Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28. Bölüm

@mavperikal

Çok hızlı büyüyoruz okuyan herkese teşekkür ederim aşklarım 💜

 

Oy verip yorum yaparsanız çok

mutlu olurum ⭐

 

 

 

 

 

 

(28) Saklı Kolye

 

"Şimdi kanını alabilirsiniz..."

 

Bedenime panik yayılırken bunun mümkün olduğunu anlamaya çalıştım.

 

"Sakin ol bunu bir kişi yapacak."

 

"Yok mu gönüllü olan?" diye soran soruya kimse cevap vermediğine göre hoş bir görev değildi. "Kimse gönüllü değilse benim seçmem gerekiyor," diyen Agatha'nın gözleri bana değdiği an Alex ayağa kalktı. Beni seçeceğini anladığı o saniye kendini feda etti de diyebilir miydik?

 

"Greinner sence en fazla ne olur?" diye zihnime bir konuşma yolladım.

 

Belki biraz yanık ya da ejderha tepmesi.

 

"Ama hani gönüllüydü?"

 

Gönüllü olmasa ölürdü!

 

Soluk soluğa kalmış bir şekilde onu izlerken işlerin bu kadar karmaşık bir hal alacağını düşünemedim. Kendi ejderhamla zihin bağı kurup konuşmak bile daha normal bir durum olmuştu. İğne gibi olan bir şeyi alıp, tanrım o nasıl iğneydi öyle bütün kanını mı alacaktı? Genç ejderhanın derisini okşayıp sakinleştirmeye çalıştıktan sonra altına yattı. Sanırım daha yumuşak derisi orası olduğu için karnından alacaktı ama ya sinirlenip oraya kıstırır ve onu yakarsa ne olacaktı. Çocuğum babasız mı kalacaktı?

 

Tanrım lütfen onu koru, daha annesi bile ortada yok.

 

Alex iğneyi batırdığı an duyulan kükreme ve burnundan soluduğu nefesi hepimizin saçlarını havalandırdı. Arka ayağıyla onu tam tahmin ettiğim gibi kıstırırken bir yandan gökyüzüne ateş püskürtüyordu. Bu işlem bu kadar zorsa ve gönüllüyse bayıltamıyor muyduk?

 

Daha iğnenin yarısı anca dolmuşken ejderin ayakları arasında nefes alamaya çalışan Alex, Profesör Agatha'nın gözetimi altındaydı. Biraz da buna güveniyordum ancak sonra hiç beklemediğim bir şey oldu. Yıldızlı gökyüzünün karanlığının içinden hızla gelen başka bir ejderha öyle büyük bir kükremeyle terasa indi ki panikten ellerim titredi.

 

O gönüllü değildi dahası derdi biz değildik. Alex'in altında olduğu küçük ejderhaya doğru saldırıp çenesini iğnenin olduğu yere doğru uzatınca yüreğim ağzıma geldi.

 

"Alex?" Korku dolu bağırışım etraftaki çığlıklar arasında yutulurken Olivia gelip beni geri çekti. Bu ejderhanın derdi neydi de diğerine saldırmıştı, gönüllü oldu diye mi?

 

"Harvey çık oradan!"

 

Bayan Agatha'nın sesine karşı verdiği cevap "Sıkıştım, çıkamıyorum," oldu.

 

Greinner!

 

Zihnimdeki sesim bile çığlık çığlığa çıkarken küçük ejderha onunla savaşmaya çalışıyordu. "Kalkanları kurun çocuklar, uzaklaşsın!" Agatha'nın emriyle herkes elini yukarı doğru kaldırdı ve ateşten kalkan kurup küçük ejderi koruma altına almaya çalıştı. Lanet olsun ki nasıl yapılacağını bilmiyordum ve ellerimi karnıma koymak dışında bir seçimim yoktu.

 

Gökyüzünde gürleyerek gelen iki ejderhanın biri bana biri Alex'e aitti. Küçük ejderin akan kanının keskin kokusu midemi bulandırmaya yeterken korkudan kusamıyordum bile. Bir süre sonra kan akmaya değil çekilmeye başladığında ise daha kötü bir şey olduğunu anladım. Grienner saldıran ejderhadan daha büyük olduğu için boğazından kavrayıp tek hamlede onu kurtarırken, Pearly ayaklar altında kalan Alex'i kurtarmıştı.

 

Derin bir nefes verip ona doğru koştum. Kollarım Alex'e uzanamadan yüzüme sıçrayan kan olduğum yerde kalmama neden oldu. Minik ejderin kanı mıydı bu? Sakin bir nefes al ve ver taktiği hiç işe yaramadı.

 

Greinner saldıran ejderhanın kafasını koparıp kuleden aşağı atınca gerginlik mideme vurduğu gibi ortaya çıktı. Saldırdığı için mi ceza almıştı? Ejderha ölümü bu kadar basit bir şey mi?

 

O bir vampir melezi. Ortaya çıkmazlar çünkü öleceklerini bilirler. Bir tanesi bile bir sürünün tüm kanını kurutabilir. Bu tamamen çaylaktı Zambak, tek bir damla ejderha kanına dayanamayıp ona saldırmaya geldi.

 

Zihnime dolan Greinner beni yatıştırırken sırtıma dokunup kim rahatlatıyordu bilmiyorum.

 

"O öldü mü?"

 

Hayır ama yaralandı bakıma alınacak, yetiştiğimiz için şansı var.

 

Ağzımı suyla çalkalayıp uzaktan bana bakan Alex'le göz göze geldim. Bileği morarmış gözüküyordu ve bu tıpkı kangrene benziyordu. "Teşekkür ederim Olivia," dedim ve cevabını beklemeden onun yanına gittim.

 

"Deneyi diğer ders yaparız çocuklar dağılabilirsiniz!" diyen Profesör Agatha bizi de yalnız bırakmak için kendiyle birlikte tüm öğrencileri terastan çıkardı.

 

"İyi misin?"

 

"İyiyim bir sorun yok endişelenme."

 

"Çok korktum sana bir şey olacak ve bebeğim babasız kalacak diye," dediğimde ise sadece gülümsedi. Onu benimser gibi konuşmak istememiştim aslında. Yüzündeki bu buruk gülümseme bu yüzden canımı sıktı. "Pardon öyle demek istemedim burada kimse yok ve ben-"

 

Kollarını bana dolamasıyla sözlerim boşluğa karıştı. "Onu benimsemen gerçeği diğerlerinin öğrenmesini engeller. Kendini suçlu hissetme çünkü o sana emanet Lilium." Fısıltısı kulağıma dolarken hissettiğim tek şey çaresizlikti.

 

***

 

Şifacıya gittiğimizde küçük ve keskin bir aletle sıkılan bileği kesilmiş kanı bilinçli bir şekilde akıtıldıktan sonra yeşil büyük yapraklı adının damar otu olduğunu öğrendiğim bir bitkiyi sündüre sündüre bileğinin çevresine sarmıştı. Ardından döktüğü bir karışım bitkinin orada büzüşmesine yol açtıktan sonra beyaz bir sargıyla etrafını sardı ve "Birkaç güne kendini toparlarsın Harvey," dedikten sonra odadan çıktı.

 

İlk etapta kendi ateşiyle orayı uyuşturmamış olsaydı belki de daha kötü bir yol izliyor olacaktık.

 

"Neden üzgünsün? Bileğim içinse..."

 

"Geçmiş olsun neyse ki kötü bir durum yok."

 

"Evet bu yüzden üzülme."

 

"Bugün terasta herkes kalkan yaptığı sıra ben hiçbir şey yapamadım Alexander, karnımı sarıp onu koruyormuş gibi gözükmek dışında. Birileri yakında anlayacak," dediğimde gözlerine düşünce doldu.

 

"Bunun olacağını bilemezdik evet ama başka şeyler de olabilir. Mara ile konuşup ne yapabiliriz bir bakalım."

 

Birlikte yavaş adımlarla yürümeye devam ettiğimizde malikanenin yolunda olmadığımızı anladım. Üstelik hafiften acıkmıştım da ancak söylemek için uygun bir zaman bulabilirdim. İki katlı büyük bir evin girişine gelip beklediğimizde bahçe süsü gibi duran bir kuş birden canlanıp kapıya doğru uçmaya başladı.

 

Şaşkın bakışlarım ona doğru çevriliyken "Kamuflaj kuşu, burada hareketsiz dururken kimse onu görmez ancak biri geldiğinde haber vermek için uçar," dedi. Ferforje kapı kendiliğinden açılıp Profesör Mara karşımıza çıktığında gülümsedi.

 

"Ateşin alfası ve onun güzel eşi, ziyaretinizi neye borçluysam içeride konuşalım buyurun lütfen," diyerek bizi evine davet etti. Dışarıdan aydınlık görünen evin içi tam bir karanlık kutuydu. Sağdan solan yılan çıyan fırlayacak korkusuyla ilerledim. Yıldızlı gökyüzünün altında camdan bir alana girdiğimizde her yer şeffaf bir perde gibi sallandı.

 

"Burası korunaklıdır. Güvenle konuşabiliriz. Ah, geçmiş olsun Harvey iş kazası mı?"

 

"Teşekkür ederim Profesör, bir vampir meleziyle karşılaştık."

 

"Yasanın gerçek olduklarını ısrarla reddettiği melezler demek, bizi yemiyorlar diye çok rahatlar," dedikten sonra güçlü bir kahkaha attı. Altındaki bol pantolonu hareket ettikçe balon gibi açılıp uçuyordu. Basit bir el hareketiyle önümüze içi dolu bardaklar ve tabaklar geldiği için sevindim. Ancak utandığım için biraz beklemeye karar verdim.

 

"Biz kocanla pürüzleri konuşurken sen de karnındakini düşün ve bir şeyler atıştır lütfen."

 

"Benim kocam değil, ikramlar için sağ olun," dediğimde Mara imalı bir gülüş attı bana. Önüme konan koca bir bardak süte kedi gibi bakarken onu umursamadım. Tabaktaki kurabiyeyi süte batırıp yerken bir ara Alex'le göz göze geldik. Konuşması duraksar gibi olunca hemen toparladı.

 

"Kısacası hırs ve öfke halinde kontrolsüz güç kullanımı var ve yapması gerektiği an ne yapacağını bilmiyor."

 

"Bunu ona öğretmelisin Harvey."

 

"Çocukların bile zihinleri tazeyken bunu öğrenmesi aylarını alıyor Profesör. Bu kadar vaktimiz yok. Şikayet olarak algılama lütfen," diyerek dönüp bana baktığında gözleri yeniden içtiğim süre takıldı. "Geçen gün bana kızdığı için perdeyi tutuşturdu. Ailem bunu bilmiyor ve bu gidişle malikaneyi bile yakabilir."

 

"Hmm anlıyorum bakalım elimde neler var," diyerek şeffaf ve kaygan perdenin altından geçip gitti Mara.

 

"Gözün kaldıysa tadına bakabilirsin," diyerek ısırdığım büyük kurabiyenin kalanını uzattım. Başka kalmamıştı çünkü ama onun gözü kurabiyede değil dudaklarımdaydı. Parmağını uzatıp dudağıma dokunduğunda ise kalbime elektroşok verilmiş gibi hissettim.

 

"O kadar iştahla yiyorsun ki dudağında süt kalmış."

 

Demek o yüzden oraya bakıp duruyordu. Tamam derin bir nefes alıp panik düğmemi kapatma vakti geldi de geçiyordu. "Teşekkür ederim, ayrıca çocuğun karnımda bir kurt gibi sürekli yemek istiyor." Alex dudağımın üzerini de silmek için dokunurken içeri giren Mara'nın gözleri bize takılıp hiçbir şey yokmuş gibi devam etti. Hızlıca silip eski yerine geri geçtiğinde Mara'nın uzattığı kolyeye baktı. Serçe parmağı kadar kalın ve düz ucu olan kolye ucunu ona uzatırken konuşmaya başladı.

 

"Güç bedeninde dalgalanmaya başladığı an buna dokun böylece onu senin yerine saklayacak ve etrafa zarar vermeni önleyecek. Acil bir durumda ise sakladığı gücünü kullanmak için yeniden ona dokun ve yapmak istediğin şeyi zihnine doldur, senin için yapacaktır. Ancak güç yüklemene dikkat et boyutu dengede tutmazsan dokunduğun an ısınır ve elini yakmaya başlar..."

Loading...
0%