Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş

@mavivealyeska

Hepimiz hatalar yapmıştık, hepimiz zarar vermiştik ama ne olursa olsun vazgeçmemiş birbirimizi bırakmamıştık. Ta ki o güne kadar, güneşin doğuşu ile hepimiz birbirimize yabancı olmuştuk.

 

Yıllar geçmişti, birbirimiz olmadan bir olmadan, beş olmadan yıllar geçmişti. Sahi hiç aklımıza gelmiş miydi o yıllar? Çocuktuk, küçüktük birbirimizi canımızdan çok severdik. Ama bir sabah güneşi ile her şey mahvolmuştu bizde o gün mahvolmuştuk.

 

Şimdi herşeyi toparlama zamanı, şimdi tekrardan biz olma zamanı.

Suçumuz vardı ama bizde vardık.

 

🌙

 

Güneş doğmuştu, kulağımda ki kulaklık kafamda ki kapşon ile ıssız ve sessiz İstanbul sokaklarında yürüyordum. Sabahın verdiği huzuru gece veremiyordu belkide ondan gece uyuyamazdık, derin bir nefes aldım. Gözlüğümün camına yansıyan sokak lambası ben altında durduğum an ışığını kesti.

Yolun ortasında durup etrafıma baktım, sessizlikten başka bir şey yoktu. Sırt çantamın hafifliğini üzerimde hissettim.

 

İstanbulun en büyük hastanesinin önünde durdum ve kafamı kaldırıp baktım. Artık başlıyorduk. İçeri girdim güvenlik baya yoğundu, danışmaya doğru yürüdüm ayağımda ki siyah botlar ses çıkartıyordu.

 

Danışmada ki genç kumral kız bana bakarak gülümsedi, "Hoşgeldiniz nasıl yardımcı olabilirim?" Diye sorduğunda samimi bir gülümseme ile "Kalp cerrahi polikliniği ne tarafta acaba?" Dedim. Elini kaldırıp yukarıyı gösterdi, "17. Kata çıkacaksınız." Dedi. Gülerek asansöre giden yolu takip etmeye başladım.

 

Ben Alev Keski, mimarım. Hayatta çok fazla sevdiğim şey yok hayatında beni sevdiği yok. Hayat benden 4 kişiyi almıştı ve bende şimdi hayattan onları geri almaya gelmiştim.

 

Asansöre binip tuşa bastım hastane şimdiden fazla yoğun bir kalabalığa sahipti, asansöre binen beyaz önlüklü doktorlara bakmadan ayaklarıma bakmaya devam ediyordum.

Asansör 17. Katta durdığunda yavaş ve sakin adımlarla inip etrafıma baktım.

 

Kalp cerrahi polikliniği olduğunu anladığım koridorda yürümeye başladım. Hastanelerden hep neftet etmiştim, hiç etik ve hoş değildi. Gözlerim arkası dönük saçları açık kadına takılı kaldı. Üzerinde beyaz önlüğü vardı ayağında ise siyah stiletto ayakkabıları. Hemşire ile hareketli bir konuşma içerisindeydi, enerjisi yüksekti hep olduğu gibi.

 

Şuan biraz ileride hemşire ile konuşan doktor Alara Cenk'ti. Grubumuzun annesi, dünyalar güzeli, en narini. Alara'nın kumral uzun dalgalı saçları vardı, yeşil gözleri ve çilleri vardı. Dudakları dolgun ve güzeldi. Bebek gibi kokardı çok da güzel gülerdi.

 

Hemşire ile konuşmayı bitirdiğinde koridorda ayakkabılarının çıkardığı tok sesle yürümeye başladı. Tanıdığı doktor ve hemşirelere selam verip gülüyordu. Yüzümde buruk bir tebessüm ile onu arkadan takip etmeye başladım, asistan odasına doğru giderken ben onu takip etmeyi bırakıp düz ilerledim koridorda. Doktor odalarına tek tek bakarken bir odanın önünde aniden durdum.

 

Kapının yanında büyük harfler ile Alara Cenk yazıyordu tam altında küçük harfler ile Kalp ve Damar Cerrahisi yazıyordu. İlk önce etrafıma bakıp bir sorun olmadığını anladığımda kapıyı açıp içeri girdim.

Odası ferah beyaz ve sade bir odaydı, etrafıma bakarken bir yandan da masasına ilerliyordum. Masasının önünde durup masanın üzerinde ki kağıtlara baktım ve gülümsedim. Çalışırken çok dağınıktır, dağınıklığına karışılmasını istemez.

 

Çantamdan çıkardığım beyaz zarfı masanın üzerine koyup arkamı döndüm. Hızlı adımlar ile odadan çıkıp yüzümü kapşon ile gizleyerek hastaneden çıktım. Hava tamamen aydınlanmış ve kalabalık çoğalmıştı. Birinci görev bitmişti, sıra ikinci görevdeydi. Şarkıyı değiştitip yürümeye devam ettim, saçımı düzeltmek için kolumu kaldırdığım an kolumda ki dövme ile göz göze geldim.

Yeniden doğuş. Dövmenin anlamı yeniden doğmak, hataları affetmekti.

 

Hepimizin vücudun da vardı bu dövme, birlikte yaptırmıştık. Kalabalığın arasından sıyrılıp dar bir sokağa girdim. Sigara, tütün, duman kokan sokaktan sonunda çıkıp tam karşımda duran mekana baktım. Yavaşça ilerleyip tam önünde durdum, camdan içeri baktığım da masada oturan kumralı gördüm. Karşısında bir kadın ve adam oturuyordu bir şeyler konuşuyorlardı.

 

Yüzümde küçük bir tebessüm belirdi, özlemiştim onu.

Camdan izlediğim ve kadınla konuşan kumral saçlı yeşil gözlü adam Yiğit Yiğitsoydu. Avukat olmuş kendisine büro açmıştı halbuki çiğköfteci açacaktık. Grubun neşesiydi hiç susmaz uykusunda bile konuşurdu. Sinirlendiği zaman kahkaha atar küserse hiç birimiz ile konuşmazdı. Çantamdan çıkardığım beyaz zarfı kapıya sıkıştırıp ona son kez bakıp yürümeye başladım.

 

İkinci görev de başarılıydı sıra üçüncü görevdeydi, yutkundum. Telefonun ekranına bakıp saatin 09:44 olduğunu görünce göz devirdim. Keşke motorla gelseydim diye düşündüm ama o zaman fark ederlerdi, yerde yatan köpeğe baktım anında bana baktı. Yanına eğilip kafasını sevdim, çok anlamlı bakıyordu ona gülümseyip "Bana şans dile ufaklık." Deyip yola devam ettim.

 

Saat 10:39 olmuştu ve ben kocaman bir araba galerisinin önünde duruyordum. Bir sürü araba vardı ve biraz ileride oto yıkama kısmı vardı. Kapı açıldı ve bir adam dışarı çıktı.

"Ya oğlum bir lafı elli kere mi demem lazım?" Diye bağırdı oto yıkama kısmında olan genç çocuğa, elinde ki bir kaç malzeme ile oraya doğru yürüyordu.

 

Herşeye bağıran bu adam Kenan Öztürk'tü, kendisi ticari kafa ile dünyaya meydan okuyacak bir arızaydı. Başımıza bela açan en büyük sorunlu buydu, çok bağırır ve herşeye küfür ederdi. Galeri açmıştı zaten hep hayaliydi, bozuk olan ne varsa tamir etmeye çalışan aptalın tekiydi.

Çantamdan çıkardığım beyaz zarfı önümde duran beyaz Mercedes'in sileceğine takıp yavaşça ama dikkatli bir şekilde oradan uzaklaştım.

 

Üçüncü görev de tamamdı sıra son ama en zor görevdeydi. Bunun verdiği panik ile hızlı yürüyordum. Saat 11:02 olmuştu hava sıcaklığı artıyordu. Müziğin sesini biraz daha açıp hızlandım, bir şans lazımdı bize. Bizi bir araya getirecek tek bir şans tek bir şehir vardı.

 

Derin bir nefes aldım ve karşımda ki koskoca binaya baktım. YILMAZ HOLDİNG.

İşte en zor görev buydu yinede kendimden emin bir şekilde koca plazaya girdim. Güvenliği geçip hızlı bir şekilde yukarı çıktım, koridorda ellerinde bilgisayar ile gezen çalışanlar dosya götüren sekreterler vardı. Arkada olan büyük siyah şeffaf kapıya doğru, yürüdüm.

 

Sekreteri yok muydu bu adamın? O an onu gördüm.

Patron koltuğunda oturmuş elinde ki dosyalara bakıyordu. Savaş Yılmaz. Siyah saçları hafif uzun sakalı ile uyumluydu. Koca vücudu ve siyah gömleği onu karizmatik yapıyordu. Savaş grubun lideriydi, yazılım mühendisi olmuş babasının her ne kadar babasını sevmese de onun işinin başına geçmişti. Sertti ayrıca çok kaba bir adamdı ama merhametliydi.

 

Çantamdan çıkardığım beyaz zarfı kapının altından atıp kimseye görünmeden şirketten çıkmayı başarmıştım. Saate baktığımda 12:17 olmuştu. Hızlı bir şekilde yürüyüp sahile gelmiştim, banklardan birine oturup paketten bir dal sigara çıkarttım ve ucunu alevleyip derin bir nefes aldım.

 

Artık herşey şansa ve arkadaşlarıma bağlıydı.

 

Alara Cenk'in anlatımıyla.

 

Hasta kontrolleri bittiğinde odama girip kapıyı yavaşça kapattım ve derin bir nefes aldım. Çok yorucu bir gün olacağı belliydi ama sorun yoktu çünkü bunu seviyordum.

Masaya oturup arkama yaslandım, parmaklarımı kumral saçlarımdan geçirip masanın üzerinde ki dağınıklığa baktım. Gözüme takılan beyaz zarfı elime alıp inceledim. Bunu kim göndermişti?

 

Alıcı ya da gönderen ismi yoktu zarfı açıp içinde ki beyaz kağıdı aldım. Zarfı masanın üzerine bırakıp kağıdı açtım. Gözlerimin gördükleri kalbim ile uyuşmuyordu, kalbimde ki uyuşma ve sıkışmanın sebebi bu işaretti. Yeniden doğuş.

Gözlerim kağıt da bir ipucu ararken sadece o simge vardı, sol omzumda kalıcı siyah bir boya ile oluşturulmuş simgenin aynısı.

 

"Alev." Dedim kendi kendime ben bunun anlamını biliyordum. Ama bunca zaman sonra neden beni bulmuş bunu göndermişti? O kadar acıya hataya rağmen yine mi?

Kendi kendime gülerek kağıdı zarfa koyup karşıda ki duvara bakmaya başladım. Yapabilir miydim? Cesaretim var mıydı?

 

Yiğit Yiğitsoy'un anlatımıyla.

 

Müvekkillerimi göndermek için kapıyı açtığımda yere düşen beyaz zarfa takılı kaldı gözlerim. Bu zarf nereden çıkmıştı? Eğilip zarfı aldım ve müvekkillerimi gönderip masaya oturdum. Gönderen kişinin ismi yoktu, derin bir nefes aldım ve zarfı açtım. İçerisinden çıkan beyaz kağıt korkumu tetiklemişti, kasılarak kağıdı açtım.

 

Kağıt da gördüğüm sembol gözlerimin dolmasına sebep olmuştu. Yeniden doğuş. Üzerimde ki beyaz tişörtü kaldırıp belimde ki dövmeye baktım. Kimin göndermiş olabileceğini düşünürken aklıma gelen isimle kahkaha attım, tabii ya.

"Allah belanı versin pis Alev." Dedim, yüzümde ki gülüş silindi.

 

Aradan yıllar geçmişti, şimdi zamanı mıydı? Yapabileceğimi düşünmüyordum bunca zaman sonra onlarla yüz yüze gelemezdim.

 

Kenan Öztürk'ün anlatımıyla.

 

Sinirimi hızla yürüyerek hatta volta atarak gidermeye çalışıyordum. Ya ben söz anlatamıyordum ya da bunlar fazla salaktı anlamıyorlardı.

 

Arabaları incelerken Mercedes'in camında duran beyaz zarf dikkatimi çekti. Hızla ilerleyip elime aldım zarfı, sağında solunda bir şey yazmıyordu.

"Mehmet!" Diye bağırdım, "Bu zarftan haberin var mı lan?" Dediğim de içeriden "Hayır usta!" Diye bağırdı. Zarfı açıp, içinde ki beyaz kağıdı çıkarttım, kağıdı açtığım an kaşlarım çatıldı.

 

Bu neydi? Yutkundum hızla, biri şaka mı yapıyordu? Şakaysa onu dünyaya geldiğine pişman ederdim, kağıtta ki siyah kalemle çizilmiş simgeye baktım. Gözüm sağ kolumda ki dövmeye gitti. Yeniden doğuş.

 

"Başını yaktım kızım senin!" Dedim gülerek, bunu sadece Alev yapabilirdi. Ama bunca yıl sonra neden yapmıştı bunu. Hemde onların yokluğuna alışmışken, nasıl çıkardım karşılarına?

 

Savaş Yılmaz'ın anlatımıyla.

 

Dosyalar bittiğinde kahvemin de son yudumunu alıp fincanı masanın üzerine bıraktım. Kapı tıklatıldığında oturuşumu dikleştirip "Gel." Dedim, sekreterlerden biri elinde tuttuğu beyaz bir zarf ile içeri girip bana baktı.

"Savaş Bey bunu kapının altında buldum." Dedi, uzanıp zarfı aldım ve ona çıkabileceğini söyledim. Zarf da yazı yoktu, kaşlarımı çattım.

 

Zarfı açıp içinde ki beyaz kağıdı alıp içini açtım ve gözlerim ile gördüğüm şey hiç inandırıcı gelmiyordu. Elim sağ omzuma gitti, aynı işaret şimdi karşımda beyaz kağıttaydı.

Yeniden doğuş.

 

"Kim gönderdi bunu?" Dedim kendi kendime, içimde oluşan tarifi ve ne olduğunu bilmediğim hisle kağıda bakmaya devam ettim.

"Alev gönderdi bunu. " Dedim yüzümde ufak bir sırıtış oldu, yıllar geçmişti üzerinden. Anılar ve izler hâlâ bizimleydi.

 

Yeniden doğacaktık, eskiden olduğu gibi biz olacaktık.

Bir güneşin doğuşu ile yeniden doğacaktık.

Loading...
0%