@mavperikal
|
İnkspired hesabım: mavperikal Oradan da yayımlıyorum aynı anda bir aksilik olursa nerede olacağımı biliyorsunuz.
Öpücükler😘😘
(54) Şahmaran
"Soil North," diye fısıldanarak gelen açıklama Alex'tendi ve ne yazık ki artık ağladığımı yalnızca toprakla ben değil, o da biliyordu.
"Terraların alfası." Toprağın alfasıydı, o yüzden oradaydı, o yüzden gözlerinde gördüğüm renkler katmanlıydı ve belki saçlarında açan çiçekler ondandı. Yine de kaba bir insandı. Bir şeyleri bildiği halde oradan elim boş dönmek hüsrana sebep olmuştu. Şimdi de ağladığım için toprağı bu kadar temizledin deyip zahmet edip meyveleri yollamıştı.
Alex bana baktıktan sonra üçgen kabuklu meyveyi önüme doğru itti. Sehbanın üzerine oturup meyveyi alırken içimdeki istek ve arzu yok olmuş gibi hissediyordum. Duyguların önemi, artan arzu ve umut kadar fazlaydı. O an bunu alıp yiyebilmiş olsaydım belki çok daha fazla zevkle yerdim. Ama şimdi gönlüm bir kere kırıldığı için ağır ve hantal hareketlerle kabuğu soymaya başladım. İçinden çıkan şeffaf üç üzüm tanesinden birini ağzıma atarken dişlerim arasında patlamasına izin verdim. Tadı damağıma karışınca da yaşadığım hayal kırıklığı oldu. Aşırı şekerliydi, bir şurup kadar şekerli.
Orada yaşadığım utanç aklıma geldikçe çıldırıyor gibi oluyordum. Bu da diğer meyveleri hızla soyup ağzıma atmama neden oldu. Ama çeviremeyeceğim bir büyüklüğe ulaşınca mide bulantımdan kaçamadım. Gözümden yaşlar akarken elimi mideme koyup sakinleşmeye çalıştım ancak bu hiç işe yaramadı. Kötü haber midem kaynamaya başladığı için banyoya gidecek kadar zamanım yoktu.
Elimi ağzıma götürüp öğürdüğüm o kısa süre içinde ateşten bir kap önüme gelmiş ve beni, her yeri batırmaktan son anda kurtarmıştı. Alex'in iri eli sırtımda dolaşırken sıcaklık tüm bedenime dalgalar halinde yayılıyor ve rahatlatıyordu. Yediğim liçi meyvelerini anında ve bu şekilde dışarı çıkardığım için üzgündüm. İçim dışıma çıkarken saçma bir duygusallığa kapılıp ağlamamak içten değildi.
Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. "Özür dilerim bebeğim, midem ve gururum bunu hazmedemedi ama en azından tadını aldık ha ne dersin? Üzgün olup seni de üzmek istemiyorum, lütfen bu hormon mağduru annene bakma sen." Elimi öpüp karnında gezdirdiğimde sanki onu öpmüş gibi sevinerek odaya geçtim. Alex kollarını başının altına almış tavanı izleyerek duruyordu. Onun da moralini bozuyordum. Ancak gülecek bir halimiz yokmuş gibi görünüyordu.
"Daha iyi misin?" diye sordu sabit bir ses tonuyla.
"İyiyim teşekkür ederim, böyle şeylerle uğraştığımız için üzgünüm ama seni üzgün gördüğümde daha da üzülüyorum. Lütfen bu gün hiç yaşanmamış gibi yapabilir miyiz?"
"Yapabiliriz Lilium, bu kadar basit bir şeyi elbette gerçekleştirebiliriz. Tatlı rüyalar o halde." Örtünün altına girerek yatağa ondan uzak bir kısma doğru geçip arkamı döndüm ve karnımı okşayarak gözlerimi kapattım.
***
Kapının tıklandığını duydum ama bu uyanmam için yeterli bir sebep değil gibiydi. Belki de Ella hep yaptığı gibi bizi uyandırmayı başaramayıp pes edip gidecekti. Bunu beklerken parmaklarımın arasında duran iki parmağı hissettim. Yine adamın parmağını tutup yatmıştım, bir bebek gibi. Sanki hâlâ uyumaya devam ediyor gibi kıpırdanıp yeniden arkamı döndüm.
Kapının tıklanması devam ederken Alex oflayarak ayağa kalktı. Birkaç saniye geçtikten sonra açılan camla birlikte vücuduma ürperti yayıldı. Omzumun üzerinden dönüp baktığımda camın önünde bir kirpi gördüğüme inanamadım. Hatta elinde mini bir mektup zarfı olduğuna ve onu Alex'e verdiğine de inanamadım. Camı kapatıp kağıdı açarken dikkatle izledim. Bu bir sesli mesaj gibiydi çünkü zarfı açar açmaz Profesör Mara'nın sesi odada yankılandı.
En kısa zamanda ofisime gelin, ikinizde. Paylaşmam gereken bilgiler var.
Artık tamamen uykum açıldığından yatağın içinde doğruldum. "Lütfen bana kahvaltı yapacağımızı söyle."
"Elbette kahvaltı yapacağız, çok acil olsa bu yolu kullanmazdı."
"Günaydın bu arada."
"Günaydın, nasıl hissediyorsun?"
"Biraz halsiz gibiyim ama bir şeyler yeyince geçer. Burada eşek gibi kütürdemek istemiyorum."
"Bu konuyu aştık sanıyordum, bir savaş daha mı istiyorsun?"
"Aman aman istemez. Hem suçlusun hem güçlü," derken bir yandan ne yaptığını izledim. Beyaz gömleğini ve siyah buraya özgü tarzdaki pantolonunu alıp giyinmeye giderken gülümsedi. Sonrasında Ella da gelip beni giydirdiğinde uzun beyaz gömleğim, altından gözükmeyecek şekilde siyah kısa taytım ve karnımı sıkmayan turuncu korsemle hazırdım.
"Günaydın Harvey'ler," dedikten sonra anne ve babasına özel baş selamını verip yerlerimize geçtik. Yiyecekleri sofraya dizen çalışanların birinin elinde aşırı güzel bir şey kokuyordu. Dikkatle ona bakıp çıkaracağı şeyi merakla izledim ama çıkan şeyi görünce ikilemde kaldım. Domatesi biber dolması gibi oyup içinde yumurta pişirmişlerdi, üstelik tuhaf süslemeleri de mevcuttu. Bakışlarımı geri çekmiştim ancak Alex tabağı önüne çekip bana da bir tane bıraktı. "Bence dene, bayılacaksın," diye kısık sesle konuştuktan sonra herkesin duyacağı şekilde ekledi. "Eskiden çok severdin bu aralar hiç yemiyorsun."
"Evet durumları biliyorsun, iç meselelerim biraz karışık." Yine de herkesin tabağına aldığını görünce bende denemeye karar verdim. Yumurtasının sarısı ortada patlatmam için beni bekliyordu ve büyüklüğüne bakacak olursak tavuk yumurtası olmadığı kesindi. Üçgen dilimli ekmeklerin birini alıp batırdım ve ağzıma attığımda hissettiğim lezzete inanamadım. Önce yumurtayı ardından kenarlarına peynirler akan domatesi keserek yedim. Sonra bir tane ve bir tane daha...
Dudaklarımı yumuşak kumaşlı peçeteyle silip tabağımın kenarına koyarken Alex'in güldüğünü gördüm. Yediklerim karşısında bebeğim de bayram edip kımıldamaya başladı. Artık onu daha net hissediyordum. Büyük bir mutlulukla arkama yaslanırken Mara'nın diyecekleri çoktan aklımdan çıkmıştı. Zira aklıma daha büyük bir şey takılmış ve her şey boğazımda kalmıştı.
"Ailen bir mektup göndermiş Valeri, en kısa zamanda ailecek ziyarete geleceklerini bildirmişler. Seni çok özlemiş olmalılar." Vernon Harvey'in dudaklarından çıkan kelimeler beni bozguna uğratırken gülümsemeye çalıştım. Rol yapmak zorunda kalmak gerçekten çok zordu. Gelenler şayet Valeri'nin anne babasıysa onlara olan tavrımdan bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamaları yüksek ihtimaldi.
"Evet çok sevinirim efendim, ben de onları çok özledim."
"İzninle baba, akademiden önce uğraşmam gereken bir mesele var ve Val'de benimle gelecek." Hafif bir baş selamından sonra sofrada oturan herkesi geride bırakıp malikaneden dışarı çıktık.
"Bu tamamen aklımdan çıkmıştı Alex, şimdi ne yapacağız?"
"Sakin ol. Valeri anne babasıyla oldukça resmi konuşur. Kız kardeşine de daha samimi davranır ona sorular sorarsan cevaplarken kendinden geçeceği için sıra sana gelmeyecektir. Mutlaka kız kıza laflamak için bir kenara kaçmaya bak."
"O kadar konuşkan yani?" Rahat tavırları benim de endişelerimi götürürken derin bir nefes verdim ancak o gülmeye başladı. "Bunu geldikleri zaman anlarsın."
Sessizlik içinde hiç acelemiz yokmuş gibi akademinin yolunda yürüyorduk. Ya da birazdan duyacağımız şeyden kaçmak için ağırdan alıyorduk. Nihayet dört büyük kubbeli taştan şatoya geldiğimizde etraftaki heykelleri inceledim. Dertsiz, tasasız müze geziyormuş gibi hissetmekten kendimi alamadım.
Nihayet Profesör Mara'nın odasına geldiğimizde birbirimize baktık ve Alex kapıyı tıklattı. Kendiliğinden açılan kapının ardından toprak zeminli sınıfa girdiğimizde sandalet giydiğim için pişman oldum. Adım attığım an ayağıma dolan kumdan rahatsız olsam da merdivenleri tırmanana kadar onlardan kurtulamadım.
Mara'nın kapısından içeri girdiğimizde önündeki kitaba o kadar odaklanmış gözüküyordu ki bizi fark etmediğini düşündüm. Altın kobrası kapının ağzında tısladığında kendine geldi. Kırmızı ojeli tırnaklarıyla son kaldığı yeri belli eder gibi çizdi ve kitabı büyük bir gürültüyle kapattı. Havaya dolan toz taneciklerinden hayli eski bir kitap olduğunu anladım.
"Merhaba Profesör, umarım haberler güzeldir?"
"Maranlarım haber getirdi, Şahmaran sizi bekliyormuş. Kızı da görmek ve olanları bir de ondan duymak istiyor ancak yuvasına bir başkasını sokamayacağını belirtti. Üzgünüm çocuklar bu hikayede yalnızsınız."
"Şahmaran da ne? Sankın bana o efsanenin gerçek olduğunu söylemeyin?" Tüylerim diken diken olmuştu ve yapacağımız yolculuk şimdiden midemi ekşitmişti.
"Efsane mi ne efsanesi?"
"Üstü kadın altı yılan?"
Profesör Mara öyle hoş bir kahkaha attı ki rahatladım. Sanırım bu saçmalığın daniskasıydı. "Öyle bir şey yok elbette, lütfen rahatla. Şahmaran maranların şahı yani kraliçesidir ve hiçbir zaman ölmez."
"Harika, ölümsüz bir yılanla konuşmaya gideceğiz demek."
"Aslında ölümsüz değil canım, sadece hiç yaşlanmıyor ve bedendeki ruhun yolculuğu son bulunca sıra kızına geçiyor. Nesiller boyu da öyle ilerliyor."
"Söyler misiniz Profesör bir yılanla nasıl konuşacağız?"
"Onu da gidince görürsün Lily," diyerek ayağa kalktı. "Umarım sürprizlerden hoşlanıyorsundur."
"Tanrım kesinlikle hoşlanmıyorum."
Beni kimse umursamazken Mara altın kobrasının yanına gidip avucunu uzattı. Yılan çatallı dilini uzattı ve Mara'nın avucuna dişlerini geçirdi. Hayret dolu bir iç çektiğimde elim anında karnıma dolandı.
Mara kanı akıtmak için avucunu sıktıktan sonra köşede duran dolaptan minik bir cam şişe çıkardı. Şişenin ağzını avucuna dayayıp birkaç damla kan akıttıktan sonra tıpasını kapattı ve Alex'e uzattı. "Herhangi bir aksilik olursa topraklarımın üzerine bunu damlatmaktan çekinme," dedi ve omzuna pıt pıt vurduktan sonra kapıyı açtı. Bizzat kendisi eliyle bizi uğurlarken başıma gelecekleri hayal ettikçe gerildim. |
0% |