@mavperikal
|
55) Squamea Mağarası
"Bugün derse girmiyoruz demek," diye mırıldandım sessizliği bozmak için.
"Bugün belki de hayatımızın dersini alacağız bu kadar üzülme." O kadar ciddi söylemişti ki son anda dudağını yukarı kaldırmasının zoraki olduğuna emindim. Okulun ilerisindeki küçük arenaya (genelde ejderha eğitimi dersi için kullanılır) geldiğimizde Greinner ve Pearlynine duvarlara oturmuş bekliyordu.
Bizi görünce pençelerini kale suru gibi olan taşlardan çekip yere indiler ama peşlerinde duvardan dökülen tozu da getirdiler. Greinner başını eğip kırmızı gözleriyle bana baktı. Ruh bağımız olmasa bile bu gözlerle şu an yine anlaşabilirdim. Onu ilk gördüğüm an bayıldığım aklıma gelince gülümsedim. Zihnimde olduğu için onda bunu anladı ve burnundan verdiği nefesini bilerek yüzüme çarptı. Bu onun sevme şekliydi, geç de olsa anlıyordum.
"Bugün seninle geleceğim koca oğlan hazır mısın?"
Sonunda.
"Şey, emin misin?"
"Evet, alınma Pearlynine ama sırtın ikimizi de konforlu bir şekilde taşımıyor." Sert bir kükreme duyduğumda yandaki otların tutuştuğunu gördüm ve ejderhama doğru bir adım attım.
Alex endişeli bir şekilde yanıma geldi. "O zaman birkaç büyü yapalım da seni yerine daha çok sabitlesin."
Ona gerek olmadığını söyle. Sırtımda senin için her zaman yeterli büyü olacak.
"Bekle, bekle. Greinner buna gerek olmadığını çünkü kendi yaptığını söylüyor."
"Emin misin, kaymanı istemem-" Bu sefer Greinner kükredi ve Alex bir adım geri çekildi. "Tamam dostum, ikisi de benim için önemli. Gidelim o zaman. Dikkatli bir şekil-" Alex'in gömleğinin ucu tutuştuğunda kahkaha attım. Bu inanılmaz hoşuma gitmişti. Elini poposuna vura vura söndürmeye çalışırken son derece eğlenen halimle, bir su büyüsü attım. Elbette yeteneğim gelişmediği için bu sefer de ıslanmıştı.
"Sağ ol Lilium, uçarken asla üşümeyeceğim." Söylenmeye devam ederken ejderhama tırmanmaya başladım. Valeri'nin bedeni Greinner'a daha çabuk uyum sağlamıştı.
"Üşürsen haber ver, Greinner seni ısıtır," dedim muzip bir sesle. İçimdeki korkuyu bu şekilde bastırmak kolay geliyordu.
Korkacak bir şey yok Zambak. Boynumun iki yanında uzun çıkıntılar var oradan tutunup kendini sağlama al.
"Öyle mi? Güvenli taşımacılık diye buna derim, bir emniyet kemerim bile yok."
Söylenmeye başlama. Oturduğun yerde büyülü karışım var, senin kaymanı engelleyecek. Haızr mısın?
"Hayır," dediğim an aniden uçmaya başlayınca attığım çığlık gökyüzde patladı ve bir anda boynuna tutundum. Biraz ilerledikten sonra sırtıma yapışan bir Alex olmadığı için raha rahat hissettiğimi anladım. Kollarımı gevşettim ve dediği çıkıntılardan tutundum. İlk defa tek başıma bir ejderhaya biniyordum ve bu müthiş bir histi. Özgür hissetmek bu kadar basitti ancak başka bir bedenin içinde kulağa çok ironik geliyordu. Tam yanımızda uçan Pearlynine ve Alex'e baktım. Ara ara bana takılan bakışları nasıl olduğumu ölçüyor ve geri önüne dönüyordu. Camları açık araba kullanmaktan tek farklı hakimiyetin bir başkasında olmasıydı.
"Bulutlara da çıkabiliyor musun?"
Kör olmak istiyorsan çıkalım.
"Şaka yaptım iyi çocuk," diyerek sert derisini pışpışladım. Envai çeşit çiçeklerin olduğu bir yerin üstünden geçtiğimiz an hayranlıkla baktım. "Buraya tekrar gelmek istiyorum."
Her şey göründüğü kadar masum değildir Zambak, o bitkilerle beslenen zehirli böceklerin yuvası orası.
"Tamam, hemen ikna oldum."
Yaklaşık yirmi dakikalık bir uçuşun ardından yüzüme yediğim rüzgara rağmen neredeyse uyuyacaktım. Greinner yavaşça alçaldı ve yine kolay bulunmayacağını tahmin ettiğim bir mağaranın önünde durduk.
Geri kalanını bizsiz devam edeceksiniz. İçeride bağlantımızı kesen büyüler olabilir, kendine dikkat et ve Alex'in yanından ayrılma.
"Tamam anne." Sinirli kükremesiyle birlikte tozuttuğu toprak üzerime gelince sırıttım. Ejderhama bayılıyordum.
"Tam olarak neyle karşılaşacağız emin değilim Lilium, tahmin edersin ki buraya daha önce gelmedim, gelen kişi sayısı da bir elin parmağını geçmemiştir eminim. Mağaranın adı squamea yani pulluların yeri demek."
"Bilerek sevgilisini korku filmine sokan ve daha da korkutmaya çalışan adamlar gibisin şu an? Zaten gerginim Alexander Harvey, benimle gizemli ses tonunda konuşmayı bırak."
"Tamam haklısın, gel önce şunu bağlayalım."
"Nedir o bir tür tasma mı?"
"Bugün huysuzluk yapma günün mü? Kendime de diğer ucunu bağlayacağım. Mağaranın kendisinde sihir var, birbirimizi kaybetmememiz önemli," diyerek kalın ipi belime taktıktan sonra kancasını kendi ipine taktı. Yolda kalan arabayı çeken diğer araba gibiydim...
"Hazır mısın?" Günün ikinci hayır cevabını vermek üzere açılan ağzım, Alex'in bunu oldukça ciddiye alacağını bildiği için kapandı ve başımı salladım. Pulluların yerine ilk adımı attığımda garip bir aura beklesem de her şey normaldi. Gittikçe kararan yolda pantolonunun yan cebinde bulunan bir sopayı çıkardı ve ucunu tutuşturdu. Artık önümüzü daha iyi görebiliyorduk.
İçerilere doğru giderken tek yön olması oldukça garibime gitti. Kulağımın dibinden geçen bir varlıkla tam çığlık atacaktım ki, çığlığım Alex'in avucunun içinde patladı. "Sakin ol, sadece bir yarasa. Gözleri kör ama kulakları son derece keskindir, onların hedefi olmak istemezsin." Usulca başımı salladım ve elini geri çekti. Ancak kendimi bildiğim için saçımda duran çiçekli kumaşın birini çektim ve ağzıma bağladım. Ella o kadar uğraşmıştı ama şansına küsecekti artık.
Omuz omuza o kadar yakın yürüyorduk ki gömleklerimiz birbirine değiyordu. Sonunda mağaranın ağzı yılanların dili gibi bir çatal ayrımına geldiğinde duraksadık. Alex sağına soluna bakıp ne yapacağına karar veremedi. Mara bizi yarışma etabı gibi bir yere göndereceğini keşke söyleseydi. Gözlerime baktığı an omuz silktim ve sağa doğru yöneldik. Mağaranın oyulmuş taş merdivenleri kaba saba durduğundan inip çıkması da zor oluyordu.
Bir yerlerden duyduğum şıp şıp su sesi artık sinirlerimi bozmaya başladı. Yerde gördüğüm sim kırıntılarını gösterirken giderek daha fazlasını bulmaya başladık. Sanki bir taşın ufalanmasıyla oluşmuş toz öbekleri gibiydiler. Yerden aldığım ince sopaya benzer şeyle önümüzdeki örümcek ağlarını ayıklarken sopanın vurduğu duvardan farklı bir ses geldi. Yavaşça ileriye vurup tekrar kontrol ettim ama buranın arkasının boş olduğuna artık emindim.
Alex önden geçip kenara rastgele koyulmuş taşı çektiğinde arkasında bir delik buldu. Meşaleyi deliğe doğru eğip kendi de o boşluktan baktığında başını iki yana salladı. "Sadece sürünerek geçebiliriz gibi duruyor ama bir yere de çıkmayabilir, ne yapalım?"
"Bence önce bu yolu devam edelim, bir şey çıkmazda geri geliriz," derken ben bile umutsuzdum. Alex taşın girişini tırnağıyla kazıyarak bir çarpı işareti oluşturdu. Yeniden geldiğimizde daha kolay bulmamıza yarardı. Dediğim gibi taş merdivenlerden indik çıktık döndük ama bir yere varamadık. Geri dönüp taşın oraya gitmeye karar verdiğimizde ise zaten biraz ilerisinde olduğumuzu fark ettik. Lanet olası mağara bizi olduğumuz yerde döndürüp durmuştu. Eminim soldaki tolu seçsek bile yine aynısı yaşanacaktı.
"Önden ben geçeyim sen biraz bekle, yol sıkışır gibi olursa geri geri gelirim. Tekrar dönecek kadar geniş değil bu yüzden peşimden gelsen bile aramızdaki mesafeyi korumalıyız." Uslu uslu başımı salladıktan sonra Alex boynumdaki kolyeye dokundu ve kolyeden ateşin yansıması yayıldı. Böylelikle hem yanmayıp hem de doğal ışık kaynağına sahip olacaktım. Belimizdeki ipleri son ayara kadar getirip uzattıktan sonra son kez bana baktı ve içeri girdi.
Hamile bir kadın için çekilir işkence değil Şahmaran ama, ayağına kadar geldik artık. Düşüncelerim etrafı incelerken zihnime dolup çıktığı sırada belimdeki ip tarafından çekildim. Girmemin vakti gelmişti ve kahretsin ki ben çekiniyordum. Emekleyerek tozlu yerden yavaş yavaş girmeye başladık. Toplamda beş dakika süren tünel yolculuğumuz benim için beş yıla tekabül ediyordu. Tünelin ucunda parlayan mor ışıklar gözlerimi alırken bakışlarımı çevirdim.
Önden çıkan Alex ayağa kalkmama yardım edip etrafı inceledi. Tanrım bir de bunun geri dönüşü olacaktı. Kristal mor taşlar sarkıtlar olarak her yanı sarmış ve ışıltısı tüm mağarayı kaplamıştı. Yolda gördüğümüz tozlar neyin nesiydi o zaman? "Bunlar değerli midir sence?"
"Evet ametist taşı, denge ve barış taşı olarak da bilinir. Belki de burası mağaranın kalbidir."
"Dinle, etraftaki sesleri duyuyor musun?" Sürünme sesi tüylerimi ürpertirken Alex'e biraz daha yaklaştım.
"Evet maranlara yaklaşmış olmalıyız."
"Sadece şahla görüşüp çıkacağız sanıyordum." Çaresizce itiraz eden sesim gergindi.
"Yılanların yuvasına geldik Lilium, onlardan rahatsız olanın biz olması çok komik olur." Ona tekrar cevap vermedim ve ametist taşlarıyla dolu olan yolu geçebilmem için elimi tuttu. Engebeli bir arazide gitmeye çalışan küçük araç gibi hissediyordum kendimi. Mağaranın devamında ametist taşları bitti ve yontulmuş gibi duran kayalıklar kaldı. Yüzüme çarpan nemle birlikte elindeki meşaleyi öne doğru tuttum, hâlâ yol ilerliyordu ancak bir yerlerde su birikintisi olduğuna emindim.
Yolu seçmeye karar vermeye çalışırken karanlığın içinden bir yılanın önüme doğru atılıp tıslaması aklımı kaçırmama neden olacaktı. Geri adım attığım an Alex'in sıcak kolları arasına girdim. İyi ki ağzımı yeniden kapatmıştım yoksa bir de diğerlerini uyandıracaktık.
Alex kuşağına taktığı küçük şişeyi çıkardı ve ellerini havaya kaldırdı. "Sakin ol, ben ignislerin alfasıyım ve buraya Mara tarafından gönderildim," dedikten sonra fazlasını telef etmeyerek bir damla kanı taş zemine akıttı. Ne ara ayaklarıma dolandığını bile anlamadığım yılan zemine doğru tıslayıp süründükten sonra olduğu yere kıvrıldı ve geçmemize izin verdi. Her adım başı bir maranla karşılaşırsak işimiz vardı çünkü maranlar normal yılanların belki de beş katı genişliğindeydi.
Nihayet suya daha da yaklaştığımı anladığımda derin bir nefes verdim. "Suyu hissediyorum, buralarda bir yerlerde olabilir mi? Bir an önce çıksın yoksa havasızlıktan ölüp kalacağız!" Tüm söylenmelerimi uslalıkla geçiştirdikten sonra kanlı şişeden suyun içine bir damla daha damlattı.
"Yılanların Şahı Şahmaran, ben ignislerin alfası Alexander Harvey. Yanımda eşim Valeri Harvey ile birlikte geldim. Bazı cevaplara ihtiyacımız var ve bunların sende olduğunu biliyorsun. Toprağın canlısı bilgilendir bizi soyun kutsansın." Alex'in meşaleyi tuttuğu ufak su birikintisinde bir dalgalanma oldu. Sanki bir parmak su yok gibiydi ama yükselen sesle birlikte içinden öyle bir yaratık çıktı ki kalbim hızla çarpmaya başladı. Bu su falan değil bildiğin bataklıktı yoksa bu derinliği başka türlü açıklayamazdık.
Onu tanımlayacak bir hayvan aklıma gelmiyordu ve yılan demek koca bir hakaret sayılırdı. Ateşi ona doğru tutup incelediğimde kalın kuyruğunun neredeyse bir aslan gövdesi kadar kalın olduğunu görmüştüm. Bedeninde gittikçe yukarı çıkan gözlerim soluk alıp verişimi etkiliyordu. Karanlık mağara nihayet biraz daha aydınlandığında kapalı ağzımın arkasından okkalı bir küfür ettim.
Hassiktir. Şahmaran ejder başlıydı...
|
0% |