
Bu hayatta en güvendiğin en sevdiğin ve hiç ummadığın birinden darbe yemek çok kötü bir duyguydu. Birde ailenden sadece o kaldıysa! Hayal neden böyle birşey yapmıştı? Taşlar yeni yeni yerine oturuyordu. Beni engellemesi bu yüzdendi demek ki. Ama neden?
Hayal karşımda tek bir kelime bile etmeden bakışları yerde öylece duruyordu. Emre ise tek gözü aldığı darbeden kapanmış diğer gözü ise morarmıştı. Yüzüne aldığı darbelerle içim acımıştı. Ona da çok kızgınım ama o benim kendime bile itiraf edemediğim gerçekleri yüzüme vurmuştu.
Elimin arasında Mert'in elini hissedince bakışlarım Mert'e döndü. Ağladığımı ve titrediğimi yeni yeni idrak edebiliyordum. Şüpheleniyordum ama ihtimal veremiyordum. Çünki o benim en kötü zamanlarımda yanımdaydı. Beni ayağa kaldıran güçlü durmam için çabalayan oydu. Mert bana güç vermek için elimi sıkıca tutuyordu. Baş parmağıyla elimi okşuyordu. Bu beni azda olsa rahatlatıyordu.
Bakışlarım Hayal'e döndü. Titreyen sesimi engeliyemiyordum.
"Bana bak!" Dedim sinirle ve gür bir sesle. Konuşmamla irkildi. Bakışları ağır ağır bana döndü. Konuşma der gibi bakıyordu. O da biliyordu çok ağır konuşacağımı.
"Neden ha neden söyle neden yaptın bunu? Bir açıklama borçlusun bana farkındasındır umarım." Kırgınlığım, kızgınlığım, hayal kırıklığım bütün duyguları aynı anda yaşıyordum. Onca ay çektiğim o acılar bir yalan üzerine kuruluymuş.
"Şu an ne dersem bana bana inanmayacaksın bunu ikimizde biliyoruz Buket ne olur sakinleşince baş başa konuşalım olur mu?" Yüzümde acı bir tebessüm oluştu. Ardından gözlerimi inanamıyormuş gibi kocaman açtım.
"Sen gerçekten bundan sonra senin yüzüne bakacağıma inanıyormusun?" Kahkaha attım. "Senin bu kendine güvenine hayranım." Bir anda gülümsemem soldu ve bakışlarım öfkeye dönüştü.
"Bir dinle beni inan sandığın gibi değil." Bir adım bana yaklaşınca elimi kaldırıp gelmesini engelledim. Başımı iki yana salladım.
"Ben kendimden çok sana inandım sana güvendim. Ama sen ne yaptın. Benim kalbime o hançeri sapladın. Benim bu zamana kadar yaşadığım tüm acıların sebebi sensin." Sesim git gide kısılmış gözlerime yaşlar akın etmişti. Onu bulanık görmeye başlamıştım.
"Hayır hayır ben değilim. Sen sen onu görmek istemiyordun. O senin ailenin katili Buket bunu nasıl unutabilirsin. Sen diyordun bana o benim cehennemim oldu diye. Şimdi neden böyle yapıyorsun? Ben seni sadece o cehennemden korumak istedim. Hatırlamıyormusun bana buraya ilk geldiğimizde ona olan öfkem kinim geçerse bana hatırlat aşkımın bu olanları unutmasını engelle demiştin bana ben de yaptım işte." Kendini kaybetmiş gibiydi. Ard arda hızlı konuşması ve bana inanamıyormuş gibi bakması canımı yakmıştı. Haklıydı bunu ona ben demiştim. Ama aşkım herşeyin önüne geçmişti. Ama böyle olması onun bana yalan söylemesini gerektirmiyordu. Mert'in eli Hayal'in dedikleriyle daha sıkılaştı. Hayal'e o gün dediklerim filim şeridi gibi gözümün önünden geçti. Ortadan kaybolmuş ve ölümü beklerken beni bulmuşlardı. Hastanede Hayal'e ilk bu kelimeyi kurmuştum. O da bana canım pahasına seni ondan koruyacağım diye söz vermişti. Annemle babamın yüzleri gözümün önüne gelince kalbim acımıştı. Ne yapıyordum ben! Bakışlarım Mert'e döndü gözlerimde ki şeyi o da görünce başını ağır bir şekilde iki yana salladı. Elimi yavaşça elinden çekince vücudu gerildi. Bakışları Hayal'e kaydı. Öfkeden yüzü kıpkırmızı olmuştu.
Hayal haklıydı. Ama ben onsuz yapamıyordum. Belki Emre'nin dediği gibi olayları ondan dinlemeliyim. Belki olaylar sandığım gibi değildir. Bencillik yapmamalıydım.
Mert'in boşta kalan elini tekrar tutup. Gözlerine baktım. Beni dünyadan soyutlayan yaşadığımı hissettiren o gözlere. Gülümsediğim de gerilen omuzları gevşemişti ve yüzünde ki o gülümsemeye hapis olmak istiyordum. Bakışlarımı Hayal'e çevirdim.
"Evet doğru sana bunları ben dedim." Mert ve Emre göz göze geldi. Mert'in yutkunduğunu duydum. O kadar sert yutkundu ki bakışlarım anlık ona döndü. Tekrar Hayal'e döndüm.
"Ama bu benden gizlediklerini haklı çıkartmıyor. Sen benim o akıl hastanesinde neler yaşadığımı biliyorsun. Ya sen benim onun öldüğünü duyduğumda günlerce sakinlestiricilerle hayata zorla tutmaya çalıştıklarını biliyorsun Hayal! En acısıda ne biliyormusun?" İkimizinde aynı anda omuzları düştü. Ben dengemi Mert'en sağlarken o sandalyeden alıyordu. Ama bunları hak etmişti. Benim acı çekmem onun umurunda olmamıştı.
"Ben sana onu görüyorum dediğimde senin bana o öldü demen ve beni onun mezarına götürüp bunu bana inandırman." Son söylediğimde elimde olan eller bir anda ayrıldı. Mert bir anda Hayali'in boynunu sıkmaya başlayınca gözlerim dehşetle kocaman açıldı.
"Sen sen nasıl bir iblistsin lan. Seni kendi ellerimle öldürecem. Bu acıyı ona nasıl yaşatırsın!" Hızla Mert'in yanına gidip ayırmaya çalıştım. Gözü dönmüştü. Bu hali beni kokutuyordu. Hayal çırpındıkça onun boğazını sıkan eli daha da sıkılaşıyordu.
"Mert bırak ne yapıyorsun? Mert dedim sana bırak onu." Bağırmam ve onu itmeye çalışmam faydasızdı. Bakışlarım Emre'ye dönünce kollarını göğüsünde birleştirmiş sırıtarak olanları izliyordu.
Sinirle ona bağırdım.
"Ne bakıyorsun öyle ayırmama yardım etsene."
"Valla elimi bile süremem yoksa kabak benim başıma patlar. Sana küçük bir tüyo vereyim. Şuan seni duymuyor ve görmüyor. Boşuna çabalama. Sinir krizi geçiriyor. Haa bu sinir krizinden çıkarmanın tek yolu var. Gözlerini gözlerine kitlemeye çalış ve sakin bir sesle onunla konuş. Seni duyarsa kendine gelir. Duymasa da-" omuz silkip koltuğa oturdu. "Arkadaşın iki dakika içinde hakkın rahmetine kavuşur." Dedikleriyle hemen harekete geçtim. Hayal'in gözleri kapanmaya başlamıştı.
Ellerimle yüzünü kavrayıp bana bakmasını sağlamaya çalıştım.
"Mert bana bak canım ne olur. Bak ben buradayım." Fayda etmiyordu. Hayal çırpınmayı bırakınca nefesim kesilmişti korkudan.
Aklıma ilk gelen şeyi yaptım. Dudaklarına yapıştım direk. Bu hareketim onu bir anda taşa çevirmişti. Öylece kala kaldı. Beni hissetmişti. Dudaklarımı ayırmadan sakın bir şekilde öpmeye başladım. Öpüşlerimin arasından onun beni duymasını sağladım.
"Buradayım sevgilim ne olur bırak onu beni seviyorsan bırak onu. Hisset beni yanındayım. Buradayım." Hayal'in boynunu saran elleri bir anda gevşedi. Hayal iki adım gerileyip yere düşünce yönünü tamamen bana çevirdim. Mert daha buna bu kadar gözü döndüyse diğer yaşadıklarımı bilirse Hayali hayatta yaşatmazdı.
"Sakin ol ne olur kokuyorum seni böyle görünce." Derin derin ve hızlı nefes alıyordu. Gözleri kapalı anlı anlıma dayalıdı. Bir anda bana sıkıca sarıldı.
"Ne yaptılar sana bunlar." Sesinde ki sinir git gide yükseliyordu. Bakışlarım Hayal'e kaydı. Öksürüyor kendine gelmeye çalışıyordu. Mert bir anda Emre'ye bakınca Emre korkuyla yerinden kıpırdatmayan başladı. Mert'in tekrar bana bakmasını sağlayıp ona sıkıca sarıldım. Kapıdan içeri giren Yağmur'u görünce Yağmur'un bize dehşetle baktığını fark ettim.
"Yağmur ne olur bu ikisini uzaklaştır buradan." Yoksa ikinci bir kriz gelmek üzereydi. Mert'e sıkıca sarılıyordum.
Yağmur beni anlamış olacak ki ilk önce yerde ki Hayali kaldırdı sonra Emre'ye başıyla işaret yapınca Emre hızla yerinden kalkıp kapıdan dışarı çıktı.
Mert'in belime sarılı olan elleri nefes almamı engelleyecek derecedeydi. Benim varlığıma inanmak istiyormuş gibiydi.
"Sen bu kadar şeye nasıl dayandın. Ben senin ölme ihtimalini bile düşünürken kaç kere yandım kaç kere yok oldum. Sen nasıl dayandın." Titreyen sesi ve başını boynuma gömdüğü için sesi boğuk çıkıyordu. Benim içimde ki o ölü kız hayla bir yaşam belirtisi vermiyordu. Yaşadıklarımla içimde ki o kız ölmüştü.
"Sana bunu nasıl yapabilir?" Bunu kendine soruyordu. Bende bilmiyordum. Ama az çok Hayal'i anlıyordum. O sadece ona söylediklerim için böyle yapmıştı. Bana verdiği sözü tutmak istemişti. Ama bende bu kadar ileri gideceğini düşünmemiştim.
"Onun hayatını kedi ellerimle maf edecem." Ondan ayrılınca yüzünü ellerimin arasına aldım.
"Ona dokunmayacağına söz vermeni istiyorum. Ona en büyü ceza bensizlik buna emin olabilirsin." Bana inanamıyormuş gibi bakıyordu.
"Sena yaa sena o kadar şey yaptı sana bana bize ve sen bana birşey yapmamı diyorsun. Şu haline bak eski sevdiğimden eser kalmamış. O kıyamadığım saçlarına kıymana sebep oldu o. Bunun sebebi o Buket onu bu kadar yaptığı şeylerle öylece bırakamazsın. Bir cezası olmalı. Bu kadar aptal olma seni delirtti. Seni ölümün kıyısına Allah bilir kaç defa sürükledi. Sen affetsen bile ben o kalbinde ki kurşun yarasının hesabını soracam anladın mı beni." Benden iki adım uzaklaşıp ellerini saçlarının arasına geçirip arkasını döndü.
"Allah kahretsin sevdiğim kadını ölüme sürükleyecek ve ben öylece duracağım öyle mi." Bir anda bana döndü.
"O Emre varya onun bile en son haberi olmuş son iki aydır biliyormuş. Bak haline sadece seni benden iki ay sakladı diye girdiği hale bak. Ve ben ona daha hiç birşey yapmadım. Ama o yılan kadın. O bunun hesabını verecek Buket bize yaptıklarının hesabını verecek." İki adımlık mesafeyi sıfıra indirip yüzümü ellerinin arasına alıp dudağıma ufak bir buse bırakıp geri çekildi anlını anlıma yasladı.
"Bu kadar fedakarlık fazla değilmi sevgilim. Artık sırtına hançeri saplayan kim varsa merhamet etmeyi bırakıp cezalarını vermen gerekmiyor mu?" Sesin de saf acı vardı. Ama ben onun gibi değildim. İntikam almak bana göre değil. Öyle olsaydı ilk ondan başlardım.
"Ozaman senden başlayalım cezalandırılmaya ne dersin." Dediklerime kapalı olan gözleri bir anda mekanik bir şekilde açıldı. Ellerini yüzümden çekip yüzünü benden uzaklaştırdı.
"Ben seni bile affettim Mert. Hayal'in yaptığı senin yaptığının yanında çok ufak kalır. Ben senin yokluğunda seni ölü sandığım her saniye her salise her gün her hafta her ayda tek öğrendiğim şey ne oldu biliyormusun?" Öfkesi o kadar netti ki ama bana karşı sakin kalmak için kendini zor tuttuğunu biliyordum. Bu öfkesi bana değil kendineydi.
"Kim olursa olsun asla kin tutmamayı. Tamam Hayal'in yüzüne istesemde bakamam bir daha ama ona karşı nefret ve kin de beslemek istemiyorum." Gözlerim doldu tüm yaşadıklarım gözlerimin önüne filim şeridi gibi geçti. Sesim titredi ve acıdan kısıldı. Omuzlarım düştü. Canım çok yandı hemde kimsenin anlayamayacağı kadar çok.
"Ölüm var sevgilim ve ben bir daha pişmanlıklar içinde o ölümle tanışmak istemiyorum. Bunu kaldıramam anlıyormusun beni." Dediklerimle dumura uğramıştı. Kaskatı kesildiğini yumruklarını sıktığında anlaşılıyordu. Ben onunla olan son ayrılığımızda ve ona söylediklerimle çok pişmandım. Bu bu zaman kadar içimde ki en büyük yaraydı.
"Yapma ne olur bakma bana öyle." Nasıl bakıyordum bilmiyorum ama bu bakışım onun canını çok yaktığı kesindi. İçimde ki acılarımı mı görmüştü. Çok yandım çok ölüp dirildim. Ama hiç bir zaman acım azalmadı. Tam tersi daha da arttı. Ben şuan bile sevdiğim adamın yaşadığına sevinemiyordum. Ya hayalse ya yine gözümü o hastanede açarsam diye çok korkuyordum.
"Gidelim ozaman buralardan. Ancak öyle kendimi durdurabilirim. Seninle kimse bilmesin yerimizi öyle bir kaybolalım ki kimse hakkımızda hiçbirşey bilemezsin. Bizi kimse bulamasın. Görmüyormusun sevgilim bize biz değil çevremizdekiler, insalar zarar veriyor. Ormanın en ucra köşesinde sadece sen ve ben kimsenin dokunamadığı bize zarar veremeyecek bir yer." Tamam bu Türkiye de olmasın yeter ki kimsenin bize zarar veremeyeceği bir yere gidelim. Ben senin için her şeye hazırım. O karanlık dünyamıda burada bu yerde bırakıp çok güzel bir hayat kuralım kendimize." Hayal ederken bile yüzünde ki o huzur beni kendine çekiyordu. Hayali bile çok güzeldi. Ama onu ondan daha dinlememiştim bile. Yada dinlemeye korkuyordum. Ya ben haklıysam ya şüphelerim gerçekse. Emre bana bir oyun oynadıysa. Ya Mert o kadar şeyi söylemesi için Emre'ye emir verdiyse. Ben ailemin katiliyle birlikte olmak istemiyordum. Annemin babamın mezarına asla gidemezdim. Ama ya Mert'in suçu yoksa ya masumsa. O zaman ona haksızlık etmiş olurdum. Off arafta kalmıştım. Ama kalbim onun suçsuz olduğunu söylüyordu.
Benden bir cevap bekliyordu. Ama ona verecek bir cevabım yoktu. Zaman sadece biraz zamana ihtiyacım vardı. Cesarete ihtiyacım vardı. Ona soracaklarım için cesarete ihtiyacım vardı. Bunun içinde zaman gerekiyordu.
"Düşünmeme izin ver lütfen kendimi toparlamama." Söylediklerim yüzünde anlamlandıramadığım duygu geçişlerine neden olmuştu.
"Ama beni seviyorsan Hayal'e dokunma benim için öyle biri yok zaten ama bu ona zarar verebileceğin anlamına gelmiyor." Tam birşey diyecekken konuşmasına izin vermeden ben konuştum. "Lütfen konuyu kapatalım artık." Uzun bir süre bana baktı neler düşündüğünü anlayamıyordum. Ama aklına ne geldiyse yüzünde sinsi bir gülümseme oluştu. Bu beni korkutmuştu. Ne zaman böyle gülse yer yerinden oynayacak bir şey yapıyordu.
Bana sarılarak, "Sana söz ona elimi bile sürmeyeceğim." Korkmalımıydım yoksa sevinmelimi? Boynumdan derin bir şekilde öptü. Bu bana iyi gelmişti.
Beni kendinden uzaklaştırıp gözlerimin içini aşkla baktı.
"Şuan tek düşündüğümüz şey ikimiz olsun sevgilim. Bugünü ve bundan sonra ki günleri kendimize ayıralım." O kadar güzel gülüyordu ki farkında olmadan yüzümde tebessüm oluştuğunun bile farkında değildim.
"Olur sevgilim nasıl istersen." Dedim gözümde akan yaşları elimin tersiyle silerek.
"Bugün sendeyiz o zaman gezdir bakalım sevgilini buraları. Ama önce güzel bir kahvaltı yapalım." Başımı olumlu anlamda salladım.
"Olur ama önce üzerimi değiştirip duş almam gerekiyor." Yüzünde sinsi gülümsemeyi görür görmez direk kendimi banyoya atıp kitledim kapıyı.
Bu adam çok fenaydı. Kapı çalınma sesini duyunca kahkaha atmamak için zor tuttum kendimi.
"Yardıma ihtiyacın varmı sevgilim." Güldüğünü sesinden bile anlıyordum.
"Yok canım yaa ben kendim banyo yapabilirim." Dedim imalı bir sesle.
"Bak ben burada bekliyorum. Suyu ayarlayamazsan hemen yardıma gelebilirim." Kahkaha attım.
"Yaa Mert utandırma beni çıkarım on dakikaya." Yüzüm yanıyordu utançtan.
"Tamam tamam bekliyorum seni." Hayla gülüyordu. Gıcık ne olacak.
Duştan çıkınca bornozu giyip kapıyı açtığımda Mert yoktu. Oda toparlanmış ve yatağın üzerinde bana uygun kıyafetler vardı. Yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. Yatağa doğru ilerleyip yatağın üzerinde ki notu gördüm. Notu elime aldığımda yüzümde ki gülümseme daha da genişledi.
Seni aşağıda otelin restorant bölümünde bekliyorum sevgilim. Rahat rahat giyin diye odadan çıkmak zorunda kaldım. Gönül isterdi ki seni giyinirken izlemeyi. 😉 Ama bunun içinde zaman var. Senin için seçtiğim kıyafetleri ne kadar kıskandığımı bir bilsen... Çabuk ol sevgilim şimdiden çok özledim seni.❤️
İki saniye nota baka kaldım. Vücudum da ki kan yüzüme hücum etmişti. Bu adam yanımda olmadan bile beni bu kadar utandırmayı nasıl beceriyordu.
Hızlıca benim için aldığı mini bir elbiseyi elime aldım cidden çok güzeldi. Siyah straplez mini elbise çok şık ve sadeydi. Hemen vakit kaybetmeden üzerimi değiştirdim. Saçlarımı da kurutup düzleştirdim. Sade bir makyajda yapıp kırmızı rujumu da sürünce aynadan kendime baktım. Çok güzel olmuştum en önemliside gözlerim parlıyordu. Uzun zaman sonra ölü gibi değilde yaşayan biri gibi bakıyordum. Yatağın kenarında kaşe diz altı olan montu da giyince tam çantamı alacakken telefonum çalmasıyla çantamdan telefonu çıkarıp ekranda yazılı olan ismi görünce gerildim. Meriç bey arıyordu. Tüm olanlara şahit olmuştu.
Telefonu açıp açmamakla tereddüt etsemde açmıştım.
"Alo Meriç bey." Sesim ne kadar resmi çıkarmaya çalışsam da utançtan sesim ister istemez kendini belli ediyordu.
"Buket rahatsız etmiyorumdur umarım." Dedi Sesinde ima sezmiştim ama umursamadım.
"Buyrum Meriç bey müsaitim." Dedim mekanik bir sesle.
"Dün olanlardan sonra seni merak ettim. İyisin değilmi?" Ne sanıyordu bu adam kendini.
Sert bir sesle konuştum. "Özel hayatım sizi ilgilendirmez Meriç bey iş ile ilgili bir sorun yoksa şuan işlerim var iş dışında sorularınıza cevap veremeyeceğim. Ki iş için olmadığı çok belli. O yüzden izninizle işlerim var. İyi günler size bir sorun olursa sekreterimle iletişime geçebilirsiniz." Tam telefonu kapatacakken konuşmasıyla telefonu tekrar kulağıma yerleştirdim.
"Aslında işle ilgili aramıştım ama ilk hal hatır sorulur. Bende kibarlık niyetine hal hatrınızı sormak istedim. Pek iyi bir gün geçirmiyorsunuz anladığım kadarıyla. Neyse direk konuya gireyim ben. Sizinle bir anlaşma yaptık ve ortaklık için imza attık. Ne yazı ki bu ortaklığı kutlamak için bir yemek sözünüz vardı. Unuttunuz galiba. Ben iş yaptığım kişilerle samimi olmayı tercih ederim." Allah kahretsin birde bu çıktı. Doğru ya iş yemeği vardı. Ve daha maddeler üzerine konuşmamıştık bile. Birde adama sert çıkmıştım. Şirketi flastan kuramıştı.
Mahçup bir sesle konuştum. "Kusura bakmayın lütfen yarın akşam uygunsanız iş yemeğini organize edeceğim. Hem iş hakkında konuşmamız gereken konularda var size daha öncede dediğim gibi. Şirketin büyümesi için bir kaç adım atmamız gerekiyor." Kapının açılmasıyla başımı kapıya çevirdim. Mert bana büyülenmiş gibi bakıyordu. Ona gülümseyip telefonu işaret edince beni onayladı.
"Tamamdır ben sana her zaman müsaitim. Yarın akşam sekizde bekliyorum ozaman."
Bu adamın resmi konuşmaması ve asılması beni sinir ediyordu. Allahtan burada kalıcı değildi. O yüzden umursamıyordum.
"Tamam Meriç bey sekreterim size yeri bildirecektir. İyi günler." Diyip telefonu kapattım. Vitali'ye yemekle ilgili mekan ayarlaması ve Meriç beyi bilgilendirmesi için mesaj attım.Telefonu çantama koyup yönümü Mert'e çevirdiğimde beni izlediğini fark edince yüzümde tebessüm oluştu.
"Hadi inelim sevgilim hazırım." Bunu derken topuklu ayakkabımı giyiyordum.
Yaslandığı duvardan doğrulup bana doğru ağır adımlarla yaklaştı.
"Kimdi arayan sevgilim?"
"İş ile ilgili canım. Yeni yaptığımız iş ile ilgili yemek organizasyonu yapmayı unuttum. İş ile ilgili detaylı konuşmak için. Yarın akşama ayarladım. Bir iki saatimi alır zaten."
"Hımm kimiş bu yeni iş yapacağın kişi?" Aramızda ki mesafeyi sıfıra indirip kollarını belime sarıp beni kendine çekti. Bu hareketi istemsizce kıkırdamama neden olmuştu.
"Meriç bey sen tanımıyorsun. Zaten yemekten sonra kendi ülkesine dönecek." Tabikinde hemen dönmeyecekti. Mert bunu da sorun etmesin diye yalan söylemiştim.
"Şu doğum gününde ki Meriç ATA mı? Yeni iş ortağın. O adama pek güvenmiyorum sevgilim hiç düz ayak değil. Çapkınlığıyla master yapmış puşt herif. Sana sarkıntılık yapmıyor değil mi?" Yapıyor dersem adamı bugün öldürecekmiş gibi bakıyordu.
"Yok sevgilim resmi biri benimle öyle konuşamaz zaten." At Buket adam bildiğin sana yürümüyor koşuyor.
"O adam bana bir yerden tanıdık geliyor ama nerden bir türlü çıkaramadım. Araştırmalarımda da bir şey çıkmadı. Burnuma kötü kokular geliyor. O adamdan uzak dur hatta yemeğe falanda gitme."
Yuh o adamı mı araştırmıştı. Ne ara yapmıştı bunu. Söz konusu Mert ise şaşırmam saçma olurdu tabiki de.
"Şirket sahibi olarak mecburum sevgilim. Neyse ben çok acıktım hadi inelim." Konuyu kapatsam iyi olacaktı. Beni kendine daha da bastırıp boynumdan öptü.
"Olur sevgilim. Ama bu kadar güzel olman başımı döndürüyor. Sana çuval mı giydirsem acaba. Senin güzelliğini benden başka kimse görmesin istiyorum." Gözleri dudaklarıma kaydı. Gözlerinde ki tutku kasıklarımda sızı oluşmasına neden oluyordu.
"Özelikle şu rujun beni benden alıyor." Kollarımı boynuna doladım. Kısık ve cilveli bir sesle.
"Şuan ne yapmak istediğini biliyorum. Ben de seni çok seviyorum ama biliyormusun. Aç ayı oynamaz. Açım aç." Son dediklerimle gözleri dudaklarımdan ayrıp gözlerime kaydı. Kocaman bir kahkaha attı.
Sen ve ayı öyle mi! Kendine hakaret ediyorsun. Kahkahaların arasında dedikleri benimde kahkaha atmam neden olmuştu.
"Senden ayı değil olsa olsa dağ keçisi olur. Başına buyruk inatçı ve dediğim dediksin." Yüzünde ki ima ve dalga geçtiğini çok net belli eden duygu tek kaşımın kalkmasına neden oldu.
"Demek öyle başka neye benzetiyorsun anlat bakalım." Bakışları tekrar dudaklarıma kaydı. Gülümsemesi yavaş yavaş soldu. O tutku tekrar yerini aldı.
"Bence yemeğe inelim yoksa çok farklı şeyler olabilir sevgilim." Kıkırdadım.
"Aklını alırım öyle Mert bey." Dedim ondan ayrılmak istedim ama izin vermedi.
"Senin bir bakışın, bu kokunla aklım başımdan gidiyor zaten. Herhangi bir çabaya ihtiyacın yok sevgilim." Eridim yok oldum. Asıl o benim aklımı başımdan alıyordu. Hiç bir cevap veremedim. Belimde ki eli elime kaydı. Elimi sıkıca tuttu. "Hadi gel bakalım inatçı keçi karnını doyuralım." Gülümseyerek ona ayak uydurdum.
Kahvaltımızı yaptıktan sonra Mert'i Moldova'nın tarihi yerlerini gezdirdim. O tarihi yerlerden çok gözü benim üzerimdeydi. Daha önce geldiğim yerleri onunla tekrar gezmek tarifi olmayan duyguydu. Buralar tek geldiğimde hiç bu kadar güzel gözükmemişti gözüme.
Onunlayken zaman çok hızlı geçiyordu. Tüm gün çok eğlenmiştik. Bir günlükte olsa normal bir çift gibi olmak çok güzeldi.
En son tarihi bir mahsene gidip oradan Mert benim doğduğum tarihten bir şarap almıştı. Ve şuan sürücü koltuğunda o, yanında da ben oturuyordum. Bana, bir sürprizim var diyip bir saatir gitti gittiğimiz yolda ne yaptıysam söylememişti. Bugün bizim doğum günümüzdü ama o sadece benim doğum günüm gibi önce şarap hediye etmiş şimdi ise sürprizin olduğu yere götürüyordu. Benimde birşeyler yapmam gerekiyordu. Ona daha bir hediye bile alamamıştım. Ve gün bitmeden onun için birşey yapmam gerekiyordu. Ve hava kararmak üzereydi
"Yaa lütfen kaç saat oldu nereye gidiyoruz söyle." Kaçıncı yalvarışımdı bilmiyordum en son seksen beşte saymayı bırakmıştım.
"Zorlama güzelim hem on dakikalık yolumuz kaldı. Az daha sabır." Etrafa bakındım ama orman yolundaydık ve merkeze en az iki saatimiz vardı. Ne geçiyordu aklından.
Somurtup önüme döndüm kollarımı önümde bağlayıp susmayı tercih ettim. İnadı tutmuştu yine. Bu halime kısa bir bakış atıp silik bir gülümseme oluştu dudağında.
Araba bir anda durunca etrafıma bakındım ama hiçbirşey göremiyordum. Bakışlarım ona dönünce beni dikatli bir şekilde inceliyordu.
"Hani süpriz nerede?" Dedim meraklı bir şekilde. Yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. "Geldik işte seni doğana getirdim. Bir dağ keçisi olarak senin için en güzel sürpriz bu olur diye düşündüm. Çok beğendin değilmi?" Gülen yüzüm bir anda düştü. Ciddimisin diye bakıyordum. Ama çok ciddi duruyordu.
"Aşk olsun o kadar yolu bunun için mi geldik yani. Hem benim değil senin mekanın bir dağ ayısı olarak sana yakışır böyle yerler." Sinirle ona bir bakış attım.
"Beni evime bırak eve gitmek istiyorum." Dedim alıngan bir sesle. Ona bakmıyor başımı cama doğru çevirmiştim. Bir anda gözlerimde örttüğü şeyle irkildim.
"Benim evim sensin sevgilim. Senin evinde benim bunu sakın unutma. Hem daha görmedin bile sürprizimi." Bunları söylerken bir yandanda gözümde ki şeyi bağlıyordu. Heyecandan kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Kapı açılıp kapanma sesi geldi. Ardından benim tarafımda ki Kapı açıldı. Beni kucağına alıp yürümeye başladı.
"Nereye gidiyoruz?" Dedim kendimi tutamayarak.
"Biraz daha sabır sevgilim." Yüzümde istemsizce bir tebessüm oluştu. Kollarımı boynuna bolayıp başımı omuzuna yasladım. Mert'in kısa bir yürüyüşünün ardından adımları durunca geldiğimizi anladım. Beni dikkatli bir şekilde yere indirdi. Arkama geçip bana sarıldı. Çenesini omuzuma yaslayıp kısa bir süre öylece durdu.
"Hazırmısın?" Başımı hızla olumlu anlamda salladım. Başı omuzumdan uzaklaştı elleri gözümde ki şeyi çözmeye başlayınca kalbim yerinden çıkacakmış gibi daha hızlı atmaya başladı.
İlk gözlerim karanlığa alıştığı için kamaştı. Gözlerim ortama alışınca gördüğüm şeyle gözlerim kocaman açılmıştı. Dediğini yapmışmıydı?
Bu bir dağ eviydi. Ama dağ evi demek hakaret olurdu. Resmen bir köşk gibiydi. Çok güzeldi.
"Bizim evimiz sadece senin ve benim bildiğimiz ev ikimizden başka kimse burayı bilmeyecek. Yeri geldiği zaman sığınacak yerimiz olmadığı zaman burası sığınamız olacak sevgilim. En çokta sadece senin ve benim bizim olan bir yer. Herkesten ve herşeyden uzak bir yer." Bakışlarımı Mert'e çevirdim. Dilim tutulmuştu bu kadar çabuk yapacağını tahmin bile edemiyordum.
"Hadi gel bakalım bir de içeriyi gör. Senin zevkine göre ayarlamaya çalıştım ama zaman kısıtlı olduğu için eksikleri var zamanla onu da hallederiz." Büyülenmiş gibi ona bakıyordum.
"Bu bu çok güzel. Sen bu kadar kısa bir sürede nasıl ayarladın bunca şeyi?" Yüzünde tebessüm oluştu. Elimi tutup avuç içimi öptü.
"Konu sen olunca zaman anlamsız kalıyor sevgilim. Bu ev senin üzerine yapıldı." Nasıl baktığımı bilmiyordum. Ama şok olmuştum. Bu kadar büyük bir şey beklemiyordum. Bu şaşkınlığım onu memnun etmişti. Beklediği tepki buydu galiba.
"Daha bitmedi en güzeli içeride." Elimi tutup beni büyük avlunun içinden yürüterek kapıyı şifreyle açtı. Şifre dikkatimi çekmişti. "Şifre ne?" Dedim meraklı bir sesle. Mert yürüyerek konuşmaya devam etti.
"Seninle ilk karşılaştığımız tarihtarih 250222 yani 25.02.2022 sevgilim. Hayatımın dönüm noktasıydı." Sesinde ki hayranlık yüzümde gülümseme oluşturmuştu. Bu kadar ince düşünmesi mutluluktan nefesimi kesiyordu. Onu üniversite bahçesinde dinlediğim gündü. Ben ondan o zaman nefret ederken o bana aşık mı olmuştu?
İçeri girer girmez gördüklerimle hayranlığım daha da arttı. Güllerle yapılmış bir yol ve etraf mumlarla aydınlatılmış. Hafif kararan hava nedeniyle yerde ki mumlar çok güzel bir ortam yaratmıştı. Elimi sıkıca tutan eli belime gitti ve boynuma ufak bir buse kondurup geri çekildi.
"Yüzünde ki bu ifade için tüm dünyayı ayaklarına serebilirim sevgilim." Dilim tutulmuştu her şey çok güzeldi. Kusursuzdu ve ben bu muhteşem anda kayboluyordum. Rüyadaydım sanki çok korkuyordum bu anın bozulmasından. Kolumu cimciklediğimde canım acımıştı. Ve bu beni çok mutlu etmişti. Mert ne yaptığımı anlamaya çalışır gibi bakıyordu.
"Ben, bu, gerçek rüya değil. Sen biz burası bu an gerçek. Ben rüya olmasından çok korkuyorum Mert." Hem korkuyordum hem ayaklarım yerden kesilecek kadar mutlu hemde herşeyin bir anda kabusa dönüşeceğinden dolayı endişeliydim.
"Artık o kötü günler geride kaldı sevgilim için rahat olsun. Güzel anın tadını çıkarmaya bak olurmu? Ben hep yanındayım." Yüzünde ki güven veren rahatlatan ifade az da olsa içimi rahatlatmıştı. Ama ben ne zaman çok mutlu olsam hep bir felakete sürükleniyordum. Ve bundan en çok sevdiklerim zarar görüyordu.
"Hadi gel." Beni belimde ki eliyle yönlendirinece aklımda ki o kötü düşünceyi bir günlükte olsa aklımdan atmak istedim.
Yüzümde ki korkuyu silip kendimi bu ana ve sevdiğim adama bıraktım. Güllerle ve mumlarla yapılmış yolda yürümeye başladık. Sola döndüğümde şık ve çok güzel dekore edilmiş bir masa ile karşılaştım. Ve en sevdiğim yemekler vardı. Bugün onun da doğum günüydü ama o sadece benim için hazırlık yapmıştı. Benimde onun için birsey yapmam gerekiyordu. Ama zamanım çok kısıtlıydı. Mert en çok ne severdi. Tabi ki vahşi hayvan beslemeyi. Ben bunları düşünürken çoktan masaya oturmuştuk. Telefonumu çıkarıp hemen Vitali'ye mesaj attım bu ona verdiğim en güzel hediye olacak. Attığım mesaj karşılığında Vitali ne kadar yapamam desede bir şekilde ikna edip evin konumunu göndermiştim. Ve hiç bir şekilde adresi kimseye vermemesini daha sonra konumu telefonundan silmesini söylemiştim. O da el mecbur kabul etmişti.
Mert buna bayılacaktı. Tam onun istediği bir şey.
Güzel bir yemeğinin ardından Mert ile büyük salondan çıkıp sinama odasına geçtik. Bu evde akla gelebilecek herşey vardı. Galiba o kadar ayrı kaldığımız zamanları bir güne sığdırmaya çalışıyordu ama bu imkansız gibi birseydi. Ama bu yaptıkları hoşuma gitmedi değil. Beni her defasında daha da şaşırtıyordu. Ona her saniye daha da aşık oluyordum. Filim boyunca sadece birbirimizi izliyorduk. O kadar hasret kalmıştık ki bir birimize filim bile umurumuzda değildi. Beni öpmek için delice bir savaş veriyor gibiydi. Bakışların da yoğun bir tutku vardı ama nedense kendini tutuyordu. Bu da beni şaşırtmıştı. Aklıma otel odasında söyledikleri geldi. 'Galiba yaralarını görmeye hazır değilim.' Demişti bundanmıydı kendisini durdurması ama benim kendimi durdurma gibi bir niyetim yoktu. Sinama odasında birbirimize sarılı bir şekilde ara ara filime bakıp ara sırada bir birimize bakıyorduk. O da benim gibiydi. Gerçekliği sorguluyorduk. On altı aydır ben onu ölü biliyor o da beni öldü olma olasılığımı düşünmeye başlamıştı. Bu çok ağırdı. Ve doğdumuz gün bir birimizi bulmuştuk. Biz bugün yeniden doğmuştuk.
Bakışlarım gözlerinden dudaklarında kayınca dudağının kenarı hafif kıvrıldı. Bende hafif gülümseyince bakışlarım tekrar gözlerine kaydı. Bir birimize o kadar muhtaçtık ki ama onu durduran şey her neyse bunu yapmak istemiyordu.
Gözlerinde ki tutku herşeyi anlatıyordu aslında. Acı ve tutku bir birine karışmıştı.
Onu zorlamakta istemiyordum. Dudaklarına ufak ve derin bir buse kondurup geri çekildim. Başımı göğüsüne yaslayıp filim odaklandığım da filmin bittiğini gördüm. Ama yerimden kıpırdamadan ekrana bakıyordum. Telefonuma gelen mesaj sesiyle heyecanla kafamı Mert'in göğüsünde ayırdım.
Vitali'dendi 'kapıdayım' yazmıştı.
Mert'e bakıp heyecanlı bir şekilde konuştum. "Sen bana doğum günü hediyemi verdin sıra bende bekle beni burada hemen geliyorum." Dedim heyecan ve mutlulukla saat daha yirmi üç kırkbeşti. Yani bizim günümüz daha bitmemişti.
Onun birşey demesine izin vermeden sinama odasından çıktım. Dışarı çıktığımda Vitali yerdeki kafesten üç adım geride duruyordu. Yüzünün rengi gitmişti resmen bu hali beni güldürmüştü. Bana sinirli bir şekilde bakıyordu. "Konu sen olmasan iki dünya bir araya gelse bana bu iğrenç mahlukatı taşıttırmayı bırak yanından bile geçittiremezdi." Ona sıkıca sarılıp yanağına sulu bir öpücük bıraktım.
"Seni çok seviyorum canım arkadaşım. Çok çok çok teşekkürler." Elinde ki pasta kutusunu da uzattı.
"Bu da benden size ufak bir kıyak olsun. Doğum günü denilince akla pasta gelir. Pastasız olmaz." İçten bir şekilde gülümsedim. Tabi ya pasta nasıl unuturdum.
"Iyiki varsın." Dedim dolu dolu gözlerle.
"Sende iyi ki varsın birtanem. Neyse ben kaçar yarın görüşürüz." Göz kırpıp arabasına binip hızla avludan ayrıldı.
Bende kafeste ki üzeri örtülü hayvanla bakıştım kısa bir süre. Sonra pastanın mumlarını dikip yaktım. Tek elime pastayı diğer elime kafesi alıp tam kapıdan içer girdiğimde Mert ile göz göze geldi. İlk kafese baktı. Gözlerinde ki şaşkınlığı çok net görebiliyordum. Sonra diğer elimde ki çikolatalı pastaya bakışları kayınca yüzünde ki şaşkınlık saf öfkeye döndü. Omuzları gerildi ve çene kaslarından kendine hakim olmaya çalıştığını anlamıştım. Bunu görmezden gelerek neşeli bir sesle, "iyiki doğdun sevgilim" dedim. Kafesi yere bırakıp pastayla yanına gittim. "Hadi dilek tut ve üfle." Dedim neşeli bir sesle. Uzun bir süre benimle pasta arasında bakışları gidip geldi.
Sert bir sesle, "Ben doğum günümün kutlanmasından hoşlanmıyorum. Ve pastadan nefret ederim. Özelikle-" dedi ve pastaya öfkeyle bakıp tekrar bana baktı.
"Çikolatalı pastadan nefret ederim." Gülen yüzüm bir anda soldu. Böyle bir tepki vereceğini tahmin edememiştim. Çok alelade birşeydi evet ama bu kadar sevmeyeceğini bilseydim yapmazdım.
"Şey özür dilerim." Elimde ki pastayı yanımda duran vestiyerin üzerine koydum. Önümde yerde duran üzeri örtülü kafese baktım. Bunu hiç beğenmeyecekti ozaman.
Modum çok fena düşmüştü. Onun yüzüne dahi bakamıyordum.
Gözleri bir an olsun üzerimden ayırmıyor her hareketimi takip ediyordu. Yerde ki kafesi aldım dışarı koydum. Daha sonra icabına bakardım.
"Olmadı beceremedim değilmi. Neyse boş ver hadi gel içeri geçelim. Yanından geçip içeri girdim ama o gelmemişti. Zoruma girmişti ama belli etmemek için çok çabalamıştım. Sevmek zorunda değildi.
Terasa çıktığımda yağmurun yağdığını gördüm. Yeni başlıyordu. Yine kötü olduğum anda yine yağmur. Ama o yanımdaydı neden yine devam ediyordu bu. Kollarımı göğüsümde bağlayıp yağmuru izlemeye başladım. Yağmur her zaman içimde anlamlandıramadığım bir hüzün oluşturuyordu.
"Sevgilim!" Mert'in sesiyle ne zaman aktığını bilmediğim göz yaşımı hızla silip yönümü Mert'e döndüm. Bir elinde pasta diğer elinde kafes vardı. Gözleri gözlerimi bulduğunda ağladığımı anlamıştı. Omuzları gerilmişti. Ama belli ettirmemeye çalışıyordu.
"Aşk olsun daha hediyemi vermedin." Elinde ki pastaya bakış attı ve derince yutkunduğunu gördüm. "Hem dilek dilemedim daha. Gerçi en büyük dileğim kabul oldu." Gözlerini gözlerimden ayırmadan dileğini sesli söyledi.
"Ömür boyu başın hep sol göğüsümde olarak uyanmak, uyumadan önce son gördüğüm o kaybolduğum gözlerin olursun." Mumları üfleyip pastayı kenarda ki masaya koydu.
Bana biraz daha yaklaşıp. "Ve sevgilim bu aldığım en güzel hediye. Ama benim bunla ilgili kötü bir anım var." Merakla yüzüne baktım. "Ne oldu ki nasıl bir kötü anı." Yüzünde gerçekten uzak acı bir tebessüm oluştu.
"Piton yılanlarını severdim. Her türlü yılanı severim.
Ta ki bu dünyada herşeyden çok sevdiğim birine zara verene kadar. Yani sana o gün hayatımın en çaresiz ve kötü günüydü. O günden beri fazla ilgim yok yılanlara karşı. Ama bu bu çok başka. Benim için en kıymetli hayvanım bu artık." Dediklerine sevinsem mi üzülsem mi bilememiştim.
Ona yavru bir piton yılanı almıştım. Pekte yavru sayılmazdı ama neyse. Ama sevindiğini görebiliyordum. Ayrıca pastalarla alıp veremediği neydi onu anlamadım. Beni kırmamak üzmemek için üflemişti ama çok belliydi. Bu davranışının altında çok farklı birşey vardı.
Yağmur sesini duyunca bakışlarım terasın camına kaydı. Yağmur daha da hızlanmıştı. Tüm anılarım gözümün önünde canlandı. Telefondan saate baktım. Son dört dakika.
"Dans edelim mi sevgilim yağmurda." İlk afalladı dediğime ama sonra kocaman gülümsedi. Elinde ki kafesi yere bıraktı.
"Sana zaten sırılsıklam aşığım bunu somut anlamda da kanıtlarım tabikide. Hemde büyük bir zevkle." Tek dizini kırıp hafif başını eğip elini bana uzattı.
"Bana bu güzel dansı lütfedermisiniz madam." Kocaman gülümseyerek.
"Büyük bir şeref duyarım." Dedim gülüşlerimin arasından. Elimi uzatıp tuttum.
Telefondan Eylem Aktaş/Yüreğimden tut şarkısını açıp evde ki ses sistemine bağladım.
(Bu şarkıyı açıp öyle okumaya devam edin canlarım. )
Telefonu koltuğa atıp Teresatan bahçeye bağlanan kapıdan çıktık. Yağmur tenimize her değdiğinde yaşadığımı hissediyordum. İlk defa yağmur yağdığında acı, ölüm, pişmanlık, çaresizlik, özlem değilde yaşamayı, huzuru, mutluluğu hissediyordum. Mert ile yağmurun altında müziğin ritmiyle dans ediyorduk. Ve bu çok güzeldi. Mert beni etrafımda döndürüp kendine çekti ve geriye doğru yatırdı. Bu harekete kahkaha atmıştım.
Sevdan kuşlar misali
Gelip kalbime kondu
Ömrüm kışlar gibiydi
Sonsuz bir bahar oldu
Esmer bir akşam vakti Senle yeniden doğdum Benden çaldıkları, "Unut" dedikleri
Kaybettiğim kaderi buldum
Dünyanın yükünü yazsalar payıma
Dost düşman bir olup çıksa da yoluma
Vazgeçmem senden yine de
Ben aşka yürürüm ateşe
Yeter ki sen ellerimden tut
Benim her kahkaham onun yüzünden ki gülümsemeyi git gide arttırıyordu. O bana bende ona iyi geliyordum. Doğrulduğum an dudaklarımı sert bir şekilde öpmeye başladı. Onun öpüşüne karşılık verince elini enseme yerleştirdi. Uzun ve tutkulu öpüşü başımı döndürüyor hiç tatmadığım o duyguyu bana yaşatıyordu. Eskiden yağmurlu havalarda ona sarılmak için ne kadar ona yalvardığımı ve bir sonuç bulamadığımı bir adımım da yok oluşu geldi bir anda. Bu ona olan tutkumu daha da hat safa çıkardı. Buradaydı ve ona dokunuyor onu öpüyorum. O gerçekti. Uzun bir süre sonra dudaklarını benden uzaklaştırdı. İkimizde nefes nefeseydik.
Gözlerim kapalı anlı anlıma dayalı nefesimi düzene girmesini bekliyordum. Duyduğum kelimeyle kapalı olan gözlerim mekanik bir şekilde açıldı.
"Evlen benimle!" Nefes nefese şöylediği şeyi idrak edemedim. Yanlış mı duymuştum.
Nefesim kesildi, kalbim deli gibi atmaya başladı. Benden bir adım uzaklaşıp dediklerini tekrarladı. Tek dizinin üzerine çöküp cebinden çıkardığı yüzük kutusunu görünce heyecandan elimle ağzımı kapattım.
"Bitsin artık bu mesafe. Sence de çok uzamadı mı bu ayrılık. Çok beklemedik mi? Çok yanmadık mı sevgilim?
Benimle evlenirmisin? Evim, eşim, dünyam olurmusun?"
Gözlerimden bu sefer mutluluktan yaşlar akıyor yağmurla karışıyordu. Hüznüm, acım olan bu yağmur şimdi benim en mutlu anıma şahit oluyordu. Başımı hızla olumlu anlamda salladım.
"Evet tüm kalbimle evet." Bugün bizim dönüm noktamızdı. Bugün Buket ve Mert'in yeniden doğuşunun günüydü...
🦋❤️🌸
Ayyy çok güzeldiiii. Yazarken ben heyecanlandım. Özellikle son sahnede...😍
Sizce ileriki bölümlerde ne olacak?
Bu mutluluk kısa mı sürecek yoksa uzunmu sürecek?
Finale adım adım yaklaşıyoruz canlarım.
O kadar şey yaşadılar biraz mutlu olmak onlarında hakkı. Ama Biraz!!!😅
HAYIRLI KANDİLER BU ARADA CANLARIMM RABBİM GÖNLÜNÜZDEN GEÇEN TÜM DUALARI KABUL ETSİN.🌸🦋
Yeni bölümlerde görüşmek üzere...🌸💋
Oy ve yorum yapmayı unutmayın sevgili okuyucularım..🌸💋
SEVİLİYORSUNUZZZ...💋🌸🦋❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 33.69k Okunma |
4.35k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |