ya!

 

 

Mira gülümsedi:- Anladım.

 

 

Seungmin:- Sana bu şekilde hitap etmeme kızdıysan eğer...

 

 

Mira:- Sorun yok. Ailemde aynı şekilde seslenirlerdi bana.

 

 

Seungmin:- Ee planda sırada ne var? Bu gün ne yapıyoruz?

 

 

O anda Hyun Jung sınıfa girdi. Seungmin'in fotoğraf kulübünden öğretmeni ve Mira ile birbirlerini tanıma süreci olduğu kişi.

 

 

Hyun:- Bu gün izin verirsen Mira benimle olsun.

 

 

Seungmin arkasına döndü. Sinir olmuştu onun aniden yanlarında belirmesine. İşte biraz da Mira ile fazlaca ilgilenmesi vardı.

 

 

Mira:- Bay Hyun!

 

 

Hyun:- Bay Hyun mu? O da ne demek öyle?

 

 

Mira:- Yani, öğretmen olduğunuz için.

 

 

Seungmin, başını çevirdi diğer tarafa.

 

 

Hyun:- Bay kelimesi aramıza mesafeden başka bir şey koymuyor. Ben ise seninle aramda mesafe istemiyorum.

 

 

Mira:- Peki. Dedi kısık bir ses ile.

 

 

Lena:- Bu Bay Hyun, çok yakışıklı değil mi sizce de? Dedi fısıldayarak.

 

 

Ceylin:- Valla öyle. Mira ile de ilgileniyor galiba. Yoksa burada ne işi var?

 

 

Alya:- Bencede.

 

 

Hyun:- Okul çıkışında bir şeyler yapmaya ne dersin?

 

 

Seungmin:- Biz birlikte bir şeyler yapacaktık.

 

 

Hyun:- Öyle mi?

 

 

Seungmin:- Evet. Dedi ve Mira'ya baktı. Konuşmasını istercesine.

 

 

Mira:- Başka zaman vakit ayırayım size.

 

 

Hyun:- O zaman bu teneffüs beraber dolaşalım bari bunu çok görme.

 

 

Mira:- Tabi, olur. Dedi ve Hyun ile birlikte dışarı çıktılar.

 

 

Seungmin, o an sıraya vurdu yumruğunu. Kızlar hep birden sıçradılar.

 

 

Felix, kaş göz işareti yaptı Seungmin'e " Ne oluyor? " diye sordu.

 

 

Seungmin ise sinirle çıktı sınıftan. Bu kızların dikkatini çekmişti. Hatta sınıftaki herkesin.

 

 

Bahar:- Ne oluyor bu çocuğa?

 

 

Alya:- Nasıl vurdu sıraya gördünüz mü?

 

 

Minho ve Han peşinden gittiler, Seungmin'in. Seungmin ise hızla yürürken birden karşısına Dahyun çıktı.

 

 

Dahyun:- Seungmin, seninle konuşabiliriz miyiz?

 

 

Seungmin:- Şimdi değil Dahyun! Dedi ve hızla yürüyüp geçti yanından.

 

 

Han:- Az önce gördüğümü sen de gördün mü?

 

 

Minho:- Dahyun ile ilgilenmeden yürüyüp geçip gitti!

 

 

Han:- Çok garip. Sence Seungmin, Mira'ya karşı bir şeyler mi hissediyor?

 

 

Minho:- Bir şeyler değil, çok şey hissediyor gibi geldi bana.

 

 

Mira ve Hyun ise koridorda yürürken sohbet ediyorlardı.

 

 

Hyun:- Neden benimle sizli bizli konuşuyorsun? Bana bu şekilde hitap etmeni istemiyorum.

 

 

Mira:- Sonuçta siz bir öğretmensiniz. Ben de bir öğrenci. İster istemez bu şekilde konuşuyorum.

 

 

Hyun:- Bir öğretmen olabilirim ama senden büyük biri değilim. Öğretmen olmam bir engel mi bizim için? Senin için meslekten istifa edebilirim dedi gülerek.

 

 

Mira:- Ne? Aa hayır!

 

 

Hyun:- Şaka yapıyorum merak etme. İyle bir niyetim yok.

 

 

Mira gülümsedi. Aynı şekilde Hyun'da.

 

 

Hyun:- Fotoğraf kulübüne gelirsin diye bekledim ama gelmedin.

 

 

Mira:- Vakit olmadı. Dersler filan bayağı ağır geçiyor.

 

 

Hyun:- Anladım. Yine de seni daha sık görmekistiyorum. Böyle sadece okul koridorlarında yürüş yapmak istemiyorum.

 

 

Bu arada koridorda ki kızlar da onlara bakıyorlardı. Herkesin hayalini süsleyen yakışıklı genç öğretmenin bu Türk kızı ile ilgilenmesi kıskançlık vericiydi doğrusu.

 

 

Mira:- Ben bir öğrenciyim ve pek vaktim olmuyor dışarıda gezmek için. Çok nadir çıkıyorum.

 

 

Hyun:- O nadir günlerinden birini benim için ayırırsan çok mutlu olurum. Çünkü beni tanımanı istiyorum.

 

 

Mira:- Ya siz?

 

 

Hyun:- Sen.

 

 

Mira:- Pekala sen. Sen beni tanımadan mı bir yola çıkmak istiyorsun? Bu yanlış değil mi?

 

 

Hyun:- Ben seni yıllardır tanıyorum zaten.

 

 

Mira:- Nasıl yani?

 

 

Hyun:- Benim için verilmiş ikinci bir şanssın diyebilirim. İleride anlatırım sana.

 

 

Hyun'un bu hali, tavrı hatta bu sözleri Mira'yı rahatsız ediyordu aslında. Garip bir şeydi sen benim ikinci şansımsın cümlesi. İster istemez şüphe ile bakmasına neden oluyordu Mira'nın Hyun'a. Aslında bu yüzden hemen sevgili olmamıştı onunla. Kendisinde şüpheler uyandırdığı için.

 

 

Mira:- Ben, şey soracaktım. Geçen gün ki sergide ki o fotoğraf. Bana benzeyen. Onu nasıl çektin? Montaj filan mı?

 

 

O anda ders zili çaldı. Mira, içinde ki huzursuzluk için bir cevap alıp biraz daha rahatlayabilirdi ama olmamıştı. Sorunun cevabı biraz bekleyecekti galiba.

 

 

Hyun:- Bunu da buluştuğumuzda konuşalım olur mu? Şimdi dersini kaçırma.

 

 

Mira:- Ben gideyim o zaman. İyi günler.

 

 

Hyun:- Sanada.

 

 

Mira sınıfa girdi. Yerine oturdu. Kızlar ona bakıyorlardı.

 

 

Mira:- Ne bakıyorsunuz?

 

 

Ceylin:- Kim bu yakışıklı?

 

 

Mira:- Seungmin'in fotograf kulübünden öğretmeni.

 

 

Ekin:- Bizim neden haberimiz yok?

 

 

Seungmin, sırasında Mira'ya bakıyordu. Hyun ile ilgili konular kendisini ilgilendirmese bile, acayip bir şekilde merak ediyordu. İşin garibi şu an Mira ile ilgilendiği için aklına Dahyun gelmiyordu bile. Mira varken aklını hiç bir şey meşgul etmiyordu. Ama kendisi bunun farkında değildi.

 

 

Mira:- Beni tanımak istediğini söyledi. Benimle ilgileniyor.

 

 

Bahar:- Kimin nesiymis bu? Herkese pas vermeyin. Dedi kızarak.

 

 

Mira:- Dedimya henüz tanıma aşaması.

 

 

Bahar:- Niyetin ne niyetin?

 

 

Mira:- Eğer seversem erkek arkadaşım olabilir diye düşünüyorum.

 

 

Lena:- Sevdin mi peki?

 

 

Mira:- Bilmem, hoş çocuk. Ama bana şey diyor. Beni yıllardır tanıdığını. Sizce aşk mı bu?

 

 

Bahar:- O ne demek öyle? Nerede görmüşte tanıyormuş?

 

 

Hazel:- Anlasana mecaz anlamda. Yıllardır beklediğim kız sensin demek istemiş bence.

 

 

Lena:- Yaa çok romantik.

 

 

Bahar:- Kore'ye geldiniz geleli kısmetiniz açıldı herhalde. Bu ne ya? Her yerden erkek fışkırıyor?

 

 

Ceylin:- Türkiye'de de durum aynıydı bir kere.

 

 

Bahar:- Türkiye'de ki gibi suikast yapmamı istemiyorsanız doğru durun.

 

 

Anka:- Aa şuna bak kendi Jaemin'inden hiç bahsetmiyor.

 

 

Alya:- Hiç!

 

 

Bahar:- O benim filan değil.

 

 

O anda öğretmen sınıfa girdi. Herkes toparlanmıştı. Mira'nın Hyun konusu da yine yarım kalmıştı. Bu Hyun belirsizliği bir süre devam edecekti anlaşılan. Hatta Seungmin 'in içten içe Mira'yı Hyun'dan koruma duygusu da.

 

 

Okul bitimiydi. Hazel, Kuki'nin yanına gidecekti. Felix'in ortada olup olmadığına baktı. Onunla ve sevgilisi ile orada karşılaşmak istemiyordu.

 

 

Lena:- Felix, senin, köpeğinin yanına gitmeni istemiyor mu? Neden gizli gizli gidiyorsun?

 

 

Hazel:- Öyle bir şey demedi ama ben yine de o varken gitmek istemiyorum.

 

 

Ekin:- Kız arkadaşı yüzünden değil mi? Gitme oraya o zaman. Kuki'ye bakanlar var nasılsa.

 

 

Hazel:- İçimin rahat etmediği bir şeyler var kızlar. Bir şeyler sürekli gidip Kuki'ye bakmam gerektiğini söylüyor. Altıncı his gibi bir şey işte.

 

 

Mira:- Haydi git bakalım o zaman. İçin rahat etsin. Biz seni bekliyoruz burada.

 

 

Hazel, köpeğin yanına gitti.

 

 

Ceylin ise Bahar'a fotoğrafını çekmesi için yalvarıyordu bir kenarda.

 

 

Ceylin:- Lütfen Bahar videomu çek, instagrama koyacağım.

 

 

Bahar:- Bana ne ya. Git kızlar çeksin.

 

 

Ceylin:- Ama onlar güzel çekemiyorlar. En güzel sen çekiyorsun lütfen arkadaşım.

 

 

Bahar:- Videonu çekmeden rahat bırakmayacaksın değil mi?

 

 

Ceylin:- Evet.

 

 

Bahar telefonunu çıkardı.

 

 

Bahar:- Beni de fahri fotoğrafçın ilan ettin ya helal olsun.

 

 

Ceylin:- Aklıma ne geldi bak. Hazel'in köpeği varya onunla videomu çeksene benim.

 

 

Bahar:- Hazel'in köpeği mi? Kız zaten kaçak göçek gidiyor köpeğin yanına, bir de biz mi gideceğiz?

 

 

Ceylin:- İki dakikacık ne olacak sanki. Hem hayvanlarla fotoğraf yükleyen kızları erkekler daha ilgi çekici buluyorlar.

 

 

Bahar:- Erkekler mi?

 

 

Ceylin:- Erkekler için değil. Doğal duruyor ondan. Dedi lafı çevirerek.

 

 

Bahar:- İyi hadi gidip çekelim senin videonu da kurtulayım.

 

 

Ceylin:- Kamerayı açık tut her an güzel bir fikir gelebilir aklıma.

 

 

Bahar:- Çabuk ol şarjım senin video fikirlerine dayanamayabilir.

 

 

Ceylin:- Hihh hadi çabuk o zaman.

 

 

Anka ve Ekin onlara gülüyorlardı.

 

 

Anka:- Bahar'ın Ceylin'e hayır diyememesi çok komik değil mi?

 

 

Ekin:- Bahar hepimize karşı böyle. Ama o olay yüzünden, Ceylin 'i kırmamaya çalışıyor hep.

 

 

Anka:- O olay. Ceylin 'in erkeklere daha yakın, Bahar'ın da düşman olmasını sağlayan o olay. Hatta benimde hep kendimi suçlu hissetmemi sağladı.

 

 

Ekin:- Senin bir suçun yoktu biliyorsun.

 

 

Anka:- Neyse, bu konuyu hiç açmamak daha iyi olacak.

 

 

 

Hazel ise Kuki'nin yanına geliyordu. Birden ileride Ji Su'nin Kuki ile ilgilendiğini gördü. Yalnız bu ilgilenmek gibi değildi. Hayvancağız, korkudan kenara sinmiş, Ji Su'nun azarlamalarına maruz kalıyordu.

 

 

Hazel:- Ne oluyor orada? Hey, ne yapıyorsun sen?

 

 

O anda arkadan Ceylin ve Bahar gelmişlerdi. Hazel'i köpeğin yanına koşarken gördüler.

 

 

Ceylin:- Hazel neden koşuyor öyle? Kuki'ye bir şey mi oldu?

 

 

Bahar:- Bilmiyorum, o kız bir şey yapıyor gibi gördüm.

 

 

Ceylin:- Ortalık karışacak gibi. Gel biraz daha yaklaşalım.

 

 

Bahar:- Tamam.

 

 

Ji Su:- Ne biçim köpeksin sen ha! Yemeğini ye defol git yuvana.

 

 

Hazel:- Sen ne yaptığını zannediyorsun? Neden ona böyle davranıyorsun?

 

 

Ji Su kenara çekildi :- Kim, kötü filan davranmıyorum.

 

 

Hazel:- Şu hayvancağızın haline bak. Nasıl korkmuş. Dedi ve Kuki'yi kucağına aldı.

 

 

Ji Su:- Sana ne? Ver onu bana.

 

 

Hazel:- Ne vermesi, ona böyle davranmaya utanmıyor musun sen? Ayağının aksaması da seni suçun değil mi? Ne yaptın ona?

 

 

Ji Su:- Bu seni ilgilendirmez.

 

 

Hazel:- Felix nerede? Bu olanları bilmeli.

 

 

Ji Su:- Burada olmamı o istedi zaten. Bu hayvanla ben ilgileniyorum sen değil. Hem ne anlatacaksın Felix 'e? Evet sevmiyorum bu köpeği. Ona sırf Felix için katlanıyorum çünkü ben hayvanları sevmem. Köpekleri, hiç sevmem.

 

 

Hazel:- Sana inanamıyorum. Nasıl bu kadar kötü olabilirsin? Sırf Felix'i etkilemek için Kuki'yi mi kullandın sen? Her şey anlatacağım Felix 'e.

 

 

Ji Su:- Bu seni ilgilendirmez. Hem, Felix sana mı inanır bana mı? Daha dün gelmişsin buraya, bana üstünlük taslıyorsun. O senin arkadaşın bile değil.

 

 

Hazel:- Bana inansın ya da inanmasın. Sen bu köpeğe kötü davranamazsın tamam mı?

 

 

Jj Su, birden Hazel'i itti o an. Hazel yere düşmüştü.

 

 

Ceylin:- Yok artık.

 

 

Bahar:- Tut şunu. Dedi ve telefonu Ceylin'e verip Hazel'in yanına koştular.

 

 

Bahar:- Bana baksana sen! Arkadaşımı itmekte neyin nesi ha! Dedi ve Ji Su'yu itti .

 

 

Hazel, ayağa kalktı:- Bahar dur yapma!

 

 

Bahar:- Tartışmak başka, yumruklaşmak başkadır.

 

 

Ji Su:- Siz de nereden çıktınız?

 

 

Bahar:- Sen köpeğe kötü davran, gel üste çık, bir de arkadaşımı yere düşür. Vicdansız seni!

 

 

O anda Felix geldi yanlarına. Ortalık karışmıştı.

 

 

Felix:- Ne yapıyorsunuz siz? Ne oluyor?

 

 

Hepsi dönüp Felix 'e baktı.

 

 

Ji Su:- Bunlar, bunlar beni dövmeye kalktılar.

 

 

Felix, Hazel'e baktı.

 

 

Hazel:- Kuki'ye zarar veriyordu.

 

 

Ji Su:- Asıl o zarar veriyordu. Onu durdurmak istedim diye beni darp ettiler.

 

 

Bahar:- Daha edememiştik sen geldin.

 

 

Felix, Kuki'yi Hazel'in kucağından aldı bir hışımla.

 

 

Felix:- Doğru mu bu?

 

 

Hazel:- Hayır yalan söylüyor. Ben onu azarlarken geldim. Hem köpeğin ayağı da aksıyor.

 

 

Ji Su:- Ne yaptıysan artık.

 

 

Ceylin:- Hazel öyle şey yapmaz.

 

 

Ji Su:- Felix, bu kıza mı inanacaksın yoksa günlerdir Kuki ile ilgilenen bana mı?

 

 

Hazel:- Yalan söylüyor. Yemin ederim ben bir şey yapmadım.

 

 

Felix:- Kızlar, lütfen buradan gidin.

 

 

Hazel şok geçiriyordu sanki. Çok üzülmüştü. Felix, kendisine inanmamış, üstüne üstlük birde resmen kovmuştu. Canı çok acımıştı. Bunun tek nedeni şu an olanlar değildi. Onun gülüşü, hayvanlara olan sevgisi, hatta dış görünüşü bile kendisini etkilemişti. İtiraf edemesede üzüntüsünün diğer ve en büyük nedeni buydu.

 

 

Ceylin:- Yürü Hazel. Gidelim!

 

 

Ceylin, Hazel'in kolundan tuttu. Beraber ayrıldılar oradan.

 

 

Ji Su:- Yüzsüz kız. Sırf seni tavlamak için geliyormuş buraya. İnanamıyorum.

 

 

Felix:- Bunu kendisi mi söyledi?

 

 

Ji Su:- Daha neler neler. Bu köpeğe sırf senin için katlanıyormuş.

 

 

Felix:- Hiç böyle bir kıza benzemiyordu oysa ki. Kuki'yi çok seviyor gibiydi.

 

 

Ji Su:- Seni nasılda kandırmış.

 

 

Kızlar, eve gelmişlerdi. Hazel üzgündü olanlardan dolayı. Resmen iftiraya uğramıştı. Resmen, Felix bu iftiralara inanmıştı. Onu üzen de buydu.

 

 

Ekin:- Haydi ama sıkma canını. Bir daha yanlarına gitmezsin olur biter.

 

 

Hazel:- O köpeğe eziyet etmesine dayanamıyorum. Aklım onda kalacak. Kuki' yi alıp gelseydim keşke.

 

 

Bahar ortada şarj aletini arıyordu.

 

 

Mira:- Ne arıyorsun?

 

 

Bahar:- Telefonumun şarjı bitmiş. Dedi ve çekmeceyi açıp şarj aletini aldı. Telefonu şarja taktı.

 

 

Ekin:- Bu kız yine eziyet eder mi o köpeğe acaba?

 

 

Mira:- Pek sanmıyorum. Bir süre yapmaz herhalde. Felix'e yakalanma korkusundan.

 

 

Lena:- O değil de Felix'i ayak üstünde kırk yalanla kendisine inandırmış.

 

 

Hazel:- Bana mı inancak o kıza mı?

 

 

Bahar:- O da haklı. Seni daha doğru düzgün tanımıyor ki.

 

 

Anka:- Sizi de iş üstünde yakalamış.

 

 

Bahar:- Ne yapsaydık çirkeflik yaptığı yetmezmiş gibi birde Hazel'i yere atıverdi. Gırtlağına yapışmadığıma dua etsin.

 

 

Ceylin:- Şunlara bulaşmadan şu okçuluk yarışmasını bitirip gitseydik iyi olurdu.

 

 

Alya:- Siz yine de bulaşmamaya dikkat edin de. Bahar özellikle sen.

 

 

Bahar:- Laf yine bana geldi.

 

 

Alya:- Bu durum için uyarılması en uygun kişi sensin.

 

 

Kızlar, güldüler.

 

 

Gece olmuştu. Kızlar, Garip bir şekilde, sürekli ama aralıklarla dışarıdan havlama, uluma sesleri geliyordu. Hazel gözlerini araladı ve toparlandı yatağının içinde.

 

 

Hazel:- İçim hiç rahat değil. Vicdanımın yüzünden sesler duyuyorum galiba. Ah Kuki, inşallah iyisindir.

 

 

Ertesi gün olmuştu. Kızlar okula gelmişti. Anka, Bang Chan'ın kendisini beklediği yere baktı ama o yine yoktu.

 

 

Anka:- Bu çocuğun burada beni beklememesi neden zoruma gidiyor benim? Hayır beklemek zorunda değil ki. Tövbe tövbe Anka saçmalıyorsun. Neyin alınganlığı bu? Diye düşündü.

 

 

Alya:- Bilmem neyin alınganlığı acaba?

 

 

Anka:- Ne?

 

 

Mira:- Bence de çocuk her sabah seni beklemek zorunda değil.

 

 

Anka:- Siz, benim düşüncelerimi mi okuyorsunuz?

 

 

Bahar:- Hayır sesli düşündün canım.

 

 

Anka, ağzını kapattı hemen.

 

 

O an Yuta yanına doğru geliyordu ki Anka yüzünü çevirdi.

 

 

Anka:- Ben sınıfa gidiyorum kızlar. Bazı insanları görmek istemiyorum da

 

 

Lena:- Biz de geliyoruz zaten bekle.

 

 

Erkekler ise bir kenarda konuşuyorlardı.

 

 

Felix:- Her zaman ki yerinde göremedik seni. Artık beklemiyorsun orada.

 

 

Bang Chan:- Bazı şeyleri zorlamanın anlamı yok. Öğrendim. Onun gönlü Yuta'da.

 

 

Minho:- Peki ya senin gönlün?

 

 

Bang Chan:- Sadece hoşlantı.

 

 

Hyunjin:- Hadi canım sende. Kimi kandırıyorsun sen.

 

 

Han:- Onu affettin mi?

 

 

Bang Chan:- Kırgınlığım söylediklerinden değil. Benim yerime Yuta'yı seçmesinden galiba.

 

 

Minho:- Tamam işte hoşlanıyorsun Anka'dan. Gelse, yüzüne gülse, şu an söylediği her şeyi unutursun. Senin küsmek gibi bir şansın yok.

 

 

Bang Chan:- Doğru. Anka'ya aşığım. Gel dese koşa koşa giderim yanına. Hem de hiç bir şey olmamış gibi. Aşk böyle bir şey galiba.

 

 

Felix:- Arkadaşlar, ben Ji Su ile buluşup Kuki'nin yanına gidiyorum.

 

 

Hyunjin:- Uzun zamandır biz de ziyaret etmiyoruz Kuki' yi. Özlemiş midir bizi?

 

 

Felix güldü:- Hiç sanmıyorum.

 

 

Felix, köpeği Kuki'nin yanına gelmişti fakat Kuki ortalarda görünmüyordu.

 

 

Felix:- Kuki! Kuki neredesin?

 

 

Kuki'den ses yoktu. Mama tabağına bakmak için ilerledi ama yenmemişti. Hala vardı. Halbuki şimdiye tabak bitmiş olurdu. Hatta Felix doldurur tabağı, öyle geçerdi eve.

 

 

Felix:- Kuki, neredesin? Nereye gider bu köpekcik? Sesimi duyar duymaz yanımda belirirdi. Dedi ve sağı solu aramaya başladı.

 

 

Maalesef yoktu Kuki. Ne sesi çıkıyor, ne de kendisi görünüyordu.

 

 

Ji Su göründü o an. Oraya geliyordu.

 

 

Ji Su:- Felix, ne arıyorsun böyle telaşla.

 

 

Felix:- Kuki kayıp. Her yere baktım ama yok, yok, yok.

 

 

Ji Su:- Nereye gider ki?

 

 

Felix:- Başına bir şey gelmesinden korkuyorum.

 

 

Ji Su:- Şu an bende korkmaya başladım. Yola filan çıkmış olmasın?

 

 

Felix:- Ya araba filan... Düşünmek bile istemiyorum.

 

 

Ji Su:- İyi de bu hayvan hiç böyle yapmazdı. Kaçmak filan. Ya o kız, onun kaçmasını sağladıysa?

 

 

Felix:- Hazel mi? O yapmaz öyle şey. Kuki'ye çok güzel bakıyordu.

 

 

Ji Su:- Ne biliyorsun? Ne kadar tanıyorsun ki onu?

 

 

Felix:- En son biz buradaydık. Kapıyı da kapattık.

 

 

Ji Su:- Ya da kapı hiç kapatılmadı.

 

 

Felix:- Bilerek mi açık bıraktı yani?

 

 

Ji Su:- Neden olmasın? Burda istenmediğini anladı ve böyle bir şey yaptı. Bizden intikam aldı kendince.

 

 

Felix:- Yapmaz. Yani sanmıyorum yapacağını.

 

 

Ji Su:- İster san ister sanma. Yapmış işte. Kuki nasıl çıktı buradan? En son o kız geldi belli ki o açmış kapısını. Sen de toz kondurma hâla.

 

 

Felix:- Eğer Hazel, böyle bir şey yaptıysa, bunu ona çok fena ödetirim.

 

 

Ji Su:- Benden demesi. Böyle masum görünen kızlardan korkacaksın zaten.

 

 

Bu gün ilk ders bedendi. Dersin konusu ise tekvando idi. Herkes üzerini giyinmiş, spor salonunda toplanmıştı. Sıralandılar yan yana.

 

 

Ceylin:- Bahar bu gün konu tam senlik. Tekvando. Adam dövmelik.

 

 

Bahar:- Bu gün ilk defa seveceğim bu okulu galiba. Dedi gülerek.

 

 

Felix, Hazel'e bakıyordu.

 

 

Felix:- Canım çok sıkılıyor. Kuki ortada yok. Hazel'e sorsam mı acaba?

 

 

Bang Chan:- Emin olmadan sorma.

 

 

Felix:- Dün ki olanları düşününce, bunu onun yaptığı belli. Sırf beni etkilemek için Kuki'yi kullanmış.

 

 

Changbin:- Kuki'nin ayağının aksadığını söylemiştin. Onu da mı Hazel yaptı yani?

 

 

Felix:- Galiba evet.

 

 

Changbin:- Bilmiyorum öyle bir kıza benzemiyor. Yine de sormak istiyorsan kibarca sorabilirsin.

 

 

Felix:- Kuki'nin başına bir şey gelmiş olabilir. Okuldan sonra çıkıp arayacağım.

 

 

Seungmin:- Bizde yardım ederiz sana.

 

 

Beden eğitimi dersi hocası gelmişti. Çocuklara baktı. Önlerine gelip durdu.

 

 

:- Toparlanalım çocuklar!

 

 

Herkes derse hazırlandı.

 

 

:- Biliyorsunuz bu gün ki dersin konusu Tekvando. Şimdi sizlerle tekvando hareketleri üzerine ders işleyeceğiz. Uygulamalı. Bu konuda da okulumuzun ve Seul'ün tekvando birincisi Lee Minho bize yardımcı olacak. Dedi ve o an Minho üzerinde tekvando kıyafetleri ile minderin üzerine geldi. Kızlar, hayranlıkla el çırparak seviniyorlardı onun gelişine.

 

 

Bahar:- Tekvando birincisi mi?

 

 

Ekin:- Ruh eşini buldun galiba Bahar.

 

 

Kızlar, güldüler.

 

 

Bahar:- Ha ha haaa çok komik!

 

 

:- Şimdi Minho aranızdan birini seçecek ve bize minik bir tekvando gösterisi yapacak.

 

 

Minho, öğrenci topluluğuna doğru baktı. Bahar hafiften küçülmüştü. Az bir şey tırsmıştı. E yani okul ve Seul birincisiydi Minho.

 

 

Minho biraz göz gezdirdikten sonra, birini seçti erkeklerden. Sonra da gösteri başladı. Herkes minderin üzerinde diz üstü oturuyorlardı. Tekvando da usta olduğu öyle çok belli oluyordu ki çocuğu yerden yere serdi. Bahar ağzı açık izliyordu.

 

 

Bahar:- Vay be! Harika dövüşüyor. Dedi hayret ve hayranlık ile. Doğrusu bu kadar iyi dövüşmesini beklemiyordu Minho'nun.

 

 

Ekin:- Hoşuna mı gitti?

 

 

Bahar:- Dövüşmesinden bahsediyorum herhalde.

 

 

Ekin:- Ben de dövüşmesinden bahsetmiştim zaten. Dedi gülerek.

 

 

Bahar:- Bana kelime oyunu yapma.

 

 

Gösteri bitmişti. Şimdi sıra ikinci gösterideydi.

 

 

:- Evet. Minho şimdi de kızlardan bir öğrenci seçmeni istiyorum.

 

 

Minho yine göz gezdirmeye başladı. Bizim kızların olduğu yerde bi duraksadı. Bahar hemen kızların arkasına geçti ve oturup saklandı.

 

 

Lena:- Bahar, ne yapıyorsun?

 

 

Bahar:- Eğer bu çocuk beni seçerse ağzımı burnunu kırar. Sessiz olun.

 

 

Minho kendinden emin gülümsedi.

 

 

Minho:- Seçtiğim kişi, Bahar!

 

 

Bahar:- Ne dedi o?

 

 

Hazel:- Valla seni söyledi.

 

 

:- Bahar, buraya gelir misin? Dedi hocası gözleriyle onu arayarak.

 

 

Bahar:- Hocam Bahar rahatsızlandığı için bu gün okula gelemedi. Diye seslendi kızların arkasından sesini incelterek.

 

 

Kızlar kikirdiyorlardı arkalarında ki Bahar'ın komik hallerine. Minho ilerledi ve kızların arkasında ki Bahar'ı ensesinden tutup çıkardı.

 

 

Minho:- Kimler varmış burada?

 

 

Bahar:- Gıcıksın gıcık

!

 

Bahar gönülsüz gönülsüz, geldi minderin üzerine.

 

 

Minho:- Korkma canını fazla yakmayacağım.

 

 

Bahar:- Eminim yakmazsın.

 

 

:- Haydi başlayın bakalım.

 

 

Minho, Bahar'ın üzerine geldi. Bahar, Minho'ya baktı ve tam yanımdan kaçıyordu ki Minho tuttu onu ensesinden ve sırtından aşırdı.

 

 

Bahar, yerde doğruldu.

 

 

Bahar:- Ne yapıyorsun ya! Sırtım acıdı.

 

 

Minho, yerde ki Bahar'ı kaldırdı ve tekrar yere yığdı. Bu durum bir süre böyle devam etti.

 

 

Bahar, oturağna geldi ve Minho'ya baktı.

 

 

Bahar:- Yeter diyorum bak!

 

 

Minho:- Sana yetmez.

 

 

Bahar:- Kır kemiklerimi de rahatla o zaman.

 

 

:- Tamam çocuklar gösteri bu kadar yeterli.

 

 

Bahar, belini tutarak kenara geçti.

 

 

Alya:- İyi misin?

 

 

Bahar:- Dövdüğüm erkekler böyle mi hissediyormuş? Ders ayağına dayak yedim. Şu halime bak.

 

 

Lena:- Karşılık vermeni bekledik ama sen elini bile kaldırmadın. Hayret!

 

 

Bahar:- Çok güçlüydü fırsatım olmadı. Bir de mâlum bacağım.

 

 

Minho, Bahar'a bakarak geçti yerine.

 

 

Bang Chan:- Kızı yerden yere vurdun.

 

 

Seungmin:- Rahatlamışsındır biraz.

 

 

Felix:- Neden hırsını alamamış gibi bakıyorsun hala?

 

 

Minho:- Sırf dayak yedi bana karşılık bile vermedi.

 

 

Jeongin:- Ne var bunda? Belki korkmuştur senden.

 

 

Minho:-Her zaman üzerime atlamaya hazır kız mı?

 

 

Hyunjin:- Derdin ona bir ders vermek değil mi? Verdin işte.

 

 

Han:- Kızla uğraşmak için bahane arama.

 

 

Minho, kaçamakta olsa baktı Bahar'a. Bir şey vardı Bahar'da. Minho 'yu pataklamak için eline fırsat geçmişti ama o hiç bir şey yapmamıştı. Nedenini merak ediyordu doğrusu.

 

 

Ders bitmişti. Herkes çıkıyordu salondan. Erkekler de. Minho 'nun aklı derste ki Bahar'da kalmıştı. Sorması gerektiğini hissetti. Yürürken durdu birden.

 

 

Changbin:- Ne oldu Minho?

 

 

Minho:- Spor salonunda hırkamı unuttum. Alıp geliyorum siz gidin.

 

 

Kızlar daha çıkmamışlardı. Minho geldi ve kapının önünde durdu.

 

 

Hazel:- Derste garip davrandın. Neden karşılık vermedin Minho 'ya?

 

 

Mira:- İstesen ders bahanesi ile dövüşebilirdin onunla. Bu fırsatı değerlendireceğini düşündük.

 

 

Bahar:- Dedim ya çok güçlüydü. Ben saçını başını yolarak mı karşılık verseydim? Hem teknik dövüşüyor çocuk. Harikaydı. Bu işte profesyonel olduğu belli.

 

 

Ekin:- Bu kulaklar Minho 'yu övdüğünü de mi duyacaktı?

 

 

Ceylin:- Yaan söylüyor baksanıza Yoksa Bahar Minho'yu övecek. Bilerek karşılık vermedin onu anladık da bunu neden yaptın?

 

 

Bahar:- İyi çok iyi dövüşüyor çocuk. Hem diyelim ben ona karşılık verdim. Bütün okula rezil olurdu, bir kızdan dayak yedi diye. Varsın ben ondan dayak yemiş olayım.

 

 

Mira:- Yani o rezil olmasın diye. Ah benim iyi kalpli arkadaşım.

 

 

Bahar:- Hadi bırakın bunu da teneffüse çıkalım.

 

 

Minho duymuştu onları. Gülümsedi ve hızla oradan ayrıldı.

 

 

Ders arasıydı. Ekin, elinde kitap bahçede oturuyordu. Jeongin onu gördü ve yanına geldi.

 

 

Jeongin:- Naber kitap kurdu?

 

 

Ekin:- İyi. Dedi ve kitabını indirip, Jeongin'e döndü.

 

 

Jeongin:- Yine kendini soyutlamışsın dış dünyadan.

 

 

Ekin:- Kızlarla o kadar çok uğraşıyorum ki yoruluyorum. Biraz dinlenmek hakkım değil mi? Dedi ve gülümsedi.

 

 

Jeongin:- Bayağı hareketlisiniz okulda.

 

 

Ekin:- İnan bana Türkiye'de bu kadar değildik.

 

 

Jeongin:- Kızlara annelik yapmayı seviyorsun değil mi?

 

 

Ekin:- Yine piskolojik analizlere başlayacaksan... Dedi ve ayaklandı.

 

 

Jeongin elinden tuttu.

 

 

Jeongin:- Dur hemen gitme.

 

 

Ekin oturdu gerisin geri.

 

 

Ekin:- Ama hep benden konuşuyoruz!

 

 

Jeongin:- Tamam, seni rahat bırakıyorum. Sen ne istersen onu konuşalım.

 

 

Ekin:- Yok o kadar da değil. Sen, ileride piskoloji filan okusana.

 

 

Jeongin:- Öyle düşünüyorum zaten.

 

 

Ekin güldü:- Yakışır.

 

 

Jeongin:- Sana da gülümsemek çok yakışıyor. Keşke hayatı bu kadar ciddiye almasan.

 

 

Ekin:- Ben de ciddi olmayı seviyorum diyelim. Hem konu yine döndü bana.

 

 

Jeongin:- Ben de seni konuşmayı seviyorum diyelim.

 

 

Ekin utanmıştı. Kitap elinden düşüverdi. Jeongin eğildi ve kitabını aldı.

 

 

Jeongin:- Böyle çarçabuk utanman çok tatlı oluyor.

 

 

Ekin:- Neden bana piskolojik vaka muamelesi yapıyorsun? Senden terapi görmek isteyen bir sürü kız var. Bay piskolog doktor Jeongin.

 

 

Jeongin:- Gönül bu, kendi vakasını kendisi seçiyor işte.

 

 

Ekin, Jeongin'e baktı. Ciddi anlamda utanmıştı.Duramamadı.yanında daha fazla , ayağa kalktı ve hızla sınıfa gitti.

 

 

Jeongin, elinde ki kitaba baktı. Sonra da Ekin'in arkasından.

 

 

Jaemin ve Yuna koridorda konuşuyorlardı. Jaemin'in yine kendini anlatmaya çalışıyordu Yuna'ya. Ya da değişen duygu dünyasını ve Yuna'dan nasıl vaz geçtiğini belirtiyordu.

 

 

Yuna:- Önüme geçip durmana gerek yok. Seninle ilgili kararım değişmeyecek.

 

 

Jaemin:- Biliyorum. Buna rağmen seni uyarmak istedim. Yolun doğru değil. Benimde, seninle kesişmesini istediğim yolum doğru değimiş. Bu sürede bunu anlayacak seviyeye geldim. Kendimde şunu görüyorum ki içimde ki sevgi dediğim şey yavaş yavaş tükeniyor. Belki de ben seni hiç sevmedim.

 

 

Yuna:- Bu ne demek?

 

 

Jaemin:- Gözümü açmaya başlıyorum galiba.

 

 

Yuna:- Yoksa o kıza karşı bir şeyler mi hissediyorsun? Ona aşık mısın?

 

 

Jaemin:- Bununla neden ilgileniyorsun? Sen, beni sevmiyorsun ki. Sen Minho'yu seviyorsun.

 

 

Yuna:- Senin sevginden eminim ben. Yani biteceğini sanmıyorum. Sanmıyordum.

 

 

Jaemin güldü:- Bunu bana bir şeyler hissettiğin için söyleseydin keşke. Ama sen, okulun en güzel ünvanını kaybetmemek için, sana aşık bir erkeği daha kaybetmemek için söyledin bu sözleri.

 

 

Yuna:- Ben...

 

 

Jaemin:- Senin Minho'yu gerçekten sevdiğini görseydim emin ol bırakırdım. Beni seveceğini ümit etmemde bu yüzden di. Minho' ya düşman olmamda seni boş yere oyalayıp benden uzak tutmasıydı.

 

 

Yuna:- Yani artık bana karşı bir şey hissetmiyor musun? Beni beğenmiyor musun artık?

 

 

Jaemin:- Beğenmek. Ben artık önümü görebiliyorum. Önümdekileri görüyorum. Nasıl oldu bilmiyorum ya da az çok, bir fikrim var diyelim ama ümitsizce seni beklemekten vaz geçtim.

 

 

Bahar, koridorda belini tutarak yürüyordu. O anda Jaemin onu gördü. Hızla ayrıldı Yuna'nın yanından ve Bahar'ın yanına geldi.

 

 

Yuna:- Senin gözünü kimin açtığı belli oldu.

 

 

Arkasından Minho gelmişti.

 

 

Minho:- Kendi kendine ne konuşuyorsun bakalım?

 

 

Yuna, gözleri ile Bahar ve Jaemin'i gösterdi.

 

 

Yuna:- Beni sevmekten vazgeçmiş. Öyle söyledi.

 

 

Minho:- Onun derdi bana düşman çekmek. Duruma bakılırsa çekmişte. İkisi de benim düşmanım. İttifak kurdular kendilerince.

 

 

Jaemin:- Bahar! İyi misin?

 

 

Bahar:- İyiyim sorun yok.

 

 

Jaemin:- Neden böyle dört büklüm yürüyorsun? Düştün mü yoksa?

 

 

Bahar:- Yok. Üzerimden tır geçti.

 

 

Jaemin:- Ne?

 

 

Bahar güldü:- Gerçekten bir şeyim yok. İyiyim.

 

 

Jaemin:- Seni sınıfına kadar götürmemi ister misin?

 

 

Bahar:- Gerek yok. İyiyim!

 

 

Jaemin:- Bi konu vardı hani konuşacağımız.

 

 

Bahar:- Aa evet. Unutmuşum. Seni dinliyorum.

 

 

Minho:- Yine ne konuşuyor bunlar? Diye mırıldandı.

 

 

Jaemin:- Bu hafta sonu, müsait misin? Yani, seni bir şeyler içmeye davet etsem gelir misin?

 

 

O an yanlarından geçen kızlar, şaşkınlıkla onlara baktılar. Jaemin'i duymuşlardı.

 

 

Fısırdaşa fısırdaşa Minho'nun yanından geçtiler.

 

 

:- Duydun mu çıkma teklifi etti!

 

 

:- Duymaz mıyım? Şok geçiriyorum şu an. Gitti Jaemin!

 

 

Min Ho, yumruğunu sıktı. Sinirlenmişti iyiden iyiye. Hızla sınıfa girdi. Yuna ise arkasından.

 

 

Bahar:- Ben, hafta sonu gelemem.

 

 

Jaemin:- Neden bana soğuk davranıyorsun? Arkadaşta mı olamayız?

 

 

Bahar:- Bunu açıklamıştım. Hem sana sıcak davransam, sana ilgim olduğunu düşünürsün yalan mı? Benim erkek arkadaşım pek yoktur. Özür dilerim. Dedi ve sınıfa girdi.

 

 

Felix Ji Su 'nun dolduruşuna gelmiş, Hazel'in yanına geliyordu. Yanında Ji Su ile. Ortalık az buçuk karışacak gibiydi. Sırasında oturan Hazel'e baktı ve hızla geldi.

 

 

Felix:- Seninle konuşmamız gerekiyor.

 

 

Hazel:- Ne konuda?

 

 

Felix:- Kuki kayıp.

 

 

Hazel ayaklandı:- Ne? Nasıl olur?

 

 

Ji Su:- Hiç numara yapma. Onu sen kaçırdın.

 

 

Bang Chan:- Ne oluyor yine?

 

 

Hyunjin:- Bu seferde Felix ve Hazel mi?

 

 

Hazel:- Ne saçmalıyorsun sen? Ne kaçırması?

 

 

Felix:- Geldiğimizde kapısı açıktı. Kuki yerinde yok. Gitmiş.

 

 

Hazel:- Bunu benim yaptığım mı düşünüyorsun?

 

 

Hazel sinirlenmeye başlamıştı. Üstelik Felix 'e konuşurken Ji Su atlıyordu her seferinde lafa. Bu daha da simir bozucuydu.

 

 

Ji Su:- Evet öyle düşünüyoruz.

 

 

Ceylin:- Ne sinir şey bu kız ya!

 

 

Bahar:- Dün iki tane vuracaktım ben buna.

 

 

Hazel:- Benim bu kötülüğü o köpeciğe yapacağımı nasıl düşünürsün?

 

 

Felix:- Ben, bilmiyorum.

 

 

Hazel, kötü durumdaydı. Bir iftiraya kurban gidiyordu göz göre göre. Ama kendini ıspatlayacak bir delili de yoktu.

 

 

Hazel:- Ben ona nasıl zarar veririm? O benim arkadaşım. Seni kendime inandıramam evet ama ona asla zarar vermedim. Yapmadım. Yapmam.

 

 

Ji Su:- Neden yapmayacaksın ki? Senin derdin o hayvanı kullanarak, Felix'i tavlamak değil mi?

 

 

Hazel'in şaşkınlıktan gözleri açılmıştı.

 

 

Hazel:- Bana bak, haddini aşma.

 

 

Felix:- Ji Su! Desi uyararak.

 

 

Han:- Bu konu nereye gidiyor bilmiyorum.

 

 

Changbin:- Garip şeyler oluyor o kesin. Hazel'e bakın. Kız neredeyse ağlayacak.

 

 

Hyunjin:- Felix, Ji Su 'nun dolduruşuna geliyor bence.

 

 

Ji Su:- Yalan mı? Baktın köpecik ile işin bitti, planında zaten işe yaramadı, bizden intikam almak için onu kullanmanda da sıkıntı olmazdı.

 

 

Hazel:- Ben sen miyim ha! Ben sen miyim? O köpeğe yaptıklarını ispat edemiyorum diye geniş geniş konuşuyorsun.

 

 

Felix:- Yeter artık! Ortada kayıp yavru bir köpek var ve siz ne için kavga ediyorsunuz?

 

 

Hazel:- Ortada kayıp bir köpek var ama boş yere suçlanan biri ve ona iftiralar yağdıran bir de kız var. Ben, sana hiç bir şey hissetmiyorum Felix, bunu bil önce. Senden bana güvenmen gibi bir beklentim de yok. Tek istediğim Kuki'nin bir an önce bulunması. Sana gelince, yaptıkların elbet çıkar ortaya.

 

 

Öğretmen girmişti sınıfa. Dağılmaları gerekiyordu. Ji Su kendi sınıfına gitti. Felix, Hazel'e bakarak yerine geçti. Diğerleri de yerlerine dağıldılar.

 

 

Lena:- Bu kız çok fena, ne dediğinin farkında değil galiba.

 

 

Alya:- Kendini temize çıkarmak için yapıyor bunları.

 

 

Ekin:- Keşke bu işi senin yapmadığını ispatlayabilsek.

 

 

Hazel:- Bana güvenmeyen birine isptalayacak hiç bir şeyim yok.

 

 

Ekin:- Biz seni biliyoruz zaten. Felix bilsin diye değil. Şu kızın söylediklerini yutturmak için. Ama elimiz boş ne yaparsın.

 

 

Okul çıkışıydı. Kızlar, okuldan çıkmak üzere bahçe de ilerliyorlardı. Birden arkalarından bir ses duyuldu.

 

 

Taeyong:- Lena!

 

 

Lena arkasına döndü.

 

 

Lena:- Taeyong!

 

 

Bahar:- Birde Taeyong çıktı. Hadi hayırlısı bakalım.

 

 

Alya:- Sus sen. Senin Jaemin'in var.

 

 

Bahar:- Bak hâla senin diyor ya! Değil benim filan.

 

 

Taeyong, Lena'nın yanına geldi.

 

 

Han ve arkadaşları bahçeye çıktılar. Merdivenlerden iniyorlardı. Onları görmüşlerdi. İlerlerken bir anda durdu Han. Lena'ya bakmaya başladı.

 

 

Lena:- Bir şey mi oldu?

 

 

Taeyong:- Evet. Seni görmek istedim. İki gün hafta sonu tatili ne de olsa.

 

 

Lena gülümsedi:- Çok kibarsın.

 

 

Taeyong:- Pazartesi'yi iple çekeceğim. Seni görmek için.

 

 

Lena utanmıştı.

 

 

Taeyong:- Neyse. Görüşürüz.

 

 

Lena:- Görüşürüz.

 

 

Taeyong gitmişti. Kızlar yürümeye devam ettiler. Yürürken de konuya inceden bir giriş yaptılar. Yeni çocuk Taeyong.

 

 

Ceylin:- Lena, yeni aşklar mı? Dedi ima ile.

 

 

Lena:- Bilmiyorum ama çok tatlı bir çocuk.

 

 

Bahar:- Kim bu ya?

 

 

Lena:- Geçen gün bana çarpan çocuk.

 

 

Alya:- Han'a ne oldu peki?

 

 

Lena:- Han ile bir şey yoktu ki zaten.

 

 

Lena birazcık üzgün bir ton ile söyledi bu cümleyi. Han'ı o kızlarla gördüğünden beri içi buruktu. Öylesine mutlu oluyordu ki onun adını anarken iki tane Han çıkıyordu ağzından. Şimdi ise buruk bir ses tonu.

 

 

Anka:- Ondan bahsederken gözlerinin içi parlıyordu.

 

 

Lena:- O başkaları ile konuşurken gözlerinin içi parlıyor.

 

 

Bahar:- Burada bir parıldama sorunu var galiba.

 

 

Kızlar güldüler.

 

 

Bahar:- Yolda kikirdemeyin eve hadi.

 

 

Hazel:- Giderken, Kuki'ye de bakabilir miyiz?

 

 

Ekin:- O konu vardı değil mi? Tamam canım bakarız.

 

 

Bang Chan:- Donup kaldın Han?

 

 

Han:- Bir şey düşünüyordum da.

 

 

Minho:- Galiba düşündüklerin Lena ile ilgili ha?

 

 

Han:- Birilerinin akbaba gibi bu kızların üzerineüşüşmesine gıcık oluyorum sadece.

 

 

Changbin:- Biz buna tıp dilinde kıskançlık diyoruz.

 

 

Han:- Yok artık ne kıskançlığı?

 

 

Changbin:- Ne kıskançlığı onu sen bilirsin artık.

 

 

Felix:- Fazla oyalandık. Haydi gidip Kuki'yi arayalım.

 

 

Kızlar, eve gelmişlerdi. Her biri kendini koltuğun üzerine atmıştı. Bu gün oldukça yorgundular çünkü. Kuki'yi aramışlar fakat hiç bir yerde bulamamışlardı.

 

 

Hazel:- Yok! Galiba çok uzaklara gitti. Ya da başına bir iş geldi.

 

 

Ceylin:- Hemen kötü düşünme.

 

 

Alya:- Araba filan çarpmış olmasın?

 

 

Ekin dürttü Alya'yı.

 

 

Anka:- Belki de biri sahiplenmiştir ha? Olamaz mı?

 

 

Alya:- Olabilir tabi.

 

 

Bahar:- Aklıma bir şey geliyor ama.

 

 

Mira:- Ne geldi?

 

 

Bahar:- Hani bu Koreli'ler köpek eti filan yiyorlar ya. Kuki'yi yemiş olmasınlar.

 

 

Mira:- Hih! Olabilir mi gerçekten?

 

 

Hazel:- Olabilir mi?

 

 

Ekin kızlara kaş göz işareti yaptı. Susmaları için.

 

 

Ekin:- Olmaz öyle şey Hazel. Herkes sokakta gördüğü her şeyi yeseydi...

 

 

Bahar fısıldadı:- Yiyolar işte yalan mı?

 

 

Mira:- Cidden yemişler midir?

 

 

Bahar:- Bilmem!

 

 

Erkekler de her yerde aramışlardı köpeği. Onlarda bulamamışlardı.

 

 

Felix:- Kesin kayboldu. Nasıl sahip çıkamam ben Kuki'ye ya!

 

 

Minho:- Sıkma canını belki geri döner.

 

 

Felix:- Henüz yavru nasıl dönecek ki?

 

 

Bang Chan:- Belki biri alıp götürdü bakmak üzere.

 

 

Felix:- O bana çok alışmıştı. Birde Hazel'e.

 

 

Changbin:- Hazel deyince, bu gün gereksiz yere gittin kızın üzerine. Henüz emin olmadan. Kendi ağzınla söylüyorsun Hazel'e alışkın diye.

 

 

Seungmin:- Kusura bakma da Ji Su'nun gazına gelip, Hazel'e kötü davrandın.

 

 

Felix:- Ama Ji Su öyle şeyler söyledi ki.

 

 

Hyunjin:- Evet duyduk. Hazel'in sana karşı bir şeyler hissettiği doğru mu gerçekten?

 

 

Felix:- Bir şeyler hissediyorsa eğer, bunu anlamadım. Kendisi de hissetmediğini söyledi yanınızda zaten.

 

 

Hyunjin:- Ya sen?

 

 

Felix:- Aaa hayır. Düşünmedim hiç. Sadece Kuki ile ilgilendik beraber. Onu kullanıyor gibi de görünmüyordu. Hatta Kuki çoğu kez Hazel'in kucağına, gidiyordu. Oynuyordu hatta ben yokken onunla ben bir kaç kez onların oyunlarının üstüne gelmiştim. Dedi ve duraksadı. Bir şeyleri daha iyi düşünebiliyordu şu anda.

 

 

Bang Chan:- Pişman oldun değil mi?

 

 

Felix:- Yine de kapıyı onun açık bırakıp bırakmadığını bilemeyiz değil mi?

 

 

Kızlar, evde oturuyorlardı. Her biri bir yerde. Kuki bulunamamıştı, Hazel üzgündü ve kimsenin bir şeyler yapmaya enerjisi yoktu.

 

 

Bahar, telefonu ile ilgileniyordu.

 

 

Bahar:- Ceylin, galerimin yarısı senin fotoğrafların ile dolu. Telefonumu yavaşlatıyor ya! Hepsini sileceğim. Kendine başka fotoğrafçı bul.

 

 

Ceylin:- Ya saçmalama. At onları bana.

 

 

Bahar:- Ne yapacaksın hepsi birbirinin aynı.

 

 

Ceylin:- Olur mu hiç? Burada güneş yanağımdan düşerken, burada da başımın üzerinden yükselmiş. Burada dişlerimi göstererek gülümsemişim, bura da sadece ön dişlerimin yarısı çıkmış. Bak burada rüzgar saçımı hafiften kaldırmış. Çok doğal. Dedi fotoğrafları tek tek kaydırarak.

 

 

Bahar, ters ters bakıyordu Ceylin'e.

 

 

Ceylin:- Ne bakıyorsun? Üff ne anlarsın sen?

 

 

Bahar:- Burada karşıya bakmışsın, burada da karşı, bak bu da karşı ve hatta bu da karşı! Dedi ve bir kez daha kaydırdı ki birden ikisi de durdular.

 

 

Ceylin:- Bu ne?

 

 

Bahar:- Video galiba. Dedi ve üzerine tıkladı. Video açılmıştı. İkisi de videoyu izliyorlardı ve bu videoda dünkü yaşananların hepsi vardı. Hazel ve Ji Su'nun bütün konuşmaları geçiyordu.

 

 

Video bitmişti. Bahar ve Ceylin birbirine baktılar. Sonra da apar topar kızların yanına koştular.

 

 

Bahar ve Ceylin:- Hazel, Hazel!

 

 

Hazel:- Ne oluyor kızlar?

 

 

Ceylin:- Telefon, video!

 

 

Ekin:- Yine neden bağrışıyorsunuz siz?

 

 

Bahar:- Aradığımız delili bulduk kızlar.

 

 

Anka ve Alya:- Ne?

 

 

Kızlar, videoyu izlediler

 

 

Mira:- Şuna bak sen! O kızın bütün laflarını yedireceğiz. Ohh!

 

 

Hazel:- Ama bu nasıl oluyor?

 

 

Ceylin:- Bahar, videomu çekerken, kamerayı açık unutmuşuz o kadar. Allah yardımcımız oldu bak.

 

 

Mira:- İlahi adalet diye buna derim ben.

 

 

Hazel:- Yine de bu onun bana güvenmediği gerçeğini değiştirmez.

 

 

Lena:- Olsun. Biz kendimizi aklayacağız ya sen ona bak.

 

 

O anda dışarıda bir havlama sesi duyuldu.

 

 

Hazel:- Yine aynı ses.

 

 

Lena:- Bahçeye köpek mi girdi acaba?

 

 

Hazel:- Dün geceden beri var bu ses. Ben de vicdan azabımdan dolayı hayal zannediyordum.

 

 

Ekin:- Komşunun köpeği filan herhalde.

 

 

Bahar:- Ses yakından geliyor ama. Dedi ve sekizi birden kapıya gittiler. Birden karşılarında aradıkları köpekçiği, Kuki'yi buldular.

 

 

Hazel:- Kuki! Dedi ve onu kucağına aldı.

 

 

Lena:- Burada ne işi var bu köpekçiğin?

 

 

Ekin:- Hazel'in kokusunu takip etmiş galiba.

 

 

Hazel:- Nerelerdesin sen afacan? Dünden beri bizim bahçede miydin sen?

 

 

Bahar:- Ah canım! Acıkmış galiba.

 

 

Alya:- Hazel, yemek ve su verelim. İki gündür aç hayvancağız belli ki.

 

 

Kızlar, Kuki'ye yemek ve su vermişlerdi. Bahçede başında oturuyorlardı.

 

 

Hazel:- Ah canım benim. Demek beni takip ettin.

 

 

Anka:- Seni çok seviyor olmalı.

 

 

Hazel:- Onun için ne kadar endişelendim anlatamam. Kuki benim gerçek dostum.

 

 

Bahar:- Felix'de çok endişelenmişti. Haber verecek misin ona?

 

 

Hazel:- Nasıl haber vereceğim? Numarası filan yok ki.

 

 

Anka:- Yarın hafta sonu. İstersen kaldıkları yurda gidip konuşabilirsin. O da çok korktu belliki. İçi rahatlar Kuki'yi görünce.

 

 

Hazel:- Bu sefer de sen kaçırdın yalan söylüyorsun demesin?

:

 

Alya- Boş ver sen, ne derse desin. Sen yine götür Kuki'yi. Biz iyi olanı yapalım da.

 

 

Hazel gülümsedi:- Haklısınız.

 

 

Ertesi gün olmuştu. Hazel, erkeklerin kaldıkları yurda geldi. Güvenlik görevlisinden, Felix'i görmek için onu çağırmasını istedi.

 

 

Felix, aşağı, bahçeye inmek için hazırlanıyordu.

 

 

Minho:- Gelen kimmiş?

 

 

Felix:- Bilmiyorum. Sadece birinin beni görmek istediğini söylediler. Gidip bir bakayım. Dedi ve çıktı.

 

 

Han:- Kim geldi acaba? Dedi ve diğerleri ile birlikte pencereden baktılar.

 

 

Felix, bahçeye çıkmıştı. Hazel'de bahçeye girdi. Birden birbirlerini gördüler. Aralarında mesafe vardı. Hazel, Kuki'yi bıraktı yere. Kuki, Felix'in kucağına koştu.

 

 

Felix:- Kuki!

 

 

Felix, o kadar mutlu olmuştu ki Kuki'yi gördüğüne onu kucağına aldı ve sarıldı.

 

 

Felix:- Nerelerdeydin sen? Sana bir şey oldu diye o kadar korktum ki. Ahh minik köpecik. Bunu bir daha yapma.

 

 

Hazel uzakta duruyordu. Felix'in gülümsemesi, o kadar güzel görünüyordu ki saatlerce durup izleyebilirdi. Onun bu mutlu halleri, nedensizce onu da mutlu ediyordu. Gülüşü, Hazel'in kalbinde çiçekler açmasıma neden oluyordu sanki. Olanları unuttursa unuttursa , Felix'in o güzel gülümsemesi unutturabilirdi.

 

 

Felix, Kuki'yi alıp Hazel'in yanına geldi.

 

 

Felix:- Onu nerede buldun?

 

 

Hazel:- Yuvasından kaçınca, bizim eve gelmiş galiba. Kokumun izini sürdü diye düşünüyorum.

 

 

Felix:- Teşekkür ederim. Dün onu çok aradım bulamadım diye kafayı yiyecektim. Şu an o kadar mutluyum ki.

 

 

Hazel:- Mutlu olmana sevindim. Ben, sana bir şey daha vereceğim.

 

 

Felix, Hazel'e baktı.

 

 

Hazel, telefonunu çıkardı ve o videoyu ekrana getirip Felix'e verdi.

 

 

Felix:- Bu nedir?

 

 

Hazel:- İzle lütfen.

 

 

Felix, videoyu oynattı. O gün ki bütün olanlar, konuşulanlar, Felix'in önüne seriliyordu bir bir. Ji Su'nun Hazel'e attığı iftira gün yüzüne çıkmıştı artık.

 

 

Felix, telefonu geri verdi Hazel'e.

 

 

Hazel:- O gün kızlar, yanlışlıkla çekmişler bunu.

 

 

Felix:- Hazel, ben özür...

 

 

Hazel:- Senden özür istemiyorum. Sadece Kuki'ye iyi bak ve onu, o kızdan uzak tut lütfen.

 

 

Hazel, arkasına döndü gidiyordu ki Felix, kolundan tuttu.

 

 

Felix:- Hazel! Bana bak lütfen.

 

 

Hazel döndü Felix'e.

 

 

Felix:- Senin kalbini kırdığım için özür dilerim. Söylediklerimin hiç birini hak etmedin.

 

 

Hazel:- Özüre gerek yok demiştim. İnanmanı zaten beklemiyordum. Sonuçta yeni tanıdığın bir kıza hemen güvenecek değildin ama bu olay ile arkadaş dahi olamayacağımızı da anlamış oldum.

 

 

Felix:- Ama hayır!

 

 

Hazel:- Senden tek isteğim, Kuki'ye iyi bakman.

 

 

Felix:- Ona beraber bakacağız.

 

 

Hazel:- Ben arada gelir ilgilenirim. Senin olmadığın bir zaman da olur mu?

 

 

Felix:- Hazel. Lütfen. Belli ki ben, iyi bir arkadaş olamadım. Hem Kuki'ye hem sana. İzin ver ben de hatamı telafi edeyim.

 

 

Hazel:- Sana kızmadım. O nedenle telafi edecek bir şey yok. Sen Kuki'ye iyi bir arkadaş ol yeterli. Dedi ve ilerledi.

 

 

Felix:- Kendimi sana affettireceğim. Ne olursa olsun. Dedi ve Kuki'ye baktı gülümseyerek.

 

 

Kuki, yuvaya geri dönmüştü. Her ne kadar Hazel, özür dilenecek bir şey yok dese de kalbi oldukça kırılmıştı. Kalp ise önem verdiklerine karşı kırılabilir ancak. Hazel henüz anlamasa da kendisini, Felix'e değer veriyordu. Kırgınlığı da bu yüzdendi ve bakalım kalbi bu işlere nasıl bir seyir verecekti.

  

  

  

  

  

  

 

  

  

 

Loading...
0%