10 Şubat 2008
"Evet çocuklar size verdiğim ödevleri eksiksiz yapmanızı istiyorum anlaştık mı?"
Tüm sınıf, "tamam öğretmenim." Demişti ben ise hızlıca çantamı topluyordum.
Yanımda oturan Emre'ye sinirle söylendim. "Hadi Emre eve geç kalacağım. Acele et."
"Off Mert daha zil çalmadı vazgeçmeyeceksin değil mi bu huyundan?"
"Anlamıyorsun beni babam eve gelmeden evde olmam gerekiyor. Daha kaç kere anlatacağım sana." Öğretmenimin sesiyle bakışlarım kaşlarını çatmış ellerini göğüsünde birleştirmiş bir şekilde sandalyesinde oturmuş bana dik dik bakan Emel öğretmene yöneldi.
"Daha zilin çalmasına on dakika var ne bu acelen bakalım." Sesi her zaman ki gibi yumuşak ama bir o kadar otoriterdi. Tıpkı annem gibi sevecen bakıyordu.
"Öğretmenim annem erken gel dedi bir yere gidecekmişiz. Ben şimdi çıksam olurmu?" Her zaman ki yalanlarımdan biriydi. Bana inanmamış gibi bakıyordu.
"İsterseniz annemi arayabilirsiniz öğretmenim." Dedim. Ağlamak üzereydim. Ya izin vermezse. Gözlerimin dolduğunu anlayınca derin bir nefes verdi.
"Gel bakalım yanıma sen. Anneni arayalım eğer doğruysa gidebilirsin." Hızlıca gözyaşlarımı silip çantamı koluma takıp öğretmenimin yanına koşarak gittim. Ben gidene kadar o çoktan arama yapmış annemle konuşuyordu bile.
"Merhaba Melek hanım ben Mert'in sınıf öğretmeni Emel. Mert bugün erken çıkmak istiyormuş. Bir yere gidecekmişsiniz galiba." Bir süre sesiz kalıp annemi dinledi. Ama bakışları benim üzerimden bir an bile ayırmıyor beni dikatli bir şekilde izliyordu.
"Tamam Melek hanım gönderiyorum. Hı hı tamam onu da gönderiyorum." Telefonu kapatıp yüzünde ki ciddi ifade bir anda gülümsemeye dönüştü. Bana sıcacık olan o gülümsemesiyle bakıyordu.
Bakışları Emre'ye kayıp, "Emre ve Mert çıkabilirsiniz. Sizi kapıdan Emre'nin annesi alacak." Daha öğretmen lafını bitirmeden sınıftan arkama bakmadan koşarak çıktım. Geç kalmamalıydım.
"Mert dur yaa tamam bekle annem götürecek bizi işte."
"Babam evde olmadan evde olmalıyım. Daha çantamı kiyafetleri mi saklamam gerek yoksa olacakları biliyorsun." Koşarak söylediklerim sesimin kesik kesik çıkmasına sebep oluyor bu da benim daha çok yorulmama neden oluyordu.
Kolumun bir anda tutulmasıyla iki adım geriledim. "Nereye bakalım küçük adam. Annene seni ben götüreceğim diye söz verdim. Bin bakalım arabaya."
"Yaa Zeynep teyze sen çok yavaş kullanıyorsun. Birde uzun yollardan gidiyorsun olmaz ben kestirmeden daha çabuk gidiyorum bırak beni." Kolumu tutan elini çekmeye çalıştım ama bırakmadı.
"Tamam bu sefer hızlı gidecem sana söz hadi bin şimdi." İnanmayan gözlerle baktım. Bana o bakışı atınca yüzümde kocaman tebessüm oluştu.
"Cidden mi ama çikolatalı isterim."
"Tamam söz yol üstünde tanıdığım çok güzel bir pastahane var hem geri kalanını eve götürüp annene de verirsin o da çok seviyor çikolatalı pastayı değilmi."
Gözlerimin içi parladı. Annemin en çok sevdigi şeydi çikolatalı pasta. Çok nadir yerdi ama yediği zaman yüzünde ki o mutluluk çok güzeldi. Başımı büyük bir mutlulukla aşağı yukarı salladım. Aklıma gelenlerle bir anda gülen yüzüm soldu.
"Ama ben gelemem ki. Babam eve geldiğinde beni bulamazsa anneme çok kızar Zeynep teyze. Sende biliyorsun babamın beni evde görmeyince nasıl kızdığını." Eğilip benimle aynı hizaya geldi eliyle yüzümü okşadı.
"Baban eve geç gelecek canım bugün senin günün bugün sen ne istersen o olacak. Bugün senin doğum günün unuttunmu. O yüzden babanı düşünme bugün sen ne istersen o olacak.
"Ama annem o yanımda olmadan mutlu olamam ki." Yüzünde içten bir tebessüm oluştu. Annem olmadan beni hiç birşey mutlu edemezdi. Pasta bile.
"Aaa çok soru sordun. Hadi bin bakalım sana annenin de bir sürprizi var. Gideceğimiz yerde." Yapmacık bir sinirle bana arabayı gösterdi.
Zeynep teyzeyi dinleyip arabaya bindim ama hayla aklım annemdeydi. O adam annemin canını çok acıtıyor yüzünü o sevmediğim renklere boyuyordu.
Emre yanıma oturunca endişeli yüzümü görmüş olacak ki elini omuzuma koydu. Bana biraz daha yaklaşıp kulağıma eğilip, "Korkama sakın babam babanı bir yere kitlemiş bugün eve gelmeyecek annemle konuşurken duydum sabah. Bugün senin doğum günün. Hem annende kafede olacakmış. Yüzünü asma artık kardeşim."
Söyledikleriyle asık olan yüzüm bir anda kaybolmuş yerine gülümsemem gelmişti. Çok rahatlamıştım Emre'nin dedikleriyle. Yüzümde kocaman oluşan tebessümle Emre ye baktım. "Yaşasın bugün annemle benim günüm olacak." Attığım sevinç çığlığıyla Zeynep teyze arabanın içinde ki aynadan bana bakıp güldü.
"İşte böyle gül küçük adam." Yüzünde ki o mutluluk içimi ısınmıştı. Onu da çok seviyordum.
Kısa süre sonra kocaman rengarenk bir yere geldik çok güzeldi. İlk defa bu kadar güzel yer görüyordum. Ama bizim paramız yoktu ki annem nasıl bu kadar güzel yer ayarlayabilmişti. İki katlı kafe tarzı bir yerdi. Girişi rengarenk balonlarla süslenmişti. İçeri girdiğimde ilk gözüm annemi buldu. Çok güzel olmuştu. Prensesler gibiydi.
"Annee" koşarak anneme sarıldım. Sarılamama sıcacık bir şekilde karşılık verdi.
"Oğlum iyi ki doğdun iyi ki varsın birtanem." Bana sıkıca sarılmış saçlarımın arasına öpücük kondurmuştu.
Kafede iki palyaço, ben, annem, Zeynep teyze ve Emre vardı.bir masanın etrafı balonlar ve hideye paketleri vardı. Masanın üzerinde kocaman bir çikolatalı pastayı görünce gözlerim sevinçten kocaman açıldı. İlk defa bu kadar büyük pasta görüyordum. İki katlı araba resmi olan bir pastaydı.
Herkes doğum günümü kutlayıp hediyeleri vermiş sıra mum üfleyip pasta kesmekteydi. Tam masaya geçtiğimiz sırada kafeden giren Kemal amcayı elinde kocaman bir hediye paketiyle görünce kocaman açılan gözlerle. "O benim mi?" Dedim hayran dolu ve şaşkın gözlerle bakıyordum. Sevinçten yükesek çıkan sesim herkesi güldürmüştü.
Bana kocaman uzaktan kumandalı araba almıştı hemde siyah en sevdiğim renk. Kemal amcama kocaman sarıp öptüm. Hayatım da hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Ama bu son mutlu olduğum an olduğunu nerden bilebilirdim ki o küçük yaşımda.
*******
O kadar eğlenmiştik ki beni en çok mutlu eden şey ise annemin çok mutlu olmasıydı. Onu bu kadar mutlu görünce bende çok mutlu oluyordum. Yorgunluktan uykum gelemeye başlamış annemin kucağında yarı uyur vaziyette yayılarak uzanıyordum.
"Çocukların uykusu geldi hadi eve geçelim."
"Çok sağol Kemal abi çok mutlu oldu. Sana ne kadar mahcubum anlatamam."
"Lafını bile duymak istemiyorum o benimde oğlum sayılır. Hadi ben sizi eve bırakayım."
"Şey Kemal abi Asaf nerede?"
"O sizi bir iki gün rahatsız edemez için rahat olsun. Eve gidip oğlunla rahat rahat uyu bacım." Gerisi yoktu. Uykunun esiri olmuştum.
Babamsız iki gün çok güzel geçmişti. Keşke yok olsaydı.
Emre'yle okul çıkışı hızlı adımlarla eve yetişmeye çalışıyordum.
"Yaa yoruldum bekle biraz." Sesinde ki isyan beni sinir etmişti yine.
"Olmaz babamdan önce evde olmalıyım. Kafan almıyormu oğlum senin neden her gün aynı şeyi soruyorsun. Eve gittiğimde babam evde olursa okula gittiğimi anlar ve yine beni ve annemi döver. O beline taktığı şey benim canımı çok acıtıyor." Gözlerim dolmuştu o acıyı sırtım da ve vücudumda tekrar hissetmem çok tuhaftı.
"Kıyafetlerimi kitaplarımı yakar yırtar atar."
"Keşke yok olsaydı Asaf amca o zaman bu kadar korkmaz mutsuz olmazdın."
"Keşke Emre." O adam niye vardı ki. Annem nasıl o adamın yanında duruyordu. Ne zaman gidelim desem olmaz diyip duruyordu bu da beni sinirlendiriyordu.
Yolda gördüğümüz dondurmacıya ikimizde aynı anda bakınca Emre'yle göz göze geldik. Ben olmaz der gibi başımı sallasamda Emre çoktan gülerek koşmaya başlamış dondurmacı amcadan iki külah dondurma istemişti bile.
"Emre hava çok soğuk bu soğukta dondurma yersek hasta oluruz." Onun yanına gittiğimde elinde ki dondurmayı bana uzattı.
"Bir kereden birşey olmaz ya, ye işte birşey olmaz." Bana uzattığı dondurmayı istemesemde aldım. Çünki çok güzel duruyordu.
Dondurmayı yiye yiye eve gitmiş ve boğazım çok kötü ağırmaya başlamıştı bile.
Eve geldiğim de babam eve gelmemişti. Bu durum beni rahatlatmıştı. Hızlıca üzerimi değiştirip kıyafetleri ve çantamı anneme verdim. Kış olduğu için evin içi soğuktu ama hasta olmuştum galiba daha da üşümeye başlamıştım. Benim halimi gören annem. Hızla yanıma gelip elini anlıma koydu.
"Ateşinde yok dur bakalım sen geç koltuğa battaniyeyi üzerine sıkıca ört ben sana bir tane daha getireyim canım ısınırsın ozaman. Annemin dediğini yapıp battaniyeyi iyicemen sardım kendime. Cidden çok soğuktu.
Buz gibi havada annem odadan getirdiği diğer battaniyeyi üzerime sıkıca örttü. Annemde titriyordu ama bunu gülümsemesiyle saklamaya çalışıyordu.
"Anne sende gel yanıma hasta olacaksın." Ev o kadar soğuktu ki soğuğun verdiği etkiyle dişlerimi birbirine ardı ardına değiyor konuşurken sesim titriyordu.
Saçlarımı okşayıp o hayran olduğum gülümsemesiyle, "İyim oğlum ben sen hasta olma bana yeter ben sana şimdi bir çorba da yaparım ısınırsın."
"Anne babama söyleyelim eve soba olasın. Emreler de vardı. Çok güzeldi evin içi sıcacık oluyor. Tüp gibi ama ondan daha büyük." Annemin gözleri doldu. Ama ne dedim ki ben onu üzecek birşey demem ki.
"Babana sakın bunu söyleme olurmu oğlum. Yoksa çok kızar hem bak böyle de güzel değilmi kocaman adam gibi oldun kasların kocaman gözüküyor." Değildim hemde hiç mutlu değildim. Emre'nin evinde ki soba çok güzeldi hiç üşümüyordum. Hem sobanın üzerine mandalina kabukları koyunca ev mis gibi kokuyordu.
Ama bunu anneme diyemedim. Yoksa yine sevmediğim o şeyi yapıp ağlardı. Annemin mutsuz olması istediğim en son şeydi.
Kocaman bir gülümsemeyle, "Evet hemde babamdan daha güçlü oldum. Artık sana vurmaya kalkarsa ben seni korurum annem." Annemin yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. Bana sıkıca sarıldı.
"Senin o güzel yüzün hep böyle güldüğü sürece ben hep mutlu olurum. Baban bile beni üzemez birtanem." Saçlarımın arasına buse kondurup geri çekildi. Bu yaptığı her zamanki gibi içime huzur vermişti.
Kapının sert bir şekilde açılıp duvara çarpmasıyla annemle irkildik.
"Bu Kapı niye açılmıyor lan." Gür sesi odada yankılanmıştı. Kapı çalınmamıştı ki. Korkuyla gözlerim kocaman açılmıştı.
"Mert oğlum hadi sen odana git ben çık diyene kadar da sakın çıkma olurmu. Her zaman ki yaptığımız gibi." Elleriyle yüzümü kavrayıp yanağımdan öptü.
"Kapını da kitle." Annemin morluklar içinde ki yüzüne dolu dolu gözlerle baktım. Doğum günümde yüzüne sürdüğü boyalarla o sevmediğim renkleri yok etmişti ama eve gelince yüzünü yıkayıp o kötü renkler eski yerini almıştı yine. Keşke hep doğum günüm de olduğu gibi olsaydı yüzü.
"Hayır anne o adam yine sana zarar verecek ben seni korurum olurmu? Senin yüzünde ki bu renkleri hiç sevmiyorum. Hep canın yanıyor bu renkler olunca."
Beni ayağa kaldırıp odaya doğru ilerlemeye başladı. Beni odaya koyup kapının arkasında ki anahtarı alıp kapıyı üzerime kitledi. Ben ne kadar çabalasam da başaramamıştım. Yine annemi o hayvanın eline bırakmıştım.
"Duymadım Asaf yemek yapıyordum."
"Ne zaman duydun ki. Bıktım senden de o piçten de."
"Öyle deme o seni çocuğun."
"Sus lan zorla yaptın sırf başıma kalmak için. Annemle bir olup hayatımı kararttınız lan." Yine bağırıyordu anneme.
"Niye böyle diyorsun benimle evlenirken rızam var diyen sen degilmi-" Yüksek bir sesle annem susumuştu.
"Seninde o piçinde Allah belasını versin. Uğursuzlar bana uğursuzluktan başka birşey getirmediniz."
"Dur vurma artık yeter Asaf yeter. Aaa canımı acıtıyorsun. Allah aşkına dur."
Yine aynı sesler odanın en ucra köşesine gidip yere oturdum. Bacaklarımı kendime çekip kulaklarımı annemin çığlıklarını duymamak için kapattım ama olmuyordu. Dayanamaıyordum anneme yaptıkları canımı yakıyordu. Tam bir saat geçmişti ve babam olacak o kansız hayla annemi dövüyor anneme bağırıyordu. Annemin sadece inleme seslerini duyuyordum. Anneme verdiğim sözü daha fazla tutamayacaktım. Yanaklarımdan akan yaşları sinirle sildim. Hızla ayağa kalkıp. Köşede ki sandalyeyi alıp kapının boydan boya olan cama fırlattım. Buhulu ve desenli olan cam parçalanıp tuzlabuz olmuştu. Yerden bir cam parçası alıp o canavar adamın üzerine yürüdüm.
Bu yaptığım onu baya şoka sokmuştu. Sağ elinde ki kemer havada kalmış annem ise yarı baygın yerde yatıyor cenin pozisyonu almıştı. Elleriyle kafasını koruyordu ama kolları elleri dahi hep kandı. Annem yine kan olmuştu. O adam yine en sevmediğim renge annemi bulamıştı.
"O pis ellerini çek artık annemin üzerinden. Annemi kana bulama artık."
Kaşlarını havalandı. Yüzünde o iğrenç ifade belirdi yine.
"Bak sen şu küçük piçe. Büyümüşte bana dikleniyor. Senin kemiklerini büyük bir zevkle kırarım lan it." Annemin yanından bana doğru ağır adımlarla geliyordu. Benim ise korkudan ellerim titriyor elimde ki camı daha da sıkı kavramış ona saplamak için cesaret toplamaya çalışıyordum. Ama sıktığım cam parçası elimi kanatmıştı. Parmak aralarımdan akan kana kısa bir bakış atıp tekrar o pislik adama baktım. Yine içmişti ama ayıktı. O iğrenç kokusu her yere dolmuştu.
"Bı-bırak oğ-oğlumu." Annemin o hali beni daha çok çileden çıkarmıştı. Çok kötüydü annem çok kötüydü.
"Öl artık öllll!!"
Aramızda iki üç adım kala ona doğru koşup elimde ki camı karnına en son gücüme kadar sert bir şekilde sapladım. Acıdan inleyen bu sefer annem değil bu adamdı.
"Aaa naptın lan sen?" Yüzünde ki acı,öfke ve dehşete düşmüş ifade benim iki adım gerilemem sebep olmuştu. Napmıştım ben böyle.
"Seni dinlene dinlene öldüreceğim piç kurusu." Karnında ki camı tek hamlede çıkarınca acıdan çığlık atmıştı. Anneme baktığımda yerden kalkmaya çalışıyor birşeyler mırıldanıyordu ama kalkamıyordu.
Elini kanayan yere götürdü. Eline bulaşan kanı görünce daha da sinirlendi.
Yere düşen kemeri acı dolu iniltiyle yerden alıp üzerime yürüdü.
Annemin sesiyle kendime gelmiş şoka girdiğimi annemin sesiyle anlamıştım.
"Kaç Mert kaç git evden çabuk." Ama annemi bırakamazdım. Ben gidersem sinirini annemden çıkaracaktı.
Anneme baktığımda bana yalvaran gözlerle bakıyordu. Yerden kalkmaya çalıştıkça gücü daha da tükeniyordu. Başımı dolu dolu olan gözlerle iki yana salladım. Dayak yiyişim ilk değildi alışıktım nasıl olsa. Ama bu hepsinden daha acımasız ve ağır bir dayak olacağını o ana kadar bilememiştim.
Beni kolumdan sıkıca tutmasıyla duvara fırlatması bir olmuştu. Başımı duvara sert vurmamla kulağımda inanılmaz bir çınlama olmuştu.Kararan gözlerimle başımda yoğun bir acı oluşması bir olmuş bu da acıdan inlememe sebep olmuştu. Daha kendime gelmeden sırtımda hissettiğim acıyla vücudum gerildi.
"Seni hain seni, sen kimsin lan beni bıçaklamaya kalkıyorsun. Sana öyle şeyler yapacam ki bırak bana diklenmeye gözümün içine dahi bakamayacaksın.
Ard arda vurduğu darbelerden kurtulmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Sırtıma yediğim her kemer darbesiyle vücudum acıdan geriliyor nefesim kesiliyordu. Acıdan yere çökmüş evde sadece acıdan inleme sesi ve o pislik adamın bana ve anneme ettiği küfürler duyuluyordu. Karnıma aldığım sert tekmeyle olduğum yere yan düştüm.
"Yapma ne olur bırak onu?"
"Sana da sıra gelecek sanada."
Karnıma aldığım son tekmede aklımda metanik bir tat gelmesiyle bilincim tamamen kapanmıştı. Son duyduğum ses ise annemin o fertadıydı.
"Mert hayır hayır. Bırak oğlumu dedim sana." Üzerime kapaklanan annemi kokusundan tanımıştım...
Ve Mert'in ilk ve son doğum günü o gün Kemal amcasının ona ilk ve son yaptığı doğum günü kutlaması oldu. Önce ki doğum günlerinde annesi gizlice evde yaptığı ufak bir pastayla kutlardı. O bile Mert' dünyanın en mutlu insanı yapardı. Ama o son doğum gününden sonra herşey değişmişti. İki günlük mutluluk onda ömür boyu tranvalı bir yolculuğa sürükleyeceğini nereden bilebilirdi ki. Bilse buna asla izin vermez o doğum gününe gitmemek için elinden geleni yapardı.
Ondan sonra ki günlerde ne pastayı sevdi ne de doğum gününün kutlanmasını istedi. Eğer o gün doğum günü kutlanmasaydı. Babası bu kadar sinirlenip annesini ve kendisini ölümüne dövmez ikisinin de günlerce yoğunbakımda kalmasına sebep olmayacaktı. En acısıda annesinin bu işkenceden sonra sol kolunu kaybedişiydi. Mert'in o gülen yüzünüyle beraber çocukluğunu da yok etmişti. Mert o günden sonra içine kapanık, sinirli ve mutsuz bir çocuk olmuştu. Annesine her baktığında kendini suçlu hissediyor ve sürekli evden kaçıyordu. Bazen öyle bir vicdan azabı çekiyordu ki intihara kadar sürüklüyordu onu. O gün o odadan çıkmasaydı. Belki annesi kolunu kaybetmeyecekti. Annesinin bir damla göz yaşına kıyamayan Mert annesinin kolunu kaybetmesine sebep olmuştu. Bu onun için dönüşü olmayan ve her geçen gün artan bir vicdan azabına dönüşüyordu.
GÜNÜMÜZ...
Öyle bir an gelir ki dokunmak, tenini hissetmek ve en önemlisi onunla nefes almak için can atar insan. Ama onun varlığına çok ihtiyacın olduğu zamanlar ona gidemezsin. Çünki o seni istemiyordur. O sensiz daha mutlu ve hayatını yoluna koymuştur. Tıpkı şuan olduğu gibi. Ama sen o alt üst olan enkazdan hayla çıkamamışsındır. Ve en acısı da bunu hak etmişsindir...
Yoktu, bakmadığım ülke kalmamıştı. Bir yıl dört ay beş gün dokuz saat onsuzdum. Benden cidden gitmişti. Beni deli gibi sevdiğini kendi söylüyordu ama gitmişti. Seven insan gidermiydi? Ben ondan gidemezken o benden nasıl olurda bu kadar kolay gidebiliyordu. Onu o kadar çok özlemiştim ki bana fotoğraf ve videoları bile yetmiyordu artık. Elimde duran telefondan o son gün kucağımda uyuduğunda çektiğim videoyu izliyordum. "Nerdesin be güzelim?" Bardakta ki son kalan içkiyi de kafama diktim. Yoktu ben nasıl olur da bulamazdım. Onun nefes alışınıdan bile haberim olurdu. Şuan ben aylardır ondan tek bir haber bile alamaz olmuştum. Sinirle sert bir şekilde masaya fırlattığım bardak hayatım gibi paramparça olmuştu. Elimde ki videoya bakışlarımı çevirdiğimde ezberlediğim o yüzünde uyusa bile değişen yüz ifadesi canımı yakıyordu. Uyurken bile acı çekiyordu. Şimdi nasıldı iyimi, kötümü cidden bana dediği gibi hayatına bakıyormuydu. Benim yapamadığımı o yapmış mıydı? Umarım yapmıştır. En azından mutlu olma düşüncesi beni ayakta tutan tek şeydi. Ekranı sağa kaydırdığım da okulda ki bankta gülerek arkadaşıyla konuşurken gizlice çektiğim videoydu. Derin bir nefes alıp verirken bile ciğerim yanıyordu.
"Ah be sevgilim o gülüşünü kokunu çok özledim. Bana diyordun ya senden intikam almayacağım diye. Asıl en acımasız en büyük intikamı beni sensiz bırakarak aldın." Kenarda duran bardağa yeni açtığım viskiyi koyup kafama diktim. Kapı çalınma sesiyle telefonun ekranını kapatıp "Gel." Dedim bıkkın bir sesle.
Emre içeri girince şaşkınlık ve bıkkınlıkla etrafa ardından bana baktı.
"Kardeşim kaç defa diyeceğim sana içme artık şunu bak doktoru ciddiye almalısın. Hem kim getiriyor sana bunları ben adamları tembihlemedim mi." Yanıma gelip dudaklarıma götürdüğüm bardağı elimden alıp yere döktü. İçki şişesini masadan alıp yere sert bir şekilde atınca sinirli bir şekilde Emre'ye baktım.
"Derdin ne senin rahat bırak beni. Hem ben sana Buket'ten bir haber almadan bana gözükme demedim mi?" Ayak dibimde ki başka bir şişeyi açıp kafama diktim. Şok içinde kocaman açılan gözlerle bana bakıyordu. Elimden onu da sert bir şekilde çekince sinirden arkasını dönüp odanın içinde ileri geri gitmeye başladı.
"Mert bak cidden beni deli ediyorsun. Tamam anlıyorum seni ama böyle yaparak kendine olan sinirini böyle çıkaramazsın. Hem Buket'i bulduğunda senin için çok geç olunca ne yapacaksın. Hiç bunu düşündün mü." Acı dolu bir gülümseme oluştu dudaklarımda.
"Merak etme onu son birkez görmeden ölmeye niyetim yok hem o doktorun dedikeride umrumda değil. Gayet iyiyim."
"Yaa ne demezsin oğlum bir deri bir kemik kaldın. Aynaya bakmıyorsun tabi nerden bileceksin şu haline bak. Yemen içmen bu zıkkım olmuş senin." Emre'yi umursamadan çekmeceden bir bardak çıkarıp yerden aldığım diğer içkiyi bardağa doldurdum.Elimde ki viski kadehinin içinde ki viskiyi kafama dikip kadehi sert bir şekilde önümde ki masaya baraktım. Yayıldığım koltuğa biraz daha sindim. Emre sen iflah olmazsın bakışlarını görmezden geldim. Her gün gördüğüm bakışlarıdı çünkü.
"Bir gelişme var mı neden hiçbir şekilde iz bulamadığımızı artık bilmek istiyorum Emre bu beni daha da deli ediyor. Ben atık her ülkede o katlanılmaz olan şeyi yapmak istemiyorum. Sevdiğim kadını morglarda aramak istemiyorum anladın mı beni." İçki şişesini kafama tam dikecekken söyledikleriyle elim havada asılı kalmıştı.
"Bir gelişme var. Ama şey biraz sıkıntılı bir durum." Emre söze nasıl başlayacağını bilemez gibi elini ensesine götürüp kelimelerini seçmeye çalışıyordu. Bana attığı o bakış atmayı bırakan kalbim de ufak bir çarpıntı yaratmıştı. Elimde ki içkiyi masaya geri koydum.
Neyle ilgili olduğunu anladığım an vücudum gerilmiş içimde ki sıkıntı giderek hat safaya ulaşıyordu.
"Buket mi. Yoksa-" onun ölmüş olma düşüncesi benim nefesimi kesiyordu. Ama yaşıyor düşüncesi de ayrı bir şekilde yaşadığımı hissettiriyor beni iki büyük döngünün tam ortasında arafta kalmıştım. İçimde ki heyecanı bastırmaya çalışarak. Oturduğum koltuktan ayağa kalktım. Ellerimi masaya dayayıp içimde ki anlamlandıramadığım o müthiş duyguyu bastırmak için derin bir nefes aldım. Kötü olan tüm o düşünceleri görmezden gelerek iyi bir haberi bekliyordum adeta bunun olmasını istiyordum.
"Buldum de Emre. Onu buldum de bana. Beni o lanet olası morga tekrardan yollama ne olur." Sesim titremis ve kısık çıkmıştı. Onu kaybetme düşüncesi bile katlanılmaz bir acıydı benim için. Gerçeği beni bir saniye bile hayatta tutamazdı. Duyduklarımla derin bir nefes alıp verdim. Yaşıyordu o yaşıyordu.
"Buldum Mert. Ama-" Emre'nin yanına gidip yakasına yapıştım.
"Ne ama Emre ne ama? Nerede söyle çabuk."
Kaç aydır peşindeydim. Kaç aydır ne yaptığımı bilemez halde her yere bakmış ama bulamamıştım. Şimdi buldum diyor ama, amalarla gelmişti bana.
"Türkiye de değil."
"Onu anladık Emre geveleme yoksa konuşacak bir ağzın kalmayacak." Sesim bu sefer olduğundan daha gür çıkmıştı. Sinir tüm bedenime yayılmıştı adeta. Bıkkınlıkla nefesini verdi.
"Tamam peki anlatıyorum. Moldova'ya gitmiş. Savaş ve Hayal de oradaymış." Ben nasıl akıl edemedim onları takip ettirmeyi. Tabi ya Buket Hayal'siz yapamazdı ki.
"Ve şuan Moldova da düzenli bir hayatı var. Bir şirkete müdür. Kimliğini değiştirmiş. O yüzden bulmakta zorlanmışız." Savaş denen it her anı kullanıyor ona daha da yakın olmak için benim yokluğumda ona daha da yakınlaşma düşüncesi beni deli ediyordu.
"O şerefini siktiğimin puştunu öldür diye yalvartmazsam bana da Mert Korkmaz demesinler. Uçağı hazırla hemen çıkıyoruz. Moldova'ya gidiyoruz." Hızla yanından geçerken kolumdan tuttu.
"Mert bi dinle bilmediğin şeyler var." Yüzünde ki endişe birşeylerin ters gittiğinin belirtisiydi.
"Ne oldu Emre taksit taksit anlatma."
"Otur istersen. On altı ay boyunca neler yaptığını ve -" Derin bir nefes alıp verdi. "Ve neler yaşadığını bilmen lazım."
"Neler yaşadığını derken?" Kaşları mı ne diyorsun dercesine çattım.
Yanımdan geçerek köşede ki üçlü koltuğa oturdu. Yanını işaret edip. "Otur." Diyince zorluk çıkarmadan oturdum.
"Anlat." Dedim endişeli sesimi bastıramıyordum.
"Sonuna kadar dinle lafımı kesme sakın."
Başımla onaylayladım.
"Buket o günden sonra ertesi gün ülkeyi terk etmiş. Kimseyi istememiş yanında. Ali onu uzaktan takip ettirip koruyormuş ama bir ay sonra Buket'in izini kaybetmişler. Ali de Moldova'ya gitmiş ama iki ay boyunca bir iz bulamamışlar." Korku tüm vücuduma yayılmış duyduklarım yüreğimi sıkıştırıyor ona olanları duymaya hazır değildim.
"Sonra bulmuşlar ama bulduklarında çok kötü bir haldeymiş. Ali'nin tuttuğu evden ayrılmış ufak bir ev tuttuş başka bir isimle. Yaşadıkları ağır şeylerdi. Kaldıramamış Mert." Bana öyle bir bakıyordu ki senin yüzünden demek istiyor elini yumruk yapmış sakinleşmek ister gibi derin nefes aldı. Emre'nin en hasas noktası masum kadınlardı. Çünki onun ilk aşkı intihar ederek ölmüştü ve bunu sebebi ise Emre'ydi. Bu Emre'nin en büyük travasıydı. Kadınlara ayrı bir hassasiyeti vardı. Ne zaman bu gibi durumlar olsa kendini kontrol etmekte zorlanırdı. Ama gözleri herşeyi haykırıyordu. Her an yumruğunu yüzüme geçirecek gibiydi.
"Kızın hayatını cehenneme çevirdin. Aklı dengesini kaybetmiş uzun süre yemek yememiş halsiz ve bitkin düşmüş. Çok zayıflamış Mert ve bunu tek bir sorumlusu var o da sensin." Dişlerini sıkarak dedikleriyle kan beynime sıçramıştı. Derin bir nefes alıp nefesini sert bir şekilde verdi. Dedikleriyle yumruğu suratına geçirmek istiyordum. Ama haklı olma düşüncesi kendimden nefret etmeme neden oluyordu. Daha ne kadar nefret edeceksen bilmiyorum ama anlattığı her şey daha da nefret etmeme sebep olduğunu biliyordum.
"Son beş ayını akıl hastanesinde geçirmiş. Doktoruyla konuştum. Anne ve babasının hayalini görüyormuş. Arada senin isminde geçiyormuş ama çok sessiz söylüyormuş ne dediği anlaşılmıyordu dedi doktoru, ve-" sustu acı dolu bir nefes alıp tekrar verdi. Bu en ağrıydı biliyordum. Nefesim kesilmiş gözlerim dolmuştu. Emre dedikleriyle beni öldürmüş beni yok etmişti. Gözlerini kapayıp o nalet cümleyi kurmuştu.
"Bir kaç defa intihar girişiminde bulunmuş." Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. O acıyı iliklerime kadar hissetmiştim. Gözümden akan bir damla yaşla gözlerimi kapayıp başımı önüme eğdim. Omuzlarım düşmüş aldığım nefes sanki kezzaptı. Her soluğum tüm hücrelerimi yakıp yok ediyordu. Gözlerimi ağır ağır açıp bakışlarımı ateş saçan gözlere diktim.
"N-ne di-diyorsun sen Emre?" İnanmak istemiyor yanlış duymayı dinliyordum. Ya başarılı olsaydı ozaman ben onun şuan ölüm ha-. Düşüncesi bile kalbimin şiddetli bir sacıyla ağırmasına neden oluyordu.
"Keşke doğru olmazsa Mert. Bu olanlardan sonra Savaş ve Hayal yanında kalıyor. İşte altı aydır da hayatını düzene koymuş. Yada çevresindekilere öyle sansınlar istiyordur." Stresten elleriyle saçlarını set bir şekilde karıştırıp,"Bırak Mert. Bırak düzelmişken hayatına devam etsin. Sen onun karşısına çıktığında herşey başa saracak. O zaman," Sinirle soludu. "O zaman Buket toparlayamaz." İçimdeki harlanan saf öfkeyle nefesim hızlanmış hızlanan nefesle beraber kendime olan öfkem altın da eziliyordum. Benim yüzümden olmuştu. Allah kahretsin ki benim yüzümden olmuştu. Güldüğünde bana cenneti bahşeden o gülüşü ben ona yasak kılmıştım. Ama ne olursa olsun ben ondan kopamazdım. Onsuz yaşayamazdım.
"Ne diyorsun lan sen ben onu bulmak için kaç ay gece gündüz saat fark etmeksizin aradım onu. Ben onun için babamı öldürdüm lan babamı. O şerefsizden deli gibi korkan ben Buket'e yaptıklarından sonra gözünün içine baka baka öldürdüm onu. Anladın mı şimdi gelmiş tam bulmuşken vazgeç mi diyorsun bana." Oturduğum yerden kalkıp odanın içerisinden ileri geri gitmeye başladım. Olamazdı olmamalıydı. Ben onu bu hale getirmiş olamazdım. "Hem onun ailesini ben değil babam denecek o şerefsiz ondan koparıp aldı. Onun da hak ettiğini verdim ben. Anladın mı Buket'in bana ihtiyacı var. Benim de ona." Sinirimi duvarda ki aynadan çıkartırcasına tüm gücümle aynaya yumruk attım. Attığım yumrukla ayna tuzla buz olup yere saçılınca elimde ki kanı umursamadan Emre'ye döndüm. Olamaz olmamalı bensiz mutlu olamazdı. "O bensiz yapamaz ki. O da benim onu sevdiğim kadar çok seviyor beni. Ben onu bu hale sokmuş olamam değilmi. "
"Kendine gel artık gerçeklerle yüzleşmek bu kadar mı zor. Evet o kızın bu halde olmasının sebebi sensin. Senden önce düzenli bir hayatı vardı. Allah bilir daha bilmediğimiz neler yaşadı. Sen Buket'i zehirliyorsun Mert anla bunu artık. Özgür bırak attık şu kızı." Yüzüne sert bir yumruk attım. Susmalıydı hemde hemen. Yüzüne attığım ard arda yumruklarla aslında kendime olan siniri ondan çıkarıyordum.
Bir anda onun üzerinde çekilmemle sinirle beni çeken kişiye yumruğumu kaldırdığım an Yağmur'u görünce yumruğum havada kaldı.
"Çekil Yağmur elimden bir kaza çıkacak yoksa." Beni sert bir şekilde kenara itti.
"Yeter dur artık Mert kendi suçunu, kendine olan sinirini, öfkeni sana gerçekleri söyleyen birinden çıkaramazsın. Buna hakkın yok." Kurduğu kelimelerle gerçeklerin yüzüme bir kez daha vurulması beni çok sert bir şekilde sarsmıştı.
Gözlerim de ne gördüyse ses tonu daha bi sakin çıkması için gözlerini kapayıp herin bir nefes alıp verdi gözlerini geri açıp üzgün gözlerle bana baktı. Beni anlıyordu ama anlasa bile haksız olduğumu o da biliyordu.
"İstersen çık biraz sakinleş adam akılı sağlam kafayla oturup konuşalım böyle olamayacak çünki." Sinirden sıktığım yumruğu duvara geçirip hızlı adımlarla odadan ayrıldım. Allah kahretsin ki haklılardı.
Hızla arabaya yürüken cebimden telefonu çıkarıp Cenk'i aradım. İlk çalışta hemen açtı. "Buyrun Mert bey."
"Yarım saate uçağı hazırlayın Moldova'ya gidiyorum." Birşey demesine izin vermeden telefonu kapatıp arabaya bindim. Ondan bir saat bile ayrı kalmak istemiyordum. Uzaktan da olsa onu görmeye ihtiyacım vardı. Uçağın kalkacağı piste geldiğimde gördüğüm kişilerle nefesimi sert bir şekilde verdim. Çok oluyorlardı artık.
Emre elleri cebinde bana sinirli bir şekilde bakarken Yağmur bıkkın ve sitemkar bir şekilde ellerini göğüsünde birleştirmiş uçağın yanında beni bekliyorlardı. Hemen yanların da duran Cenk'e ters bir bakış attım. Bakışlarımı ondan ayırmadan arabadan inip hızlı adımlarla tam karşısında durdum. Yumruğu tam suratına geçirecekken hemen Emre'nin arkasında saklanması beni afallatmıştı.
"Kızma ona ben zorladım. Hem sen nereye gidiyorsun. Biz seninle ne konuştuk." Emre'nin dediklerini duymazdan gelip bakışlarım hayla Cenk'e kitliydi. Cenk kafası yerde Emre'nin arkasına gizlenmesi komikti ama şuan bu duruma gülecek halim yoktu.
"Ben sana hava al dedim. Moldova'ya git mi dedim Mert." İkisinin sinirli bakışları zerre umrumda değildi. Bakışlarımı Cenk'ten çekip İkisine döndüm.
"Ben Buket'siz bırak bir gün bir saat bile duramam anlayın artık bunu. Beni kimse bu saaten sonra durduramaz." İkisinin de gözlerinin içine meydan okurcasına baktım.
"Sıkıyorsa durdurun. Ben babama acımadım. Size hiç acımam." İkisinin birbirine bakıp şaşkın ve affalamayala bana döndüler.
"Hiç bir bokta yapamazsın. Biz senin baban gibi şerefsizmiyiz? O siktiğimin laflarına dikkat et bizi de o itle aynı kefeye koyma."
"Mert ne yapmaya çalıştığını anlamıyoruz sanma. Gitmene izin veremeyiz. Şuan değil lütfen ona zaman tanı." Yağmur beni sakinleştirmeye çalıştığı mimiklerine ve ses tonuna yansımıştı ama beni hiç kimse bu saaten sonra durduramazdı.
"On altı ay beş gün Yağmur yeteri kadar süre tanıdım hatta haddinden fazla bile oldu. Tamam bak hemen karşısına çıkmayı bende düşünmüyorum ama onu görmeye ihtiyacım var anla beni. O yüzden ya benimle gelir, yada yolumdan çekilirsiniz." Yönümü uçağın merdivenlerine yönlendirdim.
"İnatçı deli ne olacak demiştim sana bu puşt bildiğini okumadan durmayacak diye. Cenk arabadan bavulları indir." Dedikelriyle yüzümden gülümseme oluştu. Beni iyi tanıyorlardı.
*******
İçim içime sığmıyor nefes alamaz hale gelmiştim. Onun çalıştığı şirketin tam karşısında duruyordum. Ve çıkış saatine tam beş dakika vardı. Arabanın içinde çıkacağı saati beklemek bir asır gibi geliyordu bana. Arabadan inip şirkete girmemek için zor tutuyordum kendimi. Daha doğrusu Emre arabaya kitlemişti beni.
Şerefini siktiğimin iti yapacaklarımı önceden bildiği için sırf bu yüzden benimle gelmişlerdi.
Şirketten çıkan bir kaç kişiyi görünce yerimden doğrulup camı açtım. Ama yoktu.
"Hani nerde niye çıkmadı yoksa birşeymi oldu?" Endişem her saniye artmaya başlamıştı. Buket planlı ve dakik biriydi. Tam iki dakika olmuştu. Ama çıkmamıştı. Bu iki dakika inanılmaz şekilde katlanılmaz bir hal almıştı bende.
"Abartma Mert bir dur bekleyelim çıkar. İçeride ki arkadaşım işe geldiğini söyle-"
"Çıktı." Dedim ama sadece o kelime dökülebildi dudaklarımdan.
Onu uzun zamanın ardından tekrar görecek olmanın verdiği his inanılmaz derecede güzeldi. İkinci kez böyle hissediyordum. Tıpkı Buket'i ilk gördüğüm gün gibiydi. O bankta arkası dönük oturmuş upuzun saçları ilk aşık olduğum şeydi. O kadar güzel ve parlaktı ki gözlerimi rüzgardan uçuşan saçlarından çekememiştim. Yüzünü tam görememiştim ama rüzgarın saçlarını dağıtması onun hoşuna gitmişti. Yüzünde ki tebessüm ise onda aşık olduğum ikinci şeydi. İlk başlarda ona bu kadar delice aşık olacağım aklıma bile gelmemiş ona her baktığımda beni huzursuz eden birşey vardı. Ben bunu hep nefret sanmıştım. Ta ki o bodrum katında onun canına kast ettiğim ana kadar. Gözlerinde ki ölümü gördüğüm an ona olan duygularım kendini göstermeye başlamıştı. Onu kaybetme düşüncesi bana o an kafayı yedirtmişti. Elimi ateşe değer gibi boynundan çektiğim an yere sert düşmesi ve ensesine sert bir şekilde demire çarpması, çok kötüydü hemde çok. Onun yerine ben orada can çekişiyorudum. Zaten o günden sonra da kendimi affettirmek için ne yaptıysam hep elime yüzüme bulaştırmıştım. Sevmeyi bile beceremiyordum. Zeten o lanet olası kazadan sonra o iki ay bana iki asır gibi gelmişti. Ona zarar vermekten başka bir boka yaramamıştım. Şimdi ise darmadağın ettiğim sevdiğim kadına bakıyordum. Gördüklerimle sevinsem mi üzülsem mi bilememiştim. Camı sonuna kadar açıp daha dikkatli baktım. Yolun karşısında şirketin biraz uzağında onu görebilecek bir konumda onu izliyordum.
Bu, bu benim sevdiğim kadınmıydı. Yanında Hayal ve diğer yanında tanımadığım bir kız vardı.
Gülüyordu.
Mutluydu.
Bensiz cidden mutluydu.
Çok güzeldi. O dokunup okşamaya kıyamadığım saçlarına kıymıştı. Ona ilk o saçlarıyla tanımış ilk o saçlarına vurulmuştum. Ama o kıymıştı onlara.
Bir konu hakkında diğerleri konuşuyor o da kahkaha atıyordu. En azından gülüşü o güzel dudaklarında yerini bulmuştu. Emre haklıydı. O bensiz çok mutluydu. Ama ben onsuz bir ölüden farklı değildim. Kahverengi up uzun saçlarını küt kesmiş ve kızıla boyamıştı. Çok zayıftı hemde çok. Yüzünde ki elmacık kemikleri belirginleşmiş. O yanakları içine çökmüştü. Sinirden ellerimi yumruk yapıp arabanın kapısına sert bir şekilde vurdum. Önlerinde bir araba durunca tanımadığım o kız onlarla vedalaşırken Buket ve Hayal o arabaya bindiler. Direksiyon koltuğunda Savaşı beklerken tanımadığım biri vardı. Şoför olmalıydı. Çünki takım elbise giymiş ve Buket'in kapısını önünü ilikleyerek açmıştı. Hızla direksiyon koltuğuna geçip bindi. Gözümü bir an bile olsun ondan ayırmıyor her saniyesini beynime kazımak istiyordum. Kendi tarafinda ki camı açıp yönünü dışarıya uzattı. Rüzgarı seviyordu. Bunu biliyordum. Ona iyi geliyordu. Şimdi de aynı şekilde gözlerini kapayıp ederin bir nefes aldı. O yüzünde ki gülümseme içimi eritiyordu. Gözlerini açtı ve saniyelik yanında ki Hayal'e bakıp kahkaha atarak yönünü cama çevirdi.
Yanımızdan geçtiği an göz göze geldik. Kalbim göğüs kafesimi kıracak derece de çok hızlı atıyordu. Aylar sonra o haster kaldığım gözleri görmek yeniden nefes almamı sağlamıştı.
Bir kaç saniyelik an bana upuzun gelmişti. Zaman durmuş, zaman akmayı bırakmıştı. Bu an da sonsuza kadar kalmak istiyordum. Beni gördüğü an dudaklarımı oynatıp "merhaba" dedim acı ve özlem dolu buruk bir tebessümle. Gözlerinde ki o duygu beni kahretmişti yüzünde ki gülümseme beni görmesiyle çok hızlı solmuştu. Onun solan yüzüyle gözlerim dolmuş yüzüm düşmüştü. Arabanın dikiz aynasından ona bakarken. Kafasını camdan çıkarıp benim olduğum arabaya bakması yüreğimi dağlıyordu.
Arabanın bir anda durmasıyla hepimiz kast katı kesildik.
"Allah kahretsin gördü ve anladı işte gelmeyelim dedim sana ben.Bas gaza Emre uzaklaşalım."
Arabadan inen Buket hızlı adımlarla arabaya doğru geliyor bir an bile gözlerini benim olduğum yerden çekmiyordu. Bunu hiç beklemiyordum.
Hayal ise arabadan inmiş Buket'i izliyordu. Ben ise olduğum yerde dikiz aynasından bana gelişini izliyordum. Emre hemen benim camımı kapattı. Dışarıdan içerisi görülmediği için Emre böyle birşey yapmıştı. Bir yanım onu deli gibi görmek dokunmak hissetmek o hasret kaldığım kokusunu doya doya içime çekmek istese de diğer yanım ona zarar verdiğimi kalbime hançeri saplaya saplaya bana hatırlatıyordu. Emre tam arabayı çalıştırdığı an, "Dur bekle. Gitmiyoruz hiçbir yere." Dedim sert sesim onu durdurmuştu. O da biliyordu aksini yapamayacağını.
Emre'yle Yağmur dehşete düşmüş gibi birbirlerine ardından bana baktılar.
Yağmur korku dolu sesi olayın ciddiyetini bana hatırlatmak ister gibiydi.
"Mert saçmalama ne konuştuk biz senin-" cama vurulma sesiyle konun kapandığı çok netti. Sevdiğim kadın tam karşımda ve endişeli ve meraklı bir şekilde olayın gerçekliğini anlamaya çalışır gibi koyu deniz mavileriyle içeriyi görmeye çalışıyor ve cama vurup o hasret kaldığım sesini bana bahşediyordu. Yüzümde acı dolu bir tebessüm oluştu.
"Camı açarmısınız." Elim Kapı kolunda ki düğmeye gitti ama havada asılı kaldı.
"Sakın yapma Mert şuan değil lütfen." Yağmur yalvaran ses tonu umrumda bile değildi tek düşündüğüm ona zarar vermemekti. Aramızda ki bu kapı bir dönüm noktası olacaktı.
Şimdi beynimi mi yoksa kalbimi mi dinleyeceğim?
Ya ona cehennemi, kendine cenneti yaşatacak bu camı açacaktım.
Yada kendime cehennemi ona cenneti yaşatmaya devam edip ondan uzak duracak buradan uzaklaşacaktım.
Ama ben ondan uzak durmak istemiyordum....
Bomba gibi bir yeni sezonla karşınızdayım canlarım. Çok özledim sizi şu bir ay bile sizi ne kadar çok özlediğimi anladım. Umarım sizde beni özlemişsinizdir.😅😍
İşler sarpa sarmaya başladı. Sizce gerçekten Buket, Mert olmadan mutlumu? Mert kalbinin mi aklını mı seçecek sizce?
Yeni bölümde görüşmek üzere
SEVİLİYORSUNUZZZ...💋🥰
(En çokta bölüm sonu bunu söylemeyi özlemişim..😉🥰)
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
10.91k Okunma |
819 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |