Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Bölüm

@mavperikal

(24) Ayların Gezegenle Bağı

 

 

Lily White

 

 

Yemek boyu Harvey'lerin en küçüğü Rayna Harvey tarafından laf sokucu sözlere maruz kalmam yetmiyormuş gibi koca ailede kimse ağzını açıp buna bir şey dememişti. Çocukları severdim ancak bu kızın örgü saçlarını elime dolayasım gelmişti bir ara. Yemeğe son anda katılan James olmasa daha da sinirlenip kızarabilirdi. Alex ise bir işi olduğunu söyleyerek yemeğe katılmamıştı. Beni bu pirana ailesiyle baş başa bıraktığına inanamıyordum.

 

Özellikle annesi Layla Harvey, Rayna bana her laf giydirişinde kan kokusunu almış köpekbalığı gibi etrafımda dönüyordu. Bu yüzden doyamadan sofradan kalktığım için çok pişmandık. Evet karnımdaki bebek ve ben bu durumdan hiç hoşnut olmamıştık.

 

Arenadan sonra bir daha Alex'i görmemiş olmam da içimde huzursuzluğa yol açıyordu. Bir önceki gecenin gerginliğini hala taşıyıp taşımadığımdan emin değildim. Korkmamam için beni Greinner'ın yanına kadar bırakmıştı ancak sonra ortadan kaybolmuştu.

 

Elbette karısını geri getirmeye çalıştığı için uğraştığını biliyordum, bizim için hepimiz için uğraşıyordu. Kötü haber bugün masamda bir frenk üzümü bile yoktu. Kapım tıklandığında masadaki konuşmanın buraya taşınma ihtimalini düşünüp gerildim. Ella olsa seslenirdi, Alex olsa çalmadan girerdi.

 

Üzerime çeki düzen verip kapıyı açtığımda James'in sırıtan yüzüyle karşılaştım dahası elinde güzel kokulu bir tabak tutuyordu. Av köpeği gibi havayı kokladığımda gülümsemesi daha da genişledi. "Valeri Hanım buyurun size hizmet etmek bir onurdur."

 

"Teşekkür ederim ne kadar ihtiyacım vardı bilemezsin."

 

"Bilirim, bildim, getirdim ve de gidiyorum," dediğinde çoktan tabağın içindeki minik misket tavuk parçalarından ağzıma atmaya başlamıştım. "Sanıyorum ki bebek seni çok değiştirdi, biraz yumuşadın gibi."

 

"Hangi anlamda?"

 

"Duygusal anlamda?"

 

"Evet olabilir hormonlar," diyerek bir tavuk daha attım ağzıma.

 

"Tamam beni de yemeden çıkmam daha sağlıklı olacak." Kapıyı ardından kapatıp gittiğinde soluksuz kalacak kadar yemeye devam ettim. Tabak ağzına kadar doluydu ve iştahım yerindeydi. Koca bir tabak misket tavuğu mideme indirdikten sonra susadım. Baş ucumdaki sürahiye baktığımda içinin boş olduğunu görmek canımı sıkmıştı.

 

Banyoya geçip ellerimi yıkadıktan sonra değişik şekilli sürahiyi de alıp aşağı geçmeyi düşündüm ancak piranalardan çekiniyordum. Sürahiyi elime aldığımda ise dolu olduğunu görmek şaşırmama ve sevinmeme aynı anda sebep oldu. Az önce boş olduğundan elbette emindim ancak sık sık hatırlamamda fayda vardı ki burası büyülü bir evdendi.

 

Alex ile konuşmak içimin rahatlamasını sağlayacağı için biraz bekledim. Ancak gelen giden olmayınca üzerimdeki sabahlığı çıkarıp muga ipeği geceliğimle baş başa kaldım. Buradaki en lüks ve güzel kumaşlardan biri olduğunu Ella'dan öğrenmiştim.

 

Yatağa girmeden önce hava almak için pencerenin önüne geçtiğimde bu gece gökte hiç yıldız olmadığını fark ettim. Bu tuhaf durum dikkatimi çekse de şimdi sorabileceğim kimsecikler yoktu. Yarın bir çuval soru işaretini -görürsem şayet- Alex'in önüne dökebilirdim. Belki de adam ben ve sorularımdan sıkıldığı için kaçmıştı.

 

Tamam, lanet olsun ki onu çok kırmıştım ama kimsenin benden normal bir psikoloji bekleme hakkı falan yoktu. Örtüyü kaldırıp altına gireceğim sırada geceliğin yırtmacının toplanmasını umursamadım. Dediği gibi yakınlaşacağımız kadar zaten yakınlaşmıştık ve adamın tek gördüğü kendi karısının bedeniydi.

 

Huzursuz bir güne gözlerimi açtığımı sandığımda ise havanın hala karanlık olduğunu ve gökyüzünün yıldızlarla dolu olduğunu görünce ofladım. Kaç saat uyumuştum ki? Etrafıma baktığımda Alexander'ın hala gelmediğini görmek huzursuzluğumu daha da arttırdı. Bu lanet olası odanın saatin icadından haberi var mıydı acaba? Bu ufak küçük metallerin nasıl çalıştığını öğrenememiştim.

 

"Valeri Hanım, günaydın... Gelebilir miyim?"

 

Günaydın mı? Bir dakika bu havada ne günaydınından bahsediyordu bu kız? "Ella, gel lütfen." Her sabah nasıl hazırsa bu sabah da öyle hazırlanmış olan Ella da bir sorun gözükmüyordu. Yani ben ona bu havanın hali ne diye sorarsam şüphe çekebilirdim. İçim içimi yiyerek bir köşede durdum ve beni hazırlamasını bekledim.

 

Gün geceye dönmüştü ve kimse lanet bir belirti bile vermiyordu! Pencerenin önünden dışarıyı kontrol ettiğimde her şey yolunda gözüküyordu. Kapının önündeki bekçiler her zamanki yerindeydi ve birkaçının vardiya saatini öğrenmiştim.

 

Ella bahçeden topladığı çiçekleri getirip saç örgümün arasına takarken çiçeklerin beni yatıştırmasını umdum.

 

"Biraz gergin gözüküyorsunuz Valeri?"

 

"Alfanın eşi olmak kolay değil Ella."

 

"Huzursuzluğunuzun sebebi bebeğinizin babasıysa eğer birazdan burada olur."

 

"Sen nereden biliyorsun?" diye bir anda sorduğumda bundan kolay bir şey olmadığını gösteren bir bakış attı bana.

 

"Bahçedeki bekçiler mızraklarını birbirine çarpıp hazır ola geçtiler. Herkesin evde olduğunu biliyorum, bu yüzden gelen kişi sayın alfam."

 

"Anladım çıkabilirsin."

 

"Henüz kokunuzu sürmedim Valeri, alfamız ve tabi kendiniz için her daim bakımlı ve hoş gözükmelisiniz," dediğinde burnumdan verdiğim nefesle daha da gerildim. Bir süngerle boynumu, göğüslerimi -hatta daha da aşağısını- ovmaya başladığında dikkatle onu inceledim. Bir önceki evren Vitobria'daki rahibe kadının beni kontrol etmek amaçlı yoklaması aklıma geldiği için ürperdim.

 

"Rahatsız mı oldunuz efendim?"

 

"Gıdıklandım yeter bu kadar, biraz yalnız kalmak istiyorum," dediğimde başını salladı ve saygıyla önümde eğildikten sonra dışarı çıktı. Korseyi her zamanki gibi sıkmamıştı ama ben yine içinde daralmaya başlamıştım. Üstelik geldiğim günden beri karnımın büyüdüğünü hissediyordum da... bildiğim her doğru bir put gibi yıkılıp tozu dumana kattıktan sonra geride bana kalan koca bir harabe olmuştu.

 

Yanlış bildiğim değil, olması mümkün olmayan her şey köklerine tutunmuş birer fidan gibi topraklarıma yeniden dikiliyor ve günden güne büyümesini izliyordum. Kötü haber artık bunları yadırgamıyor olmamdı... daha da kötüsü gittikçe alışıyordum. Bundan bir yıl öncesinde bir ejderham olacağını söyleseler hangi kameraya el sallıyoruz diye bile sormazken dalgasını geçtiğim her şeyin başrolü olup çıkmıştım.

 

Kapı tıklanmadan açıldığında endişe dolu gözlerle içeri giren Alex'i gördüğümde bir saniye bile düşünmeden koşarak ona sarıldım. Bana dokunma diye bağırdığım, karısı olmadığını inatla vurguladığım bu adam kollarını bana dolamakta tereddüt etse de sonunda belimde ellerini hissettim.

 

"Üzgünüm işim uzadığı için ay dönümü olacağı aklıma gelmedi. Çok mu korktun?"

 

Benden uzun olduğu için başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım. "Gün tersine döndü Alex, yıldızlı bir gökyüzünün altında Günaydın diyerek odama geldiler, elbette korktum. Bir dakika... ay dönümü de ne?"

 

"Ogle ayına giriş yaptık, bu da demek oluyor ki bu ay boyunca gündüzleri gökyüzü yıldız sistemiyle çalışacak."

 

"Ne?"

 

"Hava çıktığımız jüpiter ayı gibi bulutlu olmayacak yani." Şaşkınlıkla ona bakarken gözümün önüne gelen kızıl saçlarımı arkaya doğru itekleyip söylediklerini sindirmemi bekledi.

 

"Geldiğim günden beri olan ayın adı jüpiter miydi yani?"

 

"Evet, şaşkınlığına bakılacak olursa sizde sistem oldukça farklıydı."

 

"Elbette farklıydı, Dünyada ayların isimleri farklıdır. Bir dakika Dünya diye de bir ay adınız var mı?"

 

"Hayır yok."

 

"Hay aksi, o zaman diğer aylarınız merkür, venüs, satürn, mars mı?"

 

"Sen bunu nereden biliyorsun?" diye sorduğunda bu kez şaşkınlık onun hareleri içinden bana çarpıyordu.

 

"E çünkü bunlar gezegenler, uzay boşluğu, bilim. Ay isimleri olarak kullanmanıza çok şaşırdım."

 

"Sizin aylarınız nelerdi ki?"

 

"Ocak, şubat, mart, nisan, mayıs, haziran, temmuz, ağustos, eylül, ekim, kasım, aralık."

 

"Tek benzerlik on iki tane olması o zaman."

 

"Ve kaç gün olması tabi," dedikten sonra duraksadım, aklıma gelen şey şiddetli bir top gibi beynime çarparken yeniden panik olmuş gözlerle ona baktım. "Bir ay kaç gün sürüyor peki?"

 

"Yaklaşık elli gün ama..."

 

Ne?

 

 

Loading...
0%